“Yeryüzünde halifemsin…” buyuruyor Allah (c.c.).1
Kimden bahsediyoruz? Sonsuz güç, kuvvet, kudret sahibi; bildiğimiz bilmediğimiz her şeyin yaratıcısı Allah’tan (c.c.) bahsediyoruz. O’ndan bahsederken çok ama çok dikkat etmemiz gerekiyor. Şu an O’ndan bahsediyoruz ama O (c.c.) bizi duyuyor ve görüyor. O’nunla aramızda olan bir konuyu hemcinsimiz olan insanoğlu ile bölüşmemiz ilk etapta biraz garip görünüyor. Bu konuyu herhangi bir insan ile niçin bölüşelim ki!.. Çünkü burada bir muhatap var, o da biziz… Öyleyse bu konu, sadece birbiriyle dertleşmek anlamında ele alınacak bir konu ve konuşma olamaz. Hissetmeden asla konuşulacak bir konuya benzemiyor bu konu.
Hissetmeden konuşacaksak, “riya” ile başlayan bir çabaya döner bu. O’nunla (c.c.) olan ilişkilerimizde asla olmaması gereken bir durum. O nedenle bu konuyu öncelikle kendimizle konuşsak daha iyi olacak… Dinleyiciler sessizce dinleyebilirler. Bu vesileyle kendi seslerimizi de duymuş oluruz. Milyonlarca insan, O’na (c.c.) ulaşmaya, O’nunla irtibat kurmaya çalışıyor diyelim buna. Herkes aynı niyet ve çaba içindeyse görünen durum bu aslında… Hz. Musa (a.s.) bireysel olarak bunu denedi. Yani O’nunla irtibat kurmak istedi. Bizler ise O’nunla aramızdaki ilişkiyi anlamaya çalışan insanlar durumundayız. Bazı bilgiler var bu konuya ışık tutan… “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım.” şeklinde.2
“Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. Size çok düşkündür, üstünüze titrer. Mü’minlere, ama mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.”3 şeklinde, insanlığın en yüksek siması Hz. Muhammed’i (s.a.v.) bize bizzat Allah (c.c.) tanıtıyor. Allah’ın (c.c.) ahlakıyla ahlaklanmak hususunda Peygamberimiz’i (s.a.v.) örnek rol model gösteriyor. Hz. Muhammed (s.a.v.) “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”4 ayetiyle bizlere tanıtılırken Allah’ın (c.c.) neyi öne çıkardığı çok açık. Hz. Peygamber’i (s.a.v.) örneklik bakımından öne çıkarıyor. “Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık.”5 diyerek de insana verdiği potansiyeli açıkça bildiriyor. Mesela emr-i bi’l ma’rufu yani insanların birbirlerine hakkı ve hakikati, iyiliği, güzelliği anlatmasını istiyor. Çünkü insanın insan denen hemcinslerini kötülüklerden alıkoymasını emrediyor.6
Bazı bilgiler var bize O’nu (c.c.) tanıtan… “Beni niye ziyaret etmedin, bana niçin yardım etmedin?” şeklinde… “Nasıl ziyaret edeyim ki sen yüce Allah’sın ya Rabbi!” şeklinde şaşırmalarımıza ise “hasta ziyareti, insanlara iyilik yapmak” şeklinde cevaplar veriyor. İlgili hadis metni aşağıda:
“Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“ Allah Teâlâ kıyâmet gününde şöyle buyurur:
-“Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin.” Âdemoğlu:
– “Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim?” der. Allah Teâlâ:
– “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın.” buyurur. Âdemoğlu:
– “Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim?” der. Allah Teâlâ:
– “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin? Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin.” buyurur. Âdemoğlu:
– “Ey Rabbim! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim?” der. Allah Teâlâ:
– “Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?” buyurur.”7
Hep iyilik, güzellik, samimiyet, içtenlik gibi, iyi ve ahlaklı, akıllı bir insanın ruhuna, gönlüne, aklına hitap eden güzellikler bunlar. Bazı instagram hesaplarında yayınlanan güzel itiraflar var. “İslam sadece kurallar bildiren din değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi…” diyecek kadar İslam’ı özümsemiş ve “ihtiyacım var bu dine” yani yaşam biçimine diyen yeni Avrupalı Müslümanların yani ciddi arayışı olan insanların samimi itirafları var. Kendisine hiçbir şey anlatılmamış insanların gönlüne de giriyor Allah (c.c.)… Çok ilginç değil mi?
İnsanın varoluşsal bir gerçeği var ve sorumluluklarla dolu bir dünyaya doğuyor. Bu sorumlulukların insanın imtihan sırrı içinde ciddi bir önemi var ve insan kendi zaviyesinden bu sınavı ahlaken üst düzeyde sergileyerek Allah’ın (c.c.) rızasını kazanabilir. Ve yeryüzünde halife olmanın yüksek şerefine ulaşabilir. “İzzet ve şeref, Allah’ın, peygamberin ve müminlerindir.” buyuruyor. İzzet ve şerefe müminleri de dahil ediyor.
İnsan açısından bu konunun nasılını ve niçinini Şenel İlhan Beyefendi’nin “Ahlaki Kritik” başlıklı müthiş bir makalesiyle siz kıymetli okurların yüreğine açmak isterim:
Ahlaki Kritik
“Aklı başında hiç kimse; fert ve toplum planlamasında, ferdin iç ve dış huzurunu tahsis etmede, toplumun refahı ve saadetini sağlamada çok iyi bir ahlaki eğitimin kaçınılmaz gerekliliğini inkâr edemez. Yani ahlak; insanı içte ve dışta disipline eden, kişinin kendiyle barışık, topluma faydalı, üretken ve sosyal biri olmasını sağlayacak olan tek ve en önemli unsurdur…
Tarihe baktığımız zaman, hiçbir felsefi ekol sapık da olan hiçbir din, ahlakın fert ve toplum planında gerekliliğine karşı çıkmamış, bilakis Budizmden Taoizme, Hristiyanlıktan Totemizme kadar her din temel akaidinde, ısrarla ahlakı ve kendine göre ahlaklanmayı istemiştir.
Ama İslam, vahiy kaynaklı ve bozulmamış olması hasebiyle, diğer batıl dinlerden farklı olarak insanın, sadece basit ahlaki kurallara bağlı olarak yaşamasını emretmekten çok, bunu pratiğe dökmesini ve sistemli bir biçimde yaşamasını emretmiştir. Yani, hem dünyasını hem de ahiretini kazanma yolu olarak… Bu da, İslam’ın her işte olduğu gibi ahlak kurallarını icrada da en güzel yol olan orta yolu seçmesiyle mümkün olmuştur. Mesela, cesaret ve korkaklık haram, secaat helal; cimrilik ve israf kötü, cömertlik güzel; zillet ve ukalalık haram, girginlik ve sosyallik iyi vb. ince ve güzel kurallarını koymuştur. Diğer dinler ve sapık görüşler ise, ahlak ve ahlaki müeyyideleri; çok yüzeysel ve sathi işlemiş ve doğal olarak, ahlaki ölçü diye insanlara sundukları, genelde en büyük ahlaksızlıkları doğurmuş, insana ve insanlığa en zararlı emirler ve istismara açık hükümler gibi olmuştur. Bunun sebebi ise, insanın mutlaka uyması gereken kuralların; batıl din ve felsefecilerin uyduruk vızıltılarından çıkmasıdır. Evet, insanın yapması etmesi veya yapmaması gereken şeyleri tayin eden, hiç şüphesiz insanı en iyi bilen olmalıdır. Ve insanı en iyi bilen de Allah’tır. O halde, Allah’ın yaşamamızı istediği biçimde yaşamamız, hem kulluk hem de kaçınılmaz aklın gereğidir.
Çünkü hiç şüphesiz insan ne yalnız akıl ne yalnız et ve kas yığını ne de yalnız ruhtur. Ama felsefe tarihine ve dinler tarihine baktığımız zaman emredilen şey, ya yalnız akla ya ruha ya da beyinsizce bedene olmuştur! Oysa insanın fıtratı gereği ahlaklı olmak ve bu ahlak ölçülerinin de insanın bütününe emredilecek boyutlarda olmak durumunda yaratılması; ister istemez insana tek boyutta düşünen, tüm sapık ahlaki ekolleri reddetmesine yol açmıştır. Yani iç ve dış kritik müessesesi olan ahlaki kuralları, ne materyalistler gibi ne de bir başka -ist’ler veya tozuduk papazistler gibi görmüşlerdir. Tabii fıtratı bozulmamış insanlar…
Fıtratı bozulan, kalbi marazlarla dolan insanlarsa ya ruhbanlık, aşırı pasiflik ya da ifratlardan bin bir ifrat, tefritlerden sürü ile tefrit batağına saplanmış, çırpındıkça çırpınmaktadırlar…
Ayrıca da İslam, diğer dinlerin ahlak diye yaymaya çalıştığı, şayet uyulursa insanı ya pısırık ya da hayvan yapan hezeyanlarını, doğal olarak en büyük ahlaksızlık saymıştır.
İslam dini, Allah’ın dinidir. Ve vahiy kaynaklıdır. Ve yine, insanı yaratan Allah, onun tüm maddi ve manevi, psikolojik ve türlü ihtiyaçlarını elbette bileceği içindir ki onların nasıl yaşamaları gerektiğini, onlar için iyi ne, kötü ne, ahlak ve ahlaksızlık sınırlarının nereye kadar olduğunu, hiç şüphesiz açıkça ve tüm muhteşemliğiyle Kur’an ve sünnette buyurmuştur. Resulullah (s.a.s.), “Bir toplulukta iki kişi konuşurken fısıldaşmadan konuşun, üçüncüsünü üzersiniz.” buyurarak ahlak konusunda en ufak teferruatlara bile kıymet vermiş ve aklı başında hiç kimsenin reddedemeyeceği bir güzellikte, bizatihi kendisi tüm hayatını Kur’an ahlakıyla yaşamış ve bu ümmete gerçek ve kusursuz bir örnek olmuştur. Ayrıca, “Ben en güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyurarak açıkça İslam’ın, ahlak üzere kurulduğunu işaret buyurmuşlardır. Evet, İslam’da ahlakın öneminden bu kısa anlatımdan sonra, toplumumuzun İslam’ın bu önemli yönüne bakışına ve ne kadar değer verip ne kadar lakayıt kalıp kalmadığına ve ahlaki eğitime ne dereceye kadar muhtaç olduğunu kabullenip kabullenemediğine gelelim…
Ayrıca, hemen şunu da belirtelim ki bugün neredeyse tüm dünya, özellikle ehli küfür milletler, adeta ahlaksızlıktan şeytanlaşmış, nefs-i emmare yığınları haline gelmişlerdir. Çünkü onlar uyduruk din, atmasyon ahlaki metotlarla yaşayan zelil ve hakir kâfirlerdir. Ama ya Müslümanlar, işte bizi gerçekten ilgilendiren ve gerçekten bir an önce, ahlaki manada fikrî yapılanmaya girmesi gereken onlar. Ve insanın arzu ve isteklerinin, müspet mi menfi mi olduğunu belirleyecek, üstelik bunu İslami çizgide icraata koyduracak, ahlaki bir eğitime müthiş ihtiyacı olanlar yine onlar. Mesela, bir genç adam var, şehevi arzuları kanını kaynatıyor. Allah’ın Habibi’nin de buyurduğu gibi, “Şehvet galeyana geldi mi aklın üçte ikisi gider.” tespitinin ibretiyle neredeyse hiç aklı olmayan ve iliklerine kadar zevkçi bu gençlerin, tabiri caizse azdıkları zaman ne hallere geldiklerini, ne ahlaki cinayetler işlediklerini her gün üzülerek duyuyor ve görüyoruz…
Yani, aklı başında, İslam’ı çok iyi bilen takva bir Müslümanın bile İslami kurallarla, nefs mücadelesi ismini verdiği, kendiyle savaşta zaman zaman başarısız olurken; İslami ölçülerle ölçülenmemiş, bozuk ölçülü, kıt aklı ve devleşmiş şehvetleriyle bu gençlere sahip çıkmak ve bu manada onlardan güzel ve iyi davranışlar beklemek hem hayal hem de çok gülünçtür. Ki zaten bizim memleketimizde, her türlü ahlaki yozlaşma, doğal olarak, işte bu yüzden hâkim…
Bugün mücahitliği kimseye vermeyen, üstelik gerçek mücahit olan âlim ve aydınlara sataşmaktan da hiç geri kalmayan cüce şahsiyetlerin kaçta kaçı kendini tanıyor ve nefsinin kritiğini yapabilecek kadar âlim! Açık söylüyorum; ben şahsen yıllardır on bin Müslümanda birinde görmedim ki otursun da Allah rızası için kendini sorgulasın, “Bende riya var mı, haset var mı ya kibir, Allah muhafaza!” deyip kendini karşısına alsın! Allah muhafaza diyorum, çünkü Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadis-i şeriflerinde, “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan, cennete giremez.” buyuruyor.
Ya riya… Hakkında yüzlerce hadis olan gizli şirk… Haset, ondan da beter… Çünkü sahih hadislerde anlatıldığına göre, dinin üçte ikisini alıp götüren korkunç maraz… Ayrıca bunun gibi bencillik, korkaklık, cimrilik, yalan, nemmamcılık… Ve daha bir yığın içimizdeki korkunç yılanlardan bile haberi olmadan yaşayan, üstelik de âlim olan, lider olan, mücahit olan birçok Müslüman… Hey gidi hey! Nerede öyle bolluk? Oturduğun yerde devlet kur, devlet yık, ahkâm kes, fetva ver, bu yılanlar da ahiretini yıksın…
Ya Rabbi, ne kadar muhtacız bize neyin ne olduğunu gösterebilecek gerçek bir lidere… Ekmek kadar, su kadar muhtacız… Çok ihtiyacımız var Resulullah’ın gerçek varislerine, çok… Allah’a emanet olun.”8
Evet, insanın sınavları ölene kadar bitmez. Ama merhametliler merhametlisi Rabbimiz, yollarımıza hep rahmet ve merhamet işaretlerini koyar ve yeryüzünün halifesi insanı, hiç mi hiç yalnız bırakmaz. Üç günlük dünya hayatımızdaki çileler, hep rahmet tecellileriyle bizi ahirete, Allah’ın (c.c.) huzuruna taşır.
Bizim yazı ile çektiğimiz fotoğraflar, insanın sınavlarla dolu hayatında çektiği çileleri tanımlamaya yetmediği gibi ilahi kaynaklı hiçbir neşe de satır aralarına sığdırılamaz. Mesela merhamet, aşkın bir duygudur. Merhamet duygusunu insan, ancak ruhuyla hisseder. İçinizi, bir barsak gibi dışarı çıkaramazsınız ama duygular, kalbin derinliklerinde hep büyük bir coşku içinde hissedilmeyi bekler. Ara sıra dile dökülen duygular, her biri derinlerdeki bir çığlıktır aslında. Sevgi bir yorgan gibi sarar insanoğlunu. Kutuplara dönmüş dünyada, aradığı bir sıcaklık gibi… Çünkü insan kendi gerçeğiyle alabildiğine çıplaktır. Hayat, sevgi ve merhametle sarıp sarmalar onu. Dayanma gücü verir insana. İçine sinen bir şeyle buluşturur onu. Buram buram anlam yüklü değilse hayat, insan bir sızıyla hep üşür…9
Sonuç olarak insan hayat içinde hep tecellilerle yol alır… Çünkü Allah’ın (c.c.) yeryüzünde halifesidir ve büyük sorumlulukları vardır. Yeter ki fark edelim…
1. “Hani Rabbin, meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Melekler, ‘Yâ Rabbi sen yeryüzünde kargaşalık çıkaracak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek tesbih ediyor, takdis ediyoruz’ dediler. Allah meleklere ‘Ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ dedi.” (Bakara, 2/30)
2. “Bilinmeyen gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bilineyim diye halkı (kâinat) yarattım” (Aclûnî, II, 132) Ali el-Kārî bu sözün hadis olmamakla birlikte taşıdığı mânanın, “İns ve cinni bana ibadet etsin diye yarattım” (ez-Zâriyât 51/56) meâlindeki âyete uygun olduğunu, zira bu âyetteki “ibadet etsinler” ifadesini bazı müfessirlerin “beni tanısınlar” şeklinde yorumladığını söyler. İbnü’l-Arabî’ye göre, “Gizli bir hazine idim” ifadesi nakil açısından sabit değilse de keşfen sahih bir hadistir. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 2022 yılında Ankara basım, 25. Cilt, sf.258-259.)
3. Tevbe Suresi 128.ayet
4. Kalem Suresi 4.ayet.
5. Tin Suresi, 4.ayet.
6. “İçinizden hayıra çağıran, ma‘rûfu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun” (Âl-i İmrân 3/104)
7. Müslim, Birr 43
8. https://feyzdergisi.com/yazi/ahlaki-kritik-senel-ilhan-beyefendi
9. Makale / Sahte Kendilikten Gerçek Maneviyata/ Gönül Dergisi.