Bir kral, soğuk bir kış gecesi nöbet tutan askere sorar: “Üşümüyor musun?” Asker cevap verir: “Ben alışkınım kralım.” Kral: “Olsun, sana sıcak tutacak kıyafetler getirmelerini emredeceğim.” der. Ancak kral, emir vermeyi unutur. Sabah nöbet yerinde askerin donmuş cesedi bulunur. Duvarda bir yazı vardır: “Kralım ben soğuğa alışıktım. Beni soğuk değil, sizin vaadiniz öldürdü.”
Asker, elbise beklentisine girdiği için normalde dayanabildiği soğuğa karşı yenik düşmüştür. Beklentiyle ilgili güzel bir hikâye…
Her insan hayatında çeşitli beklentiler içinde olur. Eşlerden, çocuklardan, komşulardan, iş arkadaşlarından, sokakta karşılaşılan insanlardan hep bir şeyler beklenilir. Beklentiye girmek normal midir, hangi beklenti sağlıklıdır, hangisi sakıncalıdır? Günlük hayattaki bazı beklentilerimize bir bakalım. “Eşim anlayışlı olsun, bana yardım etsin, çocuklarla ilgilensin, annem sevdiğim yemekleri yapsın, çocuğum odasını toplasın, iş arkadaşlarım bana karşı nazik olsun, yolda karşılaştığım insanlar kaba davranmasın, trafikte bana yol versinler, çok değer verdiğim arkadaşım benim ona verdiğim değer kadar bana değer versin, hatta daha fazla değer versin…” Örnekleri çoğaltabiliriz. Aslında olağan gibi görünen bu beklentiler doğru yönetilmediğinde kişinin ve çevresindekilerin hayatını zehir edecek bir hale dönüşebilir.
İnsanın eşinden yardım ve ilgi beklemesi, diğer insanlardan nezaket beklemesi elbette normaldir ancak bu beklenti, kişinin neyi, nasıl istediği ve karşı tarafın bunu nasıl anlayıp yorumladığına bağlı olarak değişiklik gösterir. Örneğin, anne çocuğunun odasını toplamasını ve temizlemesini ister. Çocuğunun tertipli, düzenli biri olmasını umar. Yetişkinin algıladığı düzen ve temizlik anlayışı ile çocuğun algıladığı temizlik anlayışı arasında fark vardır. Annenin beklentisini karşılamayan bir temizlik, anne ile çocuk arasında çatışmaya neden olacaktır. İstediği standartlarda yapılmadığında da anne temizliği kendisi yapacak; bunun sonucunda hem çocuk sorumluluk alamayacak hem de anne daha fazla yorulacaktır.
Bazı insanlar vardır ki her şey kendi istedikleri gibi olsun, dünya onların etrafında dönsün, herkes onun beklentilerine cevap versin, tüm işlerini başkası yapsın isterler. İstekleri olmadığında, beklentileri karşılanmadığında da mazlum rolünü oynarlar. Hz. Ali’nin (r.anh) “İnsan insana muhtaçtır.” sözünü yanlış okuyoruz! Kendi işlerimizi her zaman birileri yapsın, bizim sorumluluklarımızı üstlensin diye bekliyoruz. Her şey istediğimiz çizgide dursun istiyoruz. Beklentilerimiz karşılanmadığında da kırılan, incinen taraf oluyoruz. Bu açıdan bakıldığında kırılmak, gücenmek ne kadar yersiz görünüyor! Ancak bu duyguyu yaşayan kişi duruma objektif bakamadığı için kırılmaya hakkı olduğunu zannediyor. Çevresindekileri, en sevdiği kişileri de duygu sömürüsüyle manipüle etmekten geri durmuyor.
Evine misafir gelen bir kişi düşünelim. Evin hanımı misafirlerine her türlü izzet-i ikramda bulunur, onlarla hoşça zaman geçirir. Onları en iyi şekilde ağırlar. Bu kişi, davet ettiği arkadaşlarının evine gittiğinde kendisine de aynı muamelenin yapılması beklentisine girer. Ancak ev sahibi bu beklentiyi karşılamadıysa o kişi kendi içinde söylenmeye başlar: “Ben onları en iyi şekilde misafir ettim, rahat etmelerini sağladım ama benim ayağıma bir terlik bile vermediler. Ben onları yemeğe davet ettim, onlar sadece çay ikram ettiler. Ben özenerek tatlı yaptım, onlar pastaneden aldıkları kuru pastaları önüme koydular…” Kişi, niyetinin ne olduğunu ölçüp tartmalı. Eğer kendini yüceltmek, övünmek, yaptıklarıyla ön plana çıkmak veya aynı karşılığı görmek için misafirine ikramda bulunmuşsa girilen beklentiler yoğun ve yıkıcı duygulara dönüşebilmektedir. Beklentilerin sonunda bizi öfke ve hayal kırıklığı karşılamaktadır.
Şu soruyu kendimize sorarak başlayalım: “Ben kimden, ne bekliyorum?” “Beklentilerim makul seviyede mi yoksa abartıyor muyum?” “Karşımdaki insan, benim beklentilerimi anlıyor mu ve karşılayacak güce sahip mi?” Bir örnek verelim. Yeni evli bir çift düşünün. Hanımefendi eşi ile gezmek, yeni yerler keşfetmek, dışarıda birlikte zaman geçirmek, yeni tatlar denemek istiyor. Ancak beyefendi evde olmayı, sakince kafa dinlemeyi ve film izlemeyi seviyor; ayrıca sürekli harcama yapmaktan da kaçınıyor. Bu iki zıt durum bir süre sonra problem olarak patlak verecektir. Sürekli organizasyon yapan kadın, bir kere de kendisi söylemeden eşinin plan yapmasını isteyecektir. Ancak adam dışarıya çıkmak istemediği için, sırf eşinin gönlü olsun diye çıktığından kendiliğinden bu organizasyonu düşünemeyecektir. Her ikisi de isteklerinde haklı mıdır? Evet haklıdır çünkü herkesin eğlence/sevdikleriyle vakit geçirme anlayışı farklıdır. Hayattaki amaçları ve beklentileri birbirleriyle aynı olamayabilir. Burada çiftlerin kendilerini sorgulaması gerekir. Beklentiler karşılıklı olarak giderilemiyorsa, bir taraf hep alttan alıyor ve hep karşı tarafın istediği oluyorsa orada sağlıklı bir iletişimden bahsedemeyiz. Çünkü bir taraf hep diken üstündedir, eşini kırmamak/üzmemek için her şeye “evet” diyen taraftır. Her iki taraf da hem eşlerinin isteğini göz önünde bulundurarak hem de onların kişisel zamanlarına saygı göstererek/kendi kişisel zamanlarını önemseyerek bu ilişkiyi başarılı bir şekilde sürdürebilirler.
Bazen beklentilerimiz gayet makul olduğu halde insanların basit beklentilerimizi bile karşılayamadığını görüyoruz. Burada karşı tarafa beklentimizi açık bir şekilde anlatıyor olabilmemiz önemli. İnsanların aklımızı okumalarını, istek ve ihtiyaçlarımızı biz söylemeden, gözümüze bakarak anlamalarını bekliyoruz. Ancak bu, zaman isteyen bir süreçtir. Özellikle yeni arkadaşlıklarda veya evliliklerin başında kimsenin karşı taraftan böyle bir beklentisinin olmaması gerekir. Zira sonu hayal kırıklığı, suskunluk veya öfke patlamaları şeklinde olacaktır. Açıkça beklentilerimizi söylememize rağmen yine yapmıyorsa ne olacak? Burada da karşımızdakinin duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalışacağız. Neden yapmıyor? Bir bildiği mi var, yoksa önemsemediği için mi?.. Size makul bir açıklama sunuyor mu? Bu ikisini iyi ayırt edip ona uygun tepki verilmelidir.
Beklentiyi etkileyen birçok etmen vardır. Yaşanılan çevre, kültür, bireysel farklılıklar, yetiştirilme tarzı, yaşanılan koşulların etkisi, geleceğe yönelik istekler, medya ve sosyal medyanın etkisi sayılabilir. Özellikle son zamanlarda sosyal medyada yapılan paylaşımlar, kişilerin kendi hayatlarıyla izledikleri hayatları kıyaslamalarına ve kendi hayatlarını sorgulamalarına neden olmaktadır. “Onun eşi yapmış, sen de yap! Onlar yapıyor, biz neden yapmıyoruz?” tarzı sorgulamalar ilişkileri ve hayatı zedeleyici olabilmektedir. Bu nedenle sosyal medyanın gösterişli ve aldatıcı dünyasına kapılmadan, hayattan ve kişilerden beklentileri makul tutmak önemlidir.
Anadolu’da erkek evlada daha çok değer verilmesinin sebeplerinden birisi de yaşlandıkları zaman kendilerine erkek evladın bakacağı düşüncesidir. Bu beklenti hem erkek evladın omuzlarında gereksiz yüke sebep olmaktadır hem de ebeveynler bu beklentileri karşılanmadığında gönül kırıklığı yaşamaktadır. Erkek evlat da olsa kız evlat da olsa merhamet sahibi, ahlaki değerlere önem veren çocuklar yetiştirmek daha kıymetli değil midir? Merhametten yoksun bir evlat anne ve babasına ne kadar değer verip yaşlılıklarında hürmet gösterir ki!.. Yaşanmış bir örnek vermek istiyorum. 1970’li yıllarda bir ailenin kız çocukları oluyor. Erkek bekleyen baba, eşine küsüp evi terk ediyor ve bir ay eve gelmiyor, sırf erkek çocuğu olmadığı için. Birkaç yıl sonra erkek çocukları da oluyor. Baba yaşlanıp da bakıma muhtaç hale geldiğinde ona erkek evladı değil, kız evladı bakıyor ve son nefesine kadar onun gönlünü hoş etmeye çalışıyor. Dünyaya gelen bebek kız olduğu için evi terk eden baba umduğu bakımı, ilgiyi ve hürmeti kızından görüyor. Ne kadar ibretlik bir hikâye, değil mi?
Günlük hayatta çoğu zaman bir karşılık bekleyerek hareket ediyoruz. “Patronumla iyi geçineyim ki izin istediğimde bana izin versin.” “Eşime güzel yemekler yapıyım da istediğim bileziği alsın.” “Arkadaşlarla aramı iyi tutayım ki paraya sıkıştığımda bana yardımları olsun.” “Sadaka kutusuna para atıyım da benim hakkımda insanlar iyi düşünsün.” “İnsanlara yardım edeyim, sürekli onların zor zamanında yanlarında bulunayım ki benim ne kadar cesaretli ve mert olduğum konuşulsun.”
“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikâhlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.” (Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11) hadis-i şerifinde de belirtildiği gibi neyi, ne niyetle yaparsak karşımıza o çıkar. Bazen yaptıklarımızın sonu hüsranla sonuçlanır. İnsanların gözüne girmek için, onay görmek için her işe koşturan biri insanların memnuniyeti ile her zaman karşılaşamayacaktır. Çünkü insanoğlu ayette belirtildiği üzere nankördür. Rabbine karşı bile nankör olan insan, başkalarına karşı mı nankör olmayacak! Yaptığımız işi başkaları için yaptığımızda, beklediğimiz karşılığı göremeyeceğiz. Bu durumda o işlere/davranışlara devam edebilir miyiz? “Ben yıllardır çalıştım, saçımı süpürge ettim. Herkesin zor zamanında yardımlarına koştum. Kıymetimi bildiler mi? Benim onlara yaptıklarımı onların biri bile bana yapmadı. Ben de bundan sonra hiçbir şey yapmayacağım.” deyip kabuğuna çekilen, hayata ve insanlara küsen kişilerin yapmaları gereken ilk şey davranışlarını ve niyetlerini sorgulamaktır. Bu kişinin sürekli herkesin işine koşması, onlara yardımcı olması, kendinden ödün verip başkalarına öncelik vermesi Allah rızası ve iyilikseverlikten ziyade var olma çabası, insanlardan değer görme ve takdir edilme beklentisi olabilir. Kendi değerini bilen bir insan izzet-i nefs sahibidir ve herkesin kendisini kullanmasına fırsat vermez. Her işe koşarak da kendine zulmetmez. Herkesin her işine koşmanın onlara iyilik olmadığını, aksine en büyük kötülüğü yaptığını bilir. Zira başkalarının yapması gereken işleri yüklenmek, o kişinin hayat içinde mücadele etmesine, öğrenmesine fırsat vermemek demektir. Bu nedenle insanın izzet-i nefs sahibi olması, kendi değerinin farkında olup kimsenin koltuk değnekliğini yapmaması gerekir. Buradan “Kimseye yardım edilmemeli, herkes kendi başının çaresine bakmalı.” yorumu anlaşılmasın. Elbette iyilik yapacağız, yardıma ihtiyacı olan kişilerin imdadına koşacağız. Ancak bunu yaparken karşılık beklemeden, sadece Allah’ın rızasını gözeterek yapacağız. “Rabbim ben bu işi sadece Senin hoşnut olman için, benden razı olman için yapıyorum.” diye temiz niyetlerle adım atacağız. Yoksa insanları memnun etmek zor. İnsanların beklentilerini karşıladığımızda, bu onlara yeterli gelmeyecek. Daha büyük istek ve beklentilerle karşımıza çıkacaklar. İnsanoğlu doyumsuzdur. Her şeye rağmen insanlara yardımdan uzak durmamalı ve kendimizi de yıpratmamalıyız. Niyetimizi her zaman tazeleyip insanlara Allah’ın rızasını kazanma mantığında yaklaşmalıyız.
İyilik yapmaya devam edeceğiz. Yapılan o kadar iyiliğin boşa gitmemesi için niyet ağacının kökünü Allah’ın rızasına bağlayacağız. Eğer yaptığımız işleri önce Allah’ın rızasını kazanma niyeti ile yapıyorsak kazançlıyız demektir. “İyilik yap, denize at; balık bilmezse Halık bilir.” diye dillerde dolaşan atasözü durumu çok güzel özetlemektedir.
Uçuk beklentilerle hem kendi hayatımızı hem de sevdiklerimizin hayatını zorlaştırmanın bir anlamı olmadığını, sıfır beklentiyi yakalamaya çalışmak için gayret etmek gerektiğini belirtelim. Aynı şekilde insanların beklentilerini de doğru okuyup uygun tepkiler vermek ve kendimizi yıpratmamak gerektiğini de unutmayalım.