Müslümanlar Bir Duvarın Tuğlaları Gibi Birbirine Kenetlenmek Zorunda / Mersin Milletvekili Doç. Dr. Nureddin Nebati

Sayın Bakanım, siz de bir gelenekten gelip günümüz şartlarında bir mücadelenin içindesiniz. Aynı zamanda “Ümmetin Temsilcileri Vakfı Başkanlığı” görevini yürütmektesiniz. Vakfın amacı ve yararlılık alanına dair biraz bilgi verir misiniz?
Bizler kendimizi “Kudüs işgal edilirken ben nasıl gülebilirim ki!” diyen Selahaddin Eyyubi’nin evlatları olarak görüyoruz. Eyyubi; Aksâ ve Kudüs’ü kurtaran o büyük orduyu kurup düzenlerken en büyük önceliği Müslümanlar arasındaki ihtilafları bir yana bıraktırarak birleşmelerini sağlamaya vermiştir. O şanlı orduyu zafere taşıyan güç ve temel motivasyon bu kardeşlik ve birleşme ruhu olmuştur. Bizim bugün yapmaya çalıştığımız şey ecdadımıza tarih yazdıran bu uyanış ve idrak atmosferini yeniden kurmaya katkı sağlamaktır. Nitekim kendine Müslüman diyen her kulun en önemli önceliklerinden birisi bu olmalıdır. Bizler Kudüs’ü barış ve huzura kavuşturmak, süregelen hak ihlallerine, kardeşlerimizin yaşadığı dehşetengiz zulme dur demek ve bu husustaki tüm çaba ve destekleri koordine etmek için ÜTEV’i kurduk. Filistin ve Kudüs başta olmak üzere, Orta Doğu coğrafyasında zulme tabi tutulan tüm halkların haklı davalarını savunmayı kendimize şiar edindik.
Filistin Davası Kudüs ve özellikle İsrail zulmüne dair sık sık gündeme gelen, İslami ve insani duruşumuz bakımından kadim bir yüzleşme ve imtihan alanımız. Son gelişmelere dair değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?
Bir Müslüman yeri geldiğinde öz eleştiri yapabilmek ve fıtratını koruyarak kendini sürekli değişen şartlara göre yenilemekle mükelleftir. Eyyûbi’nin dâhiyane bir ileri görüşlülükle kavradığı şey bugün bizim de gerçeğimizdir. Eyyubi Müslümanları birleştirmek ve onlara salahiyet vermek adına kendi başına kasaba kasaba, şehir şehir, ülke ülke dolaştıysa ve bu şekilde başarıya ulaştıysa bu dinamizm ve inanç bizim pusulamız olmalıdır. Ancak bugün Müslümanlar atalet içindedir, dahası birbirinin gözünü oymaktadır. Öncelikle bu ataletten kurtulmak lazımdır. Bu doğrultuda, alışkanlıklarımız, yanlışlarımız bizi hareketsizleştiriyorsa, atıl bırakıyorsa bunları ortadan kaldırmak zorundayız. Nitekim Kudüs’ün içinde bulunduğu durum, İslam dünyası olarak bizim çeşitli alanlardaki ihmal ve gafletimizden kaynaklanıyor. Birleşmekte ve kenetlenmekte büyük zaaflar yaşıyoruz. Tüm Müslümanlar, Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) emri gereğince kardeş olmak, bir duvarın tuğlaları gibi birbirine kenetlenmek zorunda. Dört bir yandan sarıldığımız, tarih dışına sürüklenmeye çalışıldığımız bu kritik süreçte birlikte hareket etmemiz daha da önemli. Bizler 2 milyarı aşkın Müslüman nüfusu olarak, bugün iman ve kardeşlik ruhuna, İslam’ın altın çağında olduğu gibi, yeniden ulaşırsak zulmün de zalimin de kaçacak yeri kalmaz. İşte o zaman bugün annesinin eteğinin altında saklanmaya çalışırken hain kurşunlara hedef olan çocuklarımız, barış yurdunun aydınlık bahçelerini şen kahkahaları ile doldurur. İşte o zaman ölüm yerine yaşam, savaş yerine barış, zulüm yerine kardeşlik, nefret yerine sevgi bu coğrafyada yeniden hâkim olur.
Filistin’de mücadele eden grupların birbirleriyle olan anlaşmazlıklarının Filistin’de dört başı mamur bir devlet olma yolunda önemli bir engel olduğunu düşünür müsünüz?
Filistin meselesi kritik dönemeçlerden geçmiş mazisi uzun bir mesele. Bildiğiniz gibi, II. Dünya Savaşı’nın ardından, günümüzün kanlı çatışmalarına yol açan sürecin tohumları atılmıştı. İsrail’in, Batılı devletlerin de teşviki ve desteğiyle, orada kendine bir devlet tesis etme yolunda kullandığı yöntemler ve stratejiler, hiç şüphe yok ki bugünkü kahredici vaziyetin ortaya çıkmasında kilit rol oynamıştır. Öte yandan, yukarıda da zikrettiğim gibi, bu noktada Müslümanların hiç suçu yok diyemeyiz elbette. Müslümanların bu meselede tek ses, tek yürek olamaması mücadeleyi akamete uğratmaktadır. Yapılması gereken şey, mücadeleyi yürüten paydaşların birbirinden kopmadan ve ayrışmadan, bütüncül bir iradeyle bu mücadeleyi nihai amacına ulaştırmaya, yani özgür Filistin Devleti’ni kurmaya çalışmalarıdır. Keza bütün İslam âleminin de bu meseledeki perspektifi bu olmalıdır.
Türkiye’nin İslam dünyasında doğal olarak öne çıkan bir liderlik konumu var. Bu konumun Gazze olayında olduğu gibi Türkiye’ye bir takım görevler ve sorumluluklar yüklediği hususunda neler söylemek istersiniz?
Türkiye gerek coğrafi gerekse sosyo-ekonomik yapısı itibariyle Batı ile Doğu arasında bir köprü olma işlevine sahip eşsiz bir ülke. Bu yadsınamaz bir olgu. Keza Cumhurbaşkanımızın güçlü liderliğinde Türkiye’nin, bu coğrafya için barış ve huzurun tesis edilmesinde kilit rol oynadığı da su götürmez bir gerçek. Hal böyle olunca, dünyanın en netameli coğrafyalarından olan Orta Doğu’da yaşanan hadiselerde Türkiye’nin hamiliğine ve arabuluculuğuna başvurulması son derece doğal. Yaşanan bu son acı olaylar açısından baktığımızda ise, Türkiye’nin ilk önceliği sivillere hiçbir şekilde zarar verilmemesidir. Ancak ne yazık ki İsrail’in orantısız bir güç kullanarak, hiçbir ayrım gözetmeden zalimce yaptığı saldırılar sonucu pek çok sivil Filistinli göz göre göre katlediliyor. Ayrıca İsrail’in Gazze’deki altyapıyı hedef alması sebebiyle sivil insanlar yaşanmaz koşullara mahkûm ediliyor. Düşünün ki hiçbir savaşta hedef olmayacak hastaneler bile İsrail tarafından bombalandı. Türkiye öncelikle bu durumu önlemeye çalışmaktadır. Bu amaçla, Gazze’ye yönelik insani yardımların yerine getirilmesi için Türkiye bütün gücüyle çalışmaktadır. Cumhurbaşkanımızın defalarca dile getirdiği gibi, Birleşmiş Milletler’in ve diğer ülkelerin de bu perspektifle meseleye yaklaşması elzemdir. Sivil halkın korunması ve yaşamlarını idame ettirebilmeleri birinci önceliktir. Ayrıca bu kanlı çatışmanın çevre ülkelere yayılmaması için de Türkiye elinden geleni yapmakta ve bu amaçla çevre ülkelerle sürekli temasta bulunmaktadır. En önemlisi de Türkiye, bu meselenin ancak ve ancak iki devletli bir sistemle çözülebileceğini her mecrada dile getirmektedir. Cumhurbaşkanımızın da her defasında vurguladığı gibi, şayet bölgede kalıcı bir barış ve huzur ortamı oluşması isteniyorsa, iki devletli bir sistemden başka bir çözüm yoktur. Hiç şüphe yok ki bu iki devletli çözüm yolunda atılacak adımlarda Türkiye üzerine düşecek her türlü görev ve sorumluluğu yerine getirmeye hazırdır.
Dünyadaki Yahudi toplulukların ve İsrail’deki Yahudilerin, Arz-ı Mev’ud / Vadedilmiş topraklar düşüncesi üzerinden çok anlam yükledikleri garip emelleri var. Söz konusu bu topraklara Türkiye’nin bir bölümü de dahil ediliyor. Bu konuda nasıl bir yol izlenmesi gerektiği hususunda neler söylemek istersiniz?
Bu tür düşünceler hiçbir şekilde ciddiye alınmayacak lâfügüzaftan ibaret. Ancak gerçekten bu tür boş fikirleri, daha doğrusu sanrıları ciddi ciddi ileri süren varsa, bunların acilen psikolojik tedaviye başlaması gerekir. Hele hele Türkiye’nin toprağına göz diken bir düşünce belli ki patolojik ve hastalıklıdır. Türkiye’nin en ufak toprağına göz dikmeye hiçbir ülkenin gücü yetmeyeceğini zaten herkes biliyor. O yüzden İsraillilere düşen görev, Filistin meselesini, bu ucube fikirlere sırt çevirip, gerçeklikten kopmadan nesnel gözlerle görmeye çalışmaları. Aksi takdirde, bu durum İsraillileri içinden çıkamayacakları bir gayya kuyusuna mahkûm eder.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir