İslam ve Osmanlı tıbbının temel felsefesi nedir?
İslam ve Osmanlı tıbbı temel olarak insanı kâinatın bir parçası olarak görmektedir. Kâinatta yaratılan her şey de dört element denilen toprak, su, hava ve ateşten yaratılmıştır. Bu dört elementin her birinin bazı özellikleri vardır. Mesela toprağın tabiatı soğuk ve kuru, ateşinki sıcak ve kuru, suyun tabiatı soğuk ve nem, havanınki ise sıcak ve nemdir. Bu dört elementten de kâinatta bulunan bütün canlılar -insan da dahil- bitkiler ve madenler yaratılmış. Yani onlarda bu elementlerin özelliklerinden birtakım parçalar mevcuttur. İnsan da bunlardan birtakım özellikleri içinde barındırmaktadır. O yüzden kimi organlarında sıcak tabiat, kimi organlarında soğuk ve kimi organlarında nem daha baskın olmuştur. Yine yedikleri ve içtiklerinden hılt diye ifade edilen şeyler oluşmaktadır. Bu hıltların dengeli halde oluşuyla insan sağlığı dengeli oluyor; fakat hıltlar dengeden çıkarsa, özellikle de fazlalaşırsa da sağlık dengeden çıkıp hastalık denilen duruma dönüşmektedir.
Aslında burada ifade etmek istediğimiz insanın nasıl büyük âlemden bir parça olarak görüldüğüdür. Bu yüzden de insan hastalandığında onun için seçilen ilaçlar da kâinatta bulunan doğal şeylerden, yani çeşitli gıdalar, sebzeler, meyveler, şifalı bitkiler ve madenlerden oluşmaktadır. Çünkü kâinatın bir parçası olan insanı tedavi edecek şeyler yine kâinatta doğal olarak bulunmaktadır.
Geleneksel tıp ile modern tıbbın ayrıştığı noktalara dair neler söylenebilir?
Bu konu biraz uzun bir konu. Bütün detaylarıyla karşılaştırmak burada mümkün değil. Bu iki sistemin teşhisten tedaviye, hastalığa bakıştan ilaçların yapımına kadar birçok yönden farklılıkları bulunmaktadır. Mesela daha önceki sorunuzun cevabında bahsettiğimiz gibi geleneksel tıp, hastalıkları hıltların dengesizliği ile açıklar. Tedavide doğada bulunan maddeleri tercih eder. Her maddenin kendine özgü bir tabiatı vardır ve bedendeki hastalığın zıttı olan tabiattaki maddeler kullanılır. Yine geleneksel tıp sağlığı korumaya çok önem verir. Bunu tıbbın yarısı olarak görür. Bu yüzden sağlıklı iken de insanın yediğine içtiğine dikkat etmesi ve bedendeki hıltların dengesini bozacak şekilde aşırı tüketimden kaçınması gerekir. Geleneksel tıp kâinattaki her şeyin tabiatını belirlemiştir. Buna binaen gıdaların ve şifalı bitkilerin özellikleri tespit edilmiş olduğu için sürekli değişiklik olmaz. Belki başka önemli bir fark da geleneksel tıp hastalık sebebi olan maddeyi vücuttan atmak üzerine bina edilmiştir. Hastalığı baskılama gibi bir tedavi şekli yoktur. Mesela baş ağrısına sevda veya safra maddesi sebep oluyorsa baş ağrısını değil o maddeyi vücuttan atma üzerine yoğunlaşır. Madde vücuttan çıkınca baş ağrısı otomatik olarak ortadan kaybolur. Bunu yapmak yerine ağrıyı kesmeye çalışırsanız sürekli yenilenen bir ağrınız olur ve ömür boyu bunu çekersiniz.
İlaç olarak da gıdalarla tedaviye öncelik verir. Bu yüzden pek çok hastalık için özel perhizler hazırlanmıştır.
Güncel bir konu üzerinden de bir örnek verebiliriz. Son zamanlarda Amerika’da yaşam tarzı tıbbı denen yeni bir anlayış çıktı. Burada daha önceki tıp anlayışından farklı olarak bütüncül bir sağlık yaşamı benimsenmiş, yaşam tarzındaki değişikliklerle pek çok hastalığın önlenebileceği, var olanların ise hafifletileceğinden bahsedilir. İnsanı sadece beden ve sadece ruh değil; beden ve ruhtan müteşekkil bir bütün kabul eder. Yaşam tarzı seçimlerinizin yani beslenme, aktivite, uyku, stres yönetimi vb. konularda kişiye odaklanır ve bunları yeniden ayarlar. Kişiye özel sağlığı koruyucu bir yaklaşım sunar. Bugünlerde oldukça popüler bir yaklaşım. Ama günümüzde yeni sanılan bu anlayış aslında İslam ve Osmanlı tıbbında zaten var olan bir yaklaşımdır. İslam tıbbında altı şart denilen bir kavram vardır. Kişinin beslenme, uyku, aktivite/hareket, öfke, korku ve üzüntü gibi ruh halleri ve beden fazlalıklarının boşaltımı gibi şeyleri düzene koyarak hastalıkların ortaya çıkışını engeller. Daha önce söylediğimiz gibi sağlığı korumayı tıbbın bir parçası sayar ve bu konuya çok önem verir. Bunların nasıl düzene sokulacağı kadim tıbbın kitaplarında detaylı bir şekilde anlatılmıştır.
Özetle İslam ve Osmanlı tıbbı insan fıtratı ve doğasına uygun çözümler üretir.
İslam ve Osmanlı tıbbında “mizaç” konusu nasıl değerlendiriliyor?
İslam ve Osmanlı tıbbında mizaç konusu temel konulardan biridir. Çünkü gerek insanın sağlıklı halinin açıklanması ve var olan sağlığının korunması gerekse hastalandığında yeniden sağlığına kavuşması için yapılanlar mizaç bilgisine dayanmaktadır. Onlar, yukarıda açıkladığımız elementlerden hangisinin özelliği bir kimsede baskınsa mizacının o olduğunu söylemişler. O yüzden kimi insanlar da sıcak mizaç, kimilerinde soğuk, kimilerinde nemli bazılarında ise kuru mizaç baskındır. Tabii, bir özelliğin baskın olması diğerlerinin olmadığı anlamına gelmiyor. Asıl olarak insan bedeni soğuk, sıcak, nemli ve kuru özelliklerin tümünün birleşiminden oluşmuştur. Organların her birinde de bunlardan bir özellik vardır. Fakat dediğimiz gibi her insanda bunlardan biri baskın olunca onun mizacının o olduğu söylenilmektedir. Yine her dönemin de farklı mizaçları bulunmaktadır. Çocukluk dönemi rutubet daha baskın, gençlik döneminde sıcaklık, yaşlılıkta ise soğukluk daha baskındır.
Hastalıklarda da farklı tabiatlar bulunmaktadır. Kimileri sevdâ hıltından oluştuğu için soğuk ve kurudur, kimileri balgamdan oluştuğu için rutubetlidir, kimileri safra hıltından oluştuğu için sıcaktır. Tabip hangi hılttan hastalık oluşmuşsa onun karşıtı özellikte ilaçlarla hastalığı bedenden atıp iyileştirmeye çalışır.
Yine önemli bir fark olarak İslam tıbbının beden ve ruh sağlığını bir bütün olarak ele almasını zikredebiliriz. Bu konuda öncü isimlerden biri Filozof-Tabip Ebu Zeyd Belhi’dir.
Çağımızın en önemli ilaç besinleri sizce nelerdir?
İslam ve Osmanlı tıbbı, maddeleri sadece besin özelliği olanlar, ilaç özelliği olan besinler ve sadece ilaç özelliği olanlar gibi belli sınıflara ayırmıştır. Buna binaen insan hastalandığında hâzık tabipler önce onu besinlerle tedavi etmeye çalışırlar. Bu olmazsa ilaç besinlerle tedavi etmeye, en son çare olarak da sadece ilaç özelliği olan bitkiler ve madenlerle tedavi etmek için çaba sarf ederler. Kitaplara başvurduğumuzda ilaç besinler çoktur. Fakat biz “Osmanlı ve İslam Tıbbına Giriş” kitabımızda önemine binaen sadece ikisini öne çıkardık. Tereyağı ve zeytinyağı. Bunları öne çıkarmamızın sebebi günümüzde yaygın olan kabızlık, kanser gibi sorunlar ve beyin ve kalp gibi ana organların sağlığının korunmasında zeytinyağı ve tereyağının çok büyük katkılarının olmasıdır. Kitapta bu yağlar hakkında İbn Sina, İbn Nefis gibi büyük tabiplerin sözlerini naklettik. Günümüz araştırmalarından da bilgiler verdik.
Bu yağların insan sağlığı üzerinde çok büyük etkileri vardır. Her devrin farklı sorunları olabiliyor. Günümüzde insanların yedikleri ve içtikleri şeylerin çoğunun kuru tabiatta olması sebebiyle vücutta büyük fonksiyonu olan doğal nem kurumakta ve bunun sonucu olarak hastalıklar ortaya çıkmaktadır. Bu yağlar bedenin doğal nemini koruyarak sağlığımızı korumamıza yardımcı olur. Nitekim insanın yaşamının devamı vücudunda yaratılıştan gelen doğal sıcaklık ve doğal nemle olmaktadır. Bunlar zamanla vücuttan yok olduğunda ömür biter.
Diğer taraftan bu yağlar vücutta farklı farklı hastalıklara sebep olan hıltları vücuttan atmaktadırlar. Yani bunlar sadece yağ değil, sağlığımıza katkı yapan büyük nimetlerdir. Bunları özellikle tek başlarına ve çiğ olarak kullanırsak herkes kendi vücudundaki değişimlere bakarak etkilerini fark edebilirler.
Kıymetli eserinizde Tıbb-ı Nebevî’ye dair Üstad Abdullatif Bağdâdî’den alıntılar var. Okurlarımızla paylaşır mısınız?
Tıbb-ı Nebevî; İslam ve Osmanlı tıbbı dediğimiz kadim tıbbın bir parçasıdır. Bu alanda kimileri hadis âlimi, kimileri Abdüllatif Bağdâdî gibi hem hadis âlimi hem tabip olan pek çok ilim adamı çeşitli kitaplar yazmıştır. Abdüllatif Bağdâdî’nin bu konuda Türkçeye Tıbb-ı Nebevi başlığıyla tercüme edilmiş olan kitabı bulunmaktadır. Bağdâdî burada tıpla ilgili birçok hadisi açıklamış, bunlara ilave olarak da mesela namaz gibi bazı ibadetlerin insanın maddi manevi, beden ve ruh üzerinde ne gibi etkileri olduğunu da açıklamıştır. Kitapta hastalıklara şifa aramak, çörek otu, sürme, kına, hacamat ve bal hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. Kitabın hepsi hakkında konuşamayız fakat bir örnek olarak bal hakkında kısa bilgiler verebiliriz.
Bal hakkında kitapta iki hadis naklediliyor: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki, “Kim her ay üç gün sabahleyin bir kaşık bal alırsa o kimsenin başına [o ay] büyük bir hastalık gelmez.”
“İki şifaya tutunmanız gerekir: “Bal ve Kur’ân.”
Bu hadisleri açıklarken Üstad Bağdâdî şöyle der: Balın vücutta sağlık açısından çok büyük etkileri vardır. Vücudu toksinlerden arındırır, cildi temizler ve yumuşatır. Özellikle de göğsü temizler. Bitlenmiş bedene ve saça sürülürse bitleri ve yumurtalarını öldürür.
İçine konulan maddeleri koruma özelliği vardır. O yüzden kadim tıbbın ilaçlarından olan macunların hazırlanmasında baldan koruyucu olarak yararlanılmıştır.
Balgamî öksürüğe uygundur, idrar söktürür, karnı yumuşatır ve tıkanıklarını açar. Damarların ağızlarını açar, regl söktürür ve zehirli mantar yenildiğinde mantarın zehrini atar. Bizim için özellikleri bal özelliği olan veya ona benzeyen başka bir şey yaratılmamıştır. Kendi hazırladıklarımız içinde de bal gibi bir şey yoktur. Balın tüm bu üstünlüklerle birlikte kullanımından sonra ortaya çıkan olumsuz sonuçları yoktur, zararı azdır. Yaşlılar ve abele (şişmanlar/yapılı olanlar) için iyidir. Zararı safra [sıcak] mizaçlılar içindir, bu da sirke vb. şeylerle giderilir. Sirke vb. şeylerle karıştırılırsa safra mizaçlılar için de faydalı olur. Yaşlılar ve tabiatı onlara benzeyenlerin gıdalarına katılır.
Özet olarak söylersek aç karna bal yutmak (yalamak) balgamı giderir, mideyi yıkar ve ondaki fuzuli maddeleri atar. Mideyi olgunlaştırır, dengeli bir şekilde ısıtır ve tıkanıklıklarını açar. Aynı şeyi karaciğer, böbrek ve mesanelerde de yapar. Karaciğer ve dalak tıkanıklıklarına bal, diğer bütün tatlılardan daha az zararlıdır. Rasulullah (s.a.v.) her gün aç karnına bir bardak suyla karıştırılmış bal (bal şerbeti) içiyordu. Bunun hıfz-ı sıhha hususunda âlimlerden (bilenlerden) başkasının anlamayacağı ilginç bir hikmeti vardır. Daha sonra da tuz, sirke vb. şeylerle birlikte arpa ekmeği yenir. Bu, insanın yaşamın zorluklarına sabretmesini sağlar. Daha önce geçen ıslah/dengeleme sebebiyle insana zarar vermez.
Rasulullah (s.a.v.) sağlığını korumak için bazı şeyler yapıyordu. Mesela aç karnına bal suyu içmek, yemeği az yemek, şişmanlıktan ve hazımsızlıktan kaçınmak, katığını/azığını yemeye yardımcı olması için içinde kuru üzüm, hurma ve arpa bekletilmiş sular içmek, güzel kokular kullanmak, saç ayrımına misk sürmek, öğününü onunla geçirmek için içinde hurma, kuru üzüm ve arpa bekletilmiş sular içmek, bedenini yağlamak, sürme kullanmak gibi. Rasulullah (s.a.v.) dimağın (beynin) ruhunu misk kokusuyla besliyordu, kalbin ve karaciğerin ruhunu ise arpa suyu içerek. Hıfz-ı sıhhatte dikkat ettiği diğer bir şey ise semavî emirleri gözetmekle birlikte kötü gıdaların alımını azaltmaktır.
Öfke, vesvese, korku ve hüzün konuları her devirde olduğu gibi bugün de insanların ruh halini çok etkiliyor. Ruh sağlığına dair değerlendirmeler de eserinizde mevcut… Düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Bu konuda kitapta bahsettiklerimiz Ebu Zeyd Belhî’nin “Beden ve Ruh Sağlığı” kitabından iktibastır. Üstad öfke, korku ve hüznü insan psikolojisini etkileyen en önemli duygular olarak kabul etmekte, hatta bunların dengeden çıkmasıyla bedende de olumsuz etkiler oluşacağından bahsetmektedir. Kitabında beden ve ruhun iç içe geçmiş olması itibariyle bedende meydana gelen hastalıkların ruh haline, ruhta meydana gelen sorunlarınsa bedene olumsuz etkileri olduğunu açıklıyor. Öfke, korku ve hüzün gibi duyguların dengede tutulması gerekir. Bunlar dengeden çıktı mı insanın hem kendisine hem etrafındaki kimselere zarar vermesi mümkündür. O yüzden Üstad Belhî bu duyguların insanda ortaya çıktığı zamanda alevlenip dengeden çıkmaması için onları düşüncelerimizle nasıl kontrol altına alabileceğimiz gibi önemli bir husustan bahsetmiştir ve bunları kontrol altına almak için insanın kendi düşüncelerini nasıl bir silah olarak kullanacağını örneklerle açıklamıştır. Bu düşünceler dikkatle incelendiğinde bugün bilişsel psikoterapide bahsedilen pek çok tekniği bin yıl öncesinden ele aldığı görülecektir.
Bunlara ilave olarak vesveseyi, günümüz ifadesiyle takıntıları ele alıyor. Aslında Üstad Belhî vesveseyi bedenden kaynaklanan bir sorun olarak görüyor. Fakat bu hastalığın insan psikolojisi üzerindeki olumsuz etkileri sebebiyle ruh sağlığı başlığı altında incelemiştir ki günümüzde de aynı şekilde ele alınmaktadır.