Ben ve “Ben” 7 / Kenan Kurban

Patlama ve saldırı haberleriyle ülke çalkanırken Sema’nın tek derdi Savaş Yenilmez’den intikamını almaktı. Bunun için ele geçirdiği zayıf ip ucu olan Savaş Yenilmez ve Tuşe kurutemizlemenin sahibi Cesur Cankatar arasındaki bağdan yürümek için planlar yapıyordu. Filmlerde gördüğü gibi boş bir kağıdın başına büyük harflerle “CESUR CANKATAR” yazdı. Sonra alt alta belirgin küçük harflerle, kimyager, kriminal polis, eczacı ve kurutemizlemeci yazdı. Düşündü sonra zaafları, ailesi, rutini, zevkleri, gittiği yerler… Hepsinin karşısına birer soru işareti koydu. Sonra “Benim için sırlarla dolu dikkatli bir adamsın seni hemen çözmem zor.” dedi. Kalemi bıraktı çünkü yazmaya devam etse sayfa soru işaretlerinden geçilmeyecekti. Can sıkıntısından sallanan sandalyesinde hafiften sallanıp bukleli saçlarıyla oynamaya başladı. Sema “Offff. Şimdi filmlerdeki gibi bir bilgisayar korsanı arkadaşım olsa ona söylesem cep telefonlarına, bilgisarlara girip bütün yazışmaları kırsa ne harika olurdu. Ya da mahallenin hırlısını, hırsızını tanıyan bir ağır abi olsaydı onları ayarlar çaktırmadan çaldırırdım. Ama hiç biri yok tek başımayım ve çıkmaz sokaktayım.” dedi. Kafasını dağıtmak, masanın üstedeki ayaklı aynaya bakıp saçlarından kendisine bıyık yapıp gülüp kendisine “Çirkin ve kötü kız” dedi. Ayağa kalkıp birkaç volta atıp “O kadar da çaresiz değilim, bu yol çıkmaz ise başka yoldan gideceğiz.” dedi. Yine boş bir sayfa alıp en üste “SAVAŞ YENİLMEZ” yazarken “Bildik bile bilmedik müsibetten daha iyidir.” dedi. Zaafı: Kırılmaz yüksek EGO… Rutini: Çıkarcılık, kendi yüksek menfaatleri… yazıp kalemi bıraktı. Sema, düşük ve asık bir yüz ifadesiyle “Yapacak bir şey yok, bu sırrı çözmenin en kestirme yolu Savaş’tan geçiyor. Kahrolsun ki intikam alacağız derken yine benliğim ve kişiliğimden ödünler veceğim.” dedi.
Vicdandan zerre nasibi olan her canlının yüreğini yakan bu saldırı ilk anından itibaren sosyal medyada farklı, kültür, meşrep, ırk, siyasi görüş sahibi, iş adamı, iş kadını ve yaş grubunca kınanmaya başlanmıştı. Savaş bunları kısık gözlerinde küçümseyen bakışlarla okuyordu. Savaş, zerre kadar sevmediği kardeşine yapılan samimi övgüleri okuyup körün bile algılayabileceği kadar içten ve karışılıksız sevgi selini hissetmek en büyük zulümdü. Dayanılmaz hal karşısında artık neredeyse nefesi kesilecekti ki imdadına en altlardaki bir hashtag yetişti. “KatilBaba” hemen tıkladı. Patlama fotoğraflarının yanında Nihat Bey’in resimleri vardı. İşte beklediğim bu dercesine bir sırıtış atıp yorumları okumaya başladı. “Bazı duyumlarıma göre melek insan Gönül’ü cani ve şeytan babası Nihat öldürtmüş. Doğru olabilir mi?” “Böyle baba olmaz olsun. Bu zamanda herşey beklenir. Hiç garipsemem…” “Emniyet kaynakları zayıf da olsa bu ihtimali değerlendiriyor.” Bu ve buna benzer bir çok yorum neşesini iyice yerine getirmişti. Parmağını şıklatıp “Hele ya… İşte gerçek bu. Ama bunda bile yanlış var. Melek insan değil. Melek görünümlü şeytan olacaktı. Neyse…” dedi. Sonra kalktı camı açtı. Aşağıda böcek gibi görünen insanlara bakıp “Onun şeytan yüzünü yine ben size göstereceğim.” dedi.
Akşamın çökmeye başlayan karanlığı, yaşanan katliamın verdiği acıdan, kasvetten ve hüzünden daha iç ülpertici değildi. İnsan yüreklerini ferahtlatmak için sadaka namına bile bir teselli cümlesi kurmaktan acizdi. Belki yürekleri perişan anaları acılı babayı teskin etmek istiyor, akılda kelimeler peş peşe diziliyordu. Ama düğümlenen boğazdan bir türlü çıkmayı beceremiyordu. En başarılısı “Allah sabır versin” diyebiliyordu. Polis ekipleri samanlıkta iğne aramaktan daha zor bile olsa bütün delilleri dikkatle topladılar. Olay yeri resimleri çekildi, görüntü kayıtları yapıldı. Enes, anne ve babasının yanından bir saniye bile ayrılmazken aile dostları etraflarını sarmış, dilleri düğümlenip lal olmuş olsa bile bakışları ve duruşlarıyla “Yalnız değilsiniz, kederiniz bizim de kederimiz acınızı paylaşıyoruz” diyorlardı. Meraklı kalabalığın ezici çoğunluğu sorularına kendilerince yalan yanlış cevaplar bulup çoktan dağılmıştı. Her şeye rağmen şüpheleri tatmin olmayanlar ilk anki dikkat ve heyecan içinde takibe devam ediyorlardı. Günün yorgunluğu, yaşanan fecatın hüznü suratından okunan düzgün fizikli takım elbiseli amir, ailenin oturduğu yere elinde telsizi saygıyla geldi. Yaraları sarmak isteyen şefkat dolu bir sesle “Nihat Bey, bizim buradaki işimiz bitti. Araçtan kalanları da polis garajına çekeceğiz.” dedi. Kızından kalan kanlı başörtüsünü sıkı sıkıya tutan Müjgan buğulu bir hüznü içinde barındıran sesiyle “Canım kızımı görmek istiyorum.” diye haykırdı. İnsan evladı olduğu her halinden belli olan amir, kısık ve bir o kadar da acz içinde özür dilercesine “Efendim, şimdi bütün cenazeleri…” boğazı düğümlendi, gözlerinden “insanlardan kalan parçaları” dediği okunuyordu yine de devam edip “Dna testi için adli tıbba götüreceğiz. Birkaç gün içinde sizleri çağırırız.”dedi. Müjgan, yaralı bir anne aslan gibi gözlerini büyüterek “Efendi, efendi ben çiğerparemden bir an bile ayrı kalmaya tahammül edemezken iki gün diyorsun. Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” dedi. Polis “Sizi ne kadar anlıyorum desem de sanırım hep eksik olacak ama şunu tüm kalbimle söyleyebilirim ki limitlerimi zorlayarak anlamaya çalışıyor acınızı yüreğimde hissediyorum. Buna rağmen yılların acı tecrübeleriyle elde edilen kuralları, nizamını hissi davranıp yok sayamayız. Ama sizi temin ederim ki prosedürdeki süreyi daha aşağı çekmeye çalışacağım.” dedi. Nihat’ın sağında duran ve fitne meşrep adama haddini bildirmiş olan ihtiyar korumanın kulağına bir şeyler fısıldadı. Genç hızla ambulansa doğru koştu. İhtiyar bu kez Müjgan’a dönüp “Müjgan Hanım, artık burada durmamızın hiçbir faydası yok. Şimdi eve dönelim.” dedi.
Taziye için gelenlerin bütün acıya ve hüzne rağmen dikkatlerinden kaçmayan ve merak ettikleri konu ailenin arasının bozuk olduğu evin küçük oğlu ünlü şarkıcı Enes’in geri dönmesiydi. Üstelik de yıllar sonra hiçbir şey olmamış gibi… Yoksa sadece cenaze için miydi? Bu sorulardan daha can alıcısı ise evin büyük çocuğu ve ünlü iş adamı Savaş onunla da araları düzelmiş miydi? Durum neydi? Beyinlerinde bu cevapsız sorular alttan alta dönüyordu. Ama ortam müsait olmadığından herkes şimdilik hasır altı ediyodu. Fakat görmezden gelinemeyecek yeni fitnelerin ateşi alttan alta üflenip kor haleni dönüşmeye başlamıştı. Gündüz birkaç kendisini bilmezin iddiası hatta şakası mesabesinde duran iddialar kesinleşmiş suça doğru evrilmeye başlamıştı. Artık Nihat adım adım en baş şüpheli konumana yükselmişti. Sosyal medyaya düşen şirket muhasebecilerinden Sevinç Kağıt’ın videosu aslında ilk işaret fişeğiyidi. “Ben Sevinç Kağıt on senedir holding bünyesinde çalışıyorum. Birçok hayati operasyonlara imza attım. Beni işe bizzat Gönül Hanım aldı. Zamanla babasından kalma personeli etkisizleşitirip yetkilerimi arttırırken beni sırdaşı yaptı. Gün geçtikçe ufak ufak gizli pis işlerini bana yaptırmaya başladı. Zaten kendisi insanı bir anda değil aylar, yıllar içinde kendisine bağlar, kölesi yapardı. İnsanlar üzerinde böyle bir tesir gücü, yönetme yetisi vardı. Holding kötü yönetiliyordu. Ama son iki yıldır bu iyice ayyuka çıkmaya başlamıştı. Özellikle yanlış yatırımlarla kan kaybediyorduk. Bankalardan kredi çekemezdi. Çünkü işi kendisine devreden babası bu türden finansal işlemlere karşıydı. Ve şirketin böyle bir tasarrufu yoktu. Bunun üzerine ben de bazı faktoringlerden gizli borçlanmaya gittim. Tabi ki Gönül Hanım’ın ayarlaması ve kefilliğiyle oldu. Ki şunu da çok iyi biliyorum babası bu durumu fark etmiş, kızıyla arası iyiden iyiye bozulmuştu. Gönül adeta raydan çıkmıştı. Kimsenin sözünü dinlemiyor, gözü hiçbir şey görmüyordu. Babası ne yapsa çaresiz kalmıştı. Tırnaklarıyla kazıyıp inşa ettiği koca imparatorluk kağıttan kuleler gibi bir anda yıkılacaktı. Bu kayıtsız kalması bence imkansızdı. Hamleler yapmaya başladı. Gönül’ün, çizdiği o masum ve hanımefendi portrenin aksine inatçı ve sinsi bir yapısı vardı. Babasının her yaptığını boş çıkartmayı başardı. Pek inanasım gelmiyor ama bu saldırıyı bence babası yaptıysa bile mecbur kalmıştır.” Bu açıklamalar hızla yayılıp etkisi zirve yaptığı anda faktoring firmasıdan alınan borçların sözleşmeleri, senetleri sosyal medyaya düştü. Nihayetinde emniyet bombacıyı ve emri verini yakaladığını son dakika olarak basına açıkladı. Edinilen ilk bilgiler saldırının ideolojik olduğu yönündeydi. Ama bir gizli el sorgusu devam eden saldırganların ifadelerini dumanı üzerinde tüterken ortalığa saçıyordu. Emri veren cani, bu saldırı için Nihat’ın koruma müdürü tarafından arandığını büyük paralar aldıklarını ve kesinlikle ideolojik bir temelde olmasını istediğini itiraf etti. Görüşme yaptığı telefonlar da ona aitti.
Ömrünce hep evlatlarıyla sınanan Nihat bunu kabullenmişti ve acısını katık yapıp sabırla sindiriyordu. Ama hakkındaki iddialar onun bilmediği daha önce hiç yumruk almadığı bir yerden geliyordu. Emektar koruma müdürü ve dostu yaşlı Cemal ile göz göze geldiler. Konuşamadılar bile sadece “Neler oluyor?” diye birilerine manidar bakabildiler. Sonra durum değerlendirmesi için çalışma odasına geçtiler.
Klasik arabasında ailenin yanına taziye için gitmekte olan Selim bir yandan haberlere, bir yandan sosyal medyaya, öte yandan da gazeteci arkadaşlarından gelen mesajlara bakıyordu. İstemsizce “Olamaz yapmış olamaz Nihat Bey böyle bir şeyi asla ve asla yapmış olamaz” diye haykırdı. Ve telefonunu kapatıp gazı kökledi. Selim acıyarak “Zavallı adam yıkılmıştır.” dedi.
Savaş, babasının borsada değeri düşen şirket hisselerini hızla toplarken bitirici son hamleyi de yapmak için sabırsızlanıyordu. Adamlarından devamlı bilgi akışı geliyor. Herşey umduğundan iyi ve hızlı gelişiyordu.
Selim “Güçlü Malikânesi” kapısının önüne durdu. Güvenlik üst seviyedeydi. Yine havada dronlar uçuruluyor, kameralar her yeri gözlüyordu. Selim arabasını park edip yürürken “Bütün bunlar bir masumu korumaya yetmedi.” dedi. Sonra acz içinde “Allah’ım sen koru.” dedi. Hizmetli onu direkt Nihat’ın çalışma odasına çıkarttı. Selim attığı her adımda bu muhteşem malikânedeki acıyı hissediyordu. Nihat Bey’in çökmüş olduğunu görmeye dayanamayacağını düşünüyordu. Ama yapmalıydı. Selim, baş başa konuşan Cemal ve Nihat’ın yanına girdi. Selim “Başınız sağ olsun Nihat Bey.” derken biraz da şaşkındı. Nihat her zamanki güçlü duruşu ve zerafeti içinde “Dostlar sağ olsun Selim Bey kardeşim.” dedi. Sonra eliyle gösterek “Cemal Canveren… Eskimeyen dostum ve eski koruma müdürüm.” dedi. Selim başıyla selamlayıp “Sizin de başınız sağ olsun.” dedi. Nihat “Selim Bey yazardır. Benim hayatımı kaleme alıyor. Ama bu gidişle pek biteceğe benzemiyor.” dedi. Cemal “Dostlar sağ olsun. Keşke daha başka şartla altında tanışsaydık.” dedi. Selim “Keşke…” dedi ve Nihat’ın gösterdiği tekli koltuğa oturdu. Nihat gayet sakin tane tane konuşmaya başladı. Sanki hiçbir acısı yokmuş gibi “Selim kardeşim, dünyalar yıkılsa insan yapacağından geri kalmamalı. Acıların altın da ezilip benliğini kaybetmemeli. Yani sıkıntılar, dertler, kederler, gamlar, tasalar her neyse seni esir almamalı. Dünyada her türlü belaya düçar olabileceğimizi kabul edip yaşarsak bunlar bize zor gelmez. Hayat toz pembe değil. Özellikle de bizim gibi derdi salihlik olan, her yaptığı işte Allah rızasını umanlar için bunlar doğal değil ama doğal…” Selim kafasının içinde onu kemiren soruların cevabını daha ilk dakikadan hem de sormadan almıştı. Başını masum bir çocuk edasıyla kaldırıp Nihat’a baktı. Selim “Buraya gelirken sizin perişan bir halde olduğunuzu düşünmüştüm. Sizin bu durumunuzu görmeye ben kendim dayanamam diyordum. Fakat siz, bırakın yıkılmayı, acılarınızı içinizde kor alev gibi yaşarken etrafınıza da güç veriyorsunuz. Ben günahlar denizinde yüzen ve zayıf da olsa Allah inancı olan birisiyim. Ama bu buluşmalarımızda, konuşmalarımızda şunu hissettim; sizin Allah ile adeta özel bir hukukunuz var. Ondan gelen her şeye amenna diyorsunuz. Sanki iki dostun nazireleşmesi gibi… Sizin anlatmadığınız çoğunun da anlayamayacağı uhrevi bir yönünüz. Bu devirde sizin gibi adam yoktur diyordum.” dedi. Bu arada alt kattan sesler, bağırışlar gelmeye başlayınca Nihat dışarı çıkıp aşağıya baktı. Polisler gelmişti. Sivil giyimli olan “Nihat Bey zorluk çıkartmayın.” dedi. Nihat aşağıya inerken Cemal ve Selim de takip ettiler. Nihat “Niçin zorluk?” dedi. Resmî memurlar kelepçeleri hazır ederken sivil giyimli “Kızınız Melek Güçlü’yü öldürtme suçundan göz altına alıncaksınız.” Arkasındaki memura baş işareti yapıp “Zanlıyı kelepçeleyin.” dedi. Müjgan avazı çıkıtığınca bağırarak “Siz ne dediğinizin farkında mısınız?” dedi. Kocasının önüne geçti. Polis “Hanımefendi sizi anlıyorum. Fakat kocanız sinsice bir plan hazırlamış ama her şey açığı çıktı. Lütfen…” dedi. Memurlar müdahale etti. Nihat direndi, biri zorla kelepçeyi bileğine geçirince Cemal elinden tutup sertçe “Yapmayın evladım. Saygınlığı olan birisine ki daha suçu sabit değilken bu yatığınız reva değil.” dedi. Polis “Babalık sen de kimsin?” deyip ittirmeye çalışsa da Cemal’den umulmadık mukavemet gördü. Cemal “Emekli başkomiser ve Nihat Bey’in eski koruma müdürüyüm.” dedi. Sivil giyimli gülerek “Kendisine sorsana şimdiki müdürü nerede?” Nihat ile Cemal ne diyor diye anlamak için birbirlerine bakarken polis devam etti “Tabi söyleyemez. Çünkü evinde ölü bulundu. Önce adamı kullanıp kızını öldürt, sonra onu ortadan kaldır.” Sonra sertçe elini havada savurup “Alın bu müptezeli.” dedi. Taziye için gelenler olayı anlayamayordu. Herkes duydukları karşısında büyük şok yaşıyordu. Sadece birkaçı fırsatı kaçırmamış, fotoğraf çekip görüntü kaydı almıştı. Nihat karga tulumba götürülürken Cemal “Sen merak etme herşeyi aydınlatacağım.” dedi.
Yaptığı kıyım karşılığı aldığı kirli paraları zulasına yerleştiren Cesur bir yandan da haberleri dinliyordu. Başarısıyla övünürcesine gülerek “Ulan Savaş bu kadar tezgahı ne zaman kurdun? Hem kardeşinden kurtuldun hem babanı yer ile yeksan ediyorsun hem de holdinge konacaksın. Ben kendimi şeytan zannederdim sen benden şeytan çıktın.” dedi.
Devamı gelecek ay…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir