Çocukluk Yaşantılarımızın İlişkilerimize Yansıması / Psikolog Pınar Epik

Her birimiz sağlıklı ilişkiler ve sınır koyabilmekle ilgili konuşuyoruz. Ama uygulama noktasında çok zorlanıyoruz. Hayır diyememek, sınır çizememek, güvenememek, belki de ilişkilerimizin bozulacağından korkmak bunlardan bazıları. Bu davranışlarımıza sebep olan durumları temelden anlayalım istiyorum. Evet biliyoruz, sağlıklı ve mutlu ilişkilerin temeli sınır koymaya dayanıyor. Sınırımızı koyabildiğimiz ve koruyabildiğimiz noktada kendimize daha çok özen gösterir, daha az gücenir ve kızgınlık duyarız. Karşımızdaki insanlarda bir tutum değişikliği yaratmak istiyorsak, önce kendimiz onlara karşı tutum değişikliğine gitmemiz gerekir. Ama biz bunları devreye koyduğumuzda belki yanlış anlaşılmaktan, belki yalnız kalmaktan, belki kabul görmemekten dolayı her şeyi kabul eden tarafta oluyoruz. Yani işler pek de konuştuğumuz gibi gitmiyor. Kabul ettiğimiz her nokta bizi tükenmişliğe doğru yaklaştırıyor. Sonra kendimize şu soruyu soruyoruz: “Ben bu kadar hassas davranırken hayal kırıklığı yaşayan taraf neden hep ben oluyorum?”

Belki de sorulması gereken soru şudur: “Ben neden kendimden bu kadar taviz veriyorum? Ben neden bu davranış örüntüsünden çıkamıyorum?” Biz biliriz ki her aşırı olan davranışımızın altında karşılamak istediğimiz ihtiyaçlarımız vardır. Peki senin aşırı fedakâr olan kısımdaki karşılamak istediğin ihtiyacın ne?

Bu kısmı biraz daha açalım. Zaman zaman kendimizi yalnız, değersiz, güvensiz, kaygılı, mutsuz hissettiğimiz oluyordur. Bu duygular her birimizde varlığını sürdürüyor ki sağlıklı olan da budur. “Evet ama ben bu duygulardan çıkamıyorum.” diyorsanız, burada dikkat edilmesi gereken nokta ben her kurduğum ilişkide değersiz, güvensiz, hayal kırıklığına uğramış, kopuk mu hissediyorum yani hissettiğim bu duygular her zaman mı varlığını sürdürüyor?

Bizler hayat akışında bazen mutlu, bazen mutsuz hissedebiliriz. İlişkilerimizde, arkadaşlıklarımızda, aile içinde bu duygular süreklilik halinde hissediliyor ise muhtemelen yeni bir duygu değil, erken dönem yaşantılarımızdan itibaren aynı yoğunlukta inişli çıkışlı devam ediyor. Erken dönem ilişkilerimiz nedir ve bugünkü yaşantımızda etkisi neden bu kadar önemlidir?

İnsanoğlu evrensel açıdan da bakıldığında varlığını sürdürebilmeye odaklıdır. Hayvanlar da doğum yaptığında varlığını sürdürebilmek için nasıl anneden ayrılamıyorsa ya da tehlike anında hemen sürü halinde hareket ediyorsa bu, biz insanlar için de geçerlidir. Bu yüzden insanoğlu doğumdan bu yana bakıma, bağ kurmaya muhtaçtır. Dünyaya geldiğimizde boş bir defter gibidir zihnimiz. Sonra ebeveynlerimiz, ailemiz, çevremiz tarafından o boş deftere ilk bilgiler yazılır ve bu bizim kişisel defterimiz haline gelir. Yani zihnimizde artık öğrenmeler başlamıştır. Hayat yolculuğunda devam ederken bu ilk öğrenmeler bugünkü düşüncelerimizi, duygularımızı, dünyaya olan bakışımızı, ilişkilerimizi etkiler. Yani şu anki düşüncelerimiz, duygularımız, davranışlarımız geçmiş bağlarımızla, ilk öğrenmelerimizle direkt ilişkili olabilir. Peki etkisi olan kısımda ne var diye sorarsanız; bir çocuk, bakım vereninden (annesinden) ne ister? Sevgi, ilgi, şefkat, dinlenilmek, önemsenmek ve güvende hissetmek ister. Bu noktada bu ihtiyaçlar karşılandığında, yetişkinlikte düşüncesini ifade eden, sınır çizebilen, öz değerinin farkında, daha öz güvenli, daha olgunlaşmış bireylere dönüşürler. Duygu doyumunu karşılayan çocuk, yetişkinlikte sağlıklı ilişkiler kurmak için sağlam bir kaynak oluşturmuş demektir. Ya bu ihtiyaçlar karşılanmadıysa? Sevgi, ilgi, şefkat, önemsenmek, duyulmak, değerli hissetmek… Bu duygular kişiye uzak geliyorsa? İşte burada erken dönemde yaşantınızda, büyüdüğünüz çevre ve aile ilişkilerinizde bu duygular arasında kopukluk varsa yetişkinliğe geldiğinizde de insanlarla ilişkilerinizde bu negatif duyguları daha baskın hissetmeniz olağan.

Gelin, şu anki ilişkilerimize yansımasını konuşalım… Şu anki ilişkilerinde sürekli güvensizlik yaşayan, insanlarla bağ kurmaktan kaçınan bir taraftaysanız muhtemelen kendinizi bir şeyden koruyorsunuz demektir. Üzülmekten, hayal kırklığına uğramaktan, samimi ve gerçek gelmediğinden, güvenmekten ve sonrasında yalnız kalmaktan… Bunları çoğaltabiliriz. Ama muhtemelen bu hissi daha önce yaşadınız ve aynısını yaşamaktan korkuyorsunuz ya da hiç yaşamadınız ve size sürdürdüğünüz davranış örüntüsü daha güvenli geliyor. Ya da bir diğer ihtimal… Bugüne geldiğimizde anne ve babalarımız bizim için en doğrusunu düşünür, en doğrusunu bilir diye düşünüp daha itaatkâr, onlar ne derse kabul eden bir tarafta büyütülen bir toplumuz. Belki daha çok “iyi evlat” olmak için belki “uyumlu evlat” olmak için. Belki de “daha çok sevilmek” için. Düşüncesi kabul görmez, kızılır, yok sayılır, saçma bulunur, aile ilişkiniz bozulur diye diye daha uyumlu, itaatkâr şekilde büyütülen tarafta olan bireyler yetişkinlikte aynı örüntüyü devam ettirebiliyorlar. Bu sefer de daha verici, daha fedakâr, daha sınırları aşılan tarafta devam ediyor. Yanlış anlamasın, kırılmasın, üzülmesin diye. İnsan ilişkilerinde aynı döngüde gidip geliyorsanız önce bunu anlamlandırmak gerekir. Dönüşümün ilk basamağı farkındalıktır.

Buraya kadar okuduysanız canıgönülden teşekkür ediyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.