Hollywood filmleri sadece eğlencelik birer film midir? Hollywood sineması küresel düzeyde nasıl bir görev ifa etmektedir?
Sinema toplumsal gerçekliğin inşa edilmesinde önemli bir rol üstlenir ve sunduğu temsiller toplumdaki bireyler tarafından içselleştirilir. Böyle bakıldığında Hollywood, sinemasal anlatılar oluşturarak temsiller aracılığı ile toplum üzerinde bir gerçeklik resmeder. Her temsil ögesi katmanlar arası bir anlam taşıyarak gerçekliği tekrar inşa eder ve bir kültür oluşmasını sağlar. 100 yılı aşkın bir süredir sinemanın, medyanın en etkin organlarından birisi olduğu gerçeği hiç kimse tarafından yadsınamaz. İnsanoğlunun hayatındaki birçok rutin, filmlerde formüle edilip şekillendirilmekte. Farklı kültürleri tanıma noktasında çeşitli bakış açıları oluşturan filmler, bireye birçok farklı düşünme yolları sunar. Bu yüzden Hollywood filmlerinin salt eğlencelik olduğunu söylemek mümkün değil. Sinema, küresel anlamda politik, kültürel ve sanatsal etkinliklerin bileşkesidir. Birçok ülkenin popüler kültürünü doğrudan etkileyen bu kavramlar Hollywood sinemasında biçim ve içerik açısından işlev kazanarak bir anlatımı ifade eder. Dolayısıyla sunulan temsiller, dünya izleyicisi tarafından uzun zamandır gönüllü olarak izleniyor. Verdiği açık ya da örtük mesajlar aracılığıyla Amerika, sadece filmleri ihraç etmiyor, yaşam biçimlerini de formüle edip ihraç ediyor. Hollywood sinemasının, resimleştirdiği bu yaşam biçimlerini popüler kültür haline getirerek küresel düzeyde etkin bir konuma geldiğini söylemek mümkün. Bu sebeplerden, Hollywood filmlerinin basit filmler olduğunu söyleyemeyiz. Basit bir seyirlik eğlence durumundan çok uzak olan Hollywood filmleri, biçimsel anlamda farklı olduğu kadar içerik olarak da küreselleşmiş ve birçok ülke kültürünü etkisi altına almıştır.
“Terörle savaş” söylemi, Hollywood filmleri üzerinde nasıl bir görünüm aldı?
Sinemayı bir propaganda aracı olarak düşünmek yanlış olmaz. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler, 1920 sonrası İtalya’da iktidara geçen Mussolini sinemanın ideolojik gücünün farkına varmışlar ve onu bir propaganda aracı olarak kullanmışlardı. Sinema ve egemen ideoloji arasında güçlü bir bağ vardır ve bunun en güzel örneği de Hollywood sinemasıdır. Bu sinema bir taraftan insanları eğlendirirken aynı zamanda egemen ideolojinin meşrulaştırılmasına yardım eder. Filmler toplumsal göstergelerdir ve bir dönemin olaylarına, korkularına, hayallerine ve umutlarına dalar ve o dönemin toplumsal deneyim ve gerçekliklerini sinemada ifade ederler. Cavell; “Sinema dünyayı çerçeve içine alır, bir görülen dünya sunar.” derken filmlerin belli bir dönemin olay ve fenomenlerini doğrudan tasvir ederek o dönemin toplumsal gerçekliklerini yeniden inşa ettiğine vurgu yapar. “Terörle savaş” söylemi özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra yaygınlaşmış bir söylemdir. Bu durumda Terörizm=Müslüman=Öteki olarak konumlandırılarak 2001’den sonra yapılan sinema filmlerinde bu ötekilik kavramının Müslüman kimliği üzerinden temsil edildiğini söylemek mümkün. Filmlerde “biz-onlar” , “Doğu-Batı” ya da “medeni-barbar” karşıtlıkları İslamiyet ve Müslüman kimliği üzerinden inşa edilmiştir. Sinema dili üzerinden bakıldığında, hem görsel hem işitsel olarak kurgulanan hikâyedeki sözcüklerin kullanımının nasıl seçildiğinin çok önemli olduğunu söylemek gerekiyor. Kullanılan metaforların, söz dizimlerinin, gösterilen karenin, odak noktasının ve bunun gibi birçok unsurun büyük etkisi var. Bu şekilde kurgulanan hikâyeler düşünceleri değiştirmeye yöneliktir. Düşünme biçiminde olan değişiklikler, davranışları değiştirebilir. Davranışta oluşan değişiklikler, düşünme biçimindeki değişiklikleri üretebilir.
İslamofobinin yayılmasıyla ötekilik kavramı, ötekiye ait temsiller nasıl bir karşılık bularak sunulmaya başlandı? Daha çok hangi konular üzerinde yoğunlaştılar?
Amerika’daki New York Post gazetesinin 22 Ekim 2010 tarihli başyazısında New York’ta yapılan camiler eleştirilir ve şöyle denir; “Nerede ki camii vardır orada Müslüman mevcuttur ve Müslümanların olduğu yerlerde de problemler oluşur.” Bu bir nefret söylemidir ve nefret söylemi bir düşman yaratma meselesidir. Tarih boyunca iyi ve kötü temsili biçim değiştirdi. Günümüzde kötünün temsili İslamafobi olarak karşılık buluyor. İslamofobi önyargıların, sınırlamaların, ayrımcılığın ve şiddetin Müslümanlara ve İslam’a karşı uygulandığı geniş bir sistemden oluşmaktadır. 11 Eylül saldırıları Amerikan toplumu için bir travmadır, bu Hollywood sineması için reyting demektir. Ötekileştirme ve kutuplaştırmadan nemalanan klasik medya, yerini daha çok kişisel verilerin ön plana çıktığı yeni medyaya bıraktı. Filmler üzerinden devam edersek İslamafobi kendini “onlara karşı biz” söylemi üzerinden konumlandırır ve resmeder. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonraki 10 yıl içerisinde Doğu olgusu tamamen terörizm ile özdeşleştirilerek intikam filmleri üretildi. Hollywood’un ilk yıllarında bir klişe ve fantezi olarak yer bulan “ABD topraklarının savaş alanına dönüşmesi” fikri sahnelerden fırlamışcasına gerçekliğe büründü. Müslümanlığın sadece terörizm gibi negatif stereotipler kullanılarak değil, başka kalıpları kullanarak da ötekileştirildiği birçok film üretildi. Bunlardan biri Doğu Doğu (1999) (East is East) filmidir. Adından da anlaşılacağı üzere ayrımcı dilin ve nefret söyleminin en belirgin kalıplarından biri olan coğrafik bölge filmde ön plana çıkarılmış, oraya ait ne varsa olumsuzlaştırılmıştır. Filmde, İngiliz bir bayanla evli olan Müslüman bir adamın ailesini iyi bir Müslüman gibi eğitmeye çalışması, nihayetinde çocuklarına şiddet uygulamasına kadar gitmektedir. Çocuklarının Arapça öğrenip Kur’an-ı Kerim’i okuyabilmeleri için bu yola başvuran Müslüman baba karakteri, İslam’ın temsili olurken İslam ise şiddet ile eşitlenerek negatif bir sunum içine yerleştirilmiştir.
11 Eylül 2001 saldırılarından sonra İslam statik ve değişime kapalı monolitik bir blok olarak gösterildi.
Diğer kültürlerle müşterek değerlere sahip olmadığı ve diğer kültürleri etkilemediği gibi onlardan da etkilenmediği düşüncesi hâkim oldu. Ayrı ve öteki olarak görüldü. Doğu, Batı’ya göre ikinci derecededir; ilkel, barbar, akıl dışı ve cinsiyet ayrımcılığının olduğu bir coğrafya olarak tanımlanmıştır.
Ayrıca şiddet içerir, tehdit edicidir ve saldırgandır. Terörü destekler ve medeniyetler savaşında yer alır. Siyasal bir ideoloji olarak görülür. Batı tarafından yapılan eleştiriler, Müslümanlar tarafından sorgusuz-sualsiz reddedilir. Bu saydığım ögeler Batı’nın İslam ile ilgili düşüncelerinin açık ya da gizli bir şekilde yaygınlaştırılması ile ilgili.
Konuyla ilgili olarak Batı’nın Doğu’ya karşı oryantalist bakış açısında Hollywood sineması özelinde kavramsal olarak nasıl bir değişim oldu?
Öncelikle oryantalizm kavramının geçmişi üzerinde biraz durmak istiyorum. Kökeni mitoslara kadar uzanan oryantalizm ilk olarak Doğu’yu ve Doğulu halkları araştıran disiplinlerin genel ismi olarak kullanılıyordu. 1312 yılında Viyana Konsülü toplantısından sonra alınan kararlar doğrultusunda, “Kilise Oryantalizmi”ne işaret eden söylemler oluşur. Buna göre oryantalizm, Hristiyan Batı dünyası ile Müslüman Doğu dünyası arasındaki dinî ve ideolojik farklılıkları belirten bir terim olarak kabul görür. Hristiyan Batı dünyasının Müslümanlarla nasıl mücadele edip onların tehdidinden nasıl kurtulacağı üzerine odaklanan Hristiyanlar, oryantalizmi misyonerlik faaliyetlerinin bir parçası olarak görürler. 1798 yılında Napolyon Doğu seyahatine çıkarken yanında dilbilimciler, arkeologlar ve doğabilimcileri de götürerek Doğu topraklarını uygulamalı olarak araştırmak ister. Bu da oryantalizmin ikinci dönemi olarak kabul edilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oryantalist çalışmalar tekrardan ele alınarak revize edilir. Burada amaçlanan şey ise hakkında bilgi toplanan ulusları elde edilen bilgi havuzu çerçevesinde tekrar şekillendirmektir. Son olarak Edward Said Doğu’nun Batılı tarafından tek tip şekilde algılanıp farklılaştırıldığı noktasında bir görüş ortaya atar. Bu algılamada imgeler, Doğu’nun pis, hayalci, romantik, rasyonalist olmayan, pasif ve yönetilmesi gereken vb. olduğu şeklinde düşündürülerek basite indirgenmesidir. Said bu söylemini ABD’nin siyasi, ekonomik, politik ve kültürel unsurları üzerinden yorumlayarak destekler. İşte burada Hollywood sineması ABD’nin en güçlü araçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Hollywood sinemasının ilk dönemlerinde Doğu daha fantastik bir kurgu yoluyla temsil ediliyordu. Bu oryantalist bakış açısı bizi Batı’nın tanımları üzerinden Doğu algısına götürür. Fakat bu algı 11 Eylül saldırılarından sonra gibi görünse de özünde bu bakışın bir olayla gün yüzüne çıkması olarak açıklanabilir. “Batı’nın sahip olduğu tüm iyi hasletler” “yoksunluk” olarak görünen Doğu algısı 11 Eylül saldırılarından sonra değil, daha öncesinde barındırdığı çatışmacı ruhun uygun bir zemin bularak gün yüzüne çıkması olarak yorumlanabilir. Bu nefret söylemi, ikili karşıtlıktan beslenen Batı dünyasında sonradan oluşmadı.
Film çözümlemelerinizde dikkatinizi en çok çeken şeylerden bahseder misiniz?
Yurt dışında Gazetecilik bölümünde yüksek lisans yaparken Müslüman kadının Amerika’daki New York Times ya da The Washington Post gibi prestijli gazetelerinde nasıl temsil edildiklerine ilişkin araştırmalar yaptım. Haber metinleri, haber çatıları ve kullanılan görselleri incelediğimde şunu gördüm: 11 Eylül 2001 öncesi daha çok oryantalist bir söylemin uzantısı olarak temsil edilen “Müslüman kadın”, 2001 sonrası haberlerde, “terörizm” “barbar” “geri kalmış” “eğitimsiz” “çirkin” ve “medeniyetsiz” gibi kavramlar üzerinden temsil ediliyordu. Daha sonra bu çalışmayı genişlettim ve sinemada Müslüman kimlik temsiline odaklandım. Film çözümleme çalışmalarım sonrasında şunu farkettim: Hollywood’un özellikle son 20 yılı İslam ile savaş halinde. Büyük yapımlar arasında yer alan Doğru Yalanlar (True Lies), İcra Kararı (Executive Decision) ve Kuşatma (The Siege) gibi filmlerde yıldız oyuncularla çalışılmış. İslam=Terörizm imajı her geçen gün biraz daha arttırılıyor. Bu tarz filmler Amerikan toplumunda İslam’ın terörist, fundamentalist ve fanatik insanlarla çevrili olduğu inancını pekiştiriyor. Bu noktada güçlü bir imaja sahip olan Hollywood, popüler kültürü yanına alıp denklemi iyi kuruyor. İçinde çatışmacı mantık unsurlarını bulunduran film temsilleri, özünde daha önce tanımlanmış bir düşmanın 11 Eylül sonrasında meşrulaştırılması mantığı üzerine kurgulanmıştı. Ötekileştirme tanımlamalarını belirleyen Batı politikaları bunu büyük bir endüstri içinde kullanarak sinema diline çevirmişti. “Barbar ama zararsız” Orta Çağ söylemi, “daha zararlı” hatta “en zararlı” konuma taşınmıştı. Günümüzde güncelliğini hâlâ koruyan bu algı biçimi bütün dünya tarafından kabul görüyor.