Murat, dedesinin vefatından sonra her köşesinde tatlı hatıraların yaşandığı evde kalmak ayrılık acısını hep tazelese de babaannesini yalnız bırakmamak için onunla kalmaya başlamıştı. Dedesiyle adetleri olduğu üzere sabah namazından sonra terasta oturup öylece karanlığın içine düşen ilk ışıkları ve nihayetinde de güneşin her sabahki o mucizevi doğuşunu yürekleri kıpır kıpır seyre dalarlardı. Bu ahvali bilen babaanne ortamın büyüsünü bozmamak için elinde ince battaniye ile parmak uçlarına basarak torununun yanına sokuldu. Yüreğinden taşan sevgi galip gelince dayanamayıp saçlarını okşadı, yanağından öperek müşfik sesiyle kulağına “Ciğerparem artık güz geldi, havalar serinledi, kendine dikkat etmen gerek.” dedikten sonra üzerini örttü. Değişik düşünce ve duyguların girdabındaki Murat ise sadece gözleriyle teşekkür edebildi. Babaannesi konuşmaktan acze düşmüş bu genci kendi dünyasında bırakıp geldiği gibi geri döndü. Murat yandaki sehpada duran ve defalarca okunmakta yıpranmaya başlamış Buse’den gelen mektubu aldı. Her seferinde gözü yirmi beş ekimde geleceğim satırına takılı kalıyordu. Hemen kol saatinin takvimine baktı. Üç gün kalmıştı. Mektup geldiği günden beri güneş doğmakta nazlanıyor, batmamak için ise direniyordu. Günler ise anlamsızca uzuyor, dakikalar ise geçmek bilmiyordu. Ağır duyguları mektubu yerine bırakmasıyla beraber hafiflemeye başlarken Murat içinden çıkılmaz anlarda babasının öğrettiği “Olayları, sorunları tek tek sıralara ve en mühiminden başlayarak çözmeye başla.” tavsiyesine binaen hayatındaki kırılma anından itibaren sıralamaya başladı:
Bir, taşındıkları yeni iş yeri sonrasında hayırlı olsuna gelerek hayatlarının ortasına giren aile dostu Cemil Hancı ve onun vesilesiyle artan iş hacmi, değişen müşteriler ve ülkenin kalburüstü insanlarıyla kurduğu dostluklar.
İki, yetiştiği çevreye, kültüre, amaçlara taban tabana zıt insanlarla vaktinin çoğunu geçirmenin verdiği tahammül edilemez seviyeye gelen can sıkıcı ahlaki ve duygu erozyonu…
Üç, dedesinin seyr u sülûk kardeşim dediği ve benden sonra elini asla bırakma diye vasiyet ettiği Pehlivan Hamza amcasıyla devam eden ahlaki ve fikir yolculuk…
Dört, Buse… Asla ve asla düşüncelerinde, fikrinde ve hayallerinde olmamasına rağmen ilahi bir el, taşları ikisinin yollarının kesişmesi için tek tek intizam içinde döşemişti. Kalplerine düşen sevgi tohumları yeşermişti. Murat’ın kişiliğine ve aldığı terbiyeye yakışan bunun bir adını koymaktı.
Belki sonrasında onları ancak sevenlerin aşabileceği canlarından bezdirecek derecedeki zorluklar, maniler çıkacaktı. Ama bunu göğüsleyip gerektiğinde de savaşlıydı.
Beş, yazılarının yayınlandığı günlük gazetede bir araya geldiği entelektüeller, fikir adamları ve sosyal çevre bütün kibarlıklarına rağmen ruhunu daraltıyor, onu boğuyordu. Artık bıçak kemiğe dayanmıştı. “Açık ve bedeli ne olursa olsun dönüşü olmayan bir karar almalıyım.” dedi.
Güneşin bütün ışıklarını ve oksijenini içine çekmek için kollarını iki yana doğru açtı. Gözlerini yumdu ve defalarca ciğerlerini oksijenle doldurdu. Gözlerini açıp kolları yana düşerken dudaklarından “Dediğin gibi Hamza amca bu çıktığımız fikir inşası yolunda kendim yürürken mesai harcadığım çevre beni sarıp içine doğru çekiyor. Bütün donanımıma rağmen toplamadaki sıfır, çarpmadaki bir gibi etkisizleştiriyor. İlk olarak kendi beyefendiliğime yakışır usulde baba dostu Cemil Hancı’ya her şey için teşekkür edip gazeteden ayrılmalıydı. Sonrası her fikir adamının kaderi olan ya bir dergi ya da bir gazete çıkartacak yada kitaplar kaleme alacaktım… Attığı bu adıma Cemil çok kızacak, planlarına ket vurduğum için mutlaka bedel ödetmek isteyecekti. İş ve aile hayatını tehdit edecek derecede mukabelede bulanabilirdi. Sallanan sandalyeden kalkıp terasın kenarına kadar geldi. Ufuktaki Haliç, Kasımpaşa ve Şişhane’ye doğru baktı. Artık dönüş yoktu. Dünyalar yıkılsa prensiplerinden, mefkuresinden asla ve asla geri dönemezdi. Aldığı kararı mühürlemek istercesine elini yumruk yapıp terasın yarım duvarının üzerindeki mermere hafifçe vurdu. Geri dönüp sandalyesine otururken Buse’den gelen mektubu tekrar eline aldı. Boşalan zihninde artık aklı hükümleri hızla vermeye başlamıştı. Buse’ye de kendisine yakışan edep içinde evlenme niyetini belli etmeli, olur da karşılık bulamaz ise yüreği yana yana onunla da son noktayı koymalıydı. Alelacele içeri geçen Murat hızla ama güzel bir yazı ile istifa dilekçesi kaleme alıp zarfa koydu. O an aldığı kararları uygulamanın mutluluğu gözlerine yansıdı. Lacivert takım elbisesini giyip kravatını takarken babaannesinin sesi duyuldu. “Murat kahvaltı hazır evladım.” Murat “Geldim.” dedikten sonra kendisine aynada alıcı gözle tekrar baktı. Gayet şık, ciddi ve her zamanki gibi yakışıklıydı. Neşe içinde kollarını yana açıp “Merhaba yeni başlangıçlar.” dedi. Babaannesi mutfağın kapının Murat’ı görünce “Ooo beyefendi çok klassınız.” dedi. Babaannesinin elinden öpüp “Sayenizde hanımefendi.” dedi. Murat ayaküstü mis gibi kokan menemene acele acele ekmek bandırıp çaydan birkaç fırt çekip “Sultanım bana müsaade mühim işlerim var.” dedi. Yüzünde güller açan babaanne torununa “Bana gelin mi getireceksin?” dedi. Sırtı dönük Murat elini sallayıp “O da olacak ama bugün değil.” dedi. Arabasıyla sürat yapsa da dikkati elden bırakmayan Murat gazeteye istifa dilekçesini vermeden önce Cemil Bey’in yanına uğramanın daha uygun olacağını düşündü. Hem baba dostuydu ve birçok iş bağlantısını onun sayesinde yapmıştı yakışanı buydu.
Cemil Hancı, her zamanki gibi yine sabah sporundan sonra mükellef kahvaltısını yapmış şirkette keyif kahvesini içiyordu. Dahili hattan çalan telefonu açıp soğuk, otoriter bir sesle “Aloo” dedi. Cemil “Murat Bey mi gelmiş? Bu saatte ve habersiz garip… Gelsin…” dedi. Bir dakika sonra tıklanıp açılan kapıdan önce sekreter göründü onun buyur etmesiyle de Murat içeri girdi. Murat “Merhaba Cemil amca…” dedi. Cemil meraklı gözlerle ama sakinliğini bozmadan “Gel Murat’ım gel… Bu ne güzel sürpriz vallahi gelmen iyi oldu?” dedi. Murat otururken sekreter hafif gülümseyip “İçecek ne istersiniz?” dedi. Murat “Demli bir çay ve soğuk su.” dedi. Cemil, Murat’ın konuşmasını beklemeden heyecanı merakına yenik düştü. Hemen konuşmaya başladı. Cemil “Belki sen bana güzel bir vereceksin ama benim sana daha güzel ve mühim bir havadisim var.” Kahvesinden bir yudum içip “Dün akşam yemekte Bakan Bey, Cevher Bey ve ben beraberdik. Bakan Bey’in özellikle basın, yazı, çizi işlerine aşikar olan bir danışmana ihtiyacı varmış.” Murat, soğuk soğuk Cemil’in gözlerinin içine “Bana neymiş?” dermiş gibi baktı. Cemil “Cevher Bey özellikle senin ismini verip kuvvetle tavsiyede bulundu. Bakan Bey önce bir tanışalım dedi. Ama o formaliteden Cevher Bey’in referansına sahip adamı geri çeviremez.” dedi. Murat “Çok teşekkür ederim.” dedi. Cemil “Evlat bu işler böyle başlar önce danışmanlık sonra siyasi çevre bakarsın üç, beş yıla sen de milletvekili belki de bakansın… İnan bana devletin kapıları sana sonuna kadar açıldı.” dedi. Bu arada sekreter içecekleri getirdi. Murat soğuk sudan içerken Cemil “Sen sanki pek sevinmedin gibi…” dedi. Murat “Yok aksine çok sevinilecek bir haber…” dedi. Cemil “Sana her zaman güvendim. Geleceği parlak bir gençsin.” dedi. Murat’ın donuk ve mesafeli duruşundan dolayı Cemil duraksadı ters bir şeyler olduğunu anladı. Cemil “Sen bana ne için gelmiştin?” dedi. Murat su ile boğazını kibarca temizleyip “İlk benden duymanızı istedim. Üzerimde çok hakkınız var. Özellikle son dört ayda bana hayal bile edemeyeceğim kapılar açtınız. Size çok ama çok teşekkür ederim. Lakin ben epeydir huzursuzum ve bu sabah bir karar aldım. Gazeteden istifa ediyorum.” dedi. Cemil duyduklarına inanmamıştı. Cemil “Ne, ne sen ne dedin?” dedi. Murat yeniden derin nefes alıp tekrardan “Gazeteden istifa ediyorum. Sadece kendi işlerimizle meşgul olacağım.” dedi. Cemil’in yüzü yaşadığı şok karşısında sıcak ağustos ayının ortasında soğuk kar yağışına tutulmuş gibiydi. Oda buz kesti Cemil “Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu?” dedi. Murat “Kesinlikle…” dedi. Cemil “Bu nasıl olur? Seni, babanın hatırı için ülkedeki birçok gencin rüyasında bile göremeyeceği yerlere taşıdım. Paralar kazandın. Ve hâlâ da yeni yeni kapılar açmaktayım. Sen bir anda sebepsiz yere bunları bir anda elinin tersiyle itiyorsun. Bu vefasızlık sana yakışıyor mu?” dedi. Murat gayet sakin Cemil’in gözlerinin içine bakarak “Dediğim gibi her şey için ne kadar teşekkür etsem azdır. Nefes aldığım sürece sizin yanınızda olmaya devam edeceğim. Ama lütfen bu istifamı şahsınıza yapılan vefasızlık olarak algılamayın… Sadece ve sadece kendime, ruhuma olan saygı olarak düşünün.” dedi. Cemil “Mesele para mı? Az mı geldi? Daha çok vereyim… Seni rahatsız eden, edenler mi var? Söyle kovayım… Başka bir gazeteden, gruptan mı teklif var? İste onların vaat ettiği kariyerden daha üstününü vereyim.” dedi. Murat, duraksadı gözlerini bir an yumup açtı. Murat “Hayır, hayır… Hiçbiri değil zaten olamaz da… Sadece huzur, huzur…” dedi. Cemil koltuğunda geri yaslanıp “Evlat… Huzur paranın, gücün ve itibarın olduğu yerdedir. O kötü Türk filmlerinde gösterilen fakirlerin huzurlu, mutlu halleri tembellikten, akılsızlıktan kaynaklanan başarısızlığın kamuflesi, boş gönle tesellisidir.” dedi. Murat cebinden üzerinde “Gazete yönetimine” yazan zarfı gösterip “Belki… Ama benim kararım kesin.” dedi. Cemil ne kadar konunun etrafında dolaşıp Murat’ı iknaya çalışsa da onun asıl mevzusunu, rahatsızlığını çok iyi biliyordu. O an aklına Murat ile çalışacağını söylediğinde karısı Sultan’ın verdiği tepki geldi. Sultan “Dinine çok düşkün bir aile… Sıkı sıkıya bağlı… Ailenin büyüğünün adı bile Sabit… Sabit görüşlü insanlar.” demişti. Cemil ise para, şöhret ve gücü ile Murat’ın başını döndürüp kandırabileceğini hesaplamıştı içinden “Karım çok haklıymış” dedi. Ama o yenilgiyi ve dahası yanlış yapmayı asla ve asla kabul etmezdi. Beyninde çoktan ikinci plana geçmeye karar vermiş. Hiçbir şey hissettirmemek için yüzüne sinsi bir gülümseme takınıp “Tamam o zaman yapacak bir şey yok. Hayatının geri kalanında başarılar dilerim.” dedi. Murat “Anlayışınız için teşekkür ederim. Lütfen beni ve ailemi sabit fikirli görmeyin. Evet, bizim kalbimiz inancımızda sabittir. Ama aklımız yeni fikirler üretmeye kendisini yenilemeye her daim devam eder.” dedi. Sonra ayağa kalkıp saygı için ceketinin düğmesini ilikleyip elini sıktıktan sonra “Hakkınızı helal edin.” dedi. Cemil neredeyse sessiz denecek seviyede “Bundan sonraki hayatında başarılar dilerim.” dedi. Murat kafesinden uçan kuşun hissiyatıyla dışarı çıktı. Murat’ın arkasından uzun uzun bakan Cemil ayağa kalkıp odada volta atmaya başladı. Cemil Hancı’nın hayatta asla kabul etmeyeceği, edemeyeceği durum birinin onu, onun isteklerini, çizdiği istikameti ret etmesiydi. Pencerenin önüne gelip dışarı bakarken yüreğine sığmayan öfke ve kin dudaklarından dökülmeye başladı. Cemil “Sabit Konukseven sen öldün gittin ama ruhun birinci torunun Murat’ta yaşıyor. Elimden kurtuldu. Ama ikinci torunun Cem… Onu aile içindeki canlı bombam yapacağım. O patladığı an ailen darmadağın olacak.” dedi. Tekrar masasının başına oturup sekreterini aradı. Cemil “Kızım bana şoförümü çağır. Sende içeri gel.” dedi. Küçük bir kağıt ve kalem alıp kendisinin Konukseven Makina’ya yönlendirdiği şirketlerin isimlerini yazmaya başladı. Sekreter saniyeler içinde içeri girdi. Cemil kâğıdı uzatıp “Bu firmaların sahiplerini hemen bana bağla.” dedi. Şoför soluk soluğa odaya girerken bir yandan düğmesini ilikliyordu. Şoför “Buyurun efendim.” dedi. Cemil “Murat Konukseven bize sırtını dönüp gitti. Sana onun amcaoğlu Cem ile ilgilen demiştim. Durum nasıl?” dedi. Şoför verilen görevi başarıyla yerine getirmiş tetikçi keyfiyeti içinde “Aramız gayet iyi onun dert ortağıyım. Çocuk ailesini, çevresini küçük, yaşanmaz sizi ve muhitinizi ise ulaşılmaz görüp dahil olmak için can atıyor.” dedi. Cemil gülümseyip “O zaman onu üç gün içinde bana getir. Artık truva atımız o olacak.” dedi.
Gazete yönetimine istifasını veren Murat okuyucuya, gazete yöneticilerine, çalışma arkadaşlarına saygı ve yanlış anlamların önüne geçmek için duygu dolu satırların yer aldığı veda yazısını kaleme alıp teslim ettikten sonra herkes ile helalleşti.
İhsan Konukseven her zamanki gibi mutat olarak imalathaneye dolaştı, üretimi denetledi. Her şey planlandığı gibi sistemli çalışıyordu. Yazıhaneye çıkarken artık iş yerini büyütme fikri iyiden iyiye aklında yer etmeye başlamıştı. Bu konuda abisi, oğlu ve yeğeniyle bir toplantı yapıp karar almalıydılar. Yazıhaneye girdi rahmetli babasının masası gözüne çarptı, hâlâ boştu. Kimse kullanmak istemiyordu. Kendi masasının başına geçti ve hızlıca oğlunun köşe yazısını okumak için gazeteyi eline aldı. Yirmi iki ekim bin dokuz yüz seksen altı yazan ön sayfaya hızlıca göz atıp sayfalarını çevirmeye başladı. Nihayet “Genç Dimağdan” isimli köşe yazısını okumaya başladı. “Medeniyet iddiasında bulunmayan karanlık aydınlar” başlığını okuyunca “Evlad bu ne uzun, iddialı bir serlevha?” dedi. Bir nefeste okumaya devam etti: “Bir münevver dünyadaki diğer toplumları en az kendi toplumu kadar iyi tanımalı. Onların yaratılıştan kaynaklı üstün yönlerini fark edince zillete düşmeden milletine dünyayı yönetecek bir mülahaza taşımalı, yön verirken sistemi de inşa etmelidir.” Cümle devam ederken telefon çaldı. İhsan gözü yazıda ahizeyi kaldırıp “Alo” dedi. Karşıdan gelen ses isteksiz ve aceleci bir tonda “Ben Sönmez Otomotiv satın alma müdürü Remzi Bardakçı… Size geçmiş olduğumuz siparişleri iptal ediyoruz.” dedi. İhsan şaşkın “Anlamadım? Bir sorun mu var?” dedi. Remzi “Patronlar artık başka bir firma ile çalışma kararı aldılar. İyi günler.” dedi ve telefonu kapattı. İhsan ilk şoku atlatamadan telefonlar peş peşe çalmaya devam ediyordu. Hepsi de siparişleri iptal ediyordu. Yaşananları anlamaya çalışan İhsan, abi Salih ile yeğeni Cem’i çağırdı. Yüzünden düşen bin parça idi. Salih “Hayırdır biladerim kötü bir haber mi aldın?” İhsan “Abi firmalar bu sabah sanki anlaşmış gibi siparişleri iptal edip bizimle çalışmayı bırakıyorlar. Geçerli bir sebep de yok… En azından benim bildiğim.” dedi. Salih ile Cem birbirlerine baktılar. Salih “Yani kalite kontrollerinin hepsini kendimiz yapıyoruz. Yani bir iki olur da hepsi birden başka bir iş olmalı.” dedi. Cem telaşlı karamsar “Eeee böyle giderse iflas mı edeceğiz?” dedi. Salih kızgın “Hemen en kötüyü düşün. Tamam, belki sıkıntı çekeceğiz. Sorunun sebebi ne tespit edip çözelim, halledelim şu an derdimiz o…” O ara içeri her zamanki hızlı ve neşeli haliyle Murat girdi. Murat “Selamüaleyküm…” derken ortama bakıp “Ne o cenazemiz mi var?” dedi. İhsan “Evlat firmalar siparişleri tek tek iptal ediyor. Sebebini düşünüyoruz.” dedi. Murat sakince deri kaplı misafir koltuğa otururken “Ben sebebini biliyorum.” dedi. Üçlünün şaşkın bakışları Murat’ın üzerinde toplanmıştı. Murat sakince devam etti. Murat “Ben gazetedeki işimden istifa ettim. Cemil Hancı ile olan bağlarımı koparttım. O da vakit kaybedemeden dostlarını arayıp bana had bildirip bedel ödetip gücünü göstermek için siparişleri iptal ettiriyor. Yani sizin bir suçunuz yok.” dedi. İhsan en sakin haliyle “Neden evlat?” diye soracakken en büyük ve beklenmedik tavır Cem’den geldi. Hiddetle ayağa kalkıp parmak sallayarak “Sen ne yaptın? Aileni ilgilendiren bir meselede kafana göre kararlar alıyorsun. Hadi bizleri yok saydın. Bize hep destek olan ülkenin en mühim, itibarlı adamıyla” parmağını daha sert sallayıp “Eminim ki saçma sapan bir sebeptendir ters düşüyor adama sırtını dönüp çıkıp gidiyorsun. Bu ona yapılır mı? Tabi ki o da sana bedel ödetecek. Bunu nasıl düşünemezsin?” dedi. Salih de ayağa kalkıp oğlunun gözlerinin içine bakıp “Ağır gel evlad. Aç değil açıkta değiliz. Biz bu günlere Cemil Hancı sayesinde gelmedik. Şükürler olsun.” dedi. Cem küçümser bir tavırla kollarını yana açıp “Mesele sadece karnımızı doyurup başımızı sokacak bir damın olması mı? Bunun için mi çalışıyoruz? Baba, sen mesela hiç İspanya’da tatil yapmayı hayal ettin mi? Mesele Norveç’e gidip o muhteşem kuzey ışıklarını seyretmek gibi bir zevke sahip misin? Fransa’da sabah kahvaltısında kralların peyniri olan rokfor ile yapıp sevgilinin elinden tutup Paris’te gezmeyi arzulamaz mısın? Hadi hepsini geçtim belki bunlar dış ülkelerde. Peki, Fatih’te bir apartman dairesine tıkılıp kalmaktansa en azından boğazda bir yalıda oturup doyasıya denizi seyredip geçen gemilerin peşinden hayallerinin de takılıp gitmesini istemez misin?” dedi. Cem susunca derin bir sessizlik oldu. Peş peşe sıralanan isyan dolu haykırışlardan sonra üçlü kaybettikleri işlerden ziyade Cem’in ilkesizliği, duruşunun olmaması canlarını daha çok sıktı. Murat gayet sakin “Amcaoğlu sakin ol. Sadece dört, beş müşteri kaybettik. Yerine yenileri gelir. Söz ailemiz mağdur olmayacak.” dedi. Cem inanmamışlığını “Püf” dedikten sonra alaycı pis bir gülümseme ile belli etti. Cem “Ben biraz dışarı çıkıp kafa dağıtacağım. Ben zaten şirkette personelden sorumluyum.” dedi. Kapıyı çarpıp dışarı çıktı. Salih giden oğlunun arkasından bakıp “Küçük bir çocuk olsa iki tokat atardım. Biraz ağlar zırlar sonra susar mesele kapanırdı. Şimdi karşımda içinde hırslarının, zevklerinin esiri bohem bir yaşama düşkün büyük bir canavar var.” dedi. İhsan “Abi her devrin gençleri kendi zamanlarının sorunlarıyla geliyor. Asla ve asla bir önceki dönemlerle kıyas kabul etmiyor. Üzülüp tasalanma…” dedi. Salih, Murat’a bakıp “Evet iki genç ikisinin de hanemize getirdiği dertler başka başka…” dedi. Murat “Baba, amca şimdi zamanı değil biliyorum ama size bir şey daha söyleyeceğim.” dedi. İhsan “Hayırdır evlat bizi şaşırtacak başka ne sürprizlerin var?” dedi. Murat “İş adamı Cevher Erdem’i duymuşsunuzdur.” dedi. Salih “O kim?” der gibi gözünü kırptı. İhsan “Bu Cemil Hancı’dan on kat daha güçlü bir iş adamı.” dedi. Salih “Ne yani şimdi de onunla mı çalışmaya başlayacağız?” dedi. Murat gülümseyerek “Hayır amca ama…” İhsan “Aması?” dedi. Murat “Aması babacığım ben onun kızı Buse ile evlenmek istiyorum.” dedi. İhsan ve abisi Salih bu kez gerçekten dumura uğramış gibi birbirlerine bakakaldılar.
DEVAMI GELECEK AY
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

