Varlığım Varlığına Hayran… / Dr. Fatih Yunus Özel

Allah’ı Değil, Kendini İnkâr Edemeyeceğin İçin Sana Hesap Sorulacak… Allah’ı (c.c.) zaten inkâr edemezsin… Aklı olan müthiş bir canlı olarak, evrendeki tasarımı, her şeyin her şeyle olan ilginç ilişkisini, hepsinin bir düzen ve mükemmellik içinde hayat bulmasını görmemen mümkün değil. Gözlemlediğin en basit gibi görünen şeylerin her biri birer mucize. Ne evrimle ne tesadüfle açıklanamayacak kadar komplike ve bilimsel sahtekârlıklarla geçiştirilecek türden değiller… Her biri öyle bir Yaratıcı’ya işaret ediyor ki sana kendi kıymetini bilmen için en büyük delil. “Bütün bu güzellikler benim için mi?” şaşkınlığını yaşaman da çok doğal. Cevabı çok basit; evet, senin için ve sen, kendini layıkıyla tanımıyorsun. Her istediğin olmayınca kolay küsen bir çocuk gibi hemen mızırdanıyorsun… Oysa Yaratıcı-kul ilişkisi daha içten, umduğundan daha sıcak bir ilişki… Hem O’nu (c.c.) kabul ediyor hem de seni ebedî hayatta kendisine dost eylemek için üç günlük dünyada yaptığı sınavlara layıkıyla sabredemiyorsun. “Ebedî hayatta” ebedî bir dostluk söz konusu, Yaratıcı’ya ebedî yakınlık, ebedî sohbet ve ebedî huzur… Mevlana (k.s.) “Hamdım, piştim, yandım.” diyordu. Yanarken biraz içsel tepki göstermen dahi Yaratıcı nezdinde merhamet ve hoşgörü ile karşılanıyorsa bırak biraz çile çekelim… Dünyada adalet arıyorum adı altında cenneti aramayalım… Yıllardır kafanı karıştırmak için üretilmiş mottolar, uyduruk mizansenlerle kalbinden önce ahiret düşüncesini, sonra peygamber algını, en sonunda da Allah’a (c.c.) olan imanını çekip çıkardılar, seni köklerinden sarstılar. Aklınla zorun olmadığına göre seni aklından değil, kalbinden sarstılar. Çünkü öyle yaşantılar, öyle hakikatler var ki, akılla onları belli yerlere taşıyıp geliştirebiliyor, tek başına sorulara ve sorunlara cevap yetiştirebiliyordun. Ama kalbinin tasdiki her şeyi tertemiz ediyordu. Kalbinle yakaladığın hikmeti, yine kalbinle reddedince gönül hanen öyle kirlendi ki, kendine en büyük kazığı attın. Adeta bir deli gibi tepki vermeye başladın… “Ben kuluma şah damarından daha yakınım.” diyen Allah, “Nefsinizin size ne fısıldadığını biliriz.” diyor aynı zamanda. Günümüzün en büyük handikaplarından biri olan konformizm seni de alt etti sonunda. Kendi konformizmine değişik bahanelerle yenik düştün… Kalbinde dağlar gibi olan gür imanını bir “hiç”e sattın, dünyalık emellerinle, heva ve heveslerinle, kötü bir tüccar gibi hiç düşünmeden yer değiştirdin… Ne kötü bir tercih… Bir davası olmayanlar kötü yönde kolay değişirler. En büyük dava ebedî olan ile ebedîyette huzur ve mutluluk içinde beraber olabilmektir. Gökyüzünde melekleri dolaştırıp bir anda tüm insanlığı kaçınılmaz bir biçimde iman etmeye muktedir olan Allah kendi varlığının bu şekilde açıkça anlaşılmasını tercih yerine, ahlaken ebedî bir dostluğu hak ettirecek bir sınanma biçimiyle hem O’nun varlığını kabul etmeni hem de varlığını kabul ettiğin o Yüce Yaratıcı’nın seni sınama biçimine teslimiyet ve tevekkül eylemeni, O’ndan razı olmanı senin iyiliğin için istiyor. Ahlaken nitelikli bir kul olmanın başka bir yolu olsaydı senin için o yolu da tercih ederdi. Yaşadığımız dünyanın en büyük özelliği bir “imtihan alanı” ve mekânı oluşudur. İlim, irfan ve hikmet ehli Şenel İlhan Beyefendi’nin anlatımıyla “Annesi öğretmen olan bir çocuk düşünün, annesinin sınıfında bir öğrenci olsun. Evinde şefkat dolu davranışlarıyla ona annelik yapan biricik annesi, sınıfta oğlunun öğretmeni olunca, yavrusunun iyiliği için okulda ona bir öğretmen edası ve ciddiyeti içinde, tabir yerindeyse nötr bir şekilde davranır. Aksi halde yavrusunu iyi bir öğrenci olarak yetiştiremez. Bütün nötrlüğü ile ciddi bir öğretmen edası içinde araya mesafeler koyar. O yavru, okuldaki ciddi öğretmenden evdeki şefkatli anneye koşmak ister hep. Ama ne var ki, başka türlü layıkıyla yetişmek mümkün olmayacaktır. Allah (c.c.) da kulunu görünüşte ona sanki hiç acımıyormuş gibi imtihan eder. Sırf kulun ebedî âlemdeki makamları hak edecek, o zor sınavı başarmış bir kul olup, ebedî âlemde dostluğuna kavuşabilmesi için… Kendi peygamberlerini dahi bu sınav sisteminin dışında tutmamış ve o yüce insanları da kıyasıya sınavdan geçirmiştir.” Zamandan ve mekândan münezzeh olan Allah, mutlak adalet sahibidir. Kendi dostluğuna ebedî olarak layık olacak olan kulları her hâlükârda sınamaktadır. Kendine hakiki manada değer veren bir insan da bu sınavlardan müstağni değildir. Sınavının şiddeti ve zorluğu, onun kulluk şerefidir. Varlığı sorgulamaktan kasıt, insanın kendini sorgulaması olmalıdır. Buna kendini tanımak da diyebiliriz. Zorluklarla sınanmamış insan kendini nasıl tanıyacaktır? Bu mümkün müdür? Bunun tek yolu yokluk ya da yoksunluk değildir. Varlık içinde de insan her türlü sınanabilir ve kendi sınırları hakkında fikir ve düşünce sahibi olabilir. Temelde bir muhasebe kültürü yoksa her iki halde de sıkıntı büyük demektir. Sıkıntıları aşmak için de sınavı başarmak için de işin başı Allah’ı sevmek ve Allah’a güvenmektir. O nedenle bu yollarda sınanmış tecrübeli maneviyat erleri; “İmtihan iki türlüdür; belalara sabır ve lütuflara şükür. Kul, bela gelince çaresiz de olsa sabreder, sınavı tam başaramasa dahi Allah (c.c.) merhametinden dolayı, tamam der. Asıl zor olan lütuflara şükürdür. Çünkü lütuflara şükür, sıddıkların işidir.” derler. Mevlana (k.s.) da bu nedenle “Kimin, denizden hangi inciyi çıkaracağı belli olmaz.” der.
Mutlak bir Yaratıcı’yı tüm üstün özellikleri, esmaları, tecellileriyle kabul ettiysek, bize böyle bir Yaratıcı’yı neyin, kimin, hangi şartlarda unutturduğunu düşünmemiz gerekiyor. Ara sıra içimizden geçen garip tepkileri, nefis ya da şeytan, hayatımızda hiç yokmuş gibi düşünerek değerlendiremeyiz. Nefis de var, şeytan da… Önemli olan senin nasıl bir irade ortaya koyduğun… Hiç mi muhabbetin ve sevgin yok, seni yoktan var eden Yüce Yaratıcı’ya? Hiç mi üzerinde düşünmedin bu konunun? Dünyanın en zengin adamı da olsan, toprakları en geniş bir ülkenin idarecisi de olsan bu konu üzerinde düşünmek zorundasın… Dünyanın en dertli adamı da olsan, dünyanın en fakir adamı da olsan bu konu üzerinde yine düşünmek zorundasın… Çünkü senin gibi bir varlığa, canlıya bir anlam yüklememek olmaz. Kendine hiç anlam yüklememek de ne demek!.. Bu konunun üzerini, kim ya da ne örtebilir ki?.. Ölüm kaçınılmaz, ahiret hak, Allah var… Ve senden bir kölelik değil, sadece kendi varlığına bir anlam yükleyerek “kulluk” denen çok özel donanımı sahiplenmeni, sorumluluklarını kuşanmanı, huzur içinde ve mutlu olmanı istiyorlar. Üstelik ebedî bir hayatta bunun meyvelerini yemeye devam ederek… El insaf, daha ne istiyorsun… Bu konu üzerinde düşünmek, insanı muhabbet ehli yapar, hatta öyle ki, bu uğurda seni düşündürten her şey, çile vasfında dahi olsa, çilesiz yaşamak istemezsin… Sana varlığını hissettiren her şey, üç günlük dünyada, yaşanan hayatın tuzu biberi, mayası, muhabbeti, neşesi olur… Hele hele bunu kullukla taçlandırırsan, kendi varlığında Hakk’ın tecellilerini nasibin kadar görür ve aslında bambaşka bir hayatın içinde olduğunu fark edersin vesselam…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir