Medya Sosyal İlişkilerimizi Nasıl Etkiliyor? / İletişim Uzmanı Şahinaz Güner

Parasosyal etkileşim (PSE) nedir?
1980’lerden sonra iletişim bilimi alanına uyarlanıp geliştirilse de aslında köken olarak psikiyatri alanının konusu. PSE temelde kitle tepkisidir. Yani seyircinin medyada görünen insanlarla sanki yüz yüze sosyal ilişki içerisindeymişçesine bir tepki yanılsamasına girmesidir. Bu şu demek, seyircisi olduğumuz medya karakterlerinin (persona) davranışlarını, sohbet şeklini, jest ve mimiklerini hatta ses tonunu gözlemleriz ve kendimizce bir samimiyet geliştiririz. Sonrasında duygu, düşünce dünyamıza hitap ettiği ölçüde ve hayal gücümüzle doğru orantılı olarak personayla etkileşime gireriz. Personayı sevelim ya da sevmeyelim aramızda artık görünmez bir bağ oluşur. Onları yakın bir arkadaşını biliyor gibi bilir, tanıdık hisseder, rol model alınan ya da bir danışman gibi rahatlatan kimseler olarak görmeye başlarız. Öyle ki medya karakterine gerçek hayattaki insanlara verilen tepkilere benzer tepkiler veririz. Yanılsama tam da bu noktada başlar çünkü seyirci olarak izlediğin karakter ile aranda tek taraflı iletişim söz konusudur. Yani seyircinin personaya karşı geliştirdiği düşünce ve duygulardan personanın haberi olmaz ve cevap veremediği için bu tek taraflı bir etkileşim halini alır. Karşılıklığı yoktur ve kontrolü medya karakteri tarafından sağlanır. Buna literatürde parasosyal etkileşim (Parasocial Interaction) denmektedir. Ünlü medya figürleri ve kurgusal karakterlerin, izleyicileri ile aralarındaki ilişkiyi tanımlamak için kullanılan bir kavramdır.
Şunu da belirtmekte yarar var, günümüz koşullarında bakıldığında PSE çoğu çalışmada da görüleceği üzere medya ile ilişkilendirilse de aslında yalnızca yaşadığımız çağa özgü bir durum değildir. İnsanların tarihten bu yana var oluş süreçlerinin bir parçasıdır. Bunu tarihsel önemli kişilikler, siyasi figürler, kitap ve destan kahramanlarıyla toplumların kurduğu ilişkilerden anlayabilmek mümkündür. Buradan yola çıktığımızda nasıl ki her toplumun hayali sosyal ilişkileri kendilerine özgü şekillerde olduğu için toplumların karakteristik özelliklerini belirleyen unsurlar haline dönüşebiliyorsa, aynı şeyi günümüz medya ilişkisine parasosyal etkileşim açısından yorabilmek mümkündür.
İzleyicinin dizilere parasosyal katılımını etkileyen, pekiştiren unsurlar neler olabilir? Bunlar neden oluşur?
Öncelikle izleyicide parasosyal etkileşime katılımın neden oluştuğuna baktığımızda bunun birincil sebepleri arasında medyanın gerçek hayat şartlarındaki karşılıklı sosyal etkileşime kıyasla erişim ve kullanılabilirliğinin daha kolay oluşu gösterilebilir. İnsanlar medya kanalını kullanarak kişiyle temasa geçebilir ya da sorumluluklar almasına gerek kalmadan birçok insanla tanışılabilir. Hatta kişilerarası ilişkileri azalan kişiler bu boşluğu parasosyal ilişki kurarak doldurur. Sosyal etkileşim içerisinde olmak temel bir ihtiyaç. Bazen çevresel ve bireysel olarak bir engelle karşılaşmak, insanları bu ihtiyacını gidermek için kitle iletişim araçlarını kullanmaya iter. Medya ve araçları burada bu ihtiyacı karşılamak, tatmin sağlamak için alternatif bir yoldur.
PSE etkileyen birçok unsur ve değişken var (karaktere duyulan yakınlık, algılanan popülerlik, benzerlik, seyirci yalnızlığı, kullanımlar ve doyumlar, çekicilik, özdeşleşme, kişilerarası iletişim vb.) ve her biri ayrı araştırma konusuna sahip. Ancak önemli birkaçından söz etmek gerekirse bunlardan biri izleme sıklığıdır. Yani izleyici medya karakterine ne kadar maruz kalırsa parasosyal katılımı o ölçüde artar. Örneğin periyodik izlenen bir programın (diziler, sabah ve haber programları, talk ya da reality şovlar hatta çizgi film ya da animasyonlar gibi) karakteri ile düzenli karşılaşmalar seyircinin karaktere duyduğu hayali ilişkiyi besler. Burada duygusal bir katılım söz konusu olduğu için seyirci karakteri bilme, tanıyormuş gibi hissetme sürecine girer. Bu da seyircide karakterle ilgili bilgiyi artırır, belirsizliği azaltır. İzleyicinin gözünden karakter daha çekici hale gelir. Çünkü izleyicide belirsizliğin azalması demek karakterle benzerliklerin algılanması dolayısıyla karaktere ilginin artması demek. İki kişinin birbirinden hoşlanması veya sevmesinin öncüllerinden biri, aradaki benzerliklerin keşfidir. Tıpkı kişilerarası iletişimde olduğu gibi, benzer değer ve inançları paylaştığımızı düşündüğümüz kişilere olan ilgimiz artar. Bir diğer unsur güvenilirliktir. Yine kişilerarası sosyal yaşantıda arkadaş edinme ihtiyacındaki güven gibi. Persona oynadığı karaktere izleyiciyi çekebildiği oranda izleyicinin güveni artar. Seyircinin birey olarak psikolojisini ilgilendiren bağlanma biçimleri de (güvenli, kaygılı, kaçınan) yine PSE katılım oranını etkileyen unsurlar arasındadır. Bu önemlidir. Çünkü belli zaman dilimlerinde sürekli karşılaştığımız persona herhangi bir sebeple artık olmadığında (dizideki karakterin kurgusal ölümü, sık izlenen bir programda artık yer almaması gibi) arada kurulan PSE bağı kopar. Personaları tanımlarken komşu ve arkadaşlarını tanımladıkları gibi tanımlayan izleyiciler bu bağlanma biçimlerine göre -tıpkı sosyal yaşamdakine benzer- duygusal ayrılık (parasosyal ayrılık) sürecine girer. Bu süreç her bireyde farklı işler.
Diğer unsur ise bir bağlanma biçimi olan özdeşleşmedir. O da tıpkı parasosyal etkileşim gibi medya karakterleri araştırmalarında ele alınan bir kitle tepkisidir. Özdeşleşme elbette PSE’e göre daha güçlü bir bağlanmayı gerektirdiğinden, burada psikanalitik kuramdaki özdeşleşmeden değil, PSE kuramı çerçevesindeki özdeşleşmeden bahsediyorum. Seyirci, personanın davranışlarını, kişilik özelliklerini, tutumlarını benimser ve kendi benlik duygusuyla birleştirir. Medya araçları bunu çok kullanır.
Medyadan beslenen algılarla, zamanla insanlarda ne gibi bir değişim söz konusu olabilir? Günlük hayatı hangi boyutta etkilediği düşünülebilir? Temelde bireydeki sosyo-psikolojik etkileri açısından da konuyu değerlendirir misiniz?
Etki ve değişimin nasıl olduğunu daha iyi ifade edebilmek adına, önce medya kanallarının seyirci üzerindeki algı ve etkiyi teknik araçlar yardımıyla -planlı ve hesaplı ve bir biçimde- nasıl konumlandırdığından bahsetmek gerekir.
Seyirci her hafta periyodik olarak (aynı gün, aynı saat, aynı süre) takip ettiği bir dizinin karakterine (genelde başrol oyuncuları olur) maruz kalır. Oyuncunun jest ve mimikleri, konuşma üslubu, ses tonu, davranış ve tepkilerini gözlemleyen seyirci, personaya karşı bir samimiyet geliştirir ve “tanıdıklık” hissi oluşturur. Seyircinin bu hissi oluşturduğu düşünülse de aslında bu his kameranın personayı yakın çekimi, sahnenin kurgulanış biçimi gibi daha birçok detay kullanılarak oluşturulur. Çekim araçlarının konumlandırılışıyla oyuncular sanki seyirciyle yüz yüze geliyormuşçasına onlara doğrudan hitap edebilmektedirler. Bu durum varsayılan yakınlığı arttırıcı bir güce sahip çünkü bu esnada oyuncunun performansı seyircinin hayal gücüyle karışır. Seyirci duygu ve düşüncelerine cevap bulabildiği ölçüde etkileşime dahil olur. Bir bakıma oyuncu ve seyirci arasında izlendiği andan itibaren bir geçmiş oluşur ve geçmişin verdiği birikimle daha anlamlı bağ kurulur. Böylece PSE, tek taraflı alımın ötesine geçerek uzun vadeli bir ilişkiye yani parasosyal iletişime dönüşür (PSİ). Bu noktada kapsam olarak tanım farklılığını vurgulamak gerekirse; PSE programın izlendiği zamana denk gelirken, PSİ izlendikten sonraki zamanı yani seyircinin medya karakterine verdiği psikolojik tepkilerin uzun zamana yayılmasını kapsar.
Bu sebeple birey üzerindeki değişim ve günlük hayata olan etkisi kısa vadede bireyin fark edemeyeceği düzeydedir. Ancak uzun vadede birey aslında çok büyük etki altında kalarak estetik, satın alma, ideoloji, taraf olma, hayat görüşünün farklılaşması gibi birçok kavramı değişir.
Örneğin bir “ünlü”yü severiz ama neden sevdiğimizi bilmeyiz ya da neden sevmediğimizi. Arabada radyodadır, sokakta afişleri vardır, televizyonda reklamı, dizisi vardır, sosyal medyada bir şekilde takipçisiyizdir, gazetede röportajına denk geliriz, magazin dergisinde profesyonel fotoğraflarına. Yani personanın her yerdeliği, bireyi, personaya karşı bir fikir, bir duygu beslemek zorunda bırakır. Farkında olmayız.
Bir diğer örnek, personalar herhangi bir amaçla seyirciye bir mesaj vermek istediğinde, seyirci tarafından mesajın sahiplenilmesi -amaçlanana erişim- kolaylaşır. PSE içinde olunan dizinin veya filmin başkahramanı nasıl giyiniyorsa öyle giyinmeye, nasıl davranıyorsa onun gibi davranmaya, konuşmaya hatta düşünmeye başlayabiliriz.
En önemli sosyo-psikolojik etkisinin ise şu olduğunu düşünüyorum: Seyirci gördüğü, duyduğu bir durumu ya da olayı, takip ettiği dizinin hayranı olduğu oyuncusundan duyduğunda bilgisinin güvenilirliğini sorgulamaz. Dizilerin sezonluk duygularına kapılır. Çünkü o karaktere güvenir. Çünkü medya tam da bunu istemiştir ve araçlarını bu güveni elde etmek için her kanaldan kullanmıştır.
Medya karakterlerine parasosyal etkileşimde yüklenen bir anlam var. Medya karakteri ile seyirci arasındaki bu parasosyal ilişki aslında bir tür dayatma mıdır? “Halk bunu istiyor” söylemiyle aynı şey midir?
Evet, medya karakteri açısından da (persona) seyirci açısından da anlamlardan söz etmek mümkün.
Ve evet, kültürden kültüre parasosyal etkileşimin biçimi, derinliği değişse de tüm kurgusal karakterlerin yaratımındaki niyet ne olursa olsun, PSE oluşturacak tüm etmenler önceden hesaplanır. Önceden hesaplanır çünkü toplumun sosyal, ekonomik, psikolojik ve kültürel kodlarına hakim olmak, seyircinin zaaflarına da hâkim olmak demektir. Amaç “seyircinin isteği”ne göre medya karakteri yaratarak seyirciyi ekrana bağlamak. Zaten sosyo-ekonomik açıdan belli bir sınıfta olan seyirciye bunlar sunulur. Dayatma olan bu. Çünkü burada özgür iradeden söz edemeyiz. Belli kanallar, belli içerikler ve karakter kurguları arasında zap yapmak, zaten olan bir irade arasında gidip gelmektir. Sana ait değildir.
Çoğunlukla onları izleyen “sınıftan” karakter yaratımı olur ki seyirci kendini yabancı hissetmesin. Benimsemesi, özdeşleşmesi kolaylaşsın. PSE sürecinde seyirci medya karakteri aracılığıyla dış yaşamda yaşayamadıklarını suni tatminle yaşamaya başlar. Yaşamayı istediklerini dizideki karakter yaşıyordur ya da karakter o hayalî dünyayı öylesine canlandırır, güzelleştirir ki bu, seyircinin de arzusu olmaya başlar. Seyirci arzusuna, hayaline karakter üzerinden erişir. Böylece diziye bağlılık ve dizinin izlenme oranları artar. “Arzın rızası” döngüsüne bu aşamada girilir. Halk bunu istiyor denir. Çünkü halka bunlar sunulmuştur. Tehlikeli olan şey burada halkın gerçekten “bunu” istediğini düşünmesidir. Dolayısıyla dayatma olanla halkın istediği aynı kapta harmanlandığı için, farklı olsalar da artık birbirlerine benzeyen kavramlar haline geldiğini düşünüyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.