Küçük Çocuklar Beni Allah’ın Selamı İle Selamlıyorlar / Rıfat Rainer Rückert

gonul-20-rainer-ruckertİslam; Yüce Allah’ın hak dini… Tüm dünyaya adaletle hükmetmek için gönderdiği mukaddes ve eşsiz hayat nizamı. Yaratıcının yarattığı en güzel kurallar…
İsmim Reiner Rückert, 1944 yılında Berlin’e yakın bir bölgede doğdum. Kardeşim daha henüz çok küçüktü ve babam da savaştaydı. Uzun yıllar savaşta olduğu için ben çok serbest yetiştim. Annem çalıştığı için her gün istediğim saatte eve geliyordum. Babam 1949 yılında savaştan döndükten sonra bir kız kardeşim oldu. Şimdi kız kardeşim annemle birlikte Berlin’in dış taraflarında bir kasabada oturuyor. Kendisi diş doktoru, oğluyla birlikte muayenehanesini işletiyor. Babam da maalesef vefat etti. Benim çocukluğum dediğim gibi çok serbest geçti ama okula başladıktan sonra hayatıma bir disiplin geldi. Tabi ki babamın da savaştan geri dönüp gelmesi hayatımı bir disiplin ve düzene soktu. Ailem aslen Protestan. Özellikle annem dindar biriydi ama bu dindarlık uzun sürmedi. Ben de Protestan bir Hristiyanlıkla yetiştirildim. İlkokulu bitirdikten sonra yüksekokula gittim. Bu şimdiki lise oluyor. Benim okulum Berlin’deydi. Ailemle birlikte Berlin duvarının olduğu yere çok yakın oturuyordum. Çocukluğumda batı ve doğu Berlin arasında istediğimiz gibi gidip gelebiliyorduk. O zamanlar sınırı geçmekte hiçbir sorun yaşamıyorduk. Yerde bir sınır çizgisi vardı sadece, biz de istediğimiz zaman istediğimiz gibi geçiyorduk o sınırı. Ama 1961’de Berlin duvarı yapıldıktan sonra çoğumuz için bir dünya yıkıldı. Bazı akrabalarım batı Berlin’de yaşıyorlardı, onları artık ziyaret edemiyorduk. Bu duvar nedeniyle aileler bölündü. Benim gittiğim okulda çok iyi öğretmenler vardı ve okula gitmekten zevk alıyordum. Daha sonra annem, ben ve kız kardeşim Berlin’in merkezine taşındık ve ben okulumu değiştirmek durumunda kaldım. Lise zamanımda doğu Berlin’i sevmeye başladım. Batı ve doğu arasında çok iyi kıyas yapabiliyorsun. Batı tarafı benim daha çok hoşuma gidiyordu. O zamanlar batıda, doğu hakkında çok yalan söyleniyordu. Benim en çok zoruma giden yalansa batıdaki mecliste Nazilerin görevli olması yalanı idi. Bugüne kadar hâla unutmuş değilim. Babam bir matbada çalışıyordu ve annem de ticaret ile uğraşıyordu. İkisininde hiçbir partiyle ilgileri yoktu. Babamın işçi olmasından dolayı üniversiteyi çok rahat bir şekilde okumuştum. Üniversitede eczacılık okuduktan sonra askeriyeye gittim. Ama insan olgunlaştıkça askeriyede bazı şeylerin doğru olmadığını görüyor. Mesela orada herkes kendi kendini kandırıyordu bence. Askeriyede, komutanlarla problemim artmaya başlamıştı… Bazı şeyleri kabul etmemeye başlamıştım. Askeriyeden çıkınca sivil olarak eczanede çalışmaya başladım. Üniversite yıllarımda da bir evlilik yaptım ve bu evlilikten iki çocuğum oldu. Eşim maalesef genç yaşta vefat etti. Çocuklarım benim en yakınlarım oldular. Çocuklarımla aram çok iyidir ve daha da iyi oluyor, onlar büyüdükçe. Daha sonra izin belgesi almadan batı Almanya’ya kaçtım ve çocuklarıma destek olmaya çalıştım. Batı Almanya’ya gitme kararımı 80’li yıllarda verdim. 1985 yılında ülkeden dışarı çıkmak için başvurdum ama bu isteğim reddedildi. 2 yıl sonra tekrar başvurdum. O zamanlar DDR yani Komünist Doğu Almanya tamamen karışmaya başlamıştı. İnsanlar kaos içerisindeydi. Tek hedefim, ne olursa olsun sınırı geçmekti. Sınırdan, Çekoslovakya üzerinden kaçacaktım. Sınırda beni durdurdular ve bir saat arabamın içini aradılar. Şükürler olsun ki sınırı geçebildim. İnanılmaz bir şeydi, komünist Almanya’dan kaçmayı başarabilmiştim.
Kaçarken radyoda, Almanya’dan birçok insanın Çekoslavakya’nın Prag şehrinde olduğunu duydum. O kişilerden biri de bendim. Oraya yerleştiğim günün ilk gecesinde bizi gelip aldılar. Oradan hepimizi tren garlarına götürdüler. Benim şansım vardı ki çok sorun yaşamadım. Orada kalan diğer insanlar birkaç gün beklemişler ve çok kötü şartlarda yaşamaya çalışmışlar. Prag şehrinin tren garında bekleme esnasında kendi milletimden utandım. Çünkü orada bekleyen diğer Almanlar içkili bir halde insanlara ahlaksız davranışlar sergiliyorlardı. Trende ilerlerken hepimiz çok tedirgindik “DDR”nin yanından geçerken sorun yaşatırlar mı bize acaba?” diye… Şükürler olsun ki hiçbir şey olmadı ve batı Almanya’ya ulaştık. Bizi orada bir yere yerleştirdiler. Birkaç gün bekledik. Orada yerleşebilmek için tüm işlemlerimizi yaptırdık. Üç gün sonra işlemlerin hepsi bitti. Hayat, bizim için çok değişikti artık. Elimize biletlerimizi verdiler ve Passau çevresinde istediğimiz yere gidebileceğimizi söylediler. Artık insanlar ne istiyorsa onu yapabilir ve kendi kararlarını kendi verebilirlerdi. Ama DDR’de bu böyle değildi, orada devlet senin her şeyini yönetiyordu. Genelin veya özelin yoktu… Hiçbir kararı sana bırakmıyordu. Kömünistler diğer insanları faşistlikle suçluyorlardı, fakat faşizmi “devlet” kanalıyla onlar yapıyordu. Daha sonra oğlum, kızım ve ben her birimiz ayrı ayrı evler tuttuk. Birbirimizi devamlı ziyaret ediyorduk. Çocuklarım üniversite okudular. Ben çeşitli eczanelerde çalışmaya başladım. Bedavaya çalışıyordum. Sadece yapacak bir şeyim olsun diye. Daha sonra Essende’de bir eczanede çalışmaya başladım ama hiçbir işyeri beni tam manasıyla tatmin etmedi. Ben illaki kendi iş yerimi kurmak istiyordum. 1992’de sonunda kendi eczaneme kavuştum.
Doğu Berlin’in komünist Almanyasında komünizmin zalim yüzünü görmüş. Ama kaderin çizgisi içerisinde tüm bu acılara, ölüm korkularına rağman hayatta kalmayı başarabilmiş. İslam’la müşerref olan bu aydın insanı biraz daha yakından tanıyalım.
Kendimi tarif edecek olursam, ben insanlara karşı dürüst olmaya çok önem veren bir insanım. Bence bu özelliğimi babamdan aldım. Babam her zaman “Doğruluk ve dürüstlükle hayatını başarıyla sürdür.” derdi. Şiddete çok karşıyım ve şiddete hiç tahammül edemiyorum. Bu yüzden teröristleri de hiç sevmiyorum. İnsanlarla iyi geçinip huzur içinde yaşamaya çalışıyorum. Eczaneyi devraldığım zaman aslında iş yapmayan, ölü bir yerdi. Her an kapanma durumu vardı. Ama ben her zaman dürüstlükten yanaydım. Buraya gelen insanların hiçbirini kandırmadım. Çok samimi davrandım. İnsanlar da bunu fark etti ve birkaç sene içerisinde buranın müşteri sayısı dört katına çıktı. Bu eczaneyi 19 senedir işletiyorum ve çok seviyorum. Mesleğim bana çok mutluluk veriyor. Ve yine mesleğimin vesilesi ile buradaki Türklerle irtibatım git gide çoğaldı.

Aile Olarak Birbirimize Bağlıyız
7 tane torunum var. Her hafta sonumu ailemle, çocuklarımla veya torunlarımla geçiririm. Ayda bir kere Berlin’deki annemi ziyaret ederim, o benim evime uzakta oturuyor. Annemle birlikte ara sıra tatile de gidiyorum. Birlikte İstanbul’a tatile gitmiştik. Çok hoşumuza gitmişti İstanbul. Tekrar gitmek istiyorum oraya. Ben abartılı şeyleri sevmem, o yüzden de içki muhabbetlerinden hiçbir zaman hoşlanmamışımdır. Çocuklarımı da bu doğrultuda yetişirdim, onlar da içki sevmezler. Hamdolsun ki çocuklarım üniversiteyi okudular ve ellerine mesleklerini aldılar. Ben özellikle torunlarımla gurur duyuyorum. Çünkü hepsi okullarında çok başarılılar, hem de tüm derslerinde. Hatta büyük kız torunum bir sınıf atladı ve şu an Abiturun’u bitirmek üzere. Diğer kız torunlarım da kendi sınıflarında birinciler. Erkek torunlarım ise henüz çok ufak yaştalar ama inanıyorum ki onlar da en az diğerleri kadar başarılı olacaklardır. Negatif bir özelliğim ise çok yemek yiyorum. Mesela Türk arkadaşlarım beni yemeğe davet ettiği zaman yemekte içli köfte, baklava ya da ne olursa olsun, masaya geldiği zaman hepsini yiyorum. Tatlarını da çok seviyorum. Özellikle mübarek Ramazan geldiğinde davetlere gittiğim zaman en leziz yemekler sunuluyor bana. Onun için biraz fazla kiloluyum.
Avrupa devletleri, İslam dininin hızla yayılmasından endişe duymaktadır… Endişelerini, İslam dinini karalamak ve ona iftira ederek göstermektedirler. Kur’an’ı kafalarına göre yorumlamakta, Efendimiz aleyhisselam hakkında iftiralar ve sui-zanlarda bulunmaktadırlar. Hristiyanlık âlemi aslında kendi dinleri içerisindeki tezatları görüp dinden uzaklaşmaktadırlar.

Hz. İsa Allah’ın Peygamberidir
Müslüman olmadan önce İslamiyet hakkında pek bir şey bilmiyordum. Ama çocuk yaşta Hristiyanlığı da pek benimseyemedim. Pek dindar biri olmadığım halde eskiden beri dinlerle hep ilgilenmişimdir, tabi ki İslamiyet’le de ilgilendim. Ama İslamiyet’le bu kadar ilgileneceğimi ve derinleşeceğimi tahmin etmezdim. Hristiyanlık’ta beni en çok rahatsız eden şey sahtekar misyonerlerdi ve Hazreti İsa’nın “Allah’ın oğlu” olduğu düşüncesiydi. Onun peygamber olabileceğini düşünüyordum ama Allah’ın oğlu olması ihtimali kafama yatmıyordu. Doğu Almanya’da dinlerle ilgileniyordum ve batıda bu ilgi daha da çoğaldı. Batıda Türklerle irtibatım da çoğaldı ama yine de ilgi duymadım İslamiyet’e.
Eczaneyi açtığımdan hemen sonra Türkler buraya gelmeye başladı. Berlin’de oturduğum zamanlarda doğu Berlin’de Türk sayısı çok azdı. İş çıkışından sonra batı Berlin’den otobüslerle geliyorlardı ve Alman kadınların ilgisini çekiyorlardı, yakışıklı oldukları için. Burada ise Türk kadınları eczaneye geliyorlardı, uzun montları ve başörtüleriyle. Sadece Türk olarak bakıyordum onlara. Daha sonra bir Türk kızı benim eczanemde çalışmayı isteyince kabul ettim. Aslında onu ilk önce işe almayacaktım ama bir yardımcıya ihtiyacım vardı ve onu işe aldım. Bu kız işini çok iyi yapıyordu. Belirli bir süre sonra o kızın ne kadar iyi olduğunu fark ettim. Hatta işinde o kadar iyiydi ki ben ondan insanlık adına çok şeyler öğrendim..

Sanki Akrabaymışız Gibi Olduk
Bu çalışan kız, Hatice, beni bir keresinde ailesi ile tanışmam için evine davet etti ve ben bu vesile ile ilk defa bir Türk evine girmiş oldum. Hatice’nin annesi de başörtülüydü, ona artık başörtülü bir Türk kadını olarak değil Hatice’nin annesi olarak bakıyordum. Sanki akrabaymışız gibi olduk. Bir ailenin benim gibi bir Almanla bir anda samimi olmaları benim Müslümanlığa karşı olan tüm düşüncelerimi değiştirdi. Babasını yolda görünce durup sohbet ediyorduk. Bundan sonra da Türk aileleriyle irtibatım çoğaldı. Bu sıralarda ben Katolik kilisesine de gidiyordum ama hiçbir zaman Katolik olmak için bir motivasyon gelmedi bana. Türk aileleri beni çok etkiliyordu. Bu aileler çok cana yakın ve konuşkan ailelerdi. Eğer bir kere bir Türk ailesi ile irtibatın başlarsa o zaman sanki o ailenin bir parçasıymış gibi bir muamele ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Daha sonra burada eczacılık okuyan Müslüman kızlar staj yapmak için geldi. Çünkü diğer iş yerleri onları başörtülerinden dolayı istemiyorlarmış. Ama benim başörtüsüyle hiçbir sorunum yoktu. Onun için gelip burada birkaç haftalık stajlarını yapıyorlardı. Bir gün Türk kardeşim eczaneme geldi ve bana onun yanında tatil yapmamı teklif etti. İlk defa bu vesile ile Türkiye’de bir tatil geçirdim. Ve bu gezi; hayatımda yaptığım en güzel tatildi. Türkiye’de her yeri gezdik, köylere gittik, bütün ailesi ile tanışma fırsatım oldu. Hepsi beni sıcak bir şekilde karşıladı. Camide cemaatle namaz kılındığında ben de o namazın bir parçası olmak istiyordum. Bu tatilimin diğer tatillerime oranla en güzeli olduğunu düşünüyorum. 20 defa Türkiye’ye gittim. Karadeniz’e, İstanbul’a, Kayseri’ye gittim ve bir defa da Kurban Bayramı’nı Türkiye’de yapma fırsatım oldu. Kurban Bayramı’nın gerçek ve en iyi şeklini Türkiye’de gördüm. Hayvanlara işkence yapılmadan kesildiğine şahit oldum. Hayvanlar önce besleniyor, ihtimamla bakılıyor, daha sonra da kesim saniyeler içinde bitiyordu. Ardından namaz kılınıp Allah’a hamd ediliyor. Hayvanların bir şekilde kesilmesi gerekiyor zaten. Müslümanlar bunu çok güzel bir şekilde yapıyorlar bence. Bizim ülkemizde hayvanlara işkence ediliyor. Almanya’nın bir ucundan bir ucuna götürülürken ayakları kırılıyor; insanların umurun da değil. İslamiyet’i bu ana kadar pek tanımamıştım. Müslümanlık ile ilgili negatif bir şey duymadım. Ama 11 Eylül olaylarından sonra İslamiyet ile daha çok ilgilenmeye başladım. Çünkü İslamiyet hakkında medyada çok fazla negatif şey çıkmıştı. Ben aslında İslamiyet’i tanıdığımdan daha fazla, Türkleri tanıdım. Ve Türkler beni İslamiyet’e götürdüler. İslam’da ırkçılık diye bir şey yok. Ve İslam’da birbirleriyle yardımlaşma gerçekten muazzam bir seviyede. Mesela Kurban’da ben de onlarla birlikte fakirlere et dağıtmıştım. Bu güzel ahlaklar İslam ile tanışmama vesile oldu.
İslam bana Türklerin vesilesiyle yaklaşmıştı. İslam benim için Türk arkadaşlar demekti o zamanlar. Türkler bana çok yakın geliyordu. Farkındaydım, bu yakınlık bana İslam dininden dolayı geliyordu. Yoksa Türkler de diğer milletlerdeki fertler gibi sadece insan. Ama işte o insanlar daha cana yakın, daha insancıl. Çevrelerine, komşularına karşı, diğer milletlerden daha farklılar. Türkiye’de başıma gelen bir olay beni çok etkilemişti İslamiyet’i seçerken.
Türkiye’yi gezerken bir dinlenme tesisinde durduk. Türk arkadaşım orada bulunan yaşlı karı-kocanın yanına gitti. Hemen onlarla diyaloğa girdi, bir anda samimi oldular. Almanya’da bir dinlenme tesisinde herkes birbirine uzak durur. İnsani münasebetler İslamiyet’te çok güzel. Bu, dinin getirdiği bir güzellik olsa gerek dedim. Ben İslamiyet’i bir gecede kabul ettim. Bu kararı planlamamıştım. Ve bu aldığım karar beni her gün daha da mutlu etti. Bilgilenmek istiyordum. Kur’an okumaya karar verdim. Kur’an diye bir şeyin olduğunu biliyordum ama hiç elime almamıştım. İçinde her şeyin cevabının yazdığını da biliyordum. Benim yanımda çalışan bir bayandan bir imamın telefon numarasını aldım ve ondan bir randevu aldım. Aynı akşam o imamla buluştuk. Bu imam bana hemen şu soruyu sordu. “Sen Müslüman olmak istiyor musun?” Ben de “Evet.” dedim. Bunun üzerine o da bana “Benim dediklerimi tekrarla.” dedi. İşte orada kelime-i şehadet getirdim ve ardından Müslüman oldum. Oradaki herkes geldi beni tebrik etti. İmam efendi de bana dinimi öğreteceğini söyledi.

İslamiyet’in Temelinde İlim var
Ondan sonra daha iyi anladım ki İslamiyet’in temelinde daima okumak ve öğrenmek var. Bunu Yüce Allah da ilk ayetinde söylüyor, “oku” diyor. Ben ilk zamanlar, namaza iş yerimde başladım. Bunu hiç kimse bilmiyordu. Ama sonradan sonraya namaz kıldığımı görünce, yanımda çalışan Müslüman işçiler çok sevindiler. Zaman geçtikçe burada çeşitli camilere gittim ve camileri daha fazla tanımaya başladım. İnsanlar artık bana karşı daha da sıcak davranıyorlar sokakta gördüklerinde. Küçük çocuklar beni en güzel selamla, Allah’ın selamı ile selamlıyorlar. Ve bu beni çok mutlu ediyor.
Rıfat Bey hidayet serüveninde yüzlerce batıl dinden bir ve hak olanı buldu. Aslında İslam onu seçmişti.
Ben diğer birçok dini de tanıdım. Bir çok değişik din var. Doğayla ilgili olan dinler benim için hiç söz konusu olmadı zaten. Çünkü ben her zaman tek bir yaratıcının olduğunu düşünüyordum. Bir sürü yaratan olamazdı. Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam ilgimi çekiyordu sadece. Mesela Yahudilik ile ilgili de bilgi edindim fakat çok fazla değil. Çünkü çevremde çok Yahudi yok. Fakat Yahudilik dinine saygı gösteriyordum… O da büyük bir dindi benim için o zamanlar.
İslam dini bize son peygamber Hazreti Muhammed tarafından getirildi. Ve her şeyi içeriyordu. Yahudilerin peygamberlerini de biliyor ve tanıyoruz. Mesela Hz. Davut, Hz. Nuh veya Hz. İbrahim. Bu peygamberlerin hepsi bizim için önemli insanlar. Tıpkı Adem (as) ve Havva validemiz’den Peygamberimiz’e kadar gelen tüm peygamberler gibi. Ben Protestan olarak büyüdüm, fakat Protestanlık beni tatmin etmedi. Hristiyanlıkta birbirini sevmek ile ilgili çok şey var ama geçmişte bu dini kullanarak zalimce birçok insan öldürülmüş, toplumlar yakılmış, yıkılmış… Bu durum Osmanlı İmparatorluğu zamanında çok farklı idi. Kanuni Sultan Süleyman, insanların dinlerini yaşamasına saygı gösteriyordu. Kim isterse Müslüman olurdu, İslamiyet’i kabul etmeyen de istediği dini yaşayabilirdi. Bu, İslamiyet’i seçmemdeki en büyük nedenlerden bir tanesi idi. İslam dinini seçmek ve Allah’a iman etmek, ulaşılması pek zor ve bir o kadar da kolay olan tek şey. Kolaydır, çünkü insanlar İslam üzerine doğar. Bir vesile ile İslam’ın kendilerini seçmesi, onların hem dünya, hem de ahiret hayatlarını kurtarır. Ahirette ebedi lezzet alacakları gibi, bu dünyada da iman lezzeti tadarlar.

İLK CUMA NAMAZINDAN ÇIKINCA GÖĞSÜM PATLAYACAKMIŞ GİBİ OLDU
Müslüman olduktan sonra yolda yürüdüğümde sanki yürümüyor, yolun üstünde yüzüyordum. Kelimeler yetmez içimden geçenleri anlatmak için. Günlerce anlatmaya çalışsam yine de hissettiklerimi tam olarak anlatamam. İlk cuma namazından çıkınca mutlu ve huzurlu olduğumu hissettim. Göğsüm patlayacakmış gibi oldu, sadece mutluluk vardı.Tanımadığım insanlara bile selam verdim, sadece gülüyordum.

İlk Namazımda Gül Kokusu Aldım
O kokuyu hâla alabiliyorum bazen. O kadar insan olmasına rağmen o kadar güzel kokuyordu ki tarif edilemez. İlk zamanlar daha çoktu ama şükürler olsun ki şimdi de duyuyorum o kokuyu, maalesef daha az. Sanki bana ikinci bir hayat hediye edilmiş gibi oldum. Müslüman olduktan sonra daha bilinçli bir şekilde yaşamaya başladım. Şimdi daha çok bildiğimi düşünüyorum. Başka Müslümanlar gördüğüm zaman onların ne düşündüğünü bilebiliyorum artık; mesela kandillerde veya Ramazan’da. Müslüman olmadan önce hiçbir şey bilmiyordum. Artık Müslümanlar yabancı değil; sanki benim kardeşim, akrabam gibiler.
Bir kitap; içinde hata yok, tezat yok, çelişki yok… Bu kitap, evet: Kur’an. Bu kitabı okurken, yani Rabbimiz’in söylediklerini okurken nasıl hissederiz kendimizi acaba? O duyguyu kardeşimiz Rıfat şöyle anlatıyor…
İlk duygularım çok zordu. Kur’an’ı sürekli okumayınca kendimi çok kötü hissediyorum… Yaşım büyük olduğu için olabilir bu duygu.
Bir şeyi gençken öğrendiğinde hayatın boyunca hafızanda o şekilde aklında kalır. Ama benim gibi 55 yaşında Kur’an okumayı öğrenirseniz her şeyi çok çabuk unutursunuz. Sürekli çalışılması gerekiyor. İlk Kur’an okuduğumda heyecanlandıran bir duygu hissettim. O duygu tarif edilmez bence. Daha Müslüman olmadan önce bana bir Almanca Kur’an hediye etmişlerdi. Bana Kur’an’ı hediye eden kişi, onu Müslüman olayım diye vermedi. Onun amacı sadece Kur’an hediye etmekti. Ama o Kur’an benim Müslüman olmama vesile oldu. Şu an evimde birisi Türkçe, diğeri ise Arapça Kur’anım var. İlginç olan şey de Kur’an’ın Allah tarafından Arapça indirilmesi. Bunun çok derin bir sebebi var aslında. Arapça dilinde bir kelimenin birçok anlamı var. Hatta bazı kelimelerin 10 veya 20 anlamı var. Yani bu demek oluyor ki Kur’an’ı 1000 yıl veya 2000 yıl sonra da biri okuduğu zaman onu anlayacaktır.
İslam dini ve aile. Cennet annelerin ayakları altındadır. Müslüman; anneye, babaya, yani aileye önem verir. Peki, ailesi o Müslüman’a önem verir mi? Hak din olan İslam’ı idrak etmişlerse hidayet için sırada bekliyorlarsa önem verirler. Ailesinden ve çevresinden çok farklı tepkiler alan Rıfat kardeşimiz, kısaca şöyle özetliyor o zamanki durumunu:

Aslında İlk Önce Gizli Müslüman Oldum
Çevremdeki kişiler benim Müslüman olmama çok farklı tepkiler verdi. Çevremdeki Müslümanlara ilk zamanlar Müslüman olduğumu belli etmedim. Aslında gizli Müslüman oldum diyebilirim. Müslüman olduğumu zaman geçtikçe öğrenmeye başladılar, hatta çoğu hâla bilmiyor. Müslüman olduğumu insanlar birbirlerine yaydı. Çoğu, gel kardeşim dedi; kucakladı. Ve beni sevgiyle kabul ettiler aralarına. Ne kadar güzel bir duygu.
Almanların tepkisi daha farklıydı… Değişik tepkiler vardı. Bazıları “Nasıl yaparsın bunu?” deyip benimle alay ettiler. Bunlar benim arkadaşlarımdı maalesef. Ve zamanla bu arkadaşlarımdan koptum. Çünkü Kur’an’a ve dinime saygısızlık etmelerini kabul edemezdim.

“Ne! Sen Müslüman mı Oldun?”
Ailemle bir araya geldiğimizde hep İslam dininden bahsediyorum. Müslümanları anlatıyordum onlara. Annem bir gün bana “Sen böyle devam edersen Müslüman olursun.” demişti. Kız kardeşim “Anne anlamıyor musun? Zaten Müslüman olmuş” deyince annem korkmuştu. “Ne! sen Müslüman mı oldun?” demişti. Ben de “Evet ben Müslüman oldum. Sizlere de bu dini ve Müslümanları anlatacağım.” deyince annem “Nasıl olur? Nasıl yaparsın?” diye tepki gösterdi. Ama bir Müslüman’ın nasıl düşündüğünü, nasıl yaşadığını, neler hissettiğini görünce İslam dinine artık kötü gözle bakmadı, Elhamdülillah. Babam Berlin’de Müslüman kanallarını izliyordu. Bazen onlara gittiğimde o kanalların açık olduğunu görüyordum.

“Oğlum Bunda Domuz Eti Yok, Yiyebilirsin”
Ailem İslam’a çok dikkatli bir şekilde yaklaştı. Mesela anneme gittiğim zaman bana “Oğlum bunda domuz eti yok, korkmana gerek yok, yiyebilirsin. Biz de senin gibi artık haram yemiyoruz.” diyordu bana. Hatta cuma günleri beni arayıp “Oğlum cuma namazına gitmeyi sakın unutma.” bile diyordu. İslam’ı tanımadıkları için ilk zamanlar korktular ama İslam’ı tanıdıkça onlar da İslam’a alıştılar ve onu çok sevdiler. Geçen gün annem bana dedi ki: “Oğlum sen Müslüman olduğundan beri bana hep çiçek getiriyorsun; önceden hiç getirmezdin.” Ben de “Evet anne. Müslümanlar işte böyle, bizim dinimiz anne ve babaya saygı göstermeyi ve sevmeyi emrediyor.” dedim… Boşuna denilmemiş cennet annelerin ayaklarının altında diye. Babam maalesef vefat etti ama ölmeden önceki son günlerinde televizyonun önünde Müslüman kanalına bakarken Allah’ı düşündüğünü biliyorum. Bundan dolayı da ölmeden önce Allah’a iman etmiştir inşallah.
Annem de bana bir gün, tek bir yaratıcıya, meleklere ve ölümden sonra bir hayat olacağına, Hz. Muhammed’in bir peygamber olduğuna inandığını söyledi. Ben de “Anne, sen de Müslüman oldun.” dedim.
Çocuklarım bu durumu hemen kabullendiler. Kendileri Müslüman olmadılar ama hayatlarını benimle yaşayabilecek seviyede değiştirdiler. İnşallah onlar da er ya da geç Müslüman olurlar. Torunlarımdan hiçbirisi Müslüman değil ne yazık ki ve hepsi, Müslümanların olmadığı yerlerde yaşıyor. Eskiden din hakkında hiç konuşulmuyordu bizim evimizde. Ben, Elhamdülillah; Müslüman olduktan sonra bazen dinler hakkında konuşuyoruz. Hristiyan ev halkım, Hristiyanların dini kitabı olan İncil’i bile daha çok okuyor artık. Umuyorum ki bir gün onlar da bana katılacaklardır. Tabi ki bunun için zorlayamam onları ama onlar çocukluktan beri İslam dini hakkında sürekli bir şeyler duyarlardı, sonuçta dedeleri de Müslüman. Onların nasıl düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Müslüman olduğumdan beri bir düşüncem var. O da Müslüman olanlar ve olmayanların birbirlerine daha yakın olmaları gerektiği. Arkadaş olsunlar, komşu olsunlar. Birbirlerine saygı ve sevgi göstersinler ki bir başlangıç ve örnek olsun… Bu dükkanda başörtülü bir kız çalıştırıyorum bu sebeple. O kızı burada çalıştıracağımı duyan arkadaşlarım bana “Eğer bunu yaparsan hiçbir Alman senden hiçbir şey almaz.” dediler. Ben de onlara: “O kişiler o zaman ırkçıdırlar. Eğer öylelerse zaten ben onların benden alıveriş yapmalarını istemem ki.” dedim. “O zaman paran olmayacak ve sen batacaksın.” diyorlardı. Ben de “Sabredin, göreceğiz.” diyordum hep. Ve o günden sonra eskisinden daha çok insan gelmeye başladı. O Müslüman kız, insanlara çok iyi ve içten davranıyordu. Onlara yardımcı oluyordu ayrıca, çok bilgisi vardı. Bize gelen Türkler, Türk kızdan bilgi alıyorlar; Almanlar da Alman çalışandan… Bazen bakıyorum müşteriler başlamış sohbete, herkes konuşuyor birbiriyle. İşte o zaman sanki oradakilerin bir aile gibi olduğunu düşünüyorum. Ailenin yarısı Alman yarısı Türk. İşte bu benim istediğim şey.
Dinini gizlememen gerekiyor. Eğer benim çalışanım başörtüsü takıyorsa o onun dininin bir parçası. Alman bir çalışanımız da var burada. Türkler onu da çok seviyor; biz ayrımcılık yapmıyoruz burada.
Allah’ın izniyle onlar, peygamberler en büyük mucizeleri getirdi; denizi ikiye ayırdı, gökten sofra indirdi, ayı ikiye böldü, ölüyü konuşturdu, kör gözü gördürdü. Kur’an’ı açıkladı… Fakat insanların çoğu inanmadı… İnanmayanlar, o peygamberlere karşı geldi, savaş açtı… Kimisinin annesi, kardeşi, amcası, hatta oğlu inanmadı kendilerine. “Yalancı” dedi. “Sihirbaz” dedi. Fakat onlar yine de yılmadan, insanların kurtuluşu için çalıştı. İşte kardeşimiz Rıfat da kendisine gelen tepkilere hep olumlu yaklaşan, İslam’ı tebliğ eden bir kardeşimiz.

“Neden Negatif Düşünüyorsunuz”
Negatif tepkilere benim tavrım şöyle oldu: “Neden negatif düşünüyorsun.” diye soruyordum öncelikle. Çoğu zaman cevap veremiyorlardı. Ben de onlara anlatıyordum negatif bir şeyin olmadığını, hikayemi anlatıyordum onlara. Onlar da hemen “Aaa öyle değilmiş demek ki. Yanlış biliyormuşuz.” deyip yumuşuyorlardı. Onlara medyada duydukları her şeye inanmamaları gerektiğini söylüyordum. Aslında medya, İslam dinini insanlara çok yanlış tanıtıyor. Ve ben de bunu engellemeye çalışıyorum. İnsanlar İslam hakkında negatif düşünüyorlarsa gelsin bana söylesinler, anlatsınlar. Bana gelip söylemeleri daha iyi, çünkü Allah’ın izniyle onlara direkt bir cevap verebilirim. Onlara tecrübelerimden yaşadıklarımdan bahsedebilirim.
Beni en çok üzense Müslümanları 11 Eylül’den sonra terörist olarak dünyaya tanıtmalarıydı. Benim tanıdığım Müslümanların hepsi huzur ve barış için yaşıyordu, suçsuz insanların öldürülmesi için değil. Pozitif tepkilere de çok seviniyorum. Tabi güzel bir ilişkimiz oluyor pozitif tepki verenlerle. Negatif tepkilerle çok az karşılaşıyorum. Buna karşın pozitif tepkilerle nerdeyse her gün karşılaşıyorum, elhamdülillah. İlk zamanlar, artık arkadaş olmadığım bazı kişiler “Hadi sen de iç şu içkiyi artık, Allah buradan göremez.” diyorlardı. Ben de böyle şeyleri duymak istemediğimi, o Allah’ın sadece benim Allahım değil, herkesin Allah’ı olduğunu, onun bizim her şeyimiz olduğunu söylüyordum onlara. O kişilerle arkadaşlığımı da bitirdim tabi ki.
İslam dini, hayat dinidir. Mü’min olan, Allah’a inanan huzur bulur. Peygamber’e inanan teselli bulur. Meleğe inanan kuvvet bulur. Kadere inanan umut bulur. Kur’an’a inanan ispat bulur. Ahiret gününe inanan mutluluk bulur. Ebedi bir ömür, bir saadet vardır çünkü.
Müslüman olduğumdan beri daha bilinçli bir şekilde yaşıyorum. Her gün namaz kılıyorum. İçim huzurla doluyor, çok mutlu oluyorum. Eskiden hiç böyle hissedemiyordum. Hele cuma namazından çıktığım zamanki duyguyu hiç hissetmiyordum. Cuma namazını İstanbul’da, Kayseri’de, Trabzon’da binbir değişik insanlarla kılıyordum. O anda herkes kardeş oluyor, birbirleriyle yıllardır tanışırmış gibi konuşuyorlar. Almanya’dan geldiğimi duyunca çok seviniyorlardı, hemen diğerlerine söylüyorlardı. “Bakın: Bir Alman Müslüman kardeşimiz daha gelmiş.” diyorlardı. Böyle bir hayatım yoktu daha önce. Aslında ön planda olmayı seven bir insan değilimdir ama oradaki insanların ilgi odağı oluyordum bir anda.
Allah’a kul olduğumuzun ispatıdır ibadetlerimiz. Kendisinin bizden istediği, yaşam ve varoluş amacımızdır ibadetler… Yapanlara mükâfat, yapmayanlara ceza vadedildiği mukaddes ve sarsılmaz kurallar. Bu kural gereği bazen oruç, zekât, sadaka, fitre ve günde beş vakit namaz…
Camide otururken Almanca dua ediyorum, yakın arkadaşlarım için. Allah dua edeni, ibadet edeni korur, güzellik ihsan eder. Allah büyüktür. Çoğunlukla başkaları için dua ediyorum. Çocuklarım için dua ediyorum. Ve yakın akrabalarım için… Günde 5 vakit namazımı kılıyorum elhamdülillah.
Tabi yaşadığımız Almanya’da her şey İslam’ın o saf ve duru düşüncesi gibi değil. Bazen bazı zorluklar yaşayabiliyoruz. Fakat; elhamdülillah büyük bir sorun yaşamadım. Daha çok, Müslüman olarak huzurlu hissediyorum kendimi.
İslam biraz Türkiye’ye bağlı. Fakat demiyorum ki Türkiye’deki her şey hoşuma gidiyor. İslam ile ilgisi olmayan bazı kültürel şeylerin İslam diye tanıtılması gerçekten üzücü. Ama biliyorum ki İslam dininin bu tür yanlış anlaşılmaları da ortadan kaldıracak kadar gücü var.
Mekke ve Medine hakkında çok düşünüyorum. Kesinlikle hayatımda bir kere oraya gideceğim inşallah. Bunu kafama koydum. Geçen senelerde aslında planlamıştım ama işim dolayısıyla gidemedim. Çünkü yurtdışına giderken eczaneyi başka bir eczacıya bırakmam gerekiyordu. Bunu yapmak ise çok pahalı oluyor. Benim maddi durumum buna müsait değil şu an. Birkaç sene içerisinde emekli olacağım ve o zaman emekli paramı biriktirip hacca gideceğim inşallah. Hacca gideceğim için şimdiden çok sevinçliyim. Hacca gidip geri gelince “hacı oldum” demek için gitmek istemiyorum. Orada Peygamber Efendimiz’in bastığı taşlara basacağım için gitmek istiyorum.
Cuma namazı bile beni bu kadar mutlu edebiliyorsa hacca gittiğim zaman nasıl olacağımı hiç düşünemiyorum bile. Ne yazık ki bu sene de gidemem ama seneye gitmeye çalışacağım inşallah.

Batı Dünyası İslamiyet’le Yönetilseydi Kriz Olmazdı
Politikacı değilim. Normal bir vatandaşım. Politikacıların yanlış düşüncelerini tabi ki bende kabul etmiyorum. Kapitalist düşünceyi hiç sevmiyorum. Daha çok para kazanmayı düşünen kişileri sevmiyorum. Para harcamayla ilgili bir sıkıntım yok ama Batı dünyasında sadece nasıl daha çok para kazanırım düşüncesi mevcut. Hatta bazı insanlar paralarını insanları dolandırarak kazanıyor ve bunlar beni çok ama çok kızdırıyor. Batı dünyasında bu sistemi beğenmiyorum, hep para hep para! İnsanları daha fazla para harcamaya yönlendiriyor bu sistem. Kimde daha fazla para varsa o değer görüyor. İnternete büyük bir ilgi var. İnternet üzerinden insanlar dolandırılıyor. Devlet buna çare bulmuyor. Birisi dolandırılınca da diyorlar ki biz insanların özel hayatlarına karışamayız. Esas bu durumlarda karışmaları gerekmiyor mu? İnsanlara sadece negatif yönlerde özgürlük veriyorlar. İşte Batı dünyasında bunlar hiç hoşuma gitmiyor. Tabi ki ben de özgür bir hayat istiyorum ama buna da bir sınır koyulması gerekiyor. Bu sınırları, kötülüğün başladığı yerlere koymak şart. Batı dünyası İslamiyet’le yönetilseydi, şu an finans krizi olmazdı. İslamî sistemlerde böyle sıkıntılar çıkmaz. İslam dini faize karşı, dolayısıyla toplumları çökerten haksız kazanca karşı…
Batı dünyasının da iyi yönleri var. Fakat dediğim gibi bazı konularda sınır konulması şart. Mesela, faiz karşıtlığı Batı dünyasında şu an mevcut değil, her şey sınırsız. Kanuni Sultan Süleyman benim için en güzel örnek. Türkiye gittikçe ilerliyor ama bence örnek almaları gereken yer Batı değil. Tek örnekleri Kanuni Sultan Süleyman…
Kanuni olmaları gerekiyor. Batı ve Doğu’nun birbiriyle kardeşçe geçinmesi gerekiyor. Son olarak şunu belirteyim ki, kim Müslüman olmak istiyorsa beklemesin ve kesinlikle olsun. Ayrıca Müslümanlığını kimseden çekinmeden herkese söyleyebilsin. Esselâmu aleyküm…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir