Emrah Bey, genel olarak sözsüz iletişim deyince ne anlamalıyız?
Bizim üzerinde anlaştığımız bir iletişim modeli var: Kaynak, mesajı gönderen, ortam ve alıcıdan bahsederiz. Burada gönderilen mesajların, kelimeler haricinde gerçekleşen mesajların tamamına sözsüz iletişim diyoruz. Yani kullandığımız bütün jestler, mimikler, bilinçli ya da bilinçsiz yayılan sinyaller, kişinin duruşu, bakışı, göz bebeklerinin büyümesi, küçülmesi, giydiğimiz kıyafetler, çevremizi kullanmamız, kişisel mesafe kullanılması ya da işgali gibi durumların içinde sözler geçmiyorsa bunların tamamı sözsüz iletişimdir.
Buna genel olarak verdiğim bir örnek var. Mesela konuşma engellilerin kullandığı işaret dili var, televizyonun alt köşesinde çıkıyor genelde. Diyorum ki bu sizce sözlü bir iletişim midir? Sözsüz bir iletişim mi?
Bu bir sözlü iletişimdir. Peki, neden? O hareketlerin her birinin (evrensel) olarak bir kelime karşılığı var çünkü. Yani bu bir sözlü iletişim biçimidir.
Yemek güzel olduğunda eşimize karşı yaptığımız, bu leziz işareti vardır ya; üç parmağı birleştirerek avucumuzu böyle yukarı aşağı sallama hareketi, işte bu sözsüz bir işarettir. Yani, yemeğin güzel olduğunu belirtir. Ama bu işaret İtalya’da aynı anlama gelmiyor. İtalya’da soru sorma anlamına geliyor. Hatta böyle hızlı ve çift taraflı yapılırsa hesap sorma, sitem etme gibi anlamlara geliyor. Yani kelimeler haricindeki gerçekleşen tüm iletişim biçimleri sözsüz iletişimdir.
Sözsüz iletişimde gözlem yeteneğinin önemine dair neler söylenebilir?
Bu hepsinden önemli. Görmediğiniz bir şeyi değerlendiremezsiniz. Düşünün, işitme engelliyseniz karşıdaki kişinin söylediğini anlayabilir misiniz? Bu iletişim gerçekleşir mi? Ancak dudak okursunuz. Ama mesela telefon konuşması olmuş olsaydı, kulaklarınız duymuyorsa oradaki mesajı anlayamayacaksınız. Gözlemleyemiyorsanız ya da doğru biçimde gözlemleyemiyorsanız yine anlayamayacaksınız. O yüzden iyi gözlemciler, iyi sözsüz işaret okuyucularıdır.
Yapılan birtakım araştırmalar var. Benim yüksek lisans tezim de bu konuyla paralellik gösteriyor. Sosyo-ekonomik durumu, sosyo-kültürel durumu daha alt seviyelerde olan, ataerkil toplumlarda yetişmiş kişilerin sözsüz işaret okuma becerisinin daha yüksek olduğu ortaya çıkmış. Bunun da şöyle bir sebebi var: Mesela ataerkil yerlerde genelde babanın durumu yoklanır, değil mi? Yani bakarsınız acaba keyfi yerinde mi, o anda konuşmaya uygun mu? “Anne ne diyorsun?” “Babanız biraz sinirli, sonra konuşalım.” vs. Yani çevrenizdeki insanlara karşı sürekli bir gözlem yapma gereği hissedersiniz. Bu bağlamda bu tür insanlar da daha iyi gözlemcilerdir. O yüzden, gözlem yapmadığınız bir şeyi okuma şansınız yok ya da doğru okuma şansınız yok.
Yukarıda anlattığımız kaynak, ortam, alıcı konusuna dönelim. Kaynak, mesajı bir şekilde kodluyor. Hep bilinen bir örneği vereyim.
Bir kişinin kollarını önünde kavuşturması iletişime kapalı, kendini kapatmış, olumsuz düşünüyor gibi bir anlam yükleyerek düşünülür ya gerçekten de durum böyle olabilir ancak karşısındaki insan bunu “Herhalde üşüdü.” ya da “Kolları yorulduğu için öyle duruyor.” diye de yorumlayabilir. Yani burada o kodu yapanın, kodunu açabilmek çok önemli. Siz Rusça bilmiyorsanız o kodu açamazsınız, söyleneni anlamazsınız. Eğer doğru biçimde sözsüz işaretleri de yorumlayamazsanız o zaman mesajı da doğru anlayamazsınız. O yüzden, gözlem yapmak son derece önemli.
Sözsüz iletişimin en temel ögelerinden duyguların ifade edilmesi konusu; doğru okunması, anlaşılması gereken bir alan olarak çok önemli görülüyor. Bu konu hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?
Duyguları ifade etmek dediğimiz konu karşı tarafı, sizin duygunuzu anlamak zorunda bırakmamak. Yani ne hissediyorsan onu söyleyebilmek. Ama bunun sözsüzleşmeyle çok doğrudan bir bağlantısı yok. İlişkilerin sıhhatli ilerlemesi, doğru ve verimli iletişim kurma açısından önemli bir konu. Ne hissediyorsanız onu doğruca ifade edebilmelisiniz; karşı tarafa doğrudan iletebilmelisiniz. İletemediğiniz zaman birtakım sıkıntılar söz konusu olabiliyor. “Beni anlamadı.” demek, anlamadığından ziyade anlatamadığındır aslında. Çünkü insan kendisini anlatabilmeli, duygularını ifade edebilmeli. Maalesef birtakım normlar var ki bunları aşamıyoruz ve duygularımızı ifade edemiyoruz. Mesela “Erkekler ağlamaz.” gibi. Yine “Babalar sevdiğini belli etmez.” gibi… İşte bunlar, duyguların ifade edilemeyişinin önündeki ciddi engellerdir. Ben böyle düşünüyorum.
Yaptığınız kıymetli çalışmanızda iki ayrı kitabınızın adı da “Sözsüz Sızıntı” olarak geçmekte. Burada yalan konusu da başlı başına ele aldığınız bir konu. Sözsüz işaretleri okuma becerisi üzerinden bu konuyu değerlendirir misiniz?
Meşhur bir söz var: “Herkes bilmelidir ki nefes alan hiçbir insanoğlu yalan söyleyemez. Ağzı dursa parmak uçları konuşur, ihanet her gözeneğinden sızar.” Buradan hareketle zaten sözsüz sızıntıdan bahsediyoruz. Sözsüz sızıntı demek, bizim bir düşünen beynimiz var. Bizi insan yapan; karar verdiğimiz, yalan söylediğimiz, matematik sorularını çözdüğümüz, bizi uzaya çıkaran beyin. Bir de limbik sistemimiz var. Bu beyin, bizim kontrolümüzün dışında bir sistemle çalışır, bizim duygularımızı kontrol eder. Yani bir anda gözyaşlarımıza boğulmamız, boğazımıza bir düğüm gelmesi ya da bir anda korkarak kalp atışlarımızın hızlanması, ağzımızın kuruması gibi durumlar… Bunlar, limbik sistemin etkilerinin sonucudur. Ve sızıntı dediklerimiz de işte bizim elimizde olmadan ortaya çıkan işaretlerdir. Yalan söylerken bir anda ağzımız kuruyuveriyorsa, yüzümüz bir anda kızarıyorsa, ellerimiz buz kesiyorsa, göz bebekleriniz büyüyorsa; bunların her biri bir sözsüz sızıntı ve bunların her biri aslında limbik sistemin bizim kontrol edemediğimiz etkileridir. Bu okumaları yaparken bu sızıntılardan faydalanıyoruz aslında. Sözsüz Sızıntı kitabı, beden diline dair sızıntıları anlatıyor. İkinci kitabım da yalan tespitine dair konuları ele alıyor. Bunlar bir bütün aslında.
Beden dilindeki sızıntıları ne kadar okuyabilirseniz, ses işaretlerine ne kadar hâkimseniz o kadar iyi yalan tespitçisi olabilirsiniz. Sözsüz Sızıntı kitabı bunu anlatıyor.
Kadınlar ve erkekler arasındaki sözsüz davranış farklılıklarına dair neler söylemek istersiniz?
Çok farklar var. Bunlarla ilgili yapılmış bir hayli çalışmalar var. Kadınlar, daha yakın mesafede iletişim kurmayı severler; daha fazla göz teması kurarlar, daha fazla gülümserler. Erkekler, kadınlara kıyasla daha mesafelidirler. Onlar daha çok statü gösteren, hâkimiyet kurmaya yönelik davranışlarda bulunurlar. Kadınlar ise, yakınlık kurmaya dair ilişkiler geliştirirler. Arada birtakım farklar var. Yani kadın ve erkeklerin, sözsüz dil kullanımı birbirine göre farklılık gösteriyor.
İletişimi karşı tarafa geçirirken, karşı tarafın bizi anlaması için kullandığımız jest ve mimiklerimizin, konuştuğumuz kelimelerden daha etkili olduğu biliniyor. Bunun önemine dair, yani vücut dilimiz iletişimi nasıl bu kadar etkili hale getirebiliyor, düşüncelerinizi alabilir miyiz?
İnsanın dili yalan söyleyebilir, insan duygularını saklamaya çalışabilir. Ama dediğim gibi limbik sistemin etkilerini saklayamazsınız. O yüzden bir şeyi nasıl söylediğinizin çok önemi var. Çünkü karşı taraf sizin duygularınızı anlamaya çalışırken büyük oranda sizin beden dilinizi gözlemliyor. Bir araştırmacı tarafından yüzdelik bir oran verilmiş. Siz, duygularınızı ifade ederken karşı taraf sizin %7 oranında sözlerinize bakıyor; %93 oranında beden dili ve ses tonunuza bakıyor. Yani, “Seni seviyorum.” derken umursamaz bir ses tonu ile söylendiğini düşünün. “Başın sağ olsun, çok üzüldüm.” derken alaycı bir ses tonu ya da beden dili kullanıldığını düşünün, bakışlar yine öyle… Bu tür veriler son derece önemli. İnsanlar zaten buna bakıyor. O yüzden nasıl ifade ettiğinizin önemi buradan geliyor.
Gerçek dostlar dertleşmek için her zaman sözlere ihtiyaç duyarlar mı?
Gerçek anlamda iyi dostlar birbirleriyle sohbet etmek için sözlere ihtiyaç duymazlar. Onlar, bakışlarıyla da anlaşabilirler; duygularını o şekilde de ifade edebilirler. Sohbet etmek için her zaman sözlere ihtiyaç yoktur. Özellikle dertleşmek için… Özellikle duygu aktarımı için sözler her zaman gerekli değildir.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

