Bu dünyada yaşanan sel deprem gibi doğal afetler insanoğlu için imtihan sebebidir. Kur’an-ı Kerim’de, “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara,2/155) ayetinde belirtildiği gibi, dünya hayatı imtihan yerimiz, başımıza gelen musibet ise imtihan alanımız oluyor. Rabbimiz yarattığı her canlıya kaldıramayacağı bir yükü yüklemez. İnsanlar, yaşamlarında karşılaştıkları tüm güçlüklerle baş edebilecek şekilde yaratılmışlardır. Kur’an’da “Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez.” (Bakara, 2/286) denilmesi de bundandır. “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk,67/2) ayeti de bizlere iyi işler yapmamıza teşvik edicidir.
Rabbim imtihan edeceğini, imtihana tabi tuttuğu her kula kaldırabileceği bir yükü vereceğini belirtirken sabredenlerden olmamızı istemiştir. Ansızın gelen musibetler, deprem, sel gibi afetler, savaşlar, zulümler, kıtlık ve hastalıkları son yıllarda her yönüyle fazlaca etkilendiğimiz imtihan alanları olarak yaşıyoruz ve adeta insanlık olarak ortak bir kaderin içindeyiz. Yaşanılan derin acılar, çekilen ıstırap ve üzüntüler aslında insanlık tarihinden bu yana hep vardı. Bu anlamda Rabbimiz’in Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirdiği ve imtihan olduğumuzu belirttiği ayetler hatırlatıcı ve uyarıcı özelliği taşımaktadır. Bizden öncekiler de birçok çileden geçmiş, bizler de imtihan gereği bu çileleri yaşayabiliriz mesajını verirken, tamamen Allah’a teslim olmamızı, varlıkta ve yoklukta, kolaylıkta ve zorlukta, üzüntü ve mutlulukta, ölüm ve doğumda, hayatın bizlere acı vereceği veya sevinç kaynağı olacak her şeyin O’ndan geldiğini bilmemizi ve razı olmamızı istemiştir. Bir Müslüman gözüyle baktığımızda şu dertli dünya ancak böyle dayanabilir hale gelebilir. Hayatı bu şekilde okumak, hikmet gözüyle seyredebilmek dünyanın gaflet ve aldatıcılığına dalmış insanoğlu için ise çok kolay değildir. İstek ve arzularının peşinde koşanla koşmayan bir olur mu? Somut olarak yaşadığımız bu dünyadaki koşuşturmacalar hep dünyaya ait olunca ve manevi olanı kaçırınca insanoğlu hayatı doğru koordinatları ile okuyamıyor maalesef…
Bu dünya hayatında bizim değiştiremeyeceğimiz imtihan alanlarımız vardır. Burada Allah’ın iradesi söz konusudur. Kulun iradesi belirli bir yere kadar kaderin bir parçası olarak işlev görürken tüm tedbir, çalışma ve zorlamaya rağmen, insanın hayatında yapmak istediği ve bu yönde mücadele ettiğiyle doğru orantıda denk gitmeyen şeyler olabilir ve hiç beklemediği anda yaşadığı kaza, afet gibi musibetlerle de iç içedir. Bugün ölmeyeceğimizin garantisi yoktur. Yarına çıkacağımızı bilmeyiz fakat yaşam duygusu, sonsuzluk duygusu bizlere hep ileriye dönük planlar yaptırıp “ölümün daha vakti var” hissini besletir içimizde. Burada hayatı ve insanı ölümsüzleştirmek değildir asıl gaye. Bizlere hatırlatılan “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın.” hadis-i şerifinde olduğu gibi bu şekilde yaşamanın insanın yaradılışına uygun bir yaşayış olduğunun ispatı niteliği taşımaktadır. Yani ölüm yokmuş gibi yarınlarını düşünerek yaşamak, fakat bu düşünce sisteminde her an ölecekmiş gibi de ahireti unutmamak, kulun dünya hayatına karşı bakış açısıdır. Sadece düşüncede kalmayan bu bakış, dünyayı bu gözle görmek kişiden kişiye değişmekle birlikte asıl gayedir. Bu dünyada yapılan tüm planlar ileriye dönük ve zamanı gelmemiş planlar olduğu halde, insanın gerçeklik algısına daha yatkın, çünkü yaşanır gerçekliği somut bir şeklide görüyor. İnsan ileriye dönük hayaller kuruyor. İdealleri var, ev alma, araba alma planları, evlenme ve çocuk sahibi olma isteği var. İyi bir iş insanı, bir mimar, alanında kendini geliştirmiş herhangi bir eğitimci olma vs. birçok hedef ve ideali söz konusudur ve olmalıdır da. Tüm bunlar kişiyi hayata bağlayan sebeplerdir. Yani bu dünya hayatının da bir anlamı olmalı.Bu hayatı anlamlı kılan hayaller, mutluluklar, planlar hep var olmalı hatta onlara sımsıkı tutunulmalıdır. Fakat şükür ve tefekkür duygularıyla, nankör olmadan dünyayı sevmeliyiz…
Buraya kadar insanlık olarak sınıfı geçiyoruz diyebilirim. Şöyle bir etrafımıza baktığımızda, arkadaş, dost, akraba teker teker gözden geçirdiğimizde herkesin hayatında almış olduğu bir hedef ve bu amaç uğruna harcadığı mesai, girdiği gayreti vardır. Bu dünya için devamlı bir mücadele ve daha iyisini isteme duygusu hep var olmuştur. Fakat bu dünya için çalışırken sadece dünyaya kodlanmak, hiç ölmeyecekmiş gibi bir duyguyla yaşamak ahireti unutmaya sebep oluyor. Bu bir aldanma, dünyaya kapılma ve kul olabilme yolundaki manevi cihazatları kapatmaktır. İnsan devamlı suretle maddi olanı besleyince, manevi tüm algılar da kapanıyor zamanla… Gurur, kibir, zulüm, haksızlık, sevgisizlik, edep ve hayâ yoksunu olmak gibi kötü huylar ahlak haline dönüşüyor. Evet, dünyaya bağlanma, mal, mülk ve servet sevgisi/hırsı, Allah’ı unutturmaya sebep oluyor. Kur’an-ı Kerim’de belirtilen ibretlik kıssalardan biri Hz. Musa’nın kavminden olup ve onun zamanında yaşayan Karun’dur. Kendisine verilen servetin gerçek sahibini unutmuş ve sonunda tüm servetiyle yerin dibine batmıştır. İbret almamız için Kur’an-ı Kerim’de bahseden bu kıssalar, Allah’ın gazabını üzerimize çekmememiz gerektiğini de bildirmiyor mu? İsyanda aşırıya gitmek her türlü ahlaksızlık ve günahlarda aşırıya gitmek Allah’ın hoşnut olmadığı eylemlerdir. Günah ve ahlaksızlıkta aşırıya gitmiş bir topluluğa uyarıcı olmak, ehl-i tebliğ yolunda her daim İslam’ın yüceliğini anlatmak, yazmak, yol göstermek, yaşantımızla örnek olmak, kesinlikle bu zamanın imtihanı, objektif ve subjektif sorumluluk alanımızdır. Var olan her türlü kabiliyeti faydalı işler için sarf etmek, ahlaki boyutta insanların kalplerine dokunmak ve her türlü maddi-manevi imkân doğrultusunda iyilik ve güzellik adına yapabileceklerimizden sorumluyuz. Buraya kadar yaptıklarımız kendi irademizin devrede olduğu durumlardır. İrademizin devrede olmadığı durumlarda da Allah bizden teslimiyet istiyor.
Teslimiyet duygusu kişinin kendi iradesi ile yapabilecekleri dışında yaşadığı her türlü imtihanda durumuna razı olmasıdır; boyun eğmesi, teslim olmasıdır. İnsanoğlunun dünya koşuşturmasında en iyisi olması yönündeki gayretlerinde aksaklık, aşılmayan pürüzler çıkabilir. İstediği, hayalini kurduğu şeyleri edinemeyebilir; ansızın varlıktan yokluğa geçiş yapabilir. Hayatı, her şey yolunda gittiğini düşündüğü zamanda alt üst olabilir. Hiç bir şeyin garantisi yok. Allah’a kul olmak dışında… Muhtaç olduğunu hiç unutmadan dua ve iltica halinde olmak, Allah ile kul arasındaki önemli bir bağdır. Yaşanan hastalıklar ölümler, acılar, zulümler, savaş ve afetler imtihan formatında yaşadığımız bir dünyanın varlığına açık bir işarettir. Değerli büyüğümüz, ilim ve irfan ehli Şenel İlhan Beyefendi’nin dediği gibi, “İnsan bu dünyaya sadece yiyip içip keyfetmeye değil, imtihan için gelmiştir. Madem imtihan için geldik, o zaman Allah (c.c.) beni her an, her şeyle imtihan edebilir demektir. İşte insanlar bu psikolojide yaşamalı. Bu psikolojide yaşamazlarsa sanki sonsuz kalacakları bir dünyada yaşıyormuş gibi yaşar ve her zaman sorunlarla karşılaşırlar.” Bu psikolojide olmak kulun iman boyutunu gösteren, ayrıca yaşanan her şeye rağmen sabırlı olmayı öğreten güçlü bir iradeye sebeptir.
Son günlerde ülkece yaşadığımız deprem afeti çok zor ve çetin bir imtihanımız oldu. Acıyı dillendirmek hiç kolay değil, hele ki her taraftan kuşatmışsa. Bir anda her şeyin yok oluşunu izledik adeta. Herkes yanan bir yürek oldu. Yurdun dört bir yanında insanımız “Yardım olarak ne yapabilirim?”in derdine düştüler. Afet yerlerine koştular. Gidemeyenler ne gerekiyorsa uzaktan organize oldular. Herkes bir yürek, kardeşine uzanan bir el oldu. Öyle bir imtihan ki unutulmuş, üzeri örtülmüş tüm değerleri bir bir hatırlattı. Kalbî bir uyanışa sürükledi insanoğlunu. Öyle bir uyanış ki ölümle iç içe olan bir dünyanın varlığına bir anda geçiş yapar gibi, aslında hakikati gözler önüne serdi. Aile, eş, dost arkadaş… Hâsılı insan insanın değerini kıymetini anlıyor. Sevgi ve merhamet kanalları açılıyor; birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma artıyor. Yaşanan bu zor imtihana hikmet penceresinden bakabilmek, teslim olmak ve başa gelene sabretmek, bu musibetlerin ötesindeki merhameti görebilmemize kapı aralıyor… Çünkü Allah merhamet sahibidir ve Allah’ın bizim göremediğimiz, akledemeyeceğimiz ince hesapları vardır.
Yani imtihan formatında olduğumuz bu dünyada her kötü ve şer gibi görünen olayların bizler için değiştirici ve dönüştürücü güzelliklere zemin hazırladığı ve bizim için hayırlı olanın bu olduğu anlayışı içinde olmamız gerekiyor. Bizlere güç veren bu anlayış, dünya hayatına ahiret ekseninde bir bakıştır. Bu bakış günahlara tevbe etmek, pişmanlık duymak, acziyetini anlamak, tek kudret ve kuvvet sahibi Allah’a sığınmak ve kulluğunu tekrar gözden geçirmeye vesiledir. Allah muvaffak eylesin…
Bu acı musibeti, canlı kanlı yaşayan, bir kor gibi yüreği yanan çaresiz kardeşlerimiz ve afetin diğer ucunda olan, uyumaya, sıcak evinde barınmaya, yemek yemeğe utanan kardeşlerimiz… İşte imtihan budur… Herkes sorumlu, herkes kendi imtihanını veriyor… TV ve sosyal medyada canlı canlı yaşadığımız, izlediğimiz görüntülerden de sorumluyuz… Duygularımız da imtihanda… Fakat bir yandan fırsatçı, aşağılık, ahlaksız insancıkların böyle kaos ortamından istifade etmeye çalıştığına ne yazık ki şahit oluyoruz. Ailesini tüm sevdiklerini kaybeden acılı bir baba, kimsesi kalmayan küçük çocuklar, yüzlerce bebek, yok olan aileler ve bir yandan böyle bir dehşet ortamında enkazları yağmalamaya çalışan aşağıların aşağısı yaratıklar… Ortamı karıştırmaya çalışan, yardım tırlarının önünü kesen kalleşler… Birlik ve beraberliği bozmaya çalışan gözü dönmüşler, koca koca tırları dolandıran, yardımları kendi himayesine alan hain alçaklar. Kötülüklerin olduğu bu dünyada, iyilik ve güzel ahlakın önemi ortada… Hiç mi ibret almazsınız! Hâlâ akıllanmayacak mısınız! Allah’ın gazabı sizlerin üzerine olsun…