
Nûn. Kaleme ve yazdıklarına and olsun…
İstanbul! Kur’an’ın yazıldığı güzel şehir…
Lamelif misali, bir yanı Doğu’ya, bir yanı Batı’ya bakan. Bir yanı kıyam, bir yanı rûkû, hattatlar gibi beş vakit secdede ruhu… Sokakları semaya yükselen, tekbir getiren minarelerle dolu. Her namaz vakti dolup taşan camilerinde ibadet eden Müslümanların her “Bismillah” deyişinde, her “Allah” deyişinde, her “Hu” deyişinde verdikleri nefesin rüzgârıyla kandillerden çıkan kurum, is odalarına doğru giderken başlar mürekkebin yolculuğu… En az 80 bin kere tokmakla dövülür havanda kurum, razıdır. Mürekkep olsun yeter ki, yeter ki bir noktası olsun harfin, okunsun. Yediği her tokmakta “Hayy!” diye inler. Mürekkep olmuştur artık. Çuhadan, keçeden mibzeleden süzülür. O mürekkep ki kalemin gözyaşıdır şimdi, yazdığı her Kur’an harfinde Allah aşkıyla ağlayan…
Ağaç da uzun ve sabır gerektiren aynı yolun yolcusudur kurum gibi… Vücudunu köklerinden ayırmak için bileğine inen baltanın acısını duymaz bile, razıdır. Toprağın üstünde secdeye varacaktır. Artık o da bu yola baş koymuştur, kağıt olacaktır. Misklerle, güllerle kokulanacak, nohudiye, gül pembesine, kanarya sarısına boyanacak, aharlanacaktır. Günlerce gölgede kuruyacak, sonra pestereğe uzanacaktır. Çilesi bitmeyecek, daha mührelenecek, ezilecek, ezilecek, ezilecek, ezildikçe “Hu!” diye inleyecektir. Ezildikçe öyle pürüzsüz öyle pürüzsüz olacaktır ki kalem üzerinde adeta kendinden geçecek, mürekkep kıvamında akacak, Kur’an’ı ilelebet göğsünde saklayacaktır…
Allah’ın insanlığa ilk emri, “OKU”dur. Kalem de okumak gibi üstün ve önemli. Yazmak ve okumak, dünyada bilginin yayılmasıdır. En güzeli de Allah’ı bilmektir. O, ne güzel bir bilgidir ve O’nu bilmekle başlar her şey… Yazmak ister kalem, okunsun diye yazdığı. Aşk içmek ister hokkadan ve başlar her şey küçücük bir noktadan… Kamış, kalem olabilmek için yıllarca gübre içinde kalıp yanmaya, defalarca yontulmaya razıdır. Sabırla beklemesi, onca çile çekmesi, bir tek Kur’an harfi yazabilmek içindir. Şimdi maktaya uzanacak ve bağrına bıçak saplanarak şaklanacak “Hakk!” diye inleyecektir. Olmuştur artık. Nihayet hokkadan aşk içecek, dua ederek ağlayacak ve ilk “Rabbi yessir” izi bırakacaktır kâğıt üzerinde; “Rabbim zorlaştırma kolaylaştır”… Duadır, sabrın sanat halidir yazı. Nokta nokta, harf harf, ahenk içinde, “OKU” diyeni sevmektir…
“OKU” diyeni sevendir hattat. Şeddeli atar göğsündeki kalp. Yazarken öyle bir hal içindedir ki Rabbiyle beraberdir, huşû içinde ibadet halindedir. Muhtevası tevazudur, tevekküldür, gayrettir… Hattat olmak hattı bilmek, hattı bilmek haddi bilmektir ve hattatlar yazdıkça, yeryüzünde yayılacaktır bilmek…
Kurum “mürekkep” olmak için, kamış “kalem” olmak için, kâğıt da “yazılmak” için, hattat da “Hiç” olmak için, uzun ve zahmetli bir terbiyeden geçmiştir. Aşk ateşinde tutuşup yansa da kül olsa da kâğıt, kalacaktır mürekkep. O zaten çoktan yanmıştır, kurumdur onun özü. Kâğıt yansa kül olsa da her zaman kalacaktır yazı. Hattatın kalemi kamıştan, kâğıdı ağaçtan, mürekkebi kurumdan, meşki ise yaratanın aşkındandır. O’dur Rana, O’dur Mana… Selam olsun, dili mürekkep yalayan, eli kalem tutanlara…
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

