Bebeklik döneminde kurulan bağın çocuğun gelecekteki ilişkilerini nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Ebeveynler bebekleriyle nasıl daha sağlıklı bir bağ kurabilirler?
Bundan yüzyıl önceye kadar gittiğimizde, psikoloji bilimi içerisinde bebek ve çocukluk dönemleri oldukça önemsizdi. Fakat günümüze kadar gelen süreçte ise durumlar da değişti. Artık bebeklik döneminin her açıdan çok kıymetli olduğunu biliyoruz.
Bu doğrultuda, bebeklik döneminde kurulan bağın tüm yaşantıya sirayet ettiğini düşünüyorum. Çalıştığım danışanlarıma ve ailelerine baktığımda, kişiliğin temellerinin atıldığı dönemin erken yaşlar olduğunu görüyorum. Dolayısıyla hızlıca geçip giden erken yaşların, sandığımızdan daha etkili olduğu da yadsınamaz.
Örnek vermem gerekirse;
Bebeklik ve çocukluk döneminde sevgi göremeyen kişilerin aslında sürekli sevgi aradığını veya devamlı yetersiz görülen bir çocuğun kendini bir türlü başarılı göremeyip yetinememesini söyleyebilirim. Aslında nerde eksik kalmışsak, biraz orayı telafi etmeye, belki de doyurmaya çalışıyoruz.
Dolayısıyla, bu önemli dönemde yapılabilecek ufak ve etkili hamleler ile sağlıklı “bireyler” yetiştirmek mümkün. Güçlü ve sağlıklı bir bağ kurmanın temel gereklilikleri de aslında oldukça kolay; sevgi göstermek, ihtiyaçlara duyarlı olmak, sağlıklı sınırlar koymak ve kaliteli şekilde “iletişimde olmak” bağı güçlü kılar. Detay ve kaynak isteyenler için “Beni Büyüt Anne” isimli kitabımın “Bağlanma” başlığına bakılmasını önerebilirim.
“Bağlanma, sevginin en derin ve en güçlü halidir.”
Uyku eğitimi konusunda farklı görüşler var. Sizce en etkili uyku eğitimi yöntemi nedir? Bebeklerin uyku sorunları nasıl çözülmeli?
Öncelikle şunu sormamız lazım. Uyku eğitimi şart mı? Çalıştığım ailelere baktığımda böyle bir zorunluluk varmışçasına kaygılarını görüyorum. Yakın bir zamana kadar uyku eğitimi diye bir kavram dahi yoktu, peki bugün ne değişti? Değişen şey bakış açımız. Dolayısıyla uyku eğitimi şart demek çok iddialı olacaktır.
Bundan 300 yıl kadar öncesine döndüğümüzde, insanların öğlen ve gece olarak iki uyku yaptığını görebiliyoruz. Bugün bu mümkün mü? Pek de değil gibi. Lakin günümüzde öğlen uykuları hâlâ makul. Yani demek istediğim, eğer ki çocuğumuz ile ilgili bir uyku sorunumuz yoksa, uyuma ve uyanma saatleri sağlıklı ise, uykuya geçiş vb. durumlarda problem yaşamıyorsak eğitime ihtiyacımız da yok. Ancak, uykunun herhangi bir noktasında sorunumuz varsa o zaman düşünebiliriz.
Uyku eğitimine ihtiyacımız var dediğimizde karşımıza birkaç seçenek çıkıyor. Bunlardan ilki “ağlamaya bırakmak” denilen yöntem. Bu uygulamada “bebekler ağlasın ve yalnız bırakın” mottosuyla ilerliyor. Açıkcası buna itirazım var, bebekler için geçici bir ayrılık olan uykunun temeli “güven” ile atılır. Dolayısıyla yalnız bırakılan çocuk elbette uyur ama güvende hissetmez.
İkinci popüler yöntem ise, “Ferber yöntemi”dir. Bu yöntemde bebekler beşiğine bırakılır, zorda kalmadıkça alınmaz. “Yanındayım ama uyuman da lazım” mottosuyla ilerler. Hem destekler hem de eğitimi verir. Fakat bu yöntem de dikkatle uygulanmazsa bebekler de sorunlara da sebep olabilir, uzman desteği şarttır.
Üçüncü bir yöntem ise, “Sandalye yöntemi” olarak adlandırılır. Bu yöntemde ise bebek yatırılır ve bir sandalyeye oturup yanında beklenir. Daha yumuşak bir yöntem olduğu söylenebilir.
Son olarak ise “Bad Time Fading” denen bir yöntem daha vardır. Bu uygulamada ise bebekler uyku davranışları göstermeye başladığında uykuya götürülür. Açıkçası bu yöntemde saatleri ayarlamak daha kolay olabilir. Uygulanabilirlik açısından kültürümüze nispeten daha uygun olabilir.
Özetlemek gerekirse, uyku eğitimi şart değildir. Şart olan şey “güven”dir. Eğer ki problemler varsa bir uzman yardımı ile de süreç yürütülebilir. Ayrıca, unutmayalım ki uyku sorunları fiziksel ve biyolojik kökenli de olabilir. Bu tip durumlar için hekimler ile görüşmek elzemdir. Detay bilgi için yine ilgili kitabın “Uyku” bölümüne bakılmasını önerebilirim.
“Uyku eğitimden ziyade güvenle olur.”
Çocuklarda öfke nöbetleri neden sıkça görülüyor? Ebeveynler bu durumlarla nasıl başa çıkabilir? Çocuğun öfkesini anlamasına nasıl yardımcı olabilirler?
İnsanı insan yapan dinamiklerden biri duygularıdır. Dolayısıyla “öfke” de birçok duygu gibi oldukça doğaldır. Bu doğallığı bozan şey ise öfkenin kontrol edilemeyip probleme dönüşmesidir. Yoksa hepimiz öfkeleniriz. Doğal olan da budur.
Lakin öfkenin artık sorun haline gelmesinin altında bazı sebepler olur. Bu sebepler çocukların yaşadığı sorunlarla karakterizedir. Çocuklar sevilmediğini, değer görmediğini hissettiğinde bunu öfke olarak yansıtabilir. Uyku, açlık vb. temel ihtiyaçlar için ağlayabilir. Büyüklerinden öfkeye bağlı davranışları model alarak öğrenebilir. Bu sebepler daha da çoğaltılabilir. Dolayısıyla ilk adım, sebepleri tespit etmek ortadan kaldırmakla mümkündür.
Peki kriz anlarında neler yapabiliriz?
İlk olarak sakin kalmak gerekir. Sakin yanıtlar alamayan çocuklar daha da öfkelenebilir. Bu durumun dikkat çektiğini düşünerek devam ettirebilir. Bu anlarda temas da önemli olabilir. Sarılmak, duygusal ihtiyacın karşılanmasını ifade edebilir. Yine kriz anlarında dikkat dağıtılabilir, dikkati dağılan çocuk davranıştan uzaklaşır ve zamanla bu davranış sönebilir. Ayrıca öfke krizlerinin karşılığı ceza olmamalıdır. Ceza rekabeti getirir ve kendini kanıtlamak isteyen çocuk sorunlu davranışı devam ettirerek “ben burdayım” der.
Bu konuda kaynak tavsiyesi olarak yine, “Beni Büyüt Anne” kitabının “Öfke Krizleri ve Ağlamalar” başlığına bakılmasını önerebilirim.
“Çocuklar dünyayla nasıl başa çıkılacağını anne babalarından öğrenir.”
Tuvalet eğitimine başlama yaşı konusunda farklı görüşler var. Sizce ideal zaman ne zaman? Tuvalet eğitimi sürecinde nelere dikkat edilmeli?
Araştırmalar bize ortalama on çocuktan birinin tuvalet problemi yaşadığını söylüyor. Ayrıca, bu sürecin pek rahat geçmediğini de ailelerden sıklıkla duyuyoruz. Bu karmaşanın en temel sebebi de “hangi yaş uygun” sorusu.
Çocuklarımızın da birebir aynı olmadığını, dolayısıyla onlara birer makine gibi davranmayıp sabit yaşlar vermekten kaçınmak gerekir. Her çocuk kendine özgüdür. Bizler bu noktada sınırları çizebiliriz. Dolayısıyla çocuklar “ortalama 2 yaş” itibariyle tuvalet eğitimi alabilirler. Lakin bu eğitimi alabilmek için bazı mesajları bize iletmeleri gerekir. Bezinden rahatsız olma, çişinin kakasının geldiğini söyleme gibi durumlar gözlemlemek lazım. Aksi durumda, hazır olmayan bir çocuğun tuvalet konusunda zorlanması, süreci çok daha zor hale getirir. Yani en güzel zaman “hazır olunan zamandır.”
Peki, “Benim çocuğum 2 yaşını geçti, ne yapacağım?”diyebilirsiniz. Fakat, hatırlatmam gerekir ki 2 yaş ortalama bir başlangıç yaşıdır. Bu süreç 3 yaşa kadar da uzayabilir. Uzmanlar genelde 2-3 yaş bandında gerçekleşen tuvalet eğitimlerini uygun görür. 3 yaş sonrasında ise “fizyolojik bir problem yoksa” psikolojik olarak destek alınabilir.
Bu konuda daha detaylı bilgi için, kitabımın “Tuvalet eğitimi” başlığını önerebilirim.
“En uygun yöntem, çocuğunuza uygun olandır.”
Günümüzde çocuklarda kaygı bozuklukları giderek artıyor. Sizce bunun nedenleri neler? Ebeveynler çocuklarının kaygılarını nasıl azaltabilir?
Çocukların doğuştan getirdiği üç tane doğal iyileştiriciye inanılır. Bunlar dışavurum/ağlama, oyun ve harekettir. Günümüz çocukları maalesef dijital dünyanın daha da yoğunlaşması ile birlikte, bu doğal iyileştiricilerden daha az yararlanır durumdalar. Sadece dijitalleşme değil, kültürel ve sosyal değişimler de elbette etkili. Eskiden sokak/köyde oynayan, hareket eden, kendini ifade eden çocuklar yerine tablet ile büyüyen çocuklarımız belirdi. Ne yazık ki doğal iyileştiricilerini kullanamayan çocuklar çeşitli sorunlar gösterir. Bunlardan biri de kaygı bozukluklarıdır.
Kaygı bozukluklarını, önceki başlıklardan ayırmamız dahi gerekebilir. Çünkü uyku, beslenme, bağlanma, tuvalet vb. konular rutin ve doğal akış içerisinde yer alır. Lakin, gelişimsel korku dediğimiz karanlık korkusu, yalnız kalma korkusu gibi korkuların dışındaki yoğun kaygı ve korku durumları bir bozukluk işareti olabilir ve destek gerektirir.
Kaygı bozukluğunun gelişimine etki eden durumları sadece doğal şartların bozulması ile de pek tabi açıklayamayız. Genetik faktörler, besinler, ebeveyn tutumları, travmatik yaşantılar gibi durumlar da etkilidir. Bu sebeptendir ki kaygı bozuklukları için detaylı bir inceleme yapılmadan üzerine konuşmak süreci zorlaştırabilir.
Peki, ebeveynler nelere dikkat edebilir veya neler yapabilirler?
İlk olarak genetik faktörlere bakabilirler. Ailede kaygı bozukluğu varsa ihtimal yüksektir ve önleyici çalışmalar yapılabilir.
Kaygı ve korku ile ilgili sorunların en temelinde “güven” vardır. Güven duyan çocuk korkuyu da kaygıyı da daha doğal akışında yaşar. Kendini güvensiz hisseden çocuklar ise daha kaygılı olabilirler.
Çocuklar sözle değil, davranışla eğitilir sözünden yola çıkarak olumlu model olmak gerekir. Kendi korku ve kaygılarınızı çocuklarınız da yaşamak zorunda değil.
Rutinler oluşturmak gerekir. Rutin güven ve istikrar getirir. Sık değişiklikler (taşınma vb.) güvensizlik ve yoğun kaygı oluşturur.
Dijital kullanımlar kontrol altında olmalıdır. Günümüz YouTube vb. platformlar çocuklar için travmatik olabilir.
Ebeveynleri aşan durumlar için profesyonel destek alınmalıdır.
Daha detaylı bilgiler için kitabımızın “Kaygı ve Korku” başlığına bakılabilir.
“Bir çocuğa sevgi ve güven verirseniz tüm evreni fethedebileceğine inanacak kadar güçlü olur.”
Çocukların yalan söylemesinin altında yatan nedenler neler olabilir? Bu davranışla nasıl başa çıkılabilir?
Çocukların yalan söyleme davranışları çeşitli ve karmaşık nedenlere dayanabilir. Çocuklar bazen hayal güçleriyle ilgili yalan söylerken, bazen kendini korumak için yalan söyler. Hatta çocuklar bazen ilgi çekmek için bazen de öyle gördükleri için yalan söyleyebilirler.
Çocukların 3 yaşla birlikte yalan söylemeye başlaması görülebilir. 4-6 yaş arasında ise bu durum daha da güçlenir. Çünkü çocuklar hâlâ gerçek ve hayal arasındaki çizgiyi tam çizememiş durumdadır. Dolayısıyla masum ve kendi dünyalarınca yalanlar görülebilir. Bizim için kritik yaşlar 8-9 yaşlarıdır. Bu dönem sonrası yalanlar artık dikkat çekmeye başlar. Bu yaştan sonrası artık alışkanlık haline gelebilir, dolayısıyla müdahale etmek gerekir.
Peki, anne babalar nasıl yaklaşmalı?
Yalan söylemeyen bir anne baba olduğunuzdan emin olun. Yalan söylüyorsanız, yalan işiteceksiniz.
İsteklerinizi çocuğunuza göre ayarlayın, başarısızlığı sık sık tadan çocuk yalana yönelecektir. Ceza veriyorsanız tekrar düşünün; yalan, cezadan kaçış için bir anahtardır.
Kıyaslamadan kaçının, kıyaslanan çocuk değersiz hisseder ve değer görmek için yalan söyleyebilir.
“Bir çocuğun yalanı, onun içindeki gerçeğin yeterince anlaşılmadığını gösterir.”