Çocukların Dünyasında Oyun ve Resim / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

İnsanlar için hayat zor. Kadın, erkek, yaşlı, genç, çalışan, çalışmayan… Herkes için hayatın zorlukları vardır. Büyüdükçe problemlerin de arttığını gören yetişkinlerin zaman zaman “Keşke hep çocuk kalsaydık, dertsiz tasasız…” dediklerine şahit oluruz. Yetişkin olarak baktığımızda evet çocuklar dertsiz tasasız. Ancak çocuk gözüyle bakıp değerlendirildiğinde çocuk olmak dertsiz olmak demek değildir. Çünkü çocuk kendi dünyasında birçok zorluk yaşamaktadır. Gün içinde üzücü olaylar olmakta, çocuk bunların bazılarıyla baş edebilirken bazılarında hayal kırıklığı yaşamaktadır.
Kardeşi resim defterini yırtmıştır. Annesi buna mı ağlıyorsun diye önemsememiş veya orta yerde bırakmasaydın diye kızmıştır. Arkadaşları onu oyuna almamıştır. Annesi sofraya çağırmış ama çocuk acıkmadığı için gelmeyip oyuna devam etmek istemiştir. Zorla sofraya getirilmiştir. İzlediği çizgi filme üzülmüştür.
Yaşlarına göre örnekleri çeşitlendirebiliriz. Yetişkin olarak baktığımızda bunlar o kadar küçük ki problem olarak bile değerlendirilmez. Dünyada doğal afetler, ekonomik zorluklar, adaletsizlik, hastalıklar varken defterin yırtılması bizler için ne kadar basit bir olay.
Çocuklar, dünyaca yaşanılan sıkıntılardan elbette etkilenir. Ancak bunu yetişkinler gibi dile getiremezler. Tepkileri farklı olur. Bir deprem bölgesinde elinde oyuncağı ile oynayan çocuk görürüz. Bu, çocuğun sıkıntılardan habersiz, dertsiz olduğu anlamına mı gelir? Büyükler konuşarak duygu ve düşüncelerini ifade eder ve anlaşıldıkları zaman iyi hissederler. Çocuklar ise oyun ve resim yoluyla konuşurlar. Oyun yoluyla yaşadıkları problemi atlatmaya çalışırlar. Hayata oyunla hazırlanırlar.
Çocuklar oyun sayesinde yaşadıkları gerilimi azaltır ve kendilerini iyileştirirler. Genellikle büyüklerin yanlış tutumları nedeniyle çocuklar bu beceriyi kullanamaz ve zamanla kaybederler.
Annesinden ayrılan 4 yaşında bir kız çocuğu, babaanne ve baba ile yaşamaktadır. Çocuk, annenin yokluğunu baba ile tamamlayacak, bu acıyla baş edebilecek durumdadır. Ancak çocuğun bakımını tamamen babaanne üstlendiği için baba çocuğuyla ilgilenmemekte ve evde sürekli annenin yokluğu konuşulmaktadır. Bu durumda çocuğun kendi kendini tedavi etmesi çok zordur. Çocuk yalnız başına oyun oynayamamakta, oyun gruplarına dahil olamamaktadır. Babaannenin çocuklara verdiği şekerler ile bir süre oyuna alınmakta ancak daha sonra dışlanmaktadır. Muhtemelen bu çocuk büyüdüğünde de yetişkinlerin yardımına ihtiyaç duyacak, kendi başına bir işe girişemeyecektir.
Üç yaşında lösemi tedavisi gören bir çocuğun sürekli doktorculuk oynaması annesini telaşlandırmaktadır. Başka oyunlara yönlendirmek istese de başarılı olamamaktadır. Çocuk, elindeki oyuncak bebeğine iğne yapmakta, ağzından ilaç vermektedir. Bebek ağladığında “korkma geçecek” diye teselli etmektedir. Çocuk, tedavi sürecinde yaşadığı acıyı, korkuyu oyun sayesinde bebeğine aktarmaktadır. Bebeğine korkma derken aslında kendisini teselli etmektedir. Yakını vefat eden bir çocuk, oyunlarında ölüm temasını işleyerek hem ölümü anlamlandırmaya hem de yaşadığı acıyı azaltmaya çalışmaktadır.
Bizim için sadece bir oyundan ibaret olan bu durum, çocuk için hayatî değerdedir. Bizim oyun olarak adlandırdığımız şey, çocuk için hayatın ta kendisidir, çocuğun işidir.
Annesi telefonda konuşan bir çocuk oyun oynamaktadır. Anne çağırır: “Anneannen seninle konuşacak, gel.” Çocuk, başını bile kaldırmadan: “Şimdi çok işim var, konuşamam.” Kurduğu oyuna odaklanmış ve ara vermek istememektedir.
Oyun oynamak çocukların fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal gelişimleri açısından çok önemlidir. Okul çağındaki çocuklara sürekli ders çalışması gerektiğini söyleyen ve oyunu zaman kaybı olarak gören ailelerle karşılaşmaktayız. Oyun başlatmak, sürdürmek ve bitirmek bilişsel beceri gerektiren bir durumdur. Sağlıklı bir oyun hayatı olan, oyun oynaması engellenmeyen çocukların, sınıf içinde daha uyumlu olduğu, kolay öğrenebildikleri gözlemlenmiştir. Oyun çağındaki çocuğun ince motor becerileri ve el göz koordinasyonu oyun hamuruyla, kâğıt kesme etkinlikleri ve oynadığı birtakım oyunlarla gelişmekte ve okul çağına geldiğinde daha rahat kalem tutmasını sağlamaktadır. Bazı öğrenciler yazı yazmaktan parmaklarının ağrıdığını söylediklerinde çocukların ödev yapmamak için bahane ürettiklerini düşünürüz, çocuğa daha fazla yükleniriz.
Çocuklar oyunlarda koşarak, hareket ederek, zıplayarak vücutlarını koordineli bir şekilde kullanmayı öğrenirler. Oyun içinde yaşıtları, kendinden büyük veya küçüklerle işbirliği yapmaları, anlaşabilmeleri, oyuncakları paylaşmaları sosyal gelişimlerine destek olmaktadır. Oyun içinde kurallara uymayan, mızıkçılık yapan çocuk oyundan dışlanır. Çocuk gruba dahil olmak, dışlanmamak için kurallara uyması gerektiğini öğrenir. Az önce verilen örnekteki gibi bir yetişkin, çocuğun oyuna alınması için diğer çocuklara şeker, çikolata verirse çocuk oyun içinde nerede hata yaptığını anlamayacak ve sorun çözme becerisi gelişemeyecektir. Ailelerin ve öğretmenlerin iyi gözlem yapması, çocuğun neden dışlandığını anlaması ve çocuğa bunu fark ettirmeleri gerekir. Sen şunları yaptın, bu yüzden kimse senle oynamak istemiyor gibi suçlayıcı yaklaşımın çocuğa hiçbir faydası yoktur, aksine çocuğun daha çok hırçınlaşmasına veya içe kapanmasına sebep olur.
Yaş ve cinsiyete göre oyunlar değişkenlik gösterir. Genellikle kız çocuklarına bebek, erkek çocuklarına araba alınır. Kızlar, bebekleri ile evcilik oyunu kurar ve aile içinde öğrendiklerini oyunlarına yansıtırlar. Yemek pişirme, bebeğini uyutma gibi oyunlarda anneyi taklit ederler. Hatta annenin gün içinde kendisine söylediği şeyleri bebeğine söyler: “Her istediğini alıyorum, niye beni üzüyorsun!” Erkek çocuklar ise tamircilik, savaş, araba yarışları gibi oyunlar oynamaktadırlar. Babanın ev içindeki davranışlarını taklit ederler.
Köy hayatında yaşayan bir çocuğun oyunu ile apartmanda yaşayan çocuğun oyunu birbirinden farklı olmaktadır. Köyde rahatça koşan oynayan, toprakla ve hayvanlarla büyüyen, oyuncağını topraktan, ağaç dalından yapan çocukların gelişimi ile apartmanda plastik oyuncaklarla oynayan, elini toprağa değmemiş çocukların gelişimi aynı değildir. Kalabalık şehirlerde, çocukların oyun alanları, parklar oldukça azdır. Bu nedenle aileler, çocuklarının rahat ve güvenle hareket edebilecekleri yerleşim yerlerini tercih etmektedir. Özellikle salgın döneminde evlerde zaman geçirmek zorunda kalan çocukların hareket alanları kısıtlanmış ve arkadaşlarından ayrı kalmışlardır.
Şunu unutmamak gerekir ki çocuklar için her yer oyun alanı, her şey oyuncak olabilir. Evin içinde günlerini geçiren çocuklarımız, ellerine aldıkları küçük bir araba ile salondaki halıyı yarış pisti olarak kullanabilir. Boş bir ilaç kutusu telefon, ayakkabı kutusu bebek yatağı olabilir. Oyuncak adamını masanın ayaklarından tırmandırırken yüksek bir dağa çıkarcasına coşku duyar. Çocuklarımıza onlarca pahalı oyuncak almak yerine ev içinde atık malzemelerle kendi oyuncaklarını yapmak için fırsat vermeliyiz. Onların hayal dünyası çok zengindir. Eline geçen her malzemeyi oyun aracı olarak kullanabilir. Çalışan anne babalar, çocuklarıyla az zaman geçirmiş olmanın üzüntüsü ile çocuğun istediği pahalı bir oyuncağı seve seve alırlar. Bunun yerine çocukla az da olsa kaliteli zaman geçirmek, oyunlarının birinde bulunmak çocuğun gelişimi için daha faydalı olacaktır. Çocuklarımızın pahalı oyuncaklara değil, sevgiye ve ilgiye ihtiyaçları vardır. Anne babalar çocukla oyun oynamalı ancak çocuğun yalnız başına veya kardeşleriyle-akranlarıyla oyun oynayabilmesini de sağlamalıdır.
Oyun oynamak gibi resim yapmak da çocukların duygularını ifade etme aracı olduğu için önemlidir. Çocukların yaptıkları resimlerdeki her bir çizginin, nesnenin ve rengin bir anlamı vardır. Uzman kişiler tarafından gerekli görülen durumlarda çocukların yaptıkları resimler yorumlanır. Çocukların resimlerinde aile içi şiddet, kardeş kıskançlığı, aile içindeki sevgi, değer duygusu, korkular gibi olumlu-olumsuz her durum hakkında ipuçları gizlidir. Tek başına resim yorumlamak ve çocuğun problemi şudur demek yanlış olur. Aile görüşmesi, oyun terapileri, öğretmenin gözlemleri, çocuğun davranışları, yapılan çalışmalar bir bütün olarak değerlendirilir. Yetişkinler uzman desteği alacaklarında çoğunlukla konuşurlarken çocuklarla iletişim oyun ve resim kanallarıyla olur. Oyun terapisi ve resim analizi konularında eğitim almış uzmanlarca bu çalışmalar yapılmaktadır.
Birçok anne, çocuğun halıya boya damlatması, kalemlerle duvarı boyaması gibi nedenlerle resim yapmasını istememektedir. Bir çocuğa “resim yapma” demek, bir yetişkine “konuşma” demekle aynı şeydir. Çocuklar yönlendirilmeye ve öğrenmeye açıktır. Ev içinde birtakım kurallar belirlenebilir. Uygun bir yere gazete, poşet, muşamba serip “sadece bu alanda resim yapacaksınız, başka yerde yapmak yok” gibi hatırlatmalarla hem çocuklar engellenmemiş olacak hem de anne halının boya olmasını önlemiş olacaktır.
Anne çocuğunun resim yapmasını istememektedir çünkü çocuk resim sonrasında boya kalemlerini orta yerde bırakmakta ve hiç toplamamaktadır. Anne toparlayıp bir poşete koymuş ve çocuğuna çöpe attım demiştir. İki gün sonra tekrar çıkartıp boya kalemlerini vermiştir. Çocuk yine resim sonrasında toplamamakta ve anne sinir krizi geçirmektedir. Bu kısır döngüyü yaşayan ailelere tavsiyem şudur: Oyuncağını, boya kalemlerini, kitaplarını toplamayan çocuklarınızın ortada bıraktığı eşyaları atacağınızı söyleyin ve gerçekten atın. Bir iki boya kalemini çöpe atmanız, çocuğunuza kıymet bilme ve sorumluluk duygusu kazandırabilir. Sizin dediğini yapan biri olduğunuzu gören çocuk diğer uyarınızda yerinden fırlayıp kaybetmek istemediği eşyalarını toparlayacaktır.
Ev içinde yaşanabilecek her türlü kriz, küçük yöntemlerle atlatılabilir.
Çocuklarımız güzel bir geleceğe sahip olsun diye çabalarken bugünlerini unutmayalım. Bugün ne öğrenirse geleceğinde onunla yaşar. Çocuk dağıtır, koşar, düşer, çocuk hayata oyun penceresinden bakar, oyunla hayata hazırlık yapar. Çocuklarımızın sağlıklı ve umut dolu günlere ulaşmaları dileğiyle…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.