Yoğun annelik algısı nedir? Günümüzde gerçekten anneliğe özgü kendiliğindenliğin kaybolması söz konusu mu? Bu durum gelenekle post-modern yaşam arasında yeni bir durum mu? Ya da annelik açısından gerçekten de yeni olan durum nedir?
Sharon Hays (1996) “Cultural contradictions of motherhood” adlı çalışmasında günümüz toplumunda hâkim annelik ideolojisini tanımlamak için yoğun annelik kavramını kullanıyor. Hays’in tanımıyla yoğun annelik, uzman rehberliğinde, risk bilinçli, maddi ve manevi olarak maliyetleri yüksek bir “meslek”. Burada meslek vurgusunun önemli olduğunu düşünüyorum. Açmak gerekirse ebeveynlik, daha özelde annelik her zaman fiziksel, sosyal ve duygusal olarak yeterince olgunlaşmamış bir varlığın hayata hazırlanmasıyla ilgili bir sorumluluk. Bununla birlikte modern devlet yapılarının yükselmesiyle özellikle üretken nüfusun büyüklüğü ve bu nüfusun sağlığı önem kazanmıştır. Dolayısıyla ilk defa 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında kadınların içgüdüleri annelik yapmak için yetersiz kabul edilmeye başlamış ve devletin ihtiyaç duyduğu sağlıklı nüfusu oluşturacak çocukların yetiştirilmesinde bilimsel bilgi ve onu temsil eden uzmanın rehberliği önem kazanmıştır. Ancak anneleri muhatap alan uzman önerilerinin dönemin koşullarına göre farklılaştığını görmekteyiz. Başlangıçta anne ve çocuk sağlığı kapsamında temizlik ve hastalıklardan koruma ve o dönemde etkin olan davranışçı ekolün çocuğun yetiştirilmesinde rutin ve disiplin vurgusu öne çıkmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında ise çocuğun psikolojik ve bilişsel gelişimini ele alan kuramların detaylanmasıyla önceki dönemin daha “katı” bilimsel anneliğinden uzaklaşılarak daha empatik bir tarz, annelere önerilmeye başlamıştır. Çocukta toplumun ihtiyacı olan özelliklerin nasıl geliştirileceği vurgusu yerini çocuğun gelişim evrelerini ve ihtiyaçlarını dikkate almaya bırakmıştır. Bowlby’in öncülük ettiği bağlanma literatürünün katkısıyla anne olma sorumluluğu böylece, çocuğun psikolojik gelişimini korumayı ve hatta destekleyip geliştirmeyi kapsar hale gelmiştir. Aynı zamanda ilgili literatürün odağı zaman içerisinde çocuktan anneye doğru kaymıştır. Yani zaman içerisinde çocukta müşahede edilen sorunların kaynağı olarak dikkat anneye çevrilmiştir. Bu ise annenin davranış, tutum ve hatta duygularını bilimsel dikkatin nesnesine dönüştürerek annenin çocuk yetiştirirken sadece çocuğu değil, kendini de izlemesini bir gereklilik haline getirmiştir. Tam da bu nokta aslında anneliğin, annenin üzerinde çalışması gereken bir meslek niteliği kazanmasına işaret etmektedir. Bugün halen bağlanma literatürünün uygun anneliğin ne olduğu konusundaki anlayışı şekillendirdiğini söyleyebiliriz. Aynı zamanda nöroebeveynlik, yani çocuğun beyin kapasitesini ve entelektüel potansiyelini geliştirme sorumluluğunu anneye veren yaklaşım da günümüzde uygun annelik anlayışı üzerinde etkilidir. Diğer bir ifadeyle, zaman içinde çocuğun uygun ve doğru gelişiminin gerekliliklerinin detaylandırılması anne olma sorumluluklarını çocuğu yakinen takip edip eksikliklerini giderme ve yeteneklerini geliştirme yönünde arttırmış, böylece annelikte sadece çocuğun fiziksel değil, psikolojik ve bilişsel gelişimi ile ilgili de rasyonel bir eğilim ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede bugün anne olmak, çocuk gelişimi ile ilgili en güncel araştırmaları takip etmeyi, dolayısıyla belirli bir uzmanlık seviyesine sahip olmayı, çocuğun gelecekteki refahını korumak için belirli bir eğitim stratejisine bağlılık göstermeyi ve çocuğun potansiyeline inanmayı ancak diğer taraftan çocuğu sürekli izlemeyi ve çocuğa yönelik kendisinin de taşıyabileceği tehlikeler hakkında bir farkındalığa sahip olmayı gerektirmektedir.
Yeni ve farklı bir çocuk kültürü niçin var? Bu durum anneliği nasıl etkiliyor?
Günümüzde anneliği farklı kılan sadece uzman önerilerinin odağındaki değişim ve genişleme değil. Çocuğa atfedilen anlamdaki değişimle eş zamanlı olarak onun daha kırılgan ve korunmaya muhtaç bir varlık olduğuna dair kabulün de arttığını görüyoruz. Aslında tarihsel ve kültürel olarak çeşitlilik gösterse de modernleşme sürecinde çocuk sahibi olmanın toplumsal statü, ekonomik katkı gibi sosyal gerekçelerinin zayıfladığını ve ebeveyne mutluluk, neşe verme, kendini gerçekleştirme, tamamlanma gibi psikolojik gerekçelerinin güçlendiğini söyleyebiliriz. Türkiye özelinde Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın Çocuğun Değeri Araştırması da bu duruma işaret etmektedir.
Bununla birlikte Batı’da ancak Aydınlanma sonrasında yetişkinlikten farklı kendine özgü biyolojik, sosyal ve psikolojik özellik ve ihtiyaçlara sahip bir gelişim aşaması olarak çocukluk algısının ortaya çıktığından bahsedebiliriz. Bu algıyla birlikte yanlış gelenek ve uygulamaların aktarıcısı olarak anne-babanın ilk defa sorgulanmaya başlaması söz konusu oluyor. Çocuğu zayıf ve korunması gereken bir varlık olarak ele alan, onu anne-babasından dahi koruyup gözetmeyi ve ona yön vermeyi içeren düşünce orta sınıf çocukluk ideolojisinin temelini oluşturuyor. Bu noktada Müslüman toplumların çocuğun masumiyeti, doğası gereği kötülükten uzak ve saf bir varlık olduğu kabulüyle zaten Batı’dan ayrıldığını vurgulamak gerekir. Ancak, bugünü farklı kılan, özellikle dijital iletişimde yaşanan gelişmelerle ortaya çıkan sürekli ve devasa bilgi akışının kışkırttığı, gündelik hayat dahilindeki pek çok şeyin çocuk için taşıdığı “risk” ve “tehlike”lere dair annelerin artan farkındalığı ve bu farkındalıkla çocuğun kırılganlığına dair varsayımın derinleşmesi, gündelik hayatta çocuğun yararına olabilecek etkileşimlere dahi imtina ile yaklaşılmasıdır. Kendini risk bilinçlilik olarak gösteren bu farkındalık, annenin kendisi için taşıdığı sonuç ne olursa olsun çocuğu tehdit eden, çok küçük veya çok az anlaşılmış olmasına bakmaksınız, tüm risk ve tehlikeleri azaltan davranış, tutum ve duygulanımları geliştirmesini ve sürekli kontrolde olmasını gerektirmektedir. Başka bir ifadeyle bugün anne hem çocuğunun gelişimini desteklemekten hem de onu, kendi kontrol alanının dışında da olsa, gerçek ve/veya potansiyel tehlikelere karşı korumaktan sorumludur. Bu sorumluluklar ise annelerin zihninde daha ziyade uzman önerileri vasıtasıyla gerçeklik kazanmaktadır. Uzman önerilerindeki çocuğu tehdit eden tehlike vurgusu ve bu tehlikeler karşısında annenin rolünün öne çıkarılması ise, anneler açısından risk ve sorumluluk arasında sürekli bir bağlantının kurulmasına neden olmaktadır. Anne ve çocuğun daha fazla izlenmesini ve ayrıca annenin hem kendini hem de çocuğunu daha fazla izlemesini gerektiren bu bağlantı, uzman önerilerinin yol gösterici özelliğinin daha da önem kazanmasını sağlamaktadır. Zira günümüzde bilimsel bilgi hâkim bilme biçimidir ve geçmişte doğru ve uygun anneliğin nasıl olması gerektiği noktasında yol gösterici olan gelenek ve/veya yerleşik uygulamalar geçerliliğini kaybetmiştir. Dolayısıyla bilimsel bilgi ve onu temsil edilen uzmana duyulan güvenle annelik arasında devamlı bir angajman söz konusudur. Ancak ne yazık ki bu angajman güvensizliği azaltmak yerine pekiştirmektedir. Çünkü bugün çocuk gelişimi ile ilgili profesyonel uzmanların ve çoğunlukla dijital iletişim kanallarında kendi annelik/babalık serüvenlerini paylaşmak suretiyle bir şekilde nasıl ebeveynlik yapmak gerektiği konusunda norm/standart koyma işlevini yerine getiren “yeni ebeveynlik uzmanlar”ın öneri ve mesajları çoğul ve çelişkili niteliktedir. Bu öneri ve mesajların kamuya aktarımında, yani toplumsallaşma biçiminde yaşanan değişim ise onları yorumlamayı annelerin karşısına yeni bir meydan okuma olarak çıkarmaktadır.
“Annelik hem bizzat uzman tarafından izlenen hem de annenin uzman bilgilerine referansla kendi kendini izlediği rasyonel bir sorumluluk niteliği kazanmıştır.” diyorsunuz. Anneliğin rasyonel niteliklerinin pekişmesine neden olan yeni sosyo-kültürel gelişmeler nelerdir?
Bu gelişmeleri üç sürece işaret ederek açıklayabiliriz: Neoliberalleşme, düşünümsel bilimselleşme ve bilginin postmodern dönüşümü. Türkiye’deki ekonomi politiği ne kadar neoliberal olarak tanımlayabiliriz tartışmalarını bir kenara koyarsak Türkiye’nin 1980’lerde başlayan küresel sistemle entegrasyonuyla, sanayinin dönüşümü ve teknolojik gelişmelerin kültürel boyutta neden olduğu değişmeler ve bunların kaynaklık ettiği yaşam deneyimleri bize yabancı değil. Bu değişimlerden önemli biri bilginin meta niteliği kazanması, bir üretim faktörü olarak tanınması ve bu bilginin üreticilerinin, yani uzmanların statüsündeki artıştır. Bilginin ekonomik boyutta kazandığı bu önemle bir taraftan daha önce sahip olduğu özerkliği zayıflamış ancak diğer taraftan da yeniliklerin sağlanması, ekonomik ve politik kararların alınması vb. konularda merkezî bir rol kazanmıştır. Bilginin iktidarla ilişkisinin yoğunlaştığı toplumumuzda baskın işlev ve süreçler ise giderek ağlar etrafında örgütlenmektedir. Bu örgütlenme ise teknolojinin dil ve bilgi üzerinde hakimiyet kurmasına, gündelik bilgiden farklı geçerlik ve güvenilirlik kriterlerine sahip bilimsel bilgiye özgü dilin basitleşip saydamlaşması ve bu bilginin enformasyon parçalarına dönüştürülmesini gerektirmiştir. Dolayısıyla bilginin hem niceliğinde hem de niteliğinde bir farklılaşmaya neden olmuştur.
Annelik bağlamında bu farklılaşmayı şu şekilde örneklendirebiliriz: Geçmişte uzmanlar, doğru tavsiyeyle sorunların anneler tarafından çözülebileceğini varsaymakta ve annelere daha net reçete niteliğinde tavsiyeler vermektedir. Bugün ise sorun ne olursa olsun annelerin bir uzmandan destek alması gerektiği düşüncesi yerleşmiş durumdadır ve uzmanlar doğrudan talimatlar vermek yerine, anneleri kuralcı olmayan, kendilerini anneyi destekleyici bir şekilde sunan bir üsluba sahiptir. Fakat paradoksal bir şekilde uzmanlar, sadece çocuğun sağlığı ile ilgili değil, aynı zamanda annenin kendini gerçekleştirmesi, kişisel tatmin sağlaması için uygulaması gereken pratik ve tutumlara işaret etmektedirler. Bu ise anneliği verili bir toplumsal rol olmaktan uzaklaştırarak başarılması gereken bir “iş” olarak kavramsallaştırılması, anneliğin rasyonel niteliklerinin pekişmesi ve bir girişim/tasarım niteliği kazanması yönünde etki göstermektedir. Öte yandan toplumun örgütlenmesinde bilimsel bilginin kazandığı önem yeni bir şey değil. Fakat bugün aşırı uzmanlaşma, bilgi üretiminde akademi dışı yapıların etkinlik kazanması, bilimin bilim aracılığı ile eleştirilmesi yani bilgi ortamlarının düşünümselleşmesi süreçleri sonucunda bilim çok daha heterojen ve çoğul durumdadır. Dolayısıyla hâkim bilme biçimi olarak bilimi tanıyor olsak da bugün bilimsel bilgi toplumu bağlayan bir hakikat tanımı için yeterli değildir. Anneler açısından bu durum, annelerin çocuk bakımı ve gelişimi ile ilgili sürekli yenilenen, değişen ve çoğullaşan uzman görüş ve önerilerini izlemesi, onlar arasından tercihte bulunması, annelik pratiklerini ve anne kimliğini söz konusu tercih doğrultusunda gözden geçirmesi ve gerektiğinde tekrar düzenlemesi anlamını taşımaktadır. Özetle uzman önerilerinin anneliği kadının kendini gerçekleştirmesinin bir yolu olarak sunumu, bu önerilerde kullanılan dildeki muğlaklık ve bu önerilerin çoğul ve heterojen niteliği kadınların anneliği yaptıkları tercihlerle inşa ettikleri bir proje/tasarım olarak ele alması gibi bir sonuç doğurmaktadır. Bu ise çocuğun sağlıklı gelişimini garanti edebilmek için annenin sadece uzmana başvurmasını değil, aynı zamanda annelikle ilgili kararlarında düşünümsel bir çaba içerisine girmesi, bu çaba içerisinde de çocuğuna karşı kendi davranış, tutum ve duygulanımlarını da sürekli gözden geçirmesi anlamını taşımaktadır.
Anneliğin sürekli izleme ve izlenme süreçleri ile iç içe geçmiş olmasının anne-çocuk ilişkilerine yansıması nedir, duygusal anlamda anneleri nasıl etkiliyor?
Bahsettiğiniz iç içe geçmişliğin ortaya çıkmasında modern topluma özgü gözetim ve modernliğin ilerledikçe gözetimin içselleştirilmesi ile gelişen özdenetimin önemli olduğunu vurgulamak gerekir. Bireylere ait bilgilerin toplanmasına ve onların toplumsal normlara uyumlandırılıp denetlenmesine dayanan gözetim, modern kurumsal mantığı yansıtmaktadır. Ancak teknolojik gelişmeler ve dijitalleşmenin yukarıda bahsettiğimiz bilginin kendisinde, içeriğinde, saklanma ve iletilme koşullarında yarattığı değişim bu mantığın akışkanlaşmasına neden olmuştur. Böylece uyum ve denetim dışarıdan bir baskı veya kontrole gerek kalmaksızın ikna yoluyla, teşvik ve yönlendirme aracılığıyla sağlanır hale gelmiştir. Bu durumun paradoksal sonucu, insanların kendi özgür iradeleriyle rıza gösterdikleri gözetim/denetimin hayatın en ince ayrıntısına kadar yayılmasıdır. Annelikle ilgili olarak, bu durum, uzmanlıkların, onları temsil eden kurumların disipline edici güçleri devam ediyor olsa dahi, doğru ve uygun anneliği tanımlamada artan önemi ve değerine bağlı olarak onayladıkları davranış ve tutumların anneler tarafından içselleştirilmesi ve kendi benlikleriyle özdeşleştirilmesi olarak kendini dışa vurmaktadır. Uzman önerilerinin öne sürdükleri risk argümanlarıyla anneler üzerinde etkili olduklarını ve annelerin kendilerinin de bilimin nesnesi oluşturduklarını göz önünde tuttuğumuzda, bu durum annelerin hem çocukları için hem de kendileri için ihtiyatlı seçimler yapma zorunluluğuna ve bu zorunluluk kapsamında kendileri kontrol etme, tanıma ve geliştirmelerinin ahlaki bir girişim niteliği kazandığına işaret etmektedir. Söz konusu girişimin nasıl olması gerektiği ile ilgili bugün anneler, çocuğu nasıl övmesi, ona nasıl davranması ve kendini nasıl ifade etmesi, onun duygularını nasıl kabul etmesi gerektiği gibi pek çok konuda önerinin ve bu bağlamlarda göstereceği olumsuz tutum ve davranışların çocuğa yönelik oluşturduğu riskleri vurgulayan uyarıların muhatabı konumundadır. Her gün bu tarz uyarı ve önerilerle karşı karşıya gelmek ise ister istemez çocuğuna karşı davranış, tutum ve duygularını denetlemek ve yönetmek mecburiyetini doğurmaktadır. Bunu sağlanamadığı koşullarda ise annenin kendini suçlu ve yetersiz hissetmesi kaçınılmaz olmaktadır.
Anneliğin inşa edilen bir tasarıma dönüştüğü böyle bir ortamda anneliğe ait çağdaş sorunlar olduğunu düşünür müsünüz?
Bu dönüşümün ortaya çıkmasında bilgi ve teknoloji arasındaki yeni ilişkide bilgide meydana gelen değişmelerin ve uzmanlık bilgisinin anneler üzerinde etki gösterme mekanizmalarından bahsettik. Bu soruyu cevaplamak için belki bir başka boyutu daha açmak gerekmekte. Bugün bilimsel bilginin daha çoğul, heterojen ve müphem nitelikte olduğundan da bahsetmiştik. Söz konusu niteliği besleyen çağdaş gelişmelerden biri bugün her bir bireyin dijital iletişim kanallarında birer üreten tüketici olarak yer alabiliyor olmasıdır. Yani sıradan kişiler olarak anneler de dijital iletişim kanallarında hem uzmanların kendilerini muhatap alan öneri ve uyarılarını tüketmekte hem de kendilerine ait içerik ve bilgileri üretmektedir. Sosyal medyada veya diğer dijital iletişim kanallarında kendi annelik deneyimleri üzerinden kendilerini takip eden diğer annelere rol model olarak hizmet eden “yeni ebeveynlik uzmanları”nı annelik bağlamındaki üreten tüketiciler olarak zikretmek gerekir. Her ne kadar anneliklerini sunumlarının gerçeklikleri sorgulanıyor olsa da bu uzmanlar bir nevi kalite kontrol işlevi yüklenerek kadınların kendi anneliklerine dair değerlendirmelerini etkilemektedir. Ayrıca bu uzmanlar, dijital iletişim kanallarını yoğun annelik anlayışına ait söylemleri oluşturup yaymanın yanı sıra psikolojik ve ekonomik değer yaratımı için kullanmaktadır. Yani söz konusu kanallar, bir taraftan “annelik bilgisi”nin aktarım biçimini ve aktarılan bilginin dönüşmesini sağlarken diğer taraftan kadınlara kişisel annelik deneyimlerini paylaşmak yoluyla geniş kitlelerden alınan onay ve elde edilen meşruiyet ile psikolojik değer, data toplama, reklamcılık ve web sitesi trafiği gibi yollarla kâr elde edilmesini sağlayarak ekonomik değer yaratma imkânı vermiştir. Anne kimliği de bu bağlamda imaj ve göstergeler yoluyla üretilip tüketilebilen bir şey olma niteliği kazanmıştır. Bu üreterek tüketme durumu ise özne ile nesne arasında bir farkın kalmadığı, birbirinin yerine geçebildikleri bir eşdeğerlik yarattığı için ve anneliğe özgü niteliklerin metalaşması yönünde etki gösterdiği için önemli bir sorun olarak zikredilmeyi hak etmektedir. Diğer taraftan bugün anneler, kentsel dönüşüm süreçleri ile düşünüldüğünde geçmiştekine nazaran çok daha yalnız durumdadır. Bunun bir diğer anlamı annelerin geçmiştekinden daha az sosyal desteğe ve kendilerine yol gösterebilecek daha az bilgi-deneyim paylaşımı imkânına sahip olduğudur. Dolayısıyla bilimsel bilgiye verilen onayın ötesinde annenin kitabi olan uzman bilgisiyle ilişki kurma mecburiyetinden bahsetmek mümkün. Ancak bu ilişkinin ve onun neticesinde ortaya çıkan çocuğun ve anne kimliğinin bir proje/tasarım olarak ele alınmasının anneliğe özgü doğallığın kaybolması ve çocuğun yetişkinlik döneminde ihtiyaç duyacağı yaşam becerilerinin gelişimi için gündelik hayata içkin fırsatların değerlendirilmemesi, dolayısıyla gerçek hayatla bağlantısı zayıf nesillerin yetişmesi gibi problemleri uhdesinde taşıdığını söyleyebiliriz.