Ebeveynlik bir sanat ve belli farkındalıklar istiyor. Ebeveynler olarak nasıl bir “farkındalık çalışması” yapabiliriz ve bunu niçin yapmalıyız?
Hepimizin içinde büyüdüğü, bazen yaralandığını, bazen de onarıldığını hissettiği bir hikâyesi vardır. Aile, bu hikâyenin başladığı yer. Ve bu hikâyenin başlangıcı çok mühim. Her çocuk ebeveyninin veya kendisiyle muhatap olan yetişkinlerin gözlerinden görür dünyayı. Anlamlandırışları veya anlamayışları da ona göre belirlenir. Bu nedenle ebeveyn olarak yahut çocukla muhatap olan herhangi birisi olarak, hem çocuğa rol model olma hem de çocuğumuzla kendi çocukluğumuzu seyretme noktasında bir eşlik ediciyiz. Eşlik edicinin altını şöyle çizmek istiyorum. Salt terbiye edici, yol gösterici, her şeyi öğretici değiliz. Eşlik ederken kendimize dair soruların fazlalaştığı, kilitli kapıların açıldığı bir serüvende başlıyor. Çocukların bizim zaaflarımızı terbiye ediciliği kısmında yahut kendimizle ilgili bizi zorlayan konularla yüzleşmeye cesaret edip farkındalıkla ilgili sorular sormaya başladığımızda hem duygularımızda hem davranışlarımızda değişimler başlıyor. Farkındalık çalışmalarıyla ilgili soru örneklerine detaylıca yer verdik kitabımızda. Niçin yapmalıyız? En başta kendimiz için, daha net, daha anlaşılır gözlerle hayata bakabilmek için. Sonra ise bizim gözlerimizle dünyaya nasıl bakacağını öğrenen minik emanet için.
Çocukların temel ihtiyaçlarına yakından baktığımızda neleri gözlemlemeliyiz?
Dünya değişiyor. Kullandığımız materyaller, eşyalar, yanımızda duran insanlar, ilgi alanlarımız, yediklerimiz, bakış açımız değişiyor. Eğitim felsefeleri, oyun alanları, gökyüzü, yeryüzü, sokaklar bile değişti. Fakat bu kadar değişim içinde çok emin olduğumuz bir şey var ki o da çocukların gerçek ihtiyaçlarının asla değişmediğidir. Hâlâ kendilerini güvende hissetmeye, arkadaşlarıyla oyun oynamaya, öğretmenleriyle bağ kurmaya ihtiyaçları var. Ve tabii daha fazlasına da. Neler onlar?
En önemlisi güvende hissetme ihtiyacı. Güvende hissetme, sağlıklı bir güvenli bağlanma süreciyle mümkündür. İlk kurduğumuz bağ şüphesiz hayata ilk temas ettiğimizde karşılaştığımız kişiyle yani annemizledir. Yahut birincil bakım veren kişi iledir. Anne veya birincil bakım veren kişi ile duygusal bağın niteliği, birincil ihtiyaçlarının ne kadar karşılandığını belirler. Ebeveyn bebeğine nasıl davranırsa bebek büyüdükçe ilişkilerine öğrendiği davranış biçimiyle yaklaşır.
Diğeri koşulsuz sevgidir. Gerçek sevgide ebeveyn, çocuğun kendisiyle ilgilenir. Yani çocuğu onun var olduğu haliyle sever. Sevgisi şartlara bağlı değildir. Koşulsuz sevgi “çünkü” ve “eğer” kelimelerinden muaftır. “Benim istediğim gibi olursan, şunları yaparsan, yemeğini yersen, dersini yaparsan…” gibi şartlara bağlı değildir. “Seni seviyorum çünkü…” gibi bir nedene bağlı değildir.
Bir diğer ihtiyaç sosyalleşmedir. Bir bebeğin gülümsemesi, sesler çıkarması, etkileşime girme çabaları, hatta anne karnındayken bile dış dünyayla iletişim halinde olduğunu ispatlaması aslında bize sosyalleşme ihtiyacının ne kadar erken başladığını gösterir. Çocuğun duygularını kontrol edebilmesi, kendini ifade edebilmesi, sağlıklı bir kişilik geliştirebilmesi, kendisiyle ve çevresiyle uyum içerisinde olmasını sağlar.
İhtiyaçlarından birisi duygusal uyarım ve değerliliktir. Çocuğa kendisini değerli hissettirmek duygularını anladığımızı yansıtmak, onu dinlemek, hata yaptığında veya uygun olmayan bir davranış sergilediğinde gururunu incitmeden ona daha doğru bir çözüm yolu göstermek, saygı duymak, kıyaslamamak, çocuğun kendini gerçekten değerli hissedeceği ve bunu sorgulamaya gerek dahi duymayacağı anlamına gelir. Ve ancak pür dikkat dinlendiğini hisseden çocuk ebeveyninde “dinlenir” ve “değerlenir”.
Çocukların doğal ihtiyaçları ve doğal iyileştiricilerinde neler var?
En çok çaresiz hissettiğimiz, bunları bir ihtiyaç olarak değerlendirmekten aciz olduğumuz ihtiyaçlar vardır. Mesela; ağlayabilirler, oynamak isterler, öfkelenebilirler, hareket etmek isterler, uyumak istemeyebilirler, istemediğini sevmeyebilir, öpmeyebilir, bir şeyi istememe hakkına ve duygularını rahatça ifade edebilmeye ihtiyaç duyarlar. Ve bu ihtiyaçların karşılanmasına izin verildiği takdirde iyileşmeleri de mümkündür.
Çocuğumuza karşı şefkat yolculuğu ne zaman başlamalı? Çocuklarımıza şefkatin ölçüsü olur mu?
Aslında en başında anne-baba olmadan önce, rolümüz ne olursa olsun insaniyet sırrınca şefkat ve merhametle süslenmeli ruh. Neden bu kadar önemli? Çünkü şefkat onulmaz, iyileşmez sanılan yaraları iyileştirme gücüne sahiptir. Bir başkasının ıstırabını anlamak, onu hafifletmek ya da azaltmak arzusu taşımaktır. Pasif bir duygu değildir, aksiyoner bir duygudur. Harekete geçebilmemizi sağlar. Bu dünyada kendimizden ibaret olmadığımızı hissetmemizi sağlar. Ayaklarımızın dibine bakmayı bırakıp etrafımızda neler olup bittiğini görmemize yardımcı olur. Şefkat şu üç merhalede tezahür eder:
• Acıyı hissetmek ve yönetmek
• Başkalarının acılarını anlamlandırabilmek
• Rağmen harekete geçebilmek
Ve evet, şefkatin ölçüsü olur. Her duygu ve davranışı dengeli yaşamak gerekir. Şefkat yanlış anlaşılır ve ölçüsüz gösterilirse şifa iken zehir olur.
Hakikatten ve Hakk’tan öte düşünmemek gerekir. Başımıza gelen her olayın kader motifinde bir anlamı vardır. Merhamet içinde adaleti de barındıran bir kavramdır. Bir kişi olumsuz bir olay yaşadığında hikmetin neticesine teslim olmasına ve bedelini ödemesine izin vermek gerekir. Adalet terazisine ters düşmeyecek, hakikat ve hikmetten uzaklaşmayacak kararlar almak gerekir.
Çocuğun dünyasını ahiretine tercih etmemek gerekir. Çocukların dünyalarını imar ederken ahiretlerini ihmal etmek, şefkatin suistimal edilmesi anlamına gelir.
Çocuğun ibadetleri şefkat duygusuna sığınarak engellenmemelidir. Kıyamadığı için çocuğunu sabah namazına uyandırmayan anne daha büyük bir “kıyım” içine girer. Yeter ki çalışsın, dünyasını kazansın diye çaba sarf ederken ihmal edilen ilmin sıkıntısı iki dünyada da ruhu alabora eder.
Çocuğun emanet olduğunu unutmak büyük bir problemdir. Şefkatin ifrat hali aşırı acımak; tefrit hali merhametsizliktir. Acımak, şefkatin aksine pasif bir harekettir. Üstten alta, içinde biraz kibir barındıran ruh halidir. Geçici olarak kişiye kendini iyi hissettirse de kalıcı olarak zarar verir. Şefkatsizlik de kader motifinin, kişinin tercihleri üzerindeki etkisini görmezden gelmektir. Yargılamak, suçlamak, aşağılamak ve tuhaf bir bencillikle tercihlerine anlam verememek, başkalarına karşı kişiyi kör eder. Bu körlüğün de merhemi merhamettir.
Çocuk ile ilişkilerin kalbine giden yolda neler var?
Önce muhatap olduğumuz çocuğun gerçekten kim olduğuyla ilgili tanımlamamızı düzeltmemiz lazım. Sonra onun boş bir levha olmadığını, kendine özgü yetenekler ve fıtri bir donanımla dünyaya geldiğini anlamalı ve ebeveyn olarak keşşaf gibi bakmalı; onun bunları keşfetmesine yardımcı olmalıyız. Bu minvalde niyetimizi düzenlemeliyiz. Sonra ise iletişim, anlaşılma ihtiyacının karşılanması için olmazsa olmazımız. Ve hepimizin ebeveyn olarak anlaşılmaya ve çocuklarımızı anlamaya ihtiyacı var. İletişim, duymakla başlar ve insan üç şekilde duyar; kulağıyla, kalbiyle, gözüyle. Kulağıyla duyduğu kısımda; eylem dilini tercih eden bir üslupla çocuklarımızın gelişim dönemlerine uygun iletişim dilini tercih etmeliyiz. Gözüyle duyduğu kısım aslında hal dili olarak nitelendirdiğimiz husustur.
Hz. Mevlanâ’ya göre dilsiz söylenen sözlerle de bütün dünyayı seslerle doldurmak mümkündür. Üstelik dilsiz anlatılan şeyler sözle anlatılanın aksine daha iyi, daha zararsız ve daha etkilidir. Dilsiz anlatılanların tesiri de kuvvetlidir. Halin ifade ettiklerini çocuk sünger gibi emer ve taklit döneminden itibaren size sizinle ilgili bir sürü geri bildirim verir. Çocuk kulağından ziyade gözüyle öğrenir. Tam da bu noktada ebeveyni de terbiye eder.
Kalbiyle ruhuyla duyduğu kısım duygular; çocukluğumuza dair birçok bilgiyi unuturuz ama duyguları, duygularla işlenen hatıraları unutmayız. Çocuklarımıza hissettirdiklerimiz de hafızalarında ve kalplerinde kalacak. Sosyal psikolog Elaine Hatfield bu kavramı bir üst düzeye taşıyarak “Duygu Bulaşıcılığı” kavramını kullanır. Bunun için sağlıklı ve olumlu bir duygu hali için kendi genel duygu durumumuzu yükseltmekte ve çocuklarımızın yanında olumsuz duygu hallerini sürekli yaşamamaya çalışmakta fayda var. Buradaki sürekli ifadesini özellikle kullandım. Çünkü olumsuz duygular da bize ait ve zaman zaman kendimizi o olumsuz duyguları yaşarken bulabiliriz. Sadece o ruh halinin sıklığı önemlidir. Sürekli mutsuz ve üzgün bir ebeveyn takdir edersiniz ki çocukta da o duyguların hâkim olduğu bir hayat rotası belirler. Aynı zamanda bu şu demektir; çocukken gördüğümüz, işittiğimiz, sezdiğimiz her hali bir duyguyla bağlantılı olarak kaydedip dosyalarız. Bu dosyalar davranışlarımızı yönlendiren programlara dönüşür. Yetişkin olunca aynı duyguları hissettiğimizde kayıtlar otomatik karşımıza çıkar. Duygularla ilgili bir durum yaşadığınızda kendinize şu soruyu sormanızı tavsiye ederim: Çocuklarınıza ve birbirinize geçmesini istediğiniz duygular nelerdir? Bu cevap sizin yıllar sonra geriye döndüğünüzde hatırladığınız aile ilişkisinin ruhunu oluşturacak.
“Çocuklara Eşlik Etme Sanatı” adlı kitaplaştırılan çalışmanızda “Değer İksiri” (Görünmez Çocuklar) başlığı altında gayet güncel bir konuya değinmişsiniz. Bu konudaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Değer hissi tıpkı güven gibi en yakınlarımızdan başlayarak herkesin davranışlarıyla oluşan önemli bir ihtiyaçtır. Hayatı boyunca karşılanmayan bu ihtiyaçların peşinde koşturur insan. Görünmek için, ben buradayım demek için, anne babasının takdirlerini alabilmek için ya da gözlerindeki onayı görmek için çırpınır durur. 5 yaşındayken sıklıkla kurduğu “Anne bana bak!” cümlesini hayatı boyunca birçok insana kurar.
Çocuğa ihtiyaçlarının çok mühim olduğu hissettirilerek, sevgi ve saygı dolu bir halle değer gördüğü anlatılmalıdır. Değer duygusunu hissetmesini istiyorsanız sık eleştiriden, aşağılayıcı davranışlardan uzak durmanız gerekir. Değersizlik duygusu içerisine giren kimse, çevresindeki herkesi aşağılar, bir kibir kabuğuna saklanır ve değersiz görülmekten kendisini koruduğunu düşünerek çevresindekilere ters davranır. Nedensiz mutsuzluk, huzursuzluk, anlamlandıramama ve boşluk duygusuyla karşı karşıya kalır. İlişkilerinde kendisiyle diğerleri arasına duvarlar örer. Bu da hayatı boyunca karşısına çıkacak kısır döngünün başlangıcı olur. Değer İksirini de tıpkı diğer ihtiyaçlar gibi dengeli vermek, hissettirmek önemlidir ki biriciksin, bir tanesin anlayışı da bencilliği beraberinde getirecektir.
Kriz durumlarında çocuklar için neler yapabiliriz?
Her kriz öğrenmenin, yenilenmenin de habercisidir. Bazen bizim öğrenmemiz bazen onun öğrenmesi bu minvalde krizlere hayatın bir engeli gibi yaklaşmamalı; aksine yeni bir şey öğreneceğimiz, keşfedeceğimiz araç olarak bakmalıyız. Birlikte olmak, beraber olmak değildir. Birçok aile birlikte olmayı başarabilir lakin beraber olmayı başarmak, cem olabilmek çok daha zordur. Krizlere, alacağımız-vereceğimiz mesajları okuyarak sabır ve şefkatle yaklaşmak gerekir. Şunu hiç unutmamalıyız ki bizim reflekslerimiz, başımıza gelenleri karşılayış biçimimiz, davranışlarımız, duygularımız çocuklarımızın da hayata dair kazanımları olacak.
“Çocuklara Eşlik Etme Sanatı”nı yazarken aslında çocukla muhatap olan herkesin tüm bu incelikleri anlamaya çalışma çabası içindeydim.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

