Şarkı Söylemek Melodi Eşliğinde Sohbet Etmektir / Mustafa Keser

gonul-20-mustafa-keserGençlerin sanat musikisine olan ilgisinden bahseder misiniz?
Samsun’dan yeni geldim. 19 Mayıs Üniversitesi bana güzel bir ödül verdi, yarın televizyona da götüreceğim. İşin şaşaasında değilim ama “Gençler Türk müziğini sevmez, dinlemez.” diyenlere nispet olsun diye götürüp televizyonda göstereceğim. Üniversite gençleri bize “Türk Sanat Müziği Yılın Ödülü”nü veriyor. Demek ki üniversite gençleri sanat müziğine önem veriyor.
Çalışmalarımız biraz yorucu oluyor, gençlikte olduğu kadar dinç değiliz ama yine de fena değil. Haftada üç dört gün program oluyor; bir gün televizyon programı var, bir gün de illa ki İstanbul dışına bir yerlere davetli olarak gidiyoruz. Yakında TRT’de bir programa başlayacağım. Sayın Başbakanımız: “Cumartesi akşamı olsun, ben de arada izlerim.” demiş.

Hayat inişli ve çıkışlı… Sanat camiasında olduğunuz halde uzun yıllar sonra kitlelerin iltifatına mazhar oldunuz. Bunu neye bağlıyorsunuz? Şöhret olduktan sonra insanların size karşı davranışlarında nasıl bir değişme gözlemlediniz?
Büyük camialara yayılması açısından geç duyulmuş olabiliriz ama keşfedilmemiz taa mesleğe başladığımız yıllardan başlar. İnsanlar tarafından çok tanınmıyor olsam da Edirne’den Hakkâri’ye kadar müzikle iştigal eden herkes beni tanırdı. Meşhur olmadan önce de radyo sanatçısıydım, üniversitede hocaydım ancak meşhur oluşumuz bir programla oldu. Öncesinde de müzik hayatımız, müzik kariyerimiz vardı. Zaten o kariyere dayalı olarak bize o programı teklif ettiler.
İnsanların sevdikleri sanatçılara bakış açısı ne ise bize de o şekilde bakıyorlar. Ama benim açımdan ne değişti meselesine gelince; meşhur olan insanların durumunda büyük değişiklikler oluyor, bende bir değişiklik olmadı. Ben bugüne kadar, sanatçı olduğumdan dolayı bir farklılık göstermeden kendi halinde mütevazı yaşayan bir adamım… Sistem öyle oturmuş, atadan dededen nasıl gördüysek öyle yaşıyoruz. Benim arkadaşlarımdan biri doktor, biri mühendis, biri esnaf. Benim de işim müzik, ben müzikten ekmek paramı çıkaran bir adamım. Hadise bundan ibaret, ben bu şekilde bakıyorum. Sanatçı olmak bizim burnumuzu havaya kaldırmadı. Çünkü ben buraya emekleyerek, bir sürü merhalelerden geçerek geldim. Tabi önceki tanıdıklarımdan “Bakış açısı farklı, meşhur oldu. Acaba bizimle konuşur mu, bize selam verir mi?” deyip bizimle konuşmaktan imtina etmiş arkadaşlar olmuştur zaman içerisinde… Karşılaşınca da “Neden aramıyorsun sormuyorsun?” dedim. O da bana “Yani bizle konuşur musun konuşmaz mısın diye tereddüt ettik.” dedi. Ben de ona “Nasıl böyle düşünürsün, nasıl böyle bir şey aklından geçer. Biz mahalle çocuğuyuz, biz arkadaşız…” dedim.

Siz çok yönlü sanatçılardansınız. Birçok enstrümanı kullanabiliyorsunuz. Halk müziği ve sanat müziği alanına hâkimsiniz…
Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği ve Batı Müziğini de az çok bilimiyle armonisiyle bilirim. Ayrıca dinî musikiyi de çok iyi bilirim. Allah, bana kabiliyet ve zekâ lütfetmiş, gerisini bana bırakmış… Biz de yıllar içerisinde Allah’ın bize lütfu olan bu vasıfları çalışarak süsledik. Üç beş tane telli enstrüman çalabiliyorum. Ben radyoya ses sanatçısı olarak girdikten sonra maalesef müzisyenliği bıraktım. Tabi ekmek paramızı müzikten kazanacak duruma gelinceye kadar bir sürü tali işler yaptık. Şoförlük yaptım, havaalanında memurluk yaptım, giyimde çalıştım, cafe çalıştırdım. Müziğe destek olsun diye yapmadığım iş kalmadı. İzmir Radyosuna ses sanatçısı olarak geçince tali işleri bıraktık ve ses sanatçılığından sonra maalesef müzisyenliğim çok geriledi. Şu anda enstrüman çalarken gördüğünüz hâlim, yüzde doksanımın kayıp hâli. Enstrümanı her gün çalmak lazım, futbolcu gibi… Futbolcu top oynamasını bilmiyor mu? Biliyor ama niye her gün antrenman yapıyor? Seviyesini muhafaza etmek için veyahut da biraz daha ileriye götürmek için… Ben her gün iki üç saat müzik çalışırım, çalışmadan asla olmaz…

Bazıları çalışıyor yine de olmuyor…
Müzik bilgisine sahip olabilirler. Ama ses de Allah vergisi bir yetenek. Bu yetenek müzikte de kendini gösteriyor.

Musikinin bu kadar içerisinde birisi olarak, Batı müziğini ve Türk müziğini değerlendirebilir misiniz?
Musikinin her türlüsünü dinlemeyi seviyorum. Bir konçerto çaldığı zaman benim kadar anlayıp ilgi göstermek mümkün değil. Müzisyen olduğum için orada yapılan işlerin ne kadar mükemmel şeyler olduğunu anlıyorum. İnsanlar ancak melodi olarak kulağına hoş gelirse dinleme tercihinde bulunuyorlar. Ben hem kulak hem de ustalık açısından büyük bir hayranlıkla dinliyorum.
Hal böyleyken kişiler olayları bilgisi çerçevesinde değerlendirir. Ne kadar biliyorsa, olayı o kadar değerlendirir. Sizin görmediğiniz birçok hatayı işin erbabı görür. Dolayısıyla ben musikinin her türlüsünü büyük bir keyifle dinlerim, Frank Sinatra gibi… Perry Como isminde bir adam var, olağanüstü mükemmel okuyor. “Şarkı nasıl söylenir?” diyenlere o adamı dinleteceksin, nasıl söylenmesi gerektiğini öğrenecek oradan. Nat King Cole’da öyle, hepsi “üslup adap ne olmalıdır, şarkı nasıl söylenir”e örnek gösterilebilir. Benim çok güzel bir tarifim vardır: “Şarkı söylemek melodi eşliğinde sohbet etmek demektir.” Bu eda ile bu anlayışla şarkı söyleyeceksiniz. Şarkı söylemenin konuşmaktan tek farkı melodi eşliğinde olmasıdır. Çünkü bir konu anlatıyorsunuz karşı tarafa, bu hikâye değil. Sözlü eser yaptığına göre demek ki karşı tarafa bir şey anlatmaya çalışıyorsun. O zaman konuşurken bir konuyu nasıl anlatıyorsak; mimiğimiz, sertliğimiz, ifademiz, şiddet, hiddet, sevgi vs. duygu durumuna göre vücut şekil alır, ses tonunuz değişir. O şarkı da o sözler de bir konudur. Onu da, konuşma edasında ne ise hiddetiniz şiddetiniz aynı eda içerisinde… Gülen bir konuyu ağlayarak söyleyemezsiniz veya ağlayan bir konuyu gülerek anlatamazsınız. İki gözüm iki çeşme diyerek sahnede oynamamalısınız. Adam iki gözüm iki çeşme diyor sahnede oynuyor. Bu, güzel şarkı söylemek mi? Ben aynı şarkıyı söylüyorum insanlar ağlıyor; çünkü ben iki gözümün iki çeşme olduğunu ifade ediyorum. Ağlanacak şarkıda gülenlere sormak lazım, hangi düşünceyle bunu yapıyorsun, sen nasıl bir beyinsin?
Matematiksel olarak, makamsal olarak Batı’ya göre çok daha zengindir Türk müziği. Mesela benim bir tane nota programım var “Finale” diye bir nota programı… Türk müziğindeki notaları işaretleyemiyor, notalandıramıyoruz. Yazılımcılarımız Türk müziği fontları hazırlamışlar, onları da yükledikten sonra Türk müziği işaretlerini oraya koyabiliyoruz, aksi takdirde eksik kalıyor. Batı’da birbirine eşit aralıkta on iki tane ses vardır ama bizde yirmi küsur ses var. O yarımların da aralarında kullandığımız sesler var ve buna bağlı olarak o sesleri ifade etmek için de “diyez” ve “bemol” nota işaretlerinin bizde farklı farklı şekilleri vardır. Bir santimlik bemol, iki santimlik bemol gibi. Okuyucunun anlayacağı şekilde söyleyeyim, tam sesin arası bir santimse, yarısı yarım santimse, bizim müziğimizde bir milimlik de bemol var, bir milimlik de diyez var, buna bağlı olarak başka işaretlerimiz var. Bundan dolayı Batı müziği enstrümanları Türk müziğini çalmak için yetersizdir, ses sisteminden kaynaklanır, o daha kötü müziktir anlamında değil. Kötü müzik yoktur, kötü icraat vardır. Türk müziğinin Batı müziğinden farkı diyelim, artıdır bir yerde. Şöyle artıdır, onlar bizden daha az ses kullanıyorlar. Bizim “koma” ses (Kulağın ayırt edebildiği en küçük ses aralığıdır) dediğimiz bir milimlik seslerimiz, Batı’da yok sayılıyor!.. Olur mu, ben bu sesi bastığıma göre tabiatta bu ses var demektir. “Re”den “do”ya kayarak geldiğinde bütün sesleri basabiliyorsun, ama sen kullanmıyorsan bu benim sorunum değil. Hiçbir müzik birbirinden üstün değildir, çünkü yüce Allah’ın verdiği sesle icra ediliyor.

Dünyada Hint, Çin, Japon müzikleri var. Bu tarafa geldiğimiz zaman Batı müziği var, Afrika müziği var, çok farklı sesler var. Sizin melodi olarak, ritim olarak, kulağınıza hoş gelen beğendiğiniz bir ritim var mı?
Her müzikte çok harika sesler, olağanüstü ses teknikleri var, çok değişik çalgılar da var. Hint’teki çalgı bizde yok, bizdeki çalgılar da onlarda yok. Batı’da Slow Bolero müziği var. Dediğim gibi Frank Sinatra’nın parçalarını hatırlayın. O tür şeylerin bizde eksikliği var, bizde o tür müzik yok ama bizde olan türler de onlar da yok. Bu birinin birine üstünlüğü değil, içerisinde barındırdığı farklılıktır, zenginliklerdir. Toplumların kültürel birikimleri farklı farklı… Allah insanları kaynaşsınlar diye kavimlere ayırmış. Bu ayrılığın kültürel zenginliğini müzikte de görüyoruz.

Televizyon programlarında istek geliyor ve siz istenilen her şarkıyı anında söyleyebiliyorsunuz?
Açık yüreklilikle söylüyorum, gelen istekler belirli şarkılar ya da türküler, genelde aynı istekler geliyor. Dolayısıyla çok şarkı söylüyoruz gibi görünüyor ama öyle değil. Hepsi yüz elli iki yüz şarkının içinden gelen istekler. Bu, Mustafa Keser’in repertuarı geniş anlamına da gelmiyor. Türkü, şarkı repertuarım çok geniştir, ayrıca beş altı tane Mevlevi ayin-i şerifi ezberimden okurum. İsteklere cevap verme hususunda piyasaya vâkıf iyi bir sanatçı olan herkes bunu yapabilir. Ben bu hususta özel değilim, çünkü gelen istekler çok sınırlı. Her hafta okusam, her hafta gelen istekler “sevemedim kara gözlüm” “huma kuşu” “ormancı” böyle çok bilinen şarkılar. Buna rağmen çeşitlilik bakımından herhalde benim kadar bilen yoktur. Şöyle söyleyeyim; hem sanat müziği hem arabesk hem türkü hem de dinî musiki, bunları bilmek benim için zenginliktir.

Bunlar farklı müzik alanları ve farklı ses yapıları gerektirmiyor mu?
Branşları lisanlara benzetebiliriz. Sanat müziğine Fransızca aksanlı desek, halk müziğine İngilizce desek, burada mesele aksana vakıf olma meselesidir. Yoksa yüce Allah insanları, sana türkü sesi verdim sana arabesk sesi verdim diye yaratmaz. Annem babam İngiltere’de yaşıyor olsaydı, ben İngiltere’de doğsaydım, benim Türk müziğini bu kadar güzel söylemem mümkün müydü? Hayır mümkün değildi. Çünkü Türkçe konuşmasını bilmediğim için Türk sanat müziği okuyamazdım. Allah bana kabiliyet vermiş ve bana çalışma azmi vermiş. Ben çalıştım İngiliz aksanını da öğrendim, Fransız aksanını da öğrendim, ondan dolayı okuyabiliyorum. Kişi çalışırsa yeterli sese de sahipse her tür müziği icra edebilir.

Sanatçı ve ahlak kavramı hakkında neler söylemek istersiniz?
Bir sanatçıda hepsinin bir bütün olarak bulunması gerektiğine inananlardanım. Bazıları diyorlar ki: “Sanatçıya ahlak misyonu şart değil, örnek olması gibi bir misyonu yoktur.” Bence vardır, çünkü senin örnek olman gibi bir durum yoksa da seni izleyen gençler seni örnek alıyorlar. Sen istediğin kadar “Ben örnek olmak mecburiyetinde değilim.” de!.. Tamam, sen kendini şöyle hissedebilirsin: “Ben mecbur muyum onların örneği olup da o şekilde yaşamaya?” Evet, mecbur değilsin ama sen insanların gözünün önünde olduğun için insanlara yanlış fikirler aşılamama gibi bir mecburiyetin var. İnsanlar seni izliyor, kıyafetini izliyor, saçını izliyor, davranışını izliyor, ikinci günü aynı kıyafeti giyiyor ve “Bunu filan sanatçı giymişti.” diyor. Onun güzel ya da çirkin olduğuna bakmıyor. Sanatçıysan en iyisini yapıyorsun gibi bir fikir vardır. Mesela yanlış da okusan arkadan gelen seni taklit ediyor, meşhur bir arkadaş diyelim bu… ki örnekleri çok var. Bana sorsalar o arkadaş nasıl okuyor diye; ben diyorum ki: “Uluyor, resmen uluyor.” Ama bu kişi meşhur ya!!! Demek ki doğru söylüyor deyip genç onu taklit ediyor… Bundan yola çıkarsak sen sanatçı ve göz önünde olduğun için senin yaptığın birçok şeyi doğru zannediyorlar. Onun için, yapacağın yanlışları göz önünde yapma. Göz önünde olduğun zaman adaplı erkânlı olacaksın. Sanatçı konuşmasıyla, oturmasıyla kalkmasıyla örnek olmalıdır.
Mustafa Keser’i diğer sanatçılardan ayıran ana husus; benim sanatçılığımdan önce bizim duruşumuz, konuşmamız, insanlara olan saygımız, ailemiz… Otuz beş yıldır evli barklı kaç tane sanatçımız var. İnsanlar bunları nazar-ı itibara alıyor ve itibar ediyor. Bizi farklı seviyor, bizi ailenin bir ferdi gibi görüyor. Bir diğerini de seviyor ama onu beni sevdiği gibi sevmiyor.
Geçen gün bir televizyon programı izliyorum. O kadar rezalet durumlar oluyor ki, gırtlağını sıkasın geliyor. Bir sanatçıya soruyorlar: “Evlenmeyi düşünmüyor musun?” “Yok canım, evlenmek bana göre değil. Zaten evlilik matah bir şey olsa bu kadar boşanma olmazdı.” diyor. Bu kadar anlamsızca bir yorum olabilir mi? Seni izleyen gençlere böyle bir fikri aşılıyorsun, böyle saçma sapan bir fikri insanlara veremezsin. Üstelik bu söz yanlış… Bu senin görüşün olabilir; evlenmezsin, ne hâlin varsa gör, evlenme… Ama “Evlilik matah bir şey olsa bu kadar boşanma olmazdı.” gibi anlamsız bir cümleyi de kurma. Ayrılanların yüzlerce misli kadar da evli olan var. Bak ben otuz beş senelik evliyim, neden böyle bir örnek vermiyorsun? Senin fıtratın bozuksa, ahlakın bozuksa ben ne yapayım. Bu ahlak bozukluğunu normal bir vasıfmış gibi gösteremezsin…

Bir röportajınızda hacca gitmek istediğinizi söylemiştiniz. Bu konudaki duygularınızı alabilir miyiz?
Allah nasip etti, hanımla beraber bir umre yaptık. Gönlümüz hacca gitmek de istiyor. Ben inançlı bir kişiyim. Ailemizden hamdolsun bu terbiyeyi aldık. Lakin çok dindar olduğumu söylemiyorum. Bazı hatalarımız da yok değil, inşallah onlardan da kurtuluruz. Bu hayatın geçici olduğunu biliyorum. Hepimize lazım olan inançtır, ameldir, kulluktur. Rabbim hatalarımızı ve kusurlarımızı bağışlasın…

Günümüzdeki dinî musiki hususunda neler düşünüyorsunuz?
Son zamanlarda dinî musiki üzerine önüne gelen kaset yapmaya başladı. Dinî musikinin tekke musikisiyle bire bir örtüşmesi lazım. Tekke musikisi bilmeyen dinî musiki icra edemez. Zaten sanat müziğini de icra edemez. Çünkü sanat müziğinin temeli tekke musikisine bağlıdır. Dolayısıyla popçuların mopçuların Türk müziği icra ettiği tavra bakın. Bizim melodi yapımızla uzaktan yakından alakası olmayan icraatlar. Başka bir husus; önüne gelen ezan okuyor, ben de okurum diyor. Hayır okuyamazsın, ezan öyle okunmaz. Bu, “huma kuşu” değil, ezan. Bu, “huma kuşu” değil, kaside. Tamam, gönlüne saygı duyuyoruz ama… Mesela her Ramazan’da görürüz; bir sürü sanatçı çıkar ezan okur, kızı çıkar, kadını çıkar vs. Sadece sesinin güzel olması senin ezan okumana imkan vermez. Bu bir tarz, bir üslup, bir fıtrat meselesidir. Bunu böyle yapamazsın, yapmamalısın. Senin bunu böyle yapmanın senin için bir mahsuru yok ama arkadan gelen bir genç, ezanın böyle okunduğunu zanneder, çünkü evveliyatını bilmiyor. Kani Karaca Hoca’yı tanımamış, tanısaydı öyle bir şey düşünmezdi. Onun için ezanı doğru okuyanlar okumalı.
Ramazan’daki semazenlerin rezaleti ayrı bir konu, semazenler her yerde… Filan gazinoda, restoranda semazenin ne işi var!.. Sema, başlı başına özel bir ritüeldir, falanca restoranda olmaz bu iş. O çocuklar da ekmek parası kazanıyor ama onları itenlerde kabahat. O restoran sahibi de demiyor “Bunların burada ne iş var!” Yani sen orada Sema gösterisi yaptırmakla orayı bir tekke yaptığını mı zannediyorsun… Millet orada kebap yiyor, adam orada dönüyor!..

Yeni nesillerimize Batı müziğini yoğun bir şekilde empoze ediyorlar. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Evet, bir eğitim kurumunda bir defa rastlamıştım… Çocuklara ront oynatıyorlar. Tepkim çok sert oldu; “Bu ne ya! Bizim zeybeğimiz var vs… Kendi folklorumuz o kadar zengin ki… Nedir bu ront? Çocuklar kendi halk oyunlarımızı oynasın.” dedim.
Bazı üniversitelerde rock grubu kuruyorlar. Bizim kendi kültürümüz yok mu? Sen kendi kültüründen neden utanıyorsun? Amerikalı, Avrupalı, kendi okulunda Türk Sanat Müziği korosu kuruyor mu? Sen neden rock grubu kuruyorsun, kimin reklamını yapıyorsun, rock grubunun kime faydası var? Faydası değil zararı var.
Bir kıssa var: Padişah ülkedeki mahir kişileri topluyor, “Herkes maharetini göstersin, birinciye bir külçe altın ödül verilecek.” diyor. Bütün mahir kişiler toplanıyor, hepsi maharetini gösteriyor. Kimi ok atıyor, kimi kılıç kullanıyor… Aman bu birinci olur derken biraz daha mahir biri çıkıyor, ona aman kesin bu birinci olur derken… En son bir tanesi iğneyi iki üç metre ileriye dikiyor; dikiş ipliğini atıyor, iki üç metreden iğnenin deliğinden geçiriyor. Aman diyorlar bu kesin birinci. Padişah da tamam bu birinci diyor. Soruyor: “Sen bunu yapmak için kaç sene çalıştın.” “Bunu yapmak için sekiz senemi verdim.” diyor. Padişah: “Tamam, buna iki külçe altın verin, bi de bunu asın! Sekiz seneni vermişsin, iğneyi iplikten geçirmenin kime ne faydası var. Faydalı bir işe harcasaydın o zamanını…” diyor. Şimdi bu rock grubunun bizim kültürümüzle ne alakası var. Bir İngiliz bizim kültürümüzün, dinimizin reklamını yapıyor mu? Üniversitesinde Doğu Anadolu Türküleri diye bir grup kuruyor mu?
Ben diyorum ki keşke herkes evladını sanatın bir koluna yönlendirse, bunu profesyonel yapmak şart da değil. Çünkü sanat, işlev açısından çok önemli görevleri ifa eder. Sanatla uğraşan adam iyi adam olur. Çünkü kafasındaki fitne bölümü bloke olur…

Bu güzel sohbet için çok teşekkür ediyoruz.
Ben de okuyucularımıza saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir