Sağlık kurumlarında yaşanan şiddetin türleri ve nedenleri, tarafların nelere maruz kalabileceğine dair önemli bir başlık… Sağlık kurumlarındaki şiddet olgusunu bu çerçevede nasıl değerlendirebiliriz? Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Aslına bakarsanız şiddet gerek bireysel, gerekse toplumsal açıdan çok çeşitli bileşenleri olan karmaşık bir kavramdır. Böylesine karmaşık bir kavramı genel ifade ile “bir varlığın fiziksel ve/veya psikolojik acı çekmesine sebep olan her türlü davranış” tanımlandığı görülmektedir (Serin vd. 2015; Akyön, 2018).
Şiddet, oluş şekillerine göre sınıflandırıldığında fiziksel, psikolojik, sözel, cinsel, ekonomik ve siber şiddet olmak üzere 6 kategoriye ayrıldığı görülmektedir (Sönmez, 2021).
İş yerinde şiddetin en fazla görüldüğü sağlık kurumlarındaki şiddet olayları ise daha fazla faktörden etkilenmektedir. Sağlık kurumlarında şiddete neden olan faktörler bireysel, örgütsel ve toplumsal olmak üzere üç grupta açıklanabilmektedir. Şiddete neden olan bireysel faktörler olarak sağlık çalışanının mesleki unvanı, tecrübesi, yorgunluk düzeyi, çalışma süresi gibi özellikleri şiddete maruz kalma düzeyini etkilerken; hasta veya hasta yakınının psikolojik durumu, geçmişte şiddet eylemi gerçekleştirme düzeyi, kişilik özellikleri ve bağımlı olma düzeyi gösterilmektedir. Yönetim desteğinin eksikliği, rol çatışmasının, iş yükünün ve işle ilgili stres faktörlerinin fazla olması, gece geç saatlerde az sayıda ya da tek başına çalışılması, çalışma yerinin aydınlatmasının az olması ve korunaksız mekânlar ise şiddet olaylarına neden olan örgütsel faktörler olarak gösterilmektedir. Toplumsal faktörler de sağlık kurumlarının bulunduğu toplumun kültürel seviyesi, sosyoekonomik durumu, nüfus yapısı, eğitim seviyesi, yaşam tarzı, bölgenin suç düzeyi gibi etmenleri içermektedir. Eğitim seviyesi düşük olan toplumlarda hasta ve hasta yakınlarının sağlık sistemi ve mevzuatıyla ilgili yeterli bilgisi olmamasından ötürü şiddetin öne çıktığı görülmektedir (Sarıkaya, 2018; Sönmez, 2021; Öner, 2018).
Sağlık kurumları verdiği hizmetin yapısı gereği çeşitli olumsuzluklar barındıran kuruluşlardır. Bu olumsuzluklar arasında; tıbbi planla ilgili anlaşmazlıklar, bir hizmetin veya talebin reddedilmesi, aşırı bekleme süreleri, sağlık çalışanının kaba veya umursamaz olduğu algıları, hasta ölümü gibi değiştirilemeyen sonuçlar ve yas durumları gösterilebilir. Sağlık kurumlarında karşılaşılan bu gibi olumsuz durumlar ise, hastaların başa çıkamadıkları ve çatışma çıkardıkları bir kriz yaratabilir. Bu da şiddeti artırabilir (Gillespie vd. 2010). Örneğin, bir kriz esnasında hasta ile hekim arasında bir çatışma oluşup, bu çatışmada hekim tartışmadan uzak kalmak amacıyla kaçınma çatışma yönetimi tarzı sergilediğinde, bu yaklaşım hasta tarafından umursamaz bir tavır olarak algılanıp, hastanın hekime hakaret etmesi gibi sözel şiddete veya tekme, tokat atma gibi fiziksel şiddete dönüşebilmektedir.
Bu kapsamda sağlık kurumlarında şiddet olgusunu çok kapsamlı bir çerçevede ele almak gerekir. Sağlık kurumlarında şiddeti engelleme yönünde uzun dönemli iyileştirmeler olarak başta toplumun etik ve ahlaksal yapısını geliştirmesi, toplumun sosyo-ekonomik yapısının yükseltilmesi, toplum içinde sağlıklı yaşam tarzının benimsenmesi ve toplum içinde suç düzeyinin azaltılmasına yönelik çeşitli çalışmalar yapılması gerekmektedir. Bu konularda devlet sivil toplum kuruluşları ile işbirliği içerisinde olmalıdır. Sağlık kurumlarında şiddeti engelleme yönünde orta ve kısa vadeli iyileştirmeler olarak da, devletin iş güvenliği kapsamında mevzuatta şiddeti caydırıcı değişiklikler yapması, iş yükü, çalışma saatleri, yönetim desteği gibi hususlarda sağlık sisteminin işleyişinde iyileştirici çalışmalar yapmasının yanı sıra medyada şiddeti normalleştirici yayınların kaldırılması, medyanın şiddeti azaltıcı yönde kullanılması, şiddet olaylarında cezai yaptırımların caydırıcı olması gibi unsurlar ön plana çıkmaktadır.
İnsan ilişkilerinde çatışma kavramı bize neler söylüyor? Çatışmaları nasıl yönetebiliriz?
Çatışma, yaşamın her alanında çeşitli ilişkilerde karşılaşılan bir olgudur. Çatışma, birbiriyle bağlantısı olan insanlar arasında çıkar uyuşmazlıklarından kaynaklı bir süreç olarak tanımlanmaktadır. Bu uyuşmazlıkların ise tarafların değerlerinin, inançlarının, tutumlarının veya amaçlarının farklılaşmasından dolayı olmaktadır. Örgütler açısından ele alınan çatışma “birbirine bağımlı kişi veya grupların aralarındaki durumu uyuşmazlık olarak algılamaları sonucu meydana gelen bir etkileşim” olarak açıklanmaktadır. Bu etkileşim de tarafların aralarında sorun olan bir konudan kaynaklanmaktadır.
Çatışmaya taraf olan kişilerin çatışma esnasında sergiledikleri davranış ve tutumları çatışma yönetiminde kişilerin yaklaşımına yol göstermektedir. Kişinin kullandığı çatışma yönetim tarzı aynı zamanda kullanacağı stratejiyi de etkilemektedir. Çatışmaya taraf olan tarafın çatışma davranışı ise, karşı tarafın geri çekilmesi, savunmaya geçmesi ya da saldırgan davranış sergilemesine sebep olabilmektedir (Folger vd. 2013; Gökoğlan, 2020).
Bu gibi çatışmaların yönetiminde taraflardan en azından birinin iş birliği veya uzlaşmacı bir yaklaşım sergilemesinin çatışmaların çözümünde etkili olduğu görülmektedir. Uzlaşma tarzı kullanan kişiler, en fazla sayıda insanı tatmin eden bir çözüm bulmak için problem çözmeye çalışır, herkesin biraz taviz vermesiyle pozisyon pazarlığı yapar. İş birliği tarzı ise; bireylerin hem kendileri hem de başkaları için yüksek endişe duyma eğiliminde oldukları, çatışmaya yönelik bir problem çözme yaklaşımıdır. Kısacası iki yaklaşımda orta yolun bulunması ve çözüm odaklı davranış sergileyici olması sebebiyle çatışmaların yönetiminde tercih edilen ve önerilen yaklaşımlardır.
Hekimlerin öz liderlik becerileri, çatışma yönetimi tarzları ve iletişim becerilerinin sağlık kurumlarındaki şiddet vakalarını engelleyebilmedeki potansiyelleri açısından değerlendirmelerinizi alabilir miyiz? Bu çerçevede “şiddetsiz iletişim” nasıl kurulur?
Sağlık kurumlarında şiddet vakalarının sıklığı üzerinde sağlık çalışanlarının çatışma yönetim tarzlarının önemli bir etkisinin olduğu kabul edilmektedir. Bununla ilgili olarak yaptığım çalışmamın sonucunda da benzer bir sonuç görülmüştür. Yaptığım araştırmanın sonucunda özellikle de çatışma yönetim tarzlarından iş birliği tarzının fiziksel, sözel ve psikolojik şiddet vakalarının yaşanma sıklığı ile negatif bir ilişkisi olduğu görülmüştür. Buna göre çatışmaları çözümlemek üzere iş birliği tarzını sergileyen hekimlerin maruz kaldıkları şiddet vakalarını engelleyebileceği yahut azaltabileceği ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte araştırmamın sonucunda çatışma yönetim tarzlarından kaçınma boyutunun da fiziksel, sözel ve psikolojik şiddet vakalarının yaşanma sıklığı ile pozitif bir ilişkisi olduğu görülmektedir. Bu sonuç, çatışma yönetiminde kaçınma tarzını kullanan hekimlerin şiddet vakalarını arttırabileceği gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Geçmiş çalışmalarda da hekimin kaçınma çatışma yönetim tarzını kullanması durumunun olumsuz sonuçlara yol açarak şiddetin meydana gelmesine sebep olabileceği belirtilmektedir (Haraway ve Haraway, 2005). Araştırma sonuçlarına göre hekimlerin çatışma yönetim tarzlarından rekabetin ise, hekimlerin maruz kaldığı sözel ve fiziksel şiddet vakalarının yaşanma sıklığını arttırdığını göstermektedir. Buna göre çatışma yönetiminde rekabet tarzını kullanan hekimlerin maruz kaldıkları fiziksel ve sözel şiddet vakalarını arttırabileceği gerçeği ortaya çıkmaktadır.
Tüm bunlarla birlikte hekim ve hasta arasındaki iletişimin şiddet gibi risklerin yönetiminde çok önemli olduğu belirtilmektedir. Hekim ile hasta ilişkisi iyi olduğunda; hastalığın değerlendirilmesi daha kolay ve doğru hale gelerek şiddet riskinin azalabildiği, hekim ile hasta ilişkisi kötüleştiğinde ise saldırganlık ve şiddet riskinin artabildiği belirtilmektedir. Ayrıca hekim şiddete maruz kaldığında bunu hasta ve yakınlarına karşı olumsuz aktarımlarla yansıtabilmektedir. Bu olumsuz aktarım ise, hasta ve yakınlarında güçsüzlük veya moral bozukluğu hissi yaratarak, bu his ile hasta ve yakınlarının kendilerini güçlendirmek için saldırganlık davranışı göstermelerine neden olabilmektedir. Tüm bunların tersine yüksek moralli, deneyimli, eğitimli ve liderlik vasıflarına sahip hekimlerin şiddete maruz kalma ihtimalinin azaldığı belirtilmektedir (Wand ve Coulson, 2006). Bu nedenlerle şiddetin olmadığı, sorunsuz bir sağlık hizmetinin sağlanabilmesinde sağlık çalışanlarının özellikle hekimlerin tutum ve davranışları önemli bir unsur olarak ortaya çıkabilmektedir.
Aslına bakarsanız, sağlık kurumlarında şiddet vakalarının çoğunda iletişim sorunlarının önemli bir yer tuttuğu, sağlık kurumlarındaki şiddet vakaları ile iletişim arasında anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Sağlık hizmetlerinin başarılı bir şekilde sürdürülebilirliği için iletişimin önemli bir faktör olduğu anlaşılmaktadır. İletişimin öncülleri olan karşı tarafı özenle dinleme, düşünceli bir dil kullanabilme, diyaloğu ilerletmenin de öz liderlik becerileri ile mümkün olabildiği belirtilmektedir (Song ve Lee, 2016). Bununla birlikte sağlık çalışanlarının iletişim becerileri ve öz liderlik becerileri arasında anlamlı bir ilişki olduğu da belirtilmektedir (Kim ve Sim, 2020).
Tüm bu bilgiler ışığında yaptığım araştırmada hekimlerin maruz kaldığı şiddet vakalarının azaltılmasında hekimlerin tutum ve davranışlarının olumlu yönde düzeltilmesinin yani öz liderlik becerilerinin önemli olduğu, bu noktada da hekimlerin iletişim becerilerinin ise öz liderlik ve şiddet vakalarının azaltması arasındaki ilişkiyi destekleyici bir faktör olabileceği varsayımı üzerine inceleme yaptım. Bu varsayım ile ilgili araştırmamın sonucunda hekimlerin yüksek düzeyde iletişim becerilerine sahip olmasının, hekimlerin öz liderlik becerileri ile hekimlerin maruz kaldığı psikolojik şiddet vakalarının sıklığı arasındaki ilişkide pozitif yönde düzenleyici bir etkisi olduğu ortaya çıktı. Yani hekimlerin öz liderlik becerileri ile maruz kaldığı psikolojik şiddet vakaları arasındaki ilişkinin hekimlerin iletişim becerileri ile olumlu yönde şiddetlendiği görülmektedir. Buna göre hekimlerin iletişim becerilerinin etkisi ile hekimlerin öz liderlik becerilerini karşı taraf bir tahrik unsuru olarak algıladığı için hekimlere daha çok psikolojik şiddet sergiliyor olabileceği anlaşılmaktadır.
Bu araştırmamın sonuçlarına göre, sağlık kurumlarında yaşanan çatışmaların şiddete dönüşmeden etkin bir şekilde çözümlenebilmesi için çalışanların özellikle de hekimlerin sosyal becerilerinin geliştirilmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, sağlık kurumlarında şiddet sorununu yok edebilmek veya azaltabilmek için hekimlerin öz liderlik becerileri, çatışma yönetimi ve iletişim becerileri gibi sosyal becerilerini geliştirmelerinin önemli bir gereklilik olduğu görülmektedir. Özellikle hekimlerin sergilemekte olduğu çatışma yönetimi tarzları, hekimlerin maruz kaldıkları şiddet vakalarının azaltılabilmesi yönünde ciddi bir önem taşımaktadır.
Son olarak günümüzün bireysel, kurumsal ve toplumsal düzeydeki çok ciddi küresel sorunlarından biri olan şiddetin yok edilebilmesi için “Şiddetsiz İletişim” kurabilmek en temel çözümdür. Rosenberg’in (2021) geliştirdiği “Şiddetsiz İletişim” yöntemi; zorlayıcı şartlar altında bile insanca davranma yeteneğini güçlendirecek dil ve iletişim becerileri üzerine kurulu bir yöntemdir. Şiddetsiz İletişim, bireyin kendini ifade etme ve başkalarını dinleme biçimini yeni bir çerçeveye oturtmak için insanlara rehberlik eden bir yöntemdir. Bu yöntemle yargılanma ve eleştirilme karşısında ortaya konulan savunma, geri çekilme ya da saldırma gibi şiddete sebep olan çatışma yaklaşımları ortadan kaldırılabilmektedir. Böylelikle teşhis etmeye çalışmak ve yargılamak yerine, gözlemleri, hissedilenleri ve ihtiyaçları açıklığa kavuşturmaya odaklanarak, şefkatin derinliği keşfedilir (Rosenberg, 2021). Bu sebeplerle insanoğlunun içindeki doğal şefkatin ortaya çıkmasını sağlayarak kişinin kendisiyle ve diğer insanlarla bağlantı kurmasına yardımcı olan bu yöntemi öz liderlik becerileri, iletişim becerileri, çatışma yönetimi tarzları gibi kişinin kendisini ve karşısındaki kişileri anlamaya yönelten sosyal becerilerin desteklenebileceği öngörülmektedir.
Hekimlerin sosyal becerilerini geliştirmelerine yönelik eğitim programlarının, aslında meslek hayatlarına başlamadan önce mesleki eğitimleri sırasında almalarının daha da faydalı olacağı öngörülmektedir. Bu konuda düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Hekimlerin maruz kaldığı şiddet vakalarının engellenebilmesi yahut azaltılabilmesi ile ilgili araştırmamın neticesinde hekimlerin sosyal becerilerinin önemini vurgulamış oldum. Böylelikle sağlık kurumlarında yaşanan çatışmaların ve şiddet vakalarının azalması ve sağlık hizmetlerinin kalitesinin artırılması için hekimlerin iletişim becerileri, çatışma yönetimi tarzları ve öz liderlik becerileri gibi örgütsel davranışlarını geliştirmeye yönelik eğitim programları almalarının faydalı olacağı öngörüsünde bulunabiliyoruz.
Bununla birlikte hekimlerin sosyal becerilerini geliştirmelerine yönelik bu eğitim programlarını, aslında meslek hayatlarına başlamadan önce mesleki eğitimleri sırasında almalarının daha da faydalı olacağı öngörülmektedir. Nitekim son zamanlarda tıp fakültelerinin müfredatlarında iletişim ile ilgili derslere daha fazla yer verilmeye başlandığı görülmektedir. Hatta bazı tıp fakültelerinde hekim-hasta iletişimi, modül olarak düzenlenerek verilmektedir (Ceylan, 2019, Yamaç vd. 2020). Mesleki eğitim dönemlerinde verilen bu eğitimlerin, hekimlerin mesleklerini icra ettikleri dönemlerde uygulamalı eğitimlerle desteklenerek devam ettirilmesi gerekmektedir. Hatta iletişimle ilgili bu eğitimler çatışma yönetimi, öz liderlik becerileri gibi eğitim programları ile de desteklenmelidir. Sağlık Bakanlığı veya ilgili sağlık kurumlarının organizasyonu ile verilebilecek bu eğitimlerde eğitimi alan hekimlerin eğitim öncesi ve sonrası becerilerinin gelişimi değerlendirilmeli, onların geri bildirimleri alınmalıdır. Katılımcı hekimlerin eğitimi ile ilgili bu sonuçlar ilgili kurumların yöneticileri ile paylaşılarak yönetimin değerlendirmesine sunulmalıdır. Ayrıca hekimlerin kariyerlerinde sağlık, tıp eğitimlerinin yanı sıra burada önerilen örgütsel davranışlarını geliştirmeye yönelik eğitimlerin profesyonel kuruluşlar tarafından belgelendirilerek alınması yönünde destekleyici ve teşvik edici düzenlemeler yapılmalıdır. Bu gerekli görülen önerilerin ise tüm ülke çapında oluşturulması için bu gerekliliklerin en başta politika oluşturucu kurumlar tarafından kabul edilip, düzenlenmesi önem arz etmektedir.