Şehrin tüm ışıltısına ve kalabalığına inat loş ve izbe kalmayı başaran Beyoğlu’nun ara sokağında meyhaneden yeni çıkan üstü başı düzgün, markalı kıyafetlerin içindeki sarhoş sendeleyerek yürüyordu. Hafif esinti yüzüne vursa da ağustosun bunaltıcı sıcağında ferahlamasına yetmiyordu. Sarhoş ise tüm bunlardan azade zorlana zorlana, bölük pörçük cümlelerle “Herkes hain, herkes lan…” diye söylenirken en galez küfürlerle bu tezini desteklemekten geri kalmıyordu. Nihayet yolun ortasını biraz geçtikten sonra yorulmuş olacak ki son sendelemeyle birlikte dengede kalmaya gücü yetmedi, yüzükoyun kapaklanacakken şimşek gibi yetişen kapüşonlu iki genç, çevik hareketlerle adamı sağlı sollu tutup “Bey amca dikkat et, yere düşmeyesin.” dediler. Sarhoş, pis kokan ağzından sallayalar saçarak “Sağ olun gençler ama beni bin hain yıkamadı.” dedi. Gençlerden biri tok sesiyle “Sen yine de dikkat et, her sallandığında bizim gibi tutan olmaz.” Derken, diğer genç tiz bir sesle, “İstersen evine bırakalım. Bu saatte iti kopuğu var, uğursuzu var, hırlısı var hırsızı var.” dedi. Sarhoş kollarını kurtarıp yıkılmam imajını perçinlemek için sol elini yumruk yaparak havaya kaldırdı, “Gerek yok… Ben yolumu bulurum. Tek başıma da ilerlerim…” dedi. Tok sesli ve janti giyimli genç “Eyvallah bey amca, sen iyisini bilirsin.” dedikten sonra gençler yollarına hızla devam edip ilk köşeden sola döndüler. Sarhoş aynı şekilde yürürken söylenmeye, küfürler savurmaya devam ediyordu. Tiz sesli alaycı bir şekilde “Ne demek seni tutan bizim gibi birini bulamazsın?” Tok sesli olan aynı müstehzi tavırla “Ya buna ne diyeceksin küçük bey? İti kopuğu var, uğursuzu var, hırlısı var hırsızı var!” Tiz sesli “Burası Beyoğlu’nun en sapa, loş yeri.” derken cebinden cüzdanı çıkarttı. Arkadaşına uzatırken “Düşmesen bile adamı düşürürler.” dedi. Tok sesli “Ama bizim yaptığımız hırsızlık değil, iyiliğin karşılığı… Ne de olsa yerlerde yuvarlanmasını engelledik.” diyerek cebinden en pahalı telefonlardan birini çıkarttı. Tiz sesli olan “Bu kahpe dünyada hiçbir şey karşılıksız değil.” dedi. Tok sesli olan cüzdanı alıp karıştırmaya başladı. “Beş bin lira nakit, şahsi kartları…” Elini hava kaldırıp göstererek “Ve yüksek limitli şirket kartı…” Tiz sesli “Artı cep telefonu…” derken kimse girmesin diye etrafı nizami teneke plaklarla çevrilmiş boş, yıkık harabeye kendileri için açtıkları küçük delikten girdiler. En sote yerine geçip kapüşonları çıkartınca yüzleri belli oldu. Pis koltukların üstüne elleriyle vurup tozunu aldıktan sonra esmer tenli genç hemen oturdu. Ama buğday tenli, karizmatik giyimli olan, bulduğu temiz gazete kâğıtlarını sererek koltuğa oturdu. Çok geçmeden nefes nefese on yaşlarında iki çocuk, onların ardında on beş yaşlarında üç çocuk geldi. Karizmatik olan eliyle verin işareti yaparken emredici tonda “Hadi tahsilatları görelim.” dedi. Çocuklar cüzdanları, çantaları ve cep telefonlarını tiz sesli, esmer tenli olana verirken tok sesli “Çalmadınız değil mi lan?” dedi. Diğeri malları kontrol ederken tok sesli olan belinden tabancayı çıkarttı. İçlerinde en büyük gözüken titreyerek “Senden çalmak kimin haddine Coşkun abi?” dedi. Bu rağmen tiz sesli olan çocuğa elinin tersiyle bir tane geçirip “Geçenlerde çalan sen değil miydin lan?” dedi. Savrulan çocuk yüzünü tutarak “O bir kere oldu, o da yanlışlıkla oldu Vural abim.” dedi. Vural çocuğun üzerine yürüyüp “Bir kere olan her zaman olur.” diyerek korkudan titreyen çocukların üzerlerini tek tek aramaya başladı. Bir şey çıkmayınca Coşkun silahını beline koydu, cebinden çıkarttığı paraları adam başı iki yüz lira olacak şekilde taksim etti. Şamar yiyene sıra gelince ona yüz lira verip “Bu senin suçunun karşılığı, cezan daha bitmedi.” dedi. Diğer çocuklara bakıp “Böyle devam edin, adam olun. İleride daha çok kazanacaksınız. Şimdi toz olun.” dedi. Çocuklar giderken Vural cüzdanları tek tek boşaltmaya başladı. Coşkun paraları saydı. “Çok bir şey yok. On beş bin üç yüz yirmi beş lira nakit.” dedi. Vural “Elli iki tane kredi kartı.” derken kartlar elinde konuşmasına devam etti “Ulan bu kredi kartları çıktı, kimse keş taşımaz oldu.” Yüzünü buruşturup “İşlerin tadı kaçtı. Eskiden ne güzeldi! Çaldın kaçtın mal elindeydi.” dedi. Coşkun “Salak emmimin oğlu, zaten millette para nanay. Her şeylerini bankaların kartlarıyla borçlanarak alıyorlar.” dedi. Vural düşünürken esmer yüzünde bir aydınlanmanın yansıması olan gülümsemeyle “Mantıklı konuştun amcaoğlu.” dedi. Coşkun bütün ganimeti sırt çantasına doldururken Vural “Böyle derin konular beni aşar, biz işimize bakalım.” dedi. Beraberce yürüyüp gözlerden ırak bir yere park edilmiş eski model kırmızı renkli bir arabaya binip yola revan oldular. Vural cep telefonundan bir Roman havası açıp eğlenmeye başladı. Düşünceli halinden Coşkun’un aklında başka bir şeyler olduğu belliydi. Vural “Amcaoğlu neticede biz de hırsızız. Bu çocuklara niye bu kadar sert yapıyoruz?” diye sordu. Coşkun hiç tepki vermeden kararlı bakışlarla “Bizden bir kere çakıl taşını çalarlarsa her şeyimizi çalma cesaretini elde ederler. Bir de bu âlemde duyulursa itibarımız iki paralık olur. Sözümüz kifayetsizleşir. Üstelik insanlar iyilik gördüğü kişiyi severler ama saygı duymazlar. Üstüne üstlük istismar ederler ama çıkarının olduğu, korktuğu insanlara ise saygı duyarlar, en azından öyle davranırlar.” dedi. Vural yolun sağındaki gölgeyi görünce eliyle işaret edip “Berkant!” dedi. Coşkun yavaşlayıp durdu. Vural camı açıp biraz önce tokatladığı çocuğa bin lira uzatıp “Sen bizim has adamımızsın. Uza aslanım.” dedi. Berkant cesaret alıp sırıtarak “Abi eğlenceye mi?” diye sordu. Coşkun elini tabanca şeklinde yapıp “Berkant, Berkant… Bu hayatta ne kadar az şey bilirsen o kadar uzun yaşarsın.” dedi. Sonra da hızla gaza basıp sert bir kalkış yaptı. Şişhane ana yola çıkıp Kasımpaşa tarafına döndü. Altı yüz metre sonra Turabi Baba Türbesi’ni görünce sola dönüp Hasköy tabelasını takip etti. Sağ taraflarında kalan askerî deniz hastanesini görünce Vural “Buradan geçerken hep yakalanacağım hissiyatına kapılıyorum.” dedi. Coşkun sakince “Asker kaçağısın, normal.” diye karşılık verdi. Vural “Ya sen ne kaçağısın da böyle suratın asık?” dedi. Coşkun anayoldan Yengeç Sokak’a sapınca az ileride küflü, yazılarının çoğu silinmiş zar zor okunan “Güven Hurda” tabelasını başıyla gösterip “Bütün riski biz alıyoruz. Parayı ise bu insan müsveddesi götürüyor.” dedi. Vural “Anlaşıldı, sen daha çoğunu istiyorsun. Amcam bize hep ne der?” sorusunu sorup yine cevabı kendisi verdi, “Az ama devamlı kazanç, anlık çok kazançtan daha iyidir. Üstelik beğenmediğin o adam sistemi kurmuş. Hurdacı… Alışı belli değil, satışı belli değil. Tam kara para aklama merkezi. Mesele çok çalışmakta değil, işleyen sistem kurmakta.” dedi. Coşkun arabayı karanlık, tenha bir yere park etti. Çalıntı malların olduğu sırt çantasını eline alıp yürürken “Ben de onu diyorum. Bizim de kendi tezgahımızı kurmamız gerek.” dedi. Vural “O bizi aşar. Çevre lazım, adam lazım…” dedi. Duvarlarını aşan demir yığınlarının olduğu Güven Hurda’nın farklı farklı eski tenekelerin eklenmesinden oluşan kapısını çaldılar. Bir kamyonun gireceği kadar büyük sürgülü kapı hafif aralandı. Coşkun “Biziz Cezmi.” dedi. Kapı bu kez bir insanın girebileceği kadar aralandı. Coşkun önden, Vural arkadan girdiler. Demir tozlarından paslanan toprak zeminde ayaklarına demir parçasının saplanması ihtimaline karşı dikkatli adımlar atarlarken aradaki küçük metal plakalara basarak ileride ışığı yanan yazıhaneye doğru yürüdüler. Kahkahaların yükseldiği konteynerden bozma yazıhaneye girerken Coşkun “Neşen bol olsun Güven abi…” dedi. Ellili yaşlarında, üzerinde askılı beyaz atlet olan, yuvarlak tombul yüzlü, kır saçlı adam eliyle kolluklarının paslanmaz kaplamaları dökülmüş, muhtemelen de deri oturakları başka bir yerden uydurulmuş misafir koltuklarına oturmalarını işaret etti. Adam elindeki cep telefonundan video izleyip kahkahalarına devam ederken Coşkun kapının hemen yan tarafına asılmış, sessizde çalışan eski tüplü televizyona baktı. Katili yıllarca bulunamayan cinayet, kayıp akraba, çocuk ya da aldatma, ihanetlerin çözüldüğü kadın programı açıktı. Ne garip, Coşkun gecenin bir saatinde bu programların tekrarlarını sadece annesinin izlediğini zannederdi. O an yanıldığını anladı. Ama neden? Meraktan mı, komik mi, kendi hayatlarından bir parça mı buluyorlardı? Hâlâ çözememişti…Yüzü gülmekten iyice yumuşayan Güven telefonu elinden bırakırken “Bu komik adamlar beni gülmekten öldürecek.” dedi. Vural “Yüzün hep gülsün abim.” dedi. Güven bu kez göbeğini içine çekip dikleştikten sonra eliyle masanın üzerini gösterip “Bu gece neyiniz var gençler?” diye sordu. Coşkun sırt çantasından kartları çıkartıp uzattı, “Elli iki kart var abi.” dedi. Güven ellerini ovuşturup “Güzel… Limitleri de yüksekse voleyi vurdunuz.” derken önündeki bilgisayarı açıp bir bahis sitesine girdi. Sonra hızla kartların önlü arkalı tek tek fotoğraflarını çekip mesaj olarak atmaya başladı. Coşkun biraz tedirgin, gergin, normal ses tonun altında “Güven abi?..” dedi. Güven bakmadan “Hee çocuk…” dedi. Coşkun “Abi diyorum ki şu bizim payı biraz arttırsak mı?” Güven telefonu elinden bıraktı, kaşlarını çatıp Coşkun’a baktı. “Ne dedin?” Coşkun “Bütün risk bizde. Başımıza bir şey gelse, yakayı ele versek bütün ceremeyi biz çekeceğiz.” dedi. Güven “Bütün risk bizde diyorsun haa?” derken kartları tek tek düzgünce toplayıp sonra “Güzelliğin on par’etmez, bu bendeki aşk olmasa, eylenecek yer bulaman, gönlümdeki köşk olmasa” türküsünü okuyarak kartları Coşkun’a uzattı. “Benim düzeneğim olmasa bunların hepiciği çöp…” dedi. Kartları eline al dercesine sallarken “Haa, dersen ki bankamatikten oradan buradan bir şekilde para çekerim, o başka…” Coşkun almayınca kartlar elinde havada kaldı. Güven “Başına gelecekleri sana söyleyeyim. Bir iki çekersin sonra paket… Seni dama koyarlar.” dedi. Bu arada kapıyı açan Cezmi bu kez elinde üç tane kiri atomlarına kadar işlemiş plastik tabaklarda, kaynamaktan kararıp hali kalmamış acı çayları toplama sehpanın üzerine bıraktı. Güven kartları masanın ucuna bırakıp geri doğru yaslanırken işaret parmağıyla daire çizdi “Etrafına bir bak, burası hurdacı terazisi. Hassas kuyumcu dükkânı değil. Sarraf ederinden alır, satar… Santim santim ölçer, kuruş kuruş kazanır. Biz hurdacıların ise terazisi gözümüzdür. Bir şeyin ederini vicdanımız belirler. Bire, ikiye alır; yüze, bine satarız. Bizim mesleğin sırrı, raconu bu…” Gözüyle duvarda asılı vergi levhasını gösterip “Ha, ben namusumla iş yaparım diyorsan o da olur.” Hesap makinasını açıp “Kira en az elli bin, bir işçinin yeme-içme-yol dahil asgari maliyeti yirmi bin lira, otu çöpü aylık en az işine göre en az yüz bin lira; elektrik, su desen iki bin, peşini, geçicisi, arada bir de karşılıksız çıkan çek ya da batan para, ona da yüz bin de… Eee, sen taş mı yiyeceksin, yüz bin de sana yaz.” Makinayı Coşkun’un yüzüne tutup “Gördün mü, her yerde görünür görünmez senin ortakların var. Güven abiniz sizin için bütün bu maliyetleri ve riski sıfıra indirmiş, kılçıksız balığı altın tabakta ikram ediyor. Hayat matematik gençler. Hesabınızı yapın, tercih sizin.” dedi. Vural amca oğlunun elini çaktırmadan tutup acı çaydan istemeye istemeye bir yudum içti “Haklısın abi, senin de kendine göre masrafların var. Sen Coşkun’a bakma. Biz senden, takdirinden memnunuz abi.” dedi. Coşkun tepki vermeyince Vural, Coşkun’un elini biraz daha sıktı. Coşkun tamam manasında başını salladı. Güven kaldığı yerden fotoğraf çekmeye devam ederken bilgisayar ekranından yapılan işlemler görülüyordu. Güven “Aslında sende bir başkalık var. Pahalı, şık giyiniyorsun. Duruşun bir başka, patron havan var… Yani Allah babana bir evlat vermiş ama tam vermiş. Sen on adama denksin. Bütün işleri çekip çeviriyorsun. Hatta baban dışarıdan okuduğunu söyledi.” Alaycı bir şekilde devam etti “Bataklıkta gül açar mı? Açsa da nazende olur mu? Okuyup da ne olacan?” dedi. Coşkun net bir dille, tek kelimeyle “Vali.” dedi. Ortamda her şey bir anda dondu, kaldı. Vural ve Güven’in bakışları Coşkun’a yöneldi. Güven “Sen ne diyon?” dedi. Coşkun “Vali… Çocukken oyun oynarken hep vali olurdum, okuyunca da vali olacağım.” dedi. Güven, gülerek şüpheli bir tavırda “Devlet okusan da seni vali yapar mı?” Emin bir tavırla “Tabii ki yapmaz… Tanınmak, saygı duyulup çok para kazanmak istiyorsan, sana otuz beş yıllık piyasa tecrübemle kısa yolu söylüyorum. Klarnet çal, sesin güzelse sahne yap, internet minternet derken oradan televizyona atlarsın, paraya para demezsin.” dedi. Vural “Abi, bizim hesabı ne çıktı?” diye sordu. Güven hiç cevap vermeden “Hele aslan parçaları, ne iştah?” Kısa, iri olan “Baba, yukarıdaki Yaprak Sitesinin yıkımını bizim Erzurumlu hafriyatçı Şahin almış. Onunla anlaştık. Kapı, pencere, demir… bütün hurda işini bize verecek.” dedi. Güven gülerek “Aslansınız aslan.” dedi. Coşkun’a bakıp “Herkes bildiği işi yapacak.” dedikten sonra kasanın anahtarını eline aldı. Bilgisayarı son kez kontrol edip “Evet, sona gelmiş. Toplam dokuz yüz kırk beş bin liralık işlem yapılmış. Yüzde otuzu üç yüz on beş bin lira düşüyor.” dedi. Kasayı açıp iki yüzlük banknotları çıkartıp koyduktan sonra on beş lirayı da yüz liralıklardan ayrıca sayıp teslim etti. Coşkun paraları sırt çantasına koyarken Vural “Abi seninle iş yapmak bir zevk.” dedi. Güven “Sizinle de gençler. Çingene Suat’a çok selamımı söyleyin…” dedi. Sonra işi biten kartları oğluna uzatıp “Bunları Cezmi’ye ver. Geri dönüşüme atsın, israf olmasınlar. Ne de olsa millî servet.” dedi. Coşkun ve Vural ayağa kalktılar. Güven ikisinin de elini sıkarken Coşkun’a “Unutma ha, babana çok selamımı söyle.” diye sıkı sıkı tembihledi. Coşkun yürürken sırtı dönük elini “Eyvallah” manasında salladı. Paraları çantada, keyifler biraz limoni olsa da yerindeydi. Geldikleri gibi dikkatli adımlar atıp sürgülü kapıyı bu kez kendileri açıp çıktılar. Vural çantayı kucaklayınca esmer tenine kan geldi. Gülümseyerek “Amca oğlu, yüzün biraz gülsün artık.” Çantayı Coşkun’un kucağına verip “Paranın sıcaklığını hisset. İstediğimizi alamasak da işimiz yürüyor.” dedi. Coşkun çantayı sırtına geçirip arabanın kapısını açtı, şoför koltuğuna oturdu. Vural da yan tarafa oturunca araba yürümeye başladı. Coşkun “Daha çok kazanacakken azına niye razı olalım?” dedi. Vural “O kaz kafana kazıyıncaya kadar tekrarlayacağım, amcam yani senin baban namı diğer Çingene Suat bize ne öğretti? Az ama devamlı kazanç, anlık çok kazançtan daha iyidir. İşleyen düzeni bozmamak gerek.” dedi. Coşkun’un anlaşılamamaktan dolayı canı sıkıldı. Aynı yoldan geri dönerken Mürebbiye Sokak’ın köşesine arabayı park edip koşar adımlarla Cambaz Apartmanına girdiler. Merdivenleri ise bir solukta bitirip terasa çıktılar. Vural Coşkun’a “Biz iyiyiz be kuzen.” dedi. Vural Boğaz’ın, Üsküdar’ın, Haliç’in, Sarayburnu’nun, Topkapı Sarayı’nın, Ayasofya, Süleymaniye, Şehzadebaşı ve Fatih camilerinin ışıklandırılmış o muhteşem silüetini seyre dalarken amca oğlu Coşkun bu güzelliklere sırtını dönüp yüzünü Mecidiyeköy, Dördüncü Levent tarafına çevirmişti. Vural başını hafif sağa dönderip daha çok boğazı kast ederek “İstanbul’un bu manzarası harika be…” dedi. Coşkun gökdelenlere doğru dönüp “Asıl manzara, güzellik bu tarafta.” dedi. Vural küçümser bir edayla “Hee, sen o çelik ve cam yığınlarına mı güzel diyorsun? Oksijeni bile yapay…” dedi. Coşkun kollarını yana açıp Vural’ın baktığı tarafa dönerken “Buradakiler gibi kazanmaz isen…” Boğaz’ı ve eski İstanbul’u gösterip “Buraların tadını çıkartamazsın, bu bir. Kimse seni görünce ceketini düğmeleyip daha sen çalmadan kapıyı açmaz, bu iki. Her isteğine el uzattığında, hayattan daha fazlasını talep ettiğinde hadi oradan deyip seni aşağılayamaz, bu da üç.” Başıyla terasın pisliğini gösterip “Her akşam buraya gelip çocukluğumun mekânı diyerek yaşlanıncaya kadar ham hayallerle yaşar, babamla amcam ölünce de yüksek binaların arasındaki gecekondunun avlusunda takılırsın, bu da dört.” Tekrar gökdelenlere doğru dönüp “Ben oralarda yaşayıp her şeye yukarıdan bakan, en üst katındaki nezih ortamda özenle giydirilmiş garsonların servis ettiği içeceklerimi içerken kapımda bir işaretimle ‘Buyurun Coşkun Bey’ diyen adamlarım olacak. Ben daha aşağıya inmeden kapıda arabam yazın soğutularak, kışın ısıtılarak hazır bekleyecek.” dedi. Vural acıyan gözlerle bakarak “Diyelim ki bunlar oldu. Ama bir gün en olmadık yerde, en umulmadık zamanda bir densiz ya da bir düşman sana kim olduğunu, nereden geldiğini hatırlatacak. Rezil edip alay konusu yapmak isteyecek. O zaman ne yapacaksın?” dedi. Coşkun’un damarlarında kan delice akarken yüzü kırmızıya kesti. Vural’a inanmış gözlerle bakıp “Mutlaka olacak ama her gün aşağılanmaktan, her yapacağımız işte ciğeri beş para etmez adamların insafına kalmaktan daha iyidir. Hem onu hatırlatanı belki o an bir şey yapamasam bile sonrasında öyle ibretlik bir hale getiririm ki bir daha kimse bana bir şey tezkir etmeye cesaret edemez.” dedi. Vural ilk defa amca oğlunun başka dünyalara ait olduğu, yoldaşlıklarının bittiği hissiyatına kapıldı, içine ayrılığın hüznü öküz ölüsü gibi oturdu, acı hissetti. Bir ümit, daha işin başında vazgeçirmek için “Bu hayal ettiklerin az buz parayla olacak şeyler değil. Ki haddizatında tek başına maddiyatla da olacak iş değil… Ama yine de sen bu kadar kazancı gündüzleri Kapalıçarşı’da çaycılık, geceleri Beyoğlu’nun izbelerinde sarhoşları ayıklayarak mı yapacaksın?” dedi.
Devamı Gelecek Ay