Düşüncelerinizin Efendisi Olun! / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

İnsanı diğer canlılardan ayıran en temel özelliği düşünme yetisidir. Hayvanlar içgüdüleriyle hareket ederken insanoğlu yaşamını devam ettirmek, kendini korumak, problemlere çözüm bulmak, sosyal ve bilişsel yeteneklerini geliştirmek için kendisine verilmiş olan düşünme becerisini kullanmaktadır.
Türk Dil Kurumu’na göre düşünme iki şekilde tanımlanmaktadır. İlk tanıma göre düşünme; “bir konu üzerinde akıl yürütmek, zihin yormak, muhakeme etmek, aklından geçirmek, hayal etmektir.” Diğer tanımı ise “karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisi” olarak karşımıza çıkmaktadır.
Düşünme, insan zihninin en karmaşık aktivitelerinden birisidir. Karmaşık olmasına rağmen düşünme, insanda doğal olarak meydana gelen, her an gerçekleşen sınırsız bir eylemdir. Ancak düşünme, herkesin aynı ölçüde önem verdiği bir faaliyet değildir. Kimi insanlar düşünmeyi, alışkanlıkları gereği basit bir aktivite olarak sürdürmekteyken kimileri düşünmekten kaçınmayı tercih etmektedir. Kimi insanlar da kendilerine özgü yöntemlerle düşünmeyi gerçekleştirmektedirler. Günlük hayatta çoğu düşüncemiz bir amaç taşımayan, kısıtlanmış, yeterli bilgiden uzak ve basit düzeydedir. Düşüncenin yapısına göre kişinin hayat kalitesinin de şekillendiğini söylemek mümkündür.
Mükemmel bir şekilde yaratılan beyin ve ona verilmiş olan düşünme yetisi varken bunları rastgele ve amaçsız kullanmak, bir daha tekrarı olmayan şu dünyada kişinin kendine yaptığı en büyük kötülüklerden biridir. Doğru düşünmemek, yaşam içinde pek çok yanlış kararların alınmasına ve olumsuz sonuçlar yaşanmasına sebep olmaktadır.
İnsan zihni kendi haline bırakıldığında amaçsız ve rastgele düşünceler, kişiyi ele geçirmektedir. Ehlileştirilmemiş ve başıboş gezen bir hayvanın yiyecek bulmak ve kendini korumak için etrafındaki her şeye zarar vermesi ve bir süre sonra kendisinin de zarar görmesi gibi, zihinden geçen düşünceler de kontrol edilmediği takdirde kişinin hem çevresinin hem de kendisinin zarara uğramasına neden olacaktır. Bu yüzden düşüncelerin de disipline edilmesi gereklidir.
Gün içinde yaşadığımız öfke, sevinç, mutluluk, kırgınlık, şaşkınlık, suçluluk gibi duygular da düşünmenin birer sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü bu duygular, yaşadığımız olaylara yüklediğimiz anlamlara göre şekillenmektedir. Kişilerin neler hissettiğini belirleyen şey olayların kendisi değil, olayların o kişinin zihnindeki anlamlarıdır. Aynı olay iki kişide farklı duyguların hissedilmesine neden oluyorsa, burada farklı iki düşüncenin varlığı söz konusudur. Bunu bir örnekle açıklayalım: Freni tutmayan bir kamyon, park halindeki araçların üzerine hızla gelir ve araçlara çarpar. Araçlar kullanılamaz hale gelir. Araç sahiplerinden birisi çok öfkelenir ve kamyon şoförüne bağırmaya başlar. Baskın duygusu öfkedir. Diğer bir araç sahibi ise şoföre iyi olup olmadığını sorar. Onun hissettiği duygu ise endişe ve ardından gelen rahatlama duygusudur. Her iki araç sahibi de aynı olayı yaşadığı halde neden farklı duygular hissetmektedirler?
Bütün duygular, karşılaşılan duruma verilen anlamlar üzerinden biçimlenmektedir. Hangi olaylara hangi anlamları yüklediğimiz ise çocuklukta zihnimizde oluşan şemalarla, ebeveynlerimizin bizi yetiştirme tarzlarıyla, inançlarımızla, içinde yaşadığımız toplumun değer yargılarıyla paralellik göstermektedir. Çocukluğunda sürekli azarlanan, yaramazlıkla suçlanan, düştüğünde dizi kanadığı halde kendisiyle ilgilenilmeyip fiziksel-psikolojik şiddete maruz kalan bir çocuk, hata yapan birini gördüğünde kendisine ne uygulandıysa ona da aynı davranışı sergileme eğiliminde olacaktır. Çünkü anne ve babasından, olaylara suçlayıcı yaklaşmayı ve öfke duymayı öğrenmiştir. Bardak kırdığında, kırılan bardağın önemli olmadığını, ona zarar gelmemesinin kendilerini mutlu ettiğini ailesinden işiten bir çocuğun, yaşanılan bir kaza durumunda hissettiği duygular da verdiği tepkiler de kırıcı değil, daha yapıcı olacaktır. Çocuklukta zihinde oluşan şemalar kişinin tüm hayatına yön vermektedir.
Şemalar, geçmiş öğrenmelerinin sonucunda meydana gelen, hayatı ve olayları anlamlandırmamızı sağlayan bilişsel örüntülerdir. Yetişkinlikte kullanılan tüm becerilerin temeli çocuklukta atıldığı için çocukları sabırla eğitmek, onlara doğru bilgi vermek ve güzel örnek olmak yetişkinlerin hassas davranması gereken bir konudur. Sürekli olumsuz düşünülen, hep şikâyet edilen bir ailede büyüyen çocuk da aynı şemaları kullanacak ve olumsuz düşünmelerle zihnini meşgul edecek; bu doğrultuda öğrenmeler gerçekleşecektir. Örneğin, normal gelirli bir ailede sürekli para konusu konuşuluyorsa, çocukların istekleri “Paramız yok.” diye karşılanmıyorsa çocuğun zihnine “Fakiriz, paramız yok.” algısı yerleşecektir. Normal gelire sahip olduğu halde bu ailede neden böyle bir algının oluştuğuna bakarsak da babanın geçmişte maddi sıkıntılar çekmesi, çocukluğunda isteklerinin ve ihtiyaçlarının karşılanmaması, parayı yönetmeyi bilmemesi veya çocuğun her istediğini yapmak istemediği için parayı bir bahane olarak kullanması gibi etkenlerin neden olduğunu söyleyebiliriz. Çocuk da ebeveynlerinden öğrendiği bu şemalarla zihin dünyasını şekillendirecek ve benzer davranışlar sergileyecektir. Bu nedenle ağzımızdan çıkan her söze, sergilediğimiz her davranışa dikkat etmek durumundayız.
Olumsuz düşünmeler ve şikâyetlenmeler öfke, kaygı, korku, huzursuzluk, üzüntü gibi duyguların da yoğun olarak hissedilmesine neden olmaktadır. Bu da kişinin kendisini mutsuz hissetmesine, elindeki imkânlardan ve nimetlerden memnuniyetsizlik duymasına yol açmaktadır.
Olaylara yüklenen anlamlar duyguları, duygular da ruh sağlığını ve dolayısıyla tüm hayatımızı etkilemektedir. İşte burada olumlu düşünmenin iyileştirici yönünden yararlanılmalıdır. “Tüm sıkıntılar benim başıma geliyor. Neden her şey beni buluyor!” “Hep hastayım.” “Hiç mutlu değilim.” gibi söylemler yerine olayların olumlu yönlerini görebilmek, duyguların değişmesini de sağlayacaktır. Sürekli hasta, bitik durumda olduğumuzu düşünürsek, olaylara iyi tarafından bakmaya çalışmazsak düşüncelerimizin esiri konumuna düşeriz. “Düşüncelerimiz Bizi Yönlendirmemeli, Biz Düşüncelerimizi Yönlendirmeliyiz” başlıklı makalede Şenel İlhan Beyefendi bu konuda şunları söylemiştir:
“Hayatta bazı şeyleri genellememek lazım. Zira bu genellemeler gereksiz yere insanın omuzundaki yükleri ciddi oranda artırıyor ve insan hayatını işin içinden çıkılmaz şekilde zorlaştırıyor. Mesela hasta oldum diyelim. Hastalığımı genel hayatımla bütüncül düşünerek, “Ben hastayım.” diye ifade edersem yanlış yapmış olurum. Niçin derseniz, şundan ki: Halimi böyle ifade edersem sanki sadece hastalığım var da başka hiçbir şeyim yokmuş gibi olur. Mesela, sevdiklerim yanımda değil, annem babam, eşim, dostum, param vs. hiçbir şeyim yok, sadece hastalığım var gibi olur. Eğer ben farkında olmadan bu psikolojiye girersem o zaman beni aklım ve iradem değil, hastalığım yönetmiş olur ki bu büyük bir hatadır.
Peki, o halde böyle durumlarda benim ne demem veya hangi psikolojiye girmem gerekiyor?
‘Hastayım.’ demeyeceğim, ‘Hastalığım var.’ diyeceğim. Sıkıntım var, moralim bozuk, birisi beni üzdü ise böyle bir durumda ‘Dertliyim.’ demeyeceğim, ‘Derdim var.’ diyeceğim. Yani derdimi, hastalığımı ben yöneteceğim, ben ne dersem o olacak, benim irademe bağlı olacak. Eğer hastalığım beni yönetir de onun istediği olursa bu durum kişiyi moral ve motivasyon açısından bitirir. Zaten bu tür insanlar ‘hastayım, dertliyim, sıkıntılıyım, fakirim…’ deyip, başlarındaki olayları böyle yorumlarlar ve bu yılgın psikoloji ile de tüm görevlerini ihmal eder, ibadet bile etmezler. Görüyorum ki insanların büyük çoğunluğu, başlarına gelen olumsuz olayları, hayatlarının tamamı ile genelleyerek hastalıklarının veya sıkıntılarının tesiri altında değerlendiriyorlar. Bütüncül düşünüyorlar, fakat “negatif bütüncül” düşünüyorlar ki bu bakış da onları adeta bitiriyor…”
Doğru yöntemler kullanarak olumsuz düşünceleri azaltmak; düşüncelerin ve duyguların kontrolünü sağlamak için düşünmeyi sistemli hale getirmek gerekir. Sistemli ve doğru düşünme, hayatın içinde bilinçli bir şekilde kullanılarak otomatik hale getirilebilir. Araba kullanmayı öğrenirken vites değiştirmek, aynaları kontrol etmek, sinyal vermek gibi hareketler bilinçli yapılırken bir süre sonra bu davranışların fark edilmeden, kendiliğinden yapılması gibi, düşünme eyleminde de ustalaşıldığında süreç otomatik olarak ilerleyecektir.
En başta, olumsuz düşüncelerden uzaklaşarak zihnin yükü azaltılabilir. Sürekli olumsuz düşünmek ve şikâyetlenmek elde var olan güzellikleri de görmemek olur ki bu kaçınılması gereken bir durumdur. Zira içinde bulunduğumuz dünyanın bir imtihan yeri olduğu, zorluklar ve sıkıntılarla dolu olduğu, sabredilmesi ve şükredilmesi gerektiği ayetlerle bildirilmiştir.
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.’ derler.” (Bakara, 2/155-156)
“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7)
“Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve Allah’a ortak koşanlardan üzücü birçok söz işiteceksiniz. Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar (yapmaya değer) azmi gerektiren işlerdendir.” (Âl-i İmrân, 3/186)
İmtihanda olduğunun bilincinde olan ve bunu sürekli hatırlayıp sabreden kişilerin hayata bakışı, olayları anlamlandırması da bu minvalde olacaktır. Yaşanılan olayları mantık çerçevesinde değerlendirip duygusallığa yer vermeden çözüme kavuşturmak hem kişilerin doğru kararlar almalarını hem de iç huzuru yakalamalarını sağlayacaktır. Aksi takdirde duygularıyla hareket etmek, insanın ruhsal dengesizlikler yaşamasına neden olmaktadır.
Çocuklukta düşünme becerilerinin kazandırılması için eğitim politikalarının iyileştirilmesi gerekir. Ezberci eğitim anlayışından ziyade sorgulayan, merak eden, fikir üreten, doğru karar verme becerilerine sahip nesiller yetiştiren bir sistemin varlığı zorunludur.
Okullarda eleştirel düşünme becerisi kazandırmaya yönelik etkinliklerin yapılması oldukça faydalı olmaktadır. “Altı Şapkalı Düşünme Tekniği” öğretmenler tarafından derslerde kullanılan ve oldukça etkili yöntemlerden biridir.
Edward de Bono tarafından 1985 yılında geliştirilen Altı Şapkalı Düşünme Tekniği, karşılaşılan durumlara farklı bakış açılarıyla yaklaşmayı ve çok yönlü düşünerek sorunların çözümü kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.
Beyaz şapka, tarafsız ve objektif bir bakış açısını temsil etmektedir. Bilgiye dayalı gerçekler araştırılır. Kırmızı şapka (duygu şapkası), duygusal tepkileri ifade etmektedir. Burada mantık değil, içgüdüler ön plandadır.
Siyah şapka (eleştiri şapkası), eleştirel düşünmeyi temsil etmektedir. Olumsuz yönleri görmek için kullanılır. Sarı şapka (olumlu şapka), pozitif düşünmeyi ifade etmektedir. İyi yönleri görmek için kullanılır. Yeşil şapka (yaratıcılık şapkası), yeni fikirler üretmek için kullanılmaktadır. Sınırlar kalkmakta ve hayal gücü devreye girmektedir. Mavi şapka (yönetim şapkası), genel bakışı sağlamaktadır. Süreci yönetmek ve düşünme süreçlerini denetlemek için kullanılır.
Yüce Yaratıcı’nın bizlere vermiş olduğu akıl ve düşünme nimetini en yüksek seviyede kullanmak için duygularımızı yönetmeyi, düşüncelerimizi disipline etmeyi öğrenmek durumundayız. Bunun için okumayı, öğrenmeyi de ihmal etmemeliyiz. Düşünen, sorgulayan, mantıklı kararlar alıp öğrendiklerini hayatına tatbik eden, üreten ve ülkesine faydalı olan nesiller yetiştirebilmek için öncelikle bizim doğru düşünen bireyler olmamız gerektiğini hatırlatmakta fayda vardır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.