“Payitahtın Hassas Tebaası Çocuklar” II. Abdülhamid Dönemi Çocuk Sağlığı Politikaları / Dr. Gülbeyaz Küre

Çalışmanız, II. Abdülhamid döneminde Osmanlı Devleti’nde çocuk sağlığı alanında ne gibi gelişmelerin yaşandığını gözler önüne seriyor. Bize bu dönemi çocuk sağlığı açısından kısaca değerlendirebilir misiniz?
Çocuk sağlığı, daha tıbbi bir terminolojiyle konuşmak gerekirse pediatri, bilim dünyasının yeni alanlarındandır. Modern pediatriyi günümüzden en fazla 250 yıl öncesine kadar götürebilmekteyiz. Bu süre göz önüne alındığında 1876-1909 yıllarını kapsayan II. Abdülhamid devrinin pediatrinin erken dönemlerine denk geldiğini söyleyebiliriz. II. Abdülhamid devrinde çocuk sağlığının ilk olarak bir kurumsallaşma çabası içinde olduğu görülmektedir. Bu minvalde pediatrinin dâhiliye ve kadın-doğum branşından ayrı bir alan olma süreci, ilk çocuk sağlığı mütehassıslarının yetiştirilmesi, ilk yerli çocuk hastanesi olan Hamidiye Etfal Hastanesi’nin açılması ve hizmet vermesi kurumsallaşmanın güçlü emarelerindendir. Yine bu dönemde Osmanlı çocuklarının çiçek, kızıl, boğmaca, kızamık, frengi, kolera, menenjit, difteri, dizanteri, kuduz, tifo, veba, verem gibi pek çok hastalıkla yüzleştiği, dönemin hekimlerinin bu hastalıkları tanımlamaya, teşhis ve tedavi etmeye çalıştıkları anlaşılmıştır. Dahası bedensel hastalıkların ötesinde sara, histeri, zekâ geriliği, gece korkuları gibi psikiyatrik rahatsızlık ve duygu-durum bozukluklarının çocukları etkilediği ve hekimlerin bunlara çözüm üretmeye çalıştıkları görülmüştür. Ayrıca çocuk sağlığında koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerinin önemsendiği, halkın bilinçlendirilmesi, aşı faaliyetleri, aşı evlerinin kurulması, aşıcı yetiştirilmesi, hekim ve ebe tayinleri, ücretsiz ilaç dağıtımı, gıda teftişi, suların ıslahı, zorunlu mektep tatilleri, cenaze hizmetleri ve hayvanların itlafı gibi önlemlerin alındığı tespit edilmiştir. Dahası anne karnından ergenliğe gelinceye değin eşlerin sağlığı, gebelik dönemi, çocuk düşürme, doğum, doğum sonrası bebek bakımı, emzirme, memeden kesme, beslenme, ilk adımlar-yürüme-oyun, çocukluk dönemi kazaları ve çocuk ölümleri gibi bugün dahi hemen hemen her çocuk, ebeveyn ve toplum için anlamlı olan kritik noktaların o zamanlarda da önemli olduğu görülmüştür.
Çalışmanızda Osmanlı arşiv belgeleri, dönem tıp kitapları, çocuk sağlığı kitapları gibi oldukça geniş bir kaynak yelpazesi kullanmışsınız. Bu kaynaklardan özellikle ilginizi çeken, sizi şaşırtan veya dönem hakkında önemli bilgiler sunduğunu düşündüğünüz bir örnek paylaşabilir misiniz?
Tarihçiliğin doğası gereği çalıştığınız alanda imkânlar elverdiğince fazla sayıda birincil kaynak kullanmalısınız. Zira kaynak çeşitliliği arttıkça güvenilirliğiniz artar. Bu nedenle tezimin oluşturulma sürecinde ben de Osmanlı arşiv belgelerini, dönemin genel tıp kitaplarını, pediatri kitaplarını, kadın dergilerini, kadın-çocuk dergilerini, pediatri dergilerini, hastane yıllıklarını, tıp yıllıklarını ve Vefayat Cetvelleri’ni kullandım. Bu kaynakların hepsi tezime olumlu yönde katkı sağladı. İstifade ettiğim kaynaklar içerisinde Vefayat Cetvelleri’nin ayrı bir öneme sahip olduğunu düşünüyorum. Zira bu cetveller sayesinde neredeyse günümüz İstanbul’unda yaş, cinsiyet, ölüm sebebi, mekân ve dinî tabiiyet gibi parametreleri de içine alan ve beş ardışık yılı muhteva eden istatistiksel bir veri tabanına ulaşabildik. Bu da İstanbul’da çocuk ölümlerinin nedenlerini bize vermekle birlikte yukarıda zikrettiğimiz parametreler üzerinden karşılaştırmalar yapmamıza olanak sağlamıştır. Arşiv belgelerinde münferit olarak işlenen çocuk ölümlerinin rakamlarla ve tablolarla karşımıza çıkması çocuk sağlığı meselesinin daha bilimsel bir tabanının olduğunu da gözler önüne sermiştir.
Çalışmanızda çocuk sağlığı alanında “kurumsallaşma çabaları”ndan bahsediyorsunuz. Bu dönemde çocuk sağlığı alanında hangi kurumlar faaliyet gösteriyordu? Bu kurumların toplumdaki yeri ve önemi neydi?
Osmanlı Devleti’nin kendi emeğiyle açtığı kurumlardan evvel kısaca devlet sınırları içerisinde yabancıların teşebbüsleriyle açılan iki çocuk hastanesinden bahsetmek gerekir. Bunlardan ilki Kudüs’te kurulan Marienstift Çocuk Hastanesi (The Marienstift Kinderhospital)’dir. Protestan bir misyonerin oğlu olan Dr. Max Sandreczki’nin çabalarıyla 1872 yılında gayriresmi bir şekilde açılmıştır. Her milletten muhtaç çocuğa ücretsiz tedavi ve ameliyat hizmeti sunan hastane, misyonerlik faaliyetleri yapmadığı için misyonerlerce desteklenmemiş, hastanenin kurucusunun vefatıyla o da ömrünü tamamlamıştır. Diğer önemli bir çocuk hastanesi St. Georges Etfal Hastanesi’dir. Galata’da bulunan Saint George Hastanesi’nin 1895 yılında Hekim Giovanni Baptissa Violi tarafından çocuk hastanesine dönüştürülmesiyle hizmete girmiştir. Bu çocuk hastanesi, Burgazada’da veremle mücadelede ilk çocuk sanatoryumunun açılmasını sağlamış, ayrıca hastanenin kurucusu Hekim Violi Türkiye’de Emrâz-ı Etfâl isimli ilk pediatri dergisini yayınlamıştır. Bu yönüyle Osmanlı pediatri yazınına olumlu katkıda sağlamıştır. Bu iki çocuk hastanesinden sonra Osmanlı Devleti’nin kendi imkânlarıyla açtığı Hamidiye Etfal Hastanesi’nin kurumsallaşma çabaları adına çok önemli olduğunu zikretmek gerekir. Çalışmamda da bahsettiğim üzere bir çocuk hastanesinin kurulması, hizmet verebilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanabilmesi kurumsallaşmada ciddi manada yol alındığına işaret etmektedir. Nitekim II. Abdülhamid devrinde ülkenin muhtelif yerlerinden çocuk hastalar kabul edilmiş, hastane çocukların hastalıklarını tedavi etmekle kalmamış, aynı zamanda çocukların vaka geçmişlerini, hastalıklarını, ebeveynleri ve onların genel sağlık durumu gibi pek çok veriyi de kayıt altına almıştır. Tedavi süreci adım adım kayıt altına alınmıştır, ilaçlar ve dozları da kayıt sistemine aktarılmıştır. Diğer bir deyişle Hamidiye Etfal Hastanesi oldukça profesyonel bir hastane işletmeciliğiyle hizmet vermiş ve çocuk sağlığı alanında kurumsallaşmaya pozitif yönlü katkı sağlamıştır. Ayrıca hastanenin bugün dahi hizmet vermesi kurumsallaşmada ne denli başarılı olduğunu gözler önüne sermektedir. Kurumsallaşma hususunda diğer bir kurum Darülaceze’dir. Darülaceze bilindiği üzere sadece çocuklara mahsus bir kurum değildir, her yaştan, dinden, milletten ihtiyaç sahibine kapılarını açmıştır. Bizim çalışmamızda kendisine yer verilmesinin sebebi Osmanlı Devleti’nde anne-babası olmayan öksüz ve yetim çocukların sağlıkları hususunda bilgi almak istediğimizde başvurabileceğimiz bir kurum olmasıdır. Irzahane, eytamhane ve viladethanesiyle kimsesiz çocuklara hizmet sunmuş ve tutulan kayıtlarla bu çocukların sıhhati hakkında değerlendirmeler yapmamıza olanak sağlamıştır. Ancak ifade etmek gerekir ki Darülaceze, kurumsallaşma bakımından Hamidiye Etfal Hastanesi kadar başarılı olamamış, çocuk bakımındaki zafiyetler, kurumun işleyişindeki aksaklıklar, kurumun idarecileri ve personelleri arasındaki uyumsuzluk ve geçimsizlik gibi faktörler çok iyi niyetlerle inşa edilen kurumdan beklenilen faydanın alınamamasına neden olmuştur.
Çalışmanızda, aşı faaliyetleri, suların ıslahı, hayvanların itlafı gibi önleyici sağlık hizmetlerine de değiniyorsunuz. Bu uygulamaların o dönemdeki etkileri nelerdi? Toplum bu uygulamalara nasıl yaklaşıyordu?
Aşı faaliyetleri, aşısı olan iki hastalık üzerinden ele alınabilir. Bunlar kuduz ve çiçektir. Özellikle çiçek aşısının tatbikinde devlet ciddi sorunlar yaşamıştır. Bu sorunların pek çoğu halkın hastalık hususunda yeteri düzeyde bilince ve farkındalığa sahip olmamasıyla ilgilidir. Aşının faydalı olduğuna inanılmamış ve anne-babalar çocuklarına aşı yaptırmak istememiştir. Devlet, halkın aşı karşıtlığını kırmak için aralıklarla aşı nizamnameleri çıkartmış, çocuklarının aşı olmasına engel olan ebeveynlere nakdi para cezası uygulamış, Müslümanlar için aşının helal olduğuna dair fetva almış, gayrimüslim tebaa için dinî liderleriyle aşının günah olmadığı yönünde telkin verilmesi için görüşmeler yapmış, dönemin hekimleri gazetelerde, dergilerde bu konu hakkında köşe yazıları yazmışlar, çiçek hastalığıyla ilgili kitaplar ve risaleler yayınlanmış ve aşı meselesi ayrıntılı bir şekilde bu eserlerde yer almıştır. Ancak bütün bu çabalara rağmen aşı karşıtlığının II. Abdülhamid devrinin sonlarında dahi varlığını devam ettirdiği görülmüştür. Diğer bahsedeceğimiz aşı türü ise kuduz aşısıdır. Hastalık, çiçek gibi yaygın olmamakla birlikte toplumda özellikle kendini hayvanlardan koruma hususunda yetişkinlerden daha dezavantajlı olan çocukların kuduzla daha fazla yüzleştikleri tespit edilmiştir. Toplum nezdinde kuduz aşısına karşı bir mukavemet söz konusu değilse de küçük ısırıkların ciddiye alınmaması, ısırık dışında temasların kuduza neden olabileceğine inanılmaması ya da sağlık birimlerine geç müracaat edilmesi kuduz aşı ve tedavisinin başarısını olumsuz yönde etkilemiştir. Ayrıca Daülkelb Tedavihanesi’nde tedavi görmekte olan bazı hastaların tedaviden korkarak hastaneden firar ettikleri de kayıtlara geçmiştir. Bu örnekler halkın kuduz hastalığının ciddiyetine yeterince vakıf olmadığını da gözler önüne sermiştir. Suların ıslahı meselesinde ise halkın içme sularını kirletmemesi hususunda uyarıldığı, içme su kaynaklarında, yollarında ve çevresinde çamaşır ve eşya yıkamalarına engel olunmaya çalışıldığı, her hanenin kendi bahçesinde bir foseptik çukuru açmasının istendiği, çeşme başlarında su almaya gelen halka suların kaynatılarak içilmesinin öğütlenmesi esasında hepsi birer su ıslah örneğidir. Halkın su ıslahına karşı takındığı tavrı tamamıyla bilemesek de II. Abdülhamid’in saltanatının son yıllarından sayılabilecek 1907 yılında dahi İstanbul’da bazı ailelerin yağmur sularını tutmak için evlerinde gayriresmi bacalar açtığı belgelere yansımıştır. Kaçak inşa edilen su bacalarının yasak olması bir yana, biriktirilecek yağmur sularının temiz kalamayacağı nedeniyle bacaların kapatılma kararının verilmesi suyun korunması hususunda halk nezdinde yeterli bilinç düzeyine hâlâ ulaşılamadığına işaret etmektedir. Son olarak şu sıralarda oldukça güncel bir mesele olan hayvanların itlafı meselesine de kısaca değinmek isterim. Zaman zaman Osmanlı basınında sokak köpeklerinin varlığı tartışmaya açılmış, Avrupa ile ciddi mukayeseler edilerek sokaklarda başıboş köpeklerin olması bir modernite karşıtlığı olarak yorumlanmıştır. Dahası bazı ülke konsoloslukları da sokak köpeklerinin toplatılması hususunda devlete baskı yapmıştır. Osmanlı Devleti, sokağındaki köpeklere kadar karışılmasını diplomatik bir nezaketsizlik olarak değerlendirmiş ve itlaf etme hususuna titizlikle yaklaşmıştır. Hayvanları gelişi-güzel toplayarak bir kıyıma başvurmak istememiş, kuduz başta olmak üzere veba ve kıl kurdu gibi hastalıklarda itlaf yoluna gidilmiş ancak sadece hastalığı taşıyan ya da taşıdığı kuvvetle muhtemel olan hayvanlar bu uygulamaya maruz kalmıştır. Halk da genel olarak toplu kıyımlara sıcak bakmamıştır. Ayrıca halkın ekonomik kaygıları mevzubahis olduğunda itlafa şiddetle karşı çıkılmıştır. Örneğin, ahır hayvanlarında bir hastalık görüldüğünde hayvan sahiplerinin itlafa müsaade etmedikleri, devlete karşı ciddi direnç gösterdikleri görülmüştür. Direncin kırılmaması üzerine devletin hasta hayvanları satın alarak ancak itlafı gerçekleştirebilmesi halkın itlafa reaksiyonunun nasıl olduğunu özetler niteliktedir.
II. Abdülhamid dönemi çocuk sağlığı alanında yapılanlar ile günümüz arasında nasıl bir bağ kurulabilir? Bu dönemden çıkarılabilecek dersler nelerdir?
II. Abdülhamid döneminde yapılanlar, günümüzde yapılanların temelini oluşturmuştur denilebilir. Neticede bilim zamanla birbirinin üzerine koyularak gelişir, bugün dünyada çiçek hastalığı yoksa çiçek aşısının bulunması ve dünya genelinde başarılı aşı kampanyalarının uygulanmasıyla bu mümkün olmuştur ya da kızamık, kızıl, boğmaca gibi hastalıkların aşısı bulunduğu için bu hastalıkların mortalite oranı günümüzde daha düşüktür. Dahası hayvanların itlafı, çocuk düşürme/gönüllü kürtaj gibi bazı meseleler hâlâ güncelliğini korumaktadır, geçmişte bu konuların nasıl ele alındığı, devlet politikaları ve bunların tatbiki sırasında halkın tepkisinin bilinmesi ve yorumlanması günümüzde atılacak adımların nasıl olması gerektiği hususunda yol gösterici olabilir. Diğer bir ifadeyle günümüz pediatrisinin tıbbi bilimler içinde konumlanması, anlaşılması ve doğru yorumlanabilmesi için pediatri tarihinin tarih alanında daha sıklıkla çalışılan bir konuya dönüşmesi gerektiğini de düşünmekteyim.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.