Gerçekten zor bir zamanda yaşıyoruz. Tarihte hiçbir zaman dilimi günümüzde olduğu kadar karmaşık, anlaşılmaz ve dayanılmaz olmamıştır. Her türlü felsefi düşünce ve akımın, dinî inanç ve ideolojinin, bilimsel ve teknolojik gelişmenin, ekonomik ve siyasal çalkantıların, her türde sömürü, asimilasyon ve dejenerasyonun, terör ve savaşların çağımızdaki kadar hep bir arada yaşandığı başka bir zaman dilimi yoktur. Böylesi kaotik bir dünyada ayakta kalabilmek, istikamet tutturabilmek, savrulmadan yaşayabilmek gerçekten maharet ve beceri isteyen bir durumdur.
Okuduğu kitaplardan izlediği dizi ve filmlere, gerek ailesinden gerek okulundan aldığı eğitimden dinlediği müziklere, yaptığı fiziksel seyahatlerden cep telefonuyla yaptığı internet ortamındaki sanal sörf ve gezilere varıncaya değin her zaman ve mekânda her ortam ve şartta bilgi bombardımanına uğrayan günümüz insanının gönül, zihin ve ruh dünyasını düşünün. Böylesi bir ortamda kirlenmeden arı duru, saf, berrak ve temiz kalabilmek her yiğidin harcı olmasa gerek.
Hele böylesi bir anaforda mü’mince kalabilmek ve mü’mince yaşayabilmek ne kadar da zordur. Bırakın mü’mince yaşamayı, insanca yaşayabilmek dahi çok zordur. Oysaki insanoğlunun bu dünyaya asıl geliş nedeni yaratıcısını bilmek, onu aramak ve bulmaktır.
Ontolojik varlık nedenimiz ve okumamızı şu şekilde yapabiliriz: Allah evreni ve insanı yarattı ancak kendini gizledi. İçimize bir arama, araştırma, inceleme ve merak duygusu yerleştirdi ki kendisini bulmamızı istiyor. İşin aslına bakılırsa son kertede insanoğlunun her alandaki arayışı, başka ad ve nam altında olsa da hakikatte bilerek ya da bilmeyerek Allah’ı arayıştır. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak; yazar kalemiyle, ressam fırçasıyla, müzisyen mızrabıyla aynı arayışın içindedir. Sosyal bilimci düşünme ve araştırma gücüyle, fen bilimci deneylerle ve teknik cihazlarla arayış halindedir. Sanatçı duygusuyla, bilim insanı bilimi ve düşüncesiyle filozof aklı ve sezgisiyle, mutasavvıf aşkıyla… aslında O’nu arıyor.
Fuzuli meşhur sözünde; “Aşk imiş ne var ise âlemde, ilim bir kıyl-u kâl imiş.” diyor. İfade etmeliyiz ki bu arayış bilinçsiz olursa kıyl-u kâldir, bilinçli olursa inanca dönüşür, iman olur.
İnsan sağlam bir zihin yapısı yani paradigmaya sahip olmazsa rüzgâr önündeki yaprak gibi savrulmaktan kendini kurtaramaz. Zihniyet denilen şey yani paradigma; eşyayı, olayları ve hayatı algılama biçimi ve tavrıdır. İnsanlar aslında mantık kurallarına göre düşünse de zihniyetlerine göre karar verirler ki üç türü vardır: Pozitif rasyonel, olgusal zihniyet. Magic, büyüsel, metafizik zihniyet ve eleştirel zihniyet (paradigma).
İnsanlar bu paradigmalarına göre dünya görüşü belirler ve ona göre de insanı, hayatı ve evreni okurlar. “Hayat tarzı” dediğimiz şey de bu bakış açılarıyla şekillenir.
“Yaşam tarzı”, “dünya görüşü”, “hayat felsefesi”, “sınırsız özgürlük” gibi yaldızlı ama içi boş birtakım kavramları sıkça duyarsınız. Günümüzün moda söylemleridir bunlar. Peki, insanlar yaşam tarzı, hayat felsefesi, dünya görüşü ya da sınırsız özgürlük türünden duygu ve düşüncelerini söylem veya eylem haline getirirlerken ne gibi parametreleri esas almaktadırlar? Bunda hangi gerçeklikler belirleyici olmaktadır? Bunları bilmek gerekir ki insan kendine istikamet tutturabilsin. Aksi takdirde bohem bir hayatın amaçsız, gayesiz yaşayan kurbanlarından olmak hiç de ihtimalden uzak değildir.
Üç tür “gerçeklik”ten söz edilir: Objektif gerçek, subjektif gerçek ve mutlak gerçek. Yaşam tarzı, dünya görüşü ya da hayat felsefesini dizayn edenler yukarıda sıraladığımız hangi paradigmayı baz alarak kendilerine yön vermektedirler? Bu iş çok ciddidir. Şakaya gelir tarafı yoktur. Çünkü bu anlayış, arayış ve algılayışlar; insanların “hayat”ı, “ölüm”ü ve “ölüm sonrası”nı değerlendiriş koordinatlarını ortaya çıkaran temel kabul ve yaklaşımlarıdır.
Objektif gerçeklik; çok kısa ifade etmek gerekirse objenin bilgisidir yani nesneldir, bilimsel bilgi de denilebilir. Fakat bu bilgi, evrenin her tarafında geçerliliği olan bir bilgi türü değildir. Örneğin yerçekimi burada vardır ama atmosferin dışına çıktığınızda bu gerçeklikten uzaklaşırsınız. Subjektif gerçeklikte ise öznenin bilgisi söz konusudur yani her insana göre değişebilen doğrular ve gerçekliklerle karşılaşırsınız. Mutlak gerçek ise zaman ve mekân kaydına bağlı olmayan, her zaman ve mekânda geçerli olan bilginin adıdır.
O halde insan dünya görüşünü, hayat tarzını belirlerken zaman ve mekân kaydına bağlı olmayan, her zaman ve mekânda geçerli olan bilgileri esas alarak kendine yön vermek durumundadır. Bu ise ancak ilahi bilgi ile yani vahiy ile elde edilebilecek bir bilgi türüdür.
İnsanın, öldükten sonra bir daha bu dünyaya geri dönme gibi bir lüksü olmadığına göre hayatı, ölümü ve sonrasını hiçbir rizikoya yer bırakmayacak şekilde sağlıklı ve rasyonel düşünme ve değerlendirme zorunluluğu vardır. Aksi takdirde hayatla kumar oynamak gibi bir durumla karşılaşır ki maazallah her hâlükârda kaybetmek işten bile değildir.
İnanan bir insan psikolojisi ile olaya yaklaştığınızda; İslam literatüründe ‘ahir zaman’ olarak ifadesini bulan kıyamet ve öncesi döneme ait hadislere bakıldığında konunun vahamet ve ciddiyeti çok daha iyi anlaşılacaktır.
Nitekim bir hadis-i şerifte; “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki, dininin gereklerini yerine getirme konusunda sabırlı davranıp Müslümanca yaşayan kimse, avucunda ateş tutan kimse gibi olacaktır.” (Tirmizî, Fiten,73; Ebu Davud, Melahim,17).
Yine başka bir hadis-i şerifte de; “Ma’rufa sarılın, münkerden de kaçının! Ne zaman uyulan bir cimrilik, takip edilen bir heva, (dine, ahirete) tercih edilen dünyalık görür, rey sahiplerinin (müçtehitleri dinlemeden) kendi görüşlerini beğendiklerini müşahede edersen, o zaman kendine bak. İnsanlarla uğraşmayı bırak. Zîra (bu safhaya gelince) arkanızda sabır günleri var demektir. O günler avuçta ateş tutmak gibi (sıkıntılı)dır. O günlerde, sizin kadar amel yapabilen bir kimseye elli kişinin ecri verilecektir.” (Ebu Davud, Melahim 17, (4341); Tirmizî, Tefsir, Mâide, (3060); İbnu Mace, Fiten 21, (4014)). buyrulmaktadır.
Bu hadis-i şeriflerden anlıyoruz ki günümüzün kaotik atmosferinde insanın inancını yaşayabilmesi ve imanını koruyabilmesi eline kor ateşi alıp tutmaktan çok daha zor hale gelmiştir.
Bununla birlikte şu hadis-i şerifler ise çağımızın bunalan mü’min insanı için çok rahatlatıcıdır:
“Ey ashabım, siz öyle bir zamandasınız ki, dinin emir ve yasaklarının onda birine uymazsanız helak olur, Cehenneme gidersiniz. Öyle bir zaman gelecek ki, emir ve yasakların onda birine uyabilen, Cehennemden kurtulur.” (Ramûzu’l-Ehadis s. 136, 1753)
Bir başka hadis-i şerif meali de şöyledir: “Siz öyle bir zamandasınız ki, âlimleri çok, hatipleri azdır. Bugün bildiğinin onda birini terk eden helak olur. Bir zaman gelecek ki bilenler az, konuşanlar çok olacaktır. O zamanda, dinin emir ve yasaklarının onda birine uyan kurtulacaktır.” (İ. Ahmed)
Peki, neden onda biri yapılırsa kurtulunabileceği müjdeleniyor?
Çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki günümüz insanının kalbi ve zihni öylesine iğdiş edilmiştir ki adeta deccalî ve şeytanî aklın güdümündeki bilim ve teknoloji ile yapay zeka ürünü bilimsel ve teknolojik gelişmeler sanki keramet ve mucize ile yarışırcasına savunmasız insanların iman ve zihin dünyalarını allak bullak etmiştir. Bu doğrultuda inanan insanların imanlarını sarsmak için her türlü tezvirat ve tertibat fütursuzca yapılmaktadır. İnsanların neye inanıp neye inanmayacaklarına varıncaya değin her türlü çalışmalar organize edilmektedir.
Avatar, Humanoid insan, Siborg insan, clonoid insan… derken her geçen gün makinalaşan insanın tabiri caizse robotsapiens yapaylaşma yolculuğu tam gaz devam etmektedir.
Başka yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi “Metaverse” adı verilen, evren ötesi sanal gerçeklik çalışmaları kapsamında; empatiden uzaklaşan, mutlak hakikatlerin farkındalığını ıskalamış, kendinden kaçan insanların bireysel krallıklarını ilan edecekleri savruluş ve aldanış arayışları da ciddi bir problem olarak insanlığın önüne çıkmaya hazırlanmaktadır.
Kurgulamaya çalıştıkları ütopik; güya dünya cenneti hayat arayışlarının bu gidişle tam aksine umutsuz ve kaotik bir yapıya sahip distopik; bir nevi cehennem vadeden hayatlara dönüşmesi hiç de gerçeklikten uzak değildir, hatta kaçınılmaz bir son olacaktır.
Bu bağlamda Nasa’ya ait Haarp (Yüksek Frekanslı Aktif Aurorasal Araştırma Programı) projelerinden sadece biri olan Mavi Işık (Blue Beam) Projesi’nden örnek verme sadedinde bahsetmeden geçmeyelim: Bu proje ile hologram teknolojisinin son aşaması kullanılarak gösterilmek istenen figürler insanlara gösterilmektedir. (Gökyüzünde bulutlarda insan silüeti, figürü, melek figürü vs. oluşturmak gibi…)
Yine her zaman vurguladığımız üzere; “ünlü bir söz vardır; seeing is beliving. Yani görmek inanmaktır. Bu ilkeden hareketle insanların inançlarını dahi yönlendirmeye ve manipüle etmeye çalışmaktadırlar. Algı amaçlı yapılan büyük bütçeli filmler, diziler, animasyonlar ve benzeri medyatik sunumlar sayesinde, beyinlere kazınan subliminal mesajlarla insanları istedikleri şeylere inandırmaya çalışmaktadırlar. Belli inançları yok ederek kendi inanışlarını empoze edip kitleleri yapay zekâ teknolojileri kullanılarak yönlendirmek, kontrol altına almak, belli yerlerde belli siluetler oluşturmak, kendi amaçları doğrultusunda insanların inanışlarını duygu ve düşüncelerini manipüle etmek, yönlendirmek istemektedirler.”
Malum felsefe ve teolojide Eskatoloji adı verilen insanlığın nihai kaderi veya dünya tarihinin ya da dünyanın sonu ile ilgili hususları irdeleyen bizdeki ilahiyat karşılığı ‘ahir zaman’ olarak ifade edilen konuların anlatıldığı bir saha vardır.
Dünyanın sonu ve kıyamet ile ilgili konular bütün dinlerde yer etmiş bir husustur; Hristiyanlıkta da, Yahudilik ve İslamiyet’te de söz konusudur. Hristiyan evanjelizmi, Yahudi kabalası daha çok bu konularla ilgilidir.
Biz Amerika’da iken Yahudi kökenli bir profesör bir üniversitedeki konferansında her gün milyonlarca Hristiyanın Hazreti İsa’yı beklediğini ifade etmişti. Bu anlamda Armageddon da çok bilinen Eskatolojik bir beklentidir.
Yahudi ve Hristiyanlıktaki Mesih beklentisi de bu konularla ilgilidir.
Gizemli, okült ve ezoterik konular her zaman insanların ilgisini çekmiştir. Tarih boyunca da öyle olmuştur. Bu alan çok cazibeli, albenisi yüksek bir alan olduğu için bu konuların pazarı da alıcısı da satıcısı da çok çeşitli ve yaygındır.
Günümüz dünyasında büyük teknolojik şeytani bir şer cephesi vardır. Tüm bu yaklaşım ve oluşumlar belli şeytani güçler ve üst bir akıl tarafından üretilmekte ve tedavüle sokulmaktadır. Sözü edilen bu projeler oluşturulurken “kuantum fiziği”nin belirleyici olduğu ifade edilmektedir. Çok kısaca kuantum fiziğinden bir parantez açarsak:
Evreni açıklayan iki fizik teorisinden birincisi, yıldızlar, galaksiler gibi çok büyük boyutlu maddeleri açıklayabilen, Einstein’ın izafiyet teorisi; ikincisi ise atomlar gibi çok küçük boyuttaki maddeleri açıklayabilen Kuantum mekaniğidir. Bu iki teorinin ikisi de aynı evreni açıkladığına göre, ikisini bir teoride birleştirmek ve evreni bütünüyle anlamak çalışmaları da devam etmektedir:
Sicim (string) kuramı (10 boyutlu) ve Mother teori (11. boyut) ile bu iki teori birleştirilmiştir. M teorisine göre, evren 11 boyutludur.
Stephen Hawking: “Görülebilir evrenimizin dışında, iç içe geçmiş, görülemeyen evrenler söz konusudur.” diyor.
Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak “Her Şeyin Teorisi”nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Formül tamamlandığında da Allah’ın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.
Evren, hem madde hem de bilinci içeren dev bir hologramdır.
İnsanlığın hizmetinde olması gereken bilim, sanat, teknoloji, kuantum mekaniği, yapay zekâ gibi çalışmalar maalesef belli odaklarca manipüle edilerek şeytani zihinlerin ablukasında insanlığa cehennem hayatı yaşatacak çalışmalar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Nitekim yakın zamanlarda ölen Nobel ödüllü fizikçi Stephen Hawking dahi bu çalışmalardan rahatsızlık duymuş; yapay zekânın insanlığın en büyük başarısı olduğunu belirterek, kontrolden çıkması halinde ise “Yapay zekâ insan ırkının son başarısı olur.” uyarısında bulunmuştur.
İddialara göre; günümüzde Haarp (Yüksek Frekanslı Aktif Aurorasal Araştırma Programı) projeleri ile iklimlere müdahale edilmekte, bulutlar oluşturulup yağmurlar yağdırılmakta, hatta fay hatları tetiklenerek depremler dahi oluşturulabilmektedir.
Nobel ödüllü Düşünür, Cerrah ve Fizyolog Alexis Carrel’in çağımız insanıyla ilgili şu değerlendirmeleri ne kadar da çarpıcı ve isabetlidir:
“İnsan, Allah’a su ve hava kadar muhtaçtır. Çağdaş insan zevke düşkün, korkak, şehvetli ve zorludur. Ne ahlak ne estetik ne de din anlayışı vardır. Hayatın gayesi olmayınca eğlence bataklığına akıyor. Modern insan, para müstesna, her şeye karşı kayıtsızlık içindedir. Uygarlığın gayesi, bilimin ve makinelerin ilerlemesi değil, insanın ilerlemesi olmalıdır. Uzun ömür ancak gençliği uzatıyorsa arzu edilebilir, ihtiyarlığı uzatıyorsa arzu edilmez. Dünyanın hiçbir devresinde çağımızda olduğu kadar akıl hastaneleri dolup taşmamıştır. Din ve ahlak duygularının zayıflaması, zekânın zayıflaması kadar tehlikelidir.”
Allah inancından uzak, şeytani odaklarca adeta istidraç çağına dönüştürülen bu kaotik dünyada teknolojik illüzyon ve tuzaklara karşı korunmanın tek yolu Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak olacaktır.
Yapılan ve yapılacak olan yukarıda sözünü ettiğimiz menfi çalışmaları on dört asır öncesinden bir “Kur’an mucizesi ” olarak haber veren şu çarpıcı ayet-i kerime mealleri ile yazımızı sonlandıralım:
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu; böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rûm Suresi,30/41)
Bir diğer ayette de yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Onlar tuzak kuruyorlar. Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfâl Suresi,8/30)