Dijital Çağda Gerçeklik Sorunu / Prof. Dr. Milay Köktürk

Yeni dijital çağ üzerine düşüncelerinizi açıklarken yeni çağda gerçeklik sorunundan, “Mağaraya dönüşten” ve zihin algoritmasının değişiminden bahsediyorsunuz. Her biri ontolojik değer ifade eden bu kavram ve değerlendirmelerinizi biraz açar mısınız?
“Ontolojik değer” kavramından başlayalım… Mevcudun varoluşsal özelliklerini ve karakteristiklerini, onun kendini gösteriş veya algılanış biçimini “ontolojik” diye adlandırıyoruz. Neden ontolojik/varoluşsal özellik kavramını söz konusu ediyoruz? Eğer dijital çağ kavramı altına yerleştirilmeyi hak eden bir çağ gerçekten varsa, bu çağın kendine özgü karakteristiklerinden söz edilebiliyorsa, bunları, bu çağı, özsel nitelikleri bakımından ortaya koymak lazımdır.
Bu bakış açısından, bu çağda birçok şeyin farklılaştığını görmek mümkündür. Varolan, gerçek olandır, gerçekten mevcut olandır. Ortada şöyle bir tablo mevcut: Bilinen anlamıyla, yani bizi kuşattığını ve algıladığımızı düşündüğümüz, dolayısıyla hakikaten dış dünyada mevcut olduğunu kabul ettiğimiz “gerçeklik”, dijital çağda, bir sorun haline gelmiş durumdadır. Sanal gerçeklik, artırılmış gerçeklik, post truth, metaverse… Bu kavramlar bize gerçekliğin yapısındaki değişimi anlatmaktadır. Yani bu çağda ilk sorun, gerçekliğin bizatihi kendi yapısıdır, gerçekliğin yapısının değişmesidir.
Gerçeklik karşısındaki tutum da başka bir sorundur. Özellikle post-truth kavramı, yani gerçeklikten bireyin bizatihi kendisinin gönüllü vazgeçişi, karşısındaki gerçekliği bizzat yaşamayı değil sadece onu görsel olarak sergilemeyi önemli görme, reel ilişkileri alt düzeye indirip sanal ilişkileri öne çıkarma, dünyaya dijital perspektiften bakma… Ayrıca “gerçek ötesi” şunları da ifade edebilir: Fiziksel gerçeklikten kopmuş dijital bir âlem, sanal âlem, adeta bir rüya âlemi! İşte burada neyin gerçek neyin sahte olduğu tamamen birbirine karışmaktadır.
Bu gerçeklik algısı veya gerçekliğin değerlendiriliş biçiminin değişimi, düşünüş biçiminin değişimini de beraberinde getirmiştir. Buna “zihin algoritmasının değişmesi”, yani zihnin işleyiş biçiminde meydana gelen değişim denir. Algılarken veya düşünürken, zihinde, imgeler/ideler arasında bağlantı kurulur. Bu bağlantının her zihinde kendine özgü bir sistematiği vardır. Aynı sosyal-kültürel dünyada yetişen zihinler arasında, özellikle temel kabullerde, bazı müştereklikler de oluşur. Ancak bu bağlantı sisteminin değişmesi, algılama ve muhakeme biçimini, karar verme ve eyleme tarzını da değiştirir. Böyle bir değişim aslında kişinin kendilik algısını, hayata, dünyaya ve varoluşa yüklediği anlamı da kökten farklılaştırır. Başka bir deyişle, zihin algoritması değişmiş, kişi bambaşka bir şahsiyet olmuş olur.
Zihin algoritmasının değişimi, yepyeni bir kimlik, kişilik ve bakış açısına sahip bir öznenin ortaya çıkması demektir. Bu değişim, insanlık tarihinin doğal etkileşim ve gelişim süreci içinde gerçekleştiğinde, bireysel yahut sosyal problemler yaşanmaz. Çünkü kuşaklar arasındaki bağlantıyı ortadan kaldıran kökten kopuşlar söz konusu olmaz. Fakat iletişim ortamının kontrolsüz ve sayısız çokluğu/çeşitliliği altında bir algoritma değişimi yaşanıyorsa, örneğin yepyeni ve bilfiil yaşanan deneyimlerle değil tamamen iletişim dünyasıyla sınırlı deneyimler yoluyla zihinler biçim kazanıyorsa, bu ortamda baskın/etkin güç kendi istediği algoritmayı oluşturuyor olabilir.
Dijital çağda epistemolojik bir çöküşten bahsedebilir miyiz?
Epistemoloji kavramı, bilginin kaynağı, doğruluğu, anlamı, önemi, değeri ve niteliği üzerinde duran bir felsefe disiplinidir. Amaç, hakikati taşıyan bilginin niteliğini soruşturmaktır. Temelde bilginin değerli olduğu kabulünden yola çıkılır. Bir an için, bu sorunların önemini kaybettiğini, bilginin artık değersizleştiğini varsayalım; bu ortamda hakikat arayışı ve bilgi talebi artık ortadan kalkmaz mı? Böyle bir tablo felsefe tarihinde hiç yaşanmadı. Çünkü bilgi, hep değerli bir şeydi. Ancak dijital çağda durum farklılaşmış gibi görünmektedir. Artık bilgi talebi, bilgiye verilen değer, bilgi üzerine sürdürülen zihinsel etkinlik, eski çağlardaki gibi değildir.
Dijital dünyada sayısız bilgi hem de kolayca paylaşılmaktadır. Bilgiye kolayca erişilebilmektedir. Ancak bilginin anlamı, önemi ve işlevi bir değer ve ilgi kaybına uğramışsa, bilgi değil de bilgi etrafındaki kabul, kavram, soru ve cevaplar çökmüş demektir.
Dijital çağda epistemolojik çöküşe yol açan unsurlardan biri sanal gerçeklik uygulamaları, diğeri artırılmış gerçeklik, en önemlisi de “derin sahte”dir. (deep fake)
Bunlar arasında en etkili olan, derin sahtedir. Çünkü artırılmış gerçeklikte gerçek ile gerçek olmayanın sınırı karışır; ama gerçek olmayan, gerçeğin uzantısı gibi durur. Halbuki “derin sahte”de, gerçek diye sunulan şey tamamen gerçek olmayan bir şeydir. Artırılmış gerçeklikte gerçek daha etkin hale getirilmiş; derin sahtede gerçeğin bizatihi kendisi değişime uğratılmıştır. Yani gerçek olmayana gerçek hüviyeti verilebilir veya bir gerçek, kendi niteliklerinin/doğasının tam tersi bir kılığa sokulabilir. Örneğin kişiye, hiç yapmadığı bir konuşma yaptırılabilir. Kişinin hiç sergilemediği görüntüler oluşturulabilir.
Epistemolojik çöküşü hızlandıracak bir başka gelişme, son dönemlerde ortaya çıkan bir olgu, bir yapay zekâ uygulaması olan chat gpt’dir. Bu uygulama, artık araştırmaya bile gerek duyulmayacak tarzda, talep edilen bilgiyi araştırarak bir metin halinde sunabilmektedir. Bu ise araştırarak öğrenme eğilimini ortadan kaldırmakta, okul eğitimini öğrenci gözünde anlamsızlaştırmakta; ama sonuç itibarıyla da gerçek manada eğitim ve öğrenmenin gerçekleşmesini sağlayamamaktadır. Bütün bu süreçte ve bu koşullar altında, bilgi sıradanlaşmakta, öğrenme basitçe yüzeysel vukufiyetten ibaret hale gelmektedir. Öğrenme arzusu, merak araştırıcı ruh, kendini geliştirme isteği gerilemekte; zihin eğitimi, kimlik ve kişilik eğitimi anlam ve önemini kaybetmektedir. Bu tabloyu çöküş diye nitelendirmek yanlış olmayacaktır.
Bu şartlar ve yeni dijital çağ, “sığınılacak güvenli bir liman arayışını” da beraberinde getiriyor. Değer ve inanç dünyası, erdem sorunu olarak ifade edilen konular, dijital çağda bir etik yoksunluk ifadesi midir? Dijital çağda geleceğin inşası açısından bu durum bir problem olabilir mi?
Biz de soruyla başlayalım: Limana sığınmak ne demektir? Niye eski limanlar sığınak olmaktan çıkmıştır? Neden yeni bir limana sığınalım?
Tüm değeler ve duygular bilfiil hayatın içinde, yüz yüze ilişkilerle, eğitim veya deneyimle kazanılır. Sanal ortamlar, sanal iletişimler, sanal sosyalleşmeler bu insani özellikleri/donanımları güçlü biçimde kazandırmaya veya mevcut olanı yeterince tekâmül ettirmeye yetmez. Çünkü bu donanımlar bilfiil yaşantının parçası olduğu, paylaşıldığı veya bizzat içinde olunduğu takdirde içselleştirilir. Öbür türlü, kişi daima mesafeli tanık olmaktan öteye geçmez. Bu da, değer ve duygu dünyasını tüm derinliği ile sarıp kuşatamaz ve harekete geçiremez.
Dijital dünya ise değer yıkıcı bir dünyadır. Özellikle sosyal medya bağımlılığı ve oradaki paylaşımlar, sosyal medya ortamına gösterilen ilgi, bunu açıkça göstermektedir. Alınan izlenimler ve karşılaşılan telkinler değer inşa edici değildir. Bütün bunlar zihinlerde adeta kaos meydana gelmektedir. Bu dünyadaki sunumlarda da erdem ve erdemlilik telkini yoktur. Bireyler kendi varoluşlarını, zihinsel veya ruhsal durumlarını garanti altına almak, değerleriyle birlikte varlıklarını sürdürmek isterler. İşte dijital çağda kişi değer dünyamızı tehdit altında görünce güvenli liman aramaya başlar. İçinde yaşadığı sosyal ve tarihsel sığınaklar; yaşadığı toplum, onu güvende tutamamaktadır ve birey bunu görür. Burada kaygının asıl nedeni, çocukların yetiştirilmesidir. Belli yaştaki kişi kendini güvende görse bile, çocukları güvende değildir. Her etki değer yıkıcı olmakta, kişinin mevcut yaşama ortamı bu yakıcı veya aşındırıcı etkileri engellemeye yetmemektedir. Kişi bundan dolayı yeni bir liman aramaya başlar.
Bahse konu bu süreç, kültürel etkileşimden çok farklıdır. Bu tarz olgular daha önceki dönemlerde sosyal değişme yahut kültür değişmesi kavramlarıyla anlatılabilmekteydi. Fakat bu çağda, değişme kavramı olup bitenleri anlatmaya yetmemektedir. Bu çağda yaşanan tablo, bir “altüst oluş”tur.
Kapitalizmden kimlik sorununa kadar dijital dünyanın günümüze vurduğu damgayı, insan adına nasıl değerlendirmeliyiz? Tüm gelişmelere olumsuz diyebilir miyiz? Farklı bir paradigma alanı açılabilir mi?
Daha en baştan, teknoloji üzerine yapılan değerlendirmeler karşısında sergilenen tutumlara ilişkin kanaatimizi belirtelim: Bir problem duruma işaret edilmesi, hemen “teknolojiye karşı olma” gibi bir algıya konu olmaktadır. Olguyu, yani dijital teknolojiyi analiz etmek, ona karşı olmak değildir. Dijital teknoloji, bir yönüyle, insan hayatını olağanüstü derecede kolaylaştırmıştır. Bunu dile getirmeye gerek yoktur. Fevkalade faydalı ve işe yarayan bir araç gereç veya olgu, sunduğu faydayla, zaten güncel hayatta yerini alır ve kullanılır. Onun övülmeye ihtiyacı da yoktur. Esas olan, bu olgu (dijital teknoloji) üzerinde tefekkür edildiğinde, bir tehdit veya tehlike olasılığı izlenimi edinilip edinilmediğidir. Eğer güncel hayatı güzelleştiren bir araç gereç/teknoloji, sosyal yapıdan ekonomik işleyişe, kimlik ve kişilik sorunlarından insani varoluşa kadar birçok tehdit barındırıyorsa bunu dile getirmek gerekir. Olacak olan olup bittikten sonra onun üzerinde konuşmanın anlamı yoktur. Örneğin, kapitalizm artık dijital kapitalizm halini almaktadır. Dijital dünya ile kurulan ilişki, doğrudan bilinci, zihni etkilemektedir. Adeta zihinler formatlanmaktadır. Bu da düşünüş biçiminden akıl kullanımına, iletişimden dil kullanımına kadar her şeyi kökten ve oldukça olumsuz biçimde değiştirmektedir. Dijital teknoloji adeta bir “felaket hediyesi”ne dönüşmektedir. Öyleyse yapılması gereken, hayatın konforunu artırıyor diye, bütün dijital ürünleri kontrolsüzce ve hayranlıkla tüketmek değildir. Bu ürünlerde güncel hayatı kolaylaştıranları kullanmak, diğer yandan da bu teknoloji ve bu teknolojinin eseri olan çağ üzerine eleştirel olarak düşünmek gerekir. Başka bir deyişle, güncel hayatın içindeki bilfiil organizasyonlar, haberleşme, bilgilenme vs. bakımından olumsuz bir tablodan söz edemeyiz. Ama sorun, bu dijital teknolojinin, sadece bu vakıalarda kullanımı değildir. Aslında sorun, dijital teknoloji ile sonradan tanışanlar değil, dünyaya gözünü dijital teknoloji ortamında açanlardır. Onlar ayrı bir dünya algısıyla büyümektedir ve onların dünyası reel hayattan kopuk bir dünyadır. Dijital teknoloji ile sonradan tanışanlar bile bir anafora kapıldıklarına göre, yeni kuşaklar bambaşka bir algıya sahip olmaktadırlar. İşte olumsuzluk burada başlamaktadır. Kimlik sorunları derinleşmektedir. Ekonomik hayat dijital kapitalizmin aktörleri tarafından zapturapt altına alınmaktadır. Yegâne takas vasıtası olan para bile dijitalleşmekte, nakit para adeta ortadan kalkmaktadır.
18. yüzyıldaki sanayi devriminden sonra 21. yüzyılda dijital bir çağa girdik. Dijital teknolojinin sunduğu büyük imkânlar, insani varoluş ve insan doğası için büyük tehditler barındırmaktadır. Bu konudaki çekincelerinizi alabilir miyiz?
Teknoloji toplumsal dokuyu, hayatı, insanı etkiler ve bu da doğaldır. Sorun, bu etkinin niteliği ve boyutlarıdır. Eğer gelişmeler sadece pratik hayatı etkileseydi, kısmi olumsuzluklardan söz edecektik, hatta söz etmeye bile değer bulmayacaktık. Ama dijital dünyada, etkilenmenin biçimi ve kaynağı farklıdır. Kaynaklar belirsizdir, etki kaynakları herhangi bir insani değer kaygısı gözetmemektedir. Örneğin sosyal medyadaki sunumlar… Diğer yandan, bunlar, bireyin tutkularını harekete geçirmektedir. Bu ortam ayrıca cazibe merkezidir, bağımlılık da oluşturmaktadır. Kişi, hiç sıkıntı duymadan, saatlerini bu dünyada geçirebilmektedir. Bu süreçte, zihinler formatlanabilmektedir. Hal böyle olunca da özgürce düşünebilme, aklını yetkin biçimde kullanabilme, gerçekten tehdit altına girmektedir.
Bu süreçte asıl sorun, belirttiğimiz gibi, yeni kuşaklardır. Biyolojik devridaim devam etmektedir. Geleceği yeni kuşaklar kurup taşıyacak. Onların topluma, dünyaya, hayata, insanlığa yükledikleri anlam, içinde yetiştikleri toplumdan çok farklı olursa, yeni toplumsal dünya nereye doğru evrilecektir? Üstelik bugüne kadar bizi güvende tutan hiçbir ortam veya kabul, üzerimize gelmekte olan çığdan bizi koruyabilecek durumda değildir. Belirttiğimiz gibi, herkes; dindarlar kadar dindışı olanlar da, tarikat veya cemaat gibi kapalı topluluklar da tehdit altındadır. Çünkü bu toplumsal sığınaklar şimdiye kadarki sosyal ve kültürel problemlere çözüm üretebilmiş, varoluş için güven sağlayıcı ortamlar olmuştur. Ama dijital çağ yenidir ve bunun kapımıza taşıdığı tehlikelerle baş edebilmemizi sağlayacak olan bir deneyim hazinemiz yoktur. Bu, sadece bizim ülkemizle ilgili bir sorun değildir. Bütün dünyada böyle bir süreç yaşanmaktadır. Bu nedenle de dijital teknoloji üzerinde düşünülmesi, bu teknolojinin doğru kavranması, doğru kullanılması gerekmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir