“İkra” emri ne tür bir anlam ifade etmektedir?
İnsanları diğer tüm yaratılmış canlılardan farklı ve doğru şekilde kullanıldığı zaman üstün yapan yegâne özellik “akıl” sahibi olmalarıdır. Aklın doğru bir şekilde kullanımının temelinde ise doğru bir eğitim ve doğru bilgi sahibi olmak yatar. İnsan eğitimi doğum ile başlar ve ölünceye kadar devam eder. Her ne zaman bilgi sahibi olmanın önemi gündeme geldiğinde ilk akla gelen kavram “ikra” olur. Çünkü dinimiz bilmenin önemini, okuma anlamında dilimize çevrilen ve ilk inen ayette yer alan “ikra” kavramıyla açıklar. Ancak diller arası çevirilerde kavramların anlamları birebir örtüşmeyebilir ki bu durum “ikra” kavramı için de geçerlidir. İkra kavramının Türkçe karşılığını “oku” olarak aldığımız takdirde, ilk inen ayet içinde yer alan bu kavramın, aslında ümmi olan yani okuma-yazma eğitimi almamış olan Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) aktarılırken, onun bu eğitimi alması istenmiş gibi bir anlama dönüşür. İkra kavramını içeren ayet, “İkra’ bismi rabbikellezi halak” yani “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (Alak, 96/1) anlamında olup bu ayetteki vurgu, her ne okursan/düşünürsen/yaşarsan/inşa edersen… “yaratan Rabbinin adıyla” başla, öğren ve yap manasındadır. Dolayısıyla ikra kavramının sadece bir metni okuma anlamına gelmediği ve geniş bir anlam ifade ettiği anlaşılır. Öyle ki ikra, kıraa kökünden türetilmiş bir kelime olup “Kur’an” kelimesi de aynı kökten gelen ve okunan, kendisi ile amel edilen anlamı taşıyan bir kavramdır. Okuma, sadece göz ile görmek veya dokunma ile çözmek ve dil ile zikretmek yoluyla gerçekleşmez, bunun yanı sıra kulak ile duyma ve onu tekrarlama şeklinde de gerçekleşebilir. Kısaca okuma, farklı duyuların etkileşimi ile ortaya çıkan bir eylemdir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de tilavet ve kıraat kelimeleri de Türkçe anlamındaki oku kelimesinin karşılığıdır. Ancak bu kavramların içeriğinde de okuma şeklinin tane tane ve anlaşılır ifadelerle yapılması talebi mevcuttur. İkra kavramı, duyduğunu veya gördüğünü okuma, okunan bilgileri analiz ve sentez yapma (tefekkür), hayata geçirme ve bilmeyenlere öğretme süreçlerinin tamamını içine alan geniş bir eylemi ifade eder. Bunun en güzel örneği, Peygamber Efendimiz’dir (s.a.v.). O, her gelen ayeti okumuş (öğrenmiş), yaşamış ve öğretmiştir. Her işini de yaratan Rabbinin rızasına uygun olacak şekilde yapmıştır. İkra ile aynı kökten gelen Kur’an ise bir Müslüman’ın en temel rehberidir. Okunmalı, dinlenmeli, gerektiğinde hıfz edilmeli, yaşanmalı ve öğretilmelidir. Gerçek iman ve itaat, sahih bilgiye dayanır ki bu bilginin temeli Kur’an-ı Kerim’de yer alır. İster dünyevi konularda ister uhrevi hayatla ilgili bilgi edinme süreçlerinde, ikra kavramının ifade ettiği anlam üzerine okumalar yapmak her Müslüman’ın görevi olmalıdır.
Özet olarak ikra, AKLIN, DÜŞÜNCENİN ve AKLEDEN KALBİN okumasıdır.
“İlim”, “hikmet”; “âlem” ve “bilgi” kelimeleri arasında nasıl bir ilişki vardır?
İlim ve âlem aynı kökten gelen Arapça kavramlardır. Âlem bir şeye alamet, özel ad ve simge olan, bununla, onun bilgisini zihnimizde canlandırdığımız şey demektir. İlim ise bir şeyin hakikatini idrak etmek ve seçip ayırmaktır. Ebu Hanife “İlim, kendisiyle amel edilen bilgidir.” der. Gazali “İlim, nefsin ibadetidir.” der. İbn-i Sina ise “İlim kesin delile dayanırsa hikmet olur.” tanımlamasını yapar. İlim, sözlükte şuur manasında da kullanılır. Şuurlu olmak için doğru bilgi gereklidir. Şuurlu olma haline ise takva denir. Sonuç olarak, doğru bilgiye dayalı ilim yapan kişi, yaratılış gayesi doğrultusunda yaşayan, faydalı insan haline dönüşmüş olur. Böylece ilimce üstün olan amelce de üstün olur ve bu insan “hikmet sahibi” olarak tanımlanır. İlim kavramı İslam’ın tedvin döneminde (H. 136-150) Kur’an ve sünnetten ibaret görülüyor, aklın ve tefekkürün dahli olan rey ve içtihatlara ilim denmiyordu.
Bilgi Türkçe bir kelime olup Türk Dil Kurumu Sözlüğünde özetle şu ifadelerle tanımlanır: İnsan aklının erebileceği olgu, malumat, öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığı temel düşünceler ve bilim. Bilgi aklın gıdasıdır. Bilgi yoksunluğunda akletme, düşünme, fikir üretme söz konusu olamaz. Bilgi ve akıl arasındaki bu ilişki, bilginin akletme yeteneği olan “insan” için var olduğunu gösterir. Bilgi, sıradan veya bilimsel bir bilgi olabilir. Bilimsel bilgi belli bir konuda, çeşitli yöntemlerle elde edilen ve doğruluğu test edilebilen bilgidir. Bilimsel bilgiler “…bilim dalı” adı verilen disiplinlerde üretilir. Ancak İslam geleneğinde bu tanımlamada daha çok ilim kavramı kullanılmaktadır. Bilgi, ilim seviyesinde de olabilir; zan, tereddüt, cehalet seviyesinde de olabilir.
Özet olarak, bilgi herhangi bir konuda edinilen malumattır. Bu malumatlar doğru veya yanlış olabilir. Âlem bir izdir ve bu iz o şeyi diğerlerinden ayırır. Âlim, doğru ve yanlışı ayırabilen kişidir. Doğru bilgi ile donanmış insan ilim ve hikmet sahibidir. Böylece hem kendisine hem de çevresine yararlı bir insan haline dönüşerek yaratılış gayesine ulaşır.
İlmin çeşitleri nelerdir? “Hudûri” ve “husûli” bilgi ne demektir?
İlim genellikle 3 başlık altında sınıflandırılır.
a) Ezeli İlim: Allah’ın ilmidir, yaratılmış ve yaratılmamış her şeyin bilgisini kapsar. Allah’ın bir şeyi bilmesi için o şeyin varlığı şart değildir. Allah’ın ilmi “mutlak ilim”, gerisinin ilmi “mukayyet ilim” olarak da tasnif edilmiştir.
b) Vehbi (hibe edilen) İlim: Var oluş amaçlarına ilişkin bilgi olup yaratılış anında tüm canlılara yerleştirilmiştir. Eşyanın tâbi olduğu ilahi yasalar da bu bilgi kapsamındadır.
c) Müktesep İlim: Görünen ve görünmeyen tüm akıllı varlıkların bilgisi bu türdendir. Zira aklın var oluş amacı bilgiyi keşfetmek, onu elde etmek ve üretmektir.
Bilgi ise huduri ve husuli olarak tasnif edilmektedir.
● Huduri bilgi, doğuştan gelen bilgidir. Mesela hiçbir deli yürümek için ellerini kullanmaz, hiçbir insan yemeği burnuna götürmez.
● Husuli bilgi, sonradan akıl ve diğer duyular yardımıyla kazanılan bilgidir.
Öğrenim, husuli bilgiyi elde etmek için; terbiye/eğitim ise huduri bilgiyi doğru kullanmak için verilir.
Konularına göre ilim söz konusu edildiğinde “ilim” ve “âlim”de bunun karşılığı nedir? “Bilimsel bilgi” pozitivist algının ötesinde, bir kâinatı okuma biçimidir diyebilir miyiz? Yani inanç ilimleri ile madde ilimleri farklı şeyler midir?
İlim konularına göre tasnif edildiğinde, a) Şer’i ilim: İndirilen vahiyden bir peygamber aracılığıyla süzülerek gelen ilim ve b) Akli ilim: Akıl yürütmeye dayalı öğrenilen ilim olmak üzere iki ana sınıfa ayrılır. İlim, hem akli hem de şer’i ilimlerin tamamına verilen isimdir. Âlim, akli ilimle uğraşan insandır. Şer’i ilim değişmez ancak akli ilimler değişikliğe uğrayabilir.
Allah, kâinatı ve üzerinde yaşadığımız dünyayı insan dışında çok çeşitli canlı ve cansız nimetlerle döşemiştir. Bunların her birisi Allah tarafından yaratılmış (kevni) ayetlerdir. Her birisi kendi içinde sırlarla dolu olup mucizevi özelliklerle bezenmiş bir yaratılışa sahiptir. Kur’an-ı Kerim’de yaratılmışlarla ilgili sayısız örnekler verilmekte ve akıl sahibi insanı, bu yaratılmışlara bakarak tefekkür etmeye davet etmektedir. Nitekim Rum Suresi 22. ayet-i kerimede, “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” buyrulmaktadır. Bu örneklerin en önemli amacı, insanı bilmeye ve düşünmeye yönlendirmek, yaratılmışlardaki mucizevi oluşumları keşfetmesini ve insanın iman etmesini veya imanını güçlendirmesini sağlamaktır. Çünkü yaratılmış ayetlerin her birisi bir ilim dalına işaret etmektedir. Her bir yaratılmış, kendi içinde derin ve bir insan ömrünün erişemeyeceği sonsuzlukta bilgi birikimine sahiptir. Ayrıca her birisi keşfedilecek nice sırlar barındırmaktadır. Bu oluşumlar, akıl sahibi ve sorgulayıcı insanı, merak etmeye, sorgulamaya, öğrenmeye ve bilim yapmaya teşvik eder. Ayrıca bu bilgi hazineleri, müspet ilimler kapsamında yer alır ki ispat edilebilen bilgiler içerir. Pozitivist algı ile müspet ilimler kast edilmektedir. Bu tanımlamada yer alan “pozitif” kelimesi, Fransızcadan gelmekte olup ispat edilebilen sonuçlar üreten anlamında kullanılmaktadır. Bu ayrıştırmanın temelinde ise Orta Çağ Avrupası’nda kiliselerin çıkarcı tutumlarını saf dışı bırakmak ve pasif hale getirmek için ortaya atılan Rönesans ve Reform hareketleri yatar. O ortam ve koşullarda, söz konusu ayrıştırma ve adlandırma gerekli bir ihtiyaç olsa da İslam dininde böyle bir davranış ve tutum olmadığı için yaratılmış her şeyi birbiri ile ilişkili bir şekilde düşünmek, anlamak, öğrenmek, yaşamak ve yaymak gerekir. Çünkü insan iki dünyalıdır. Müspet ilimler yardımıyla bu dünya hayatını kolaylaştıracak keşifler, icatlar yapılır. Ayrıca müspet ilimlerle imanını güçlendiren insan, ahiret hayatına da güçlü bir iman ile hazırlanmış olur ve Kur’an-ı Kerim ve sünnet ışığında ahiret hayatıyla ilgili tanımlamalara da iman eder.
Bu açıklamalar doğrultusunda müspet ilimlerin, insanın dünya hayatını kolaylaştırıcı konularla ilgilendiğini ve inanç ile ilgili ilimlerin ise Kur’an ve sünnet tarafından açıklananlar haricinde bu dünyada ispatlanan bilgiler içermediğini söyleyebilirim. Günümüz terminolojisinde bilim, “ilim” kavramının Türkçedeki karşılığıdır. Reform ve Rönesans dönemindeki değişimlerden etkilenerek din ilimleri ile müspet ilimleri ayırt etmek amacıyla din ilimleri ve pozitif bilimler kavramları kullanılmaya başlanmıştır.
Kavramlar arası ilişki aşağıdaki gibi şematize edilebilir:
Kur’an ve sünnette “İLİM” nasıl ele alınmaktadır?
Kur’an-ı Kerim, ilim merkezli bir imanı hedeflemekte olup sık sık “Akletmez misiniz?”, “Düşünmez misiniz?”, “Tefekkür etmez misiniz?” gibi insanı bilgi sahibi olarak fikretmeye, düşünmeye yönlendirecek ifadeler yer almaktadır. Kur’an’da türevleriyle birlikte yaklaşık 900 yerde ilim kavramı yer almaktadır. Esma-i Hüsna içinde “ilm” kökünden türeyen 4 ismin yer alması (El-Alîm/El-A’lem/El-Âlim/El-Allâm), Allah’ın ilme verdiği değerin bir başka göstergesidir. İnsan için ilim arızi olup sonradan ortaya çıkar. Doğuşta ümmidir, sadece huduri ilim verilmiştir ancak verilen uzuvlar ve akıl sayesinde ilim öğrenme ve âlim seviyesine yükselme fırsatı sunulmuştur. “Allah’tan ancak hakkiyle âlimler korkar.” ayet-i kerimesinde (Fatır Suresi, 28. ayet) geçen korku, haşyet ile ifade edilmektedir. Haşyet, sermayesi bilgi olan korkudur. Buna karşın korkunun bir başka ifadesi olan havf ise sermayesi cehalet olan korkudur. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ilim sahipleri övülmüş (Zümer 39/9, Mücadele 58/11, Fatır 35/8, Taha 20/114, Nisa 4/172), cahillik yerilmiştir.
Medine’de ilk faaliyet Mescid-i Nebevi’yi inşa etmek olmuştur. Bu binanın bir bölümü Suffa adı verilen ve öğretim faaliyetlerinde kullanılan bir alandı. Burada yazı yazma öğretiliyordu ve sayısı en az 70-80, en fazla 400’e kadar ulaşan talebesi vardı. Hicretin 2. yılında Daru’l Kurra adı verilen bir okul da yapılmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Bedir Savaşı’nda esir düşen müşrikleri, 10 Müslüman’a okur-yazarlık öğretmesi karşılığında serbest bıraktı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir hadis-i şerifinde “En faziletli ilim, Allah’ı bilmektir.” buyurmuştur. Ayrıca birçok hadis-i şerifinde âlimleri ve ilim yapmayı övmüştür. Örneğin, “Âlimin ibadet edene üstünlüğü, dolunaylı gecede ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir.”, “İlim öğrenen için göklerde ve yerde olanlar, hatta denizdeki canlılar bile istiğfar eder.”, “Âlimler, peygamberlerin varisleridir.”, “Kadın ve erkek her Müslüman’a ilim öğrenmek farzdır.” gibi çok sayıda hadis-i şerif zikretmek mümkündür.
“Bilgi ahlakı” deyince ne anlamalıyız? Bilgi, gençlik, yaşlılık ilişkisine dair neler söylemek istersiniz?
Kişi, sahip olduğu bilgiyi doğru yerde ve zamanda kullanmalıdır. Mevcut bilginin iyiye ve kötüye kullanım alanlarını bilmek ve ahlaki ilkeler çerçevesinde bilgiye ulaşmak her ilim yolcusunun görevidir. Aksi halde edinilen ilim faydasız ve hatta zararlı bir ilme dönüşmüş olur. Günümüz şartlarında bilgi kaynakları o kadar genişlemiştir ki her türlü bilgiye ulaşmak artık çok kolay hale gelmiştir. İlk görünüşte bu çok olumlu bir gelişme olarak düşünülebilir. Ancak bir o kadar da kirli bilgi mevcuttur. Doğru ve yanlışı ayırt etmek bazı durumlarda ciddi bilgi birikimi ve tecrübe gerektirir. Hatta insanların özel alanına giren birçok konu ve bilgi internet ortamında paylaşılmaktadır. Bütün bu gelişmeler, bilgi ahlakını çok tehlikeli sınırlara taşımış ve “Doğru bilgiye nasıl ulaşmalıyız? Hangi bilgileri kullanabiliriz? Bilgiyi nasıl kullanmalıyız?” gibi birçok soruya cevap bularak ilerlemek gerektiğini göstermiştir. Bu nedenle çocuk eğitiminde bilgi kaynaklarının kullanımı konusunda ciddi eğitimlerin verilmesi gerekmektedir. Aksi halde cehaletin kurbanları olmaya aday insanların sayısı gün geçtikçe artacaktır. Bugün dünya üzerinde yaşanan açlık, susuzluk, salgın hastalıklar, fakirlik, kitlelerin imhası gibi birçok sorun, kaynakların yetersizliğinden ziyade bu kaynakların ahlaki bir zemini olmayan kişi ya da toplumların elinde olmasındandır. Bilimsel çalışmalarda ahlaki ilkeler genellikle “etik kurullar” tarafından denetlenir. Kurullar, araştırmalara konu olan deneklerin ve tüm toplumun söz konusu bilimsel araştırmanın sonuçlarından zarar görmemesi ve kaynakların çıkarlar doğrultusunda kullanılmaması gibi birçok ahlaki konuyu gözden geçirirler.
Bilgi ile yaş arasında da önemli bir ilişki mevcuttur. İnsan, ümmi olarak dünyaya gelir. Bu aşamada sadece huduri bilgiye sahiptir. Yaş ilerledikçe sahip olduğu akıl ve duyular yardımıyla gözlem yapar, merak eder, sorgular ve araştırır. Bu süreçte bilgi kaynağının zenginliği, doğru bilgiye ulaşmak için yeterli değildir. Doğru bilgiye bir eğitim çerçevesinde ve tecrübe danışmanlığında ulaşılması en uygunudur. Özellikle çocukluk ve gençlik dönemlerinde kendine güven ve cesaret duyguları ön plandadır, ancak en büyük eksiklik tecrübe ve bilgi eksikliğidir. Yaş ilerledikçe yaşamı anlama, sezgi ve farkındalığın gelişmesi tecrübe ve doğru bilginin artışı ve buna bağlı olarak aslında ne kadar az bildiğini fark etmesi, bildiklerinin bir bölümünün ise eskidiğini düşünerek cesaretinin kırılması gibi durumlar ortaya çıkar. Bu gelişme aslında olumlu bir gelişmedir. Sonuç olarak çeşitli yaş gruplarının eğitiminde akran eğitimi ne kadar önem taşıyorsa en az bir o kadar da farklı yaş gruplarının etkileşimli eğitimine önem vermek gerekir. Örneğin gençlerle ileri yaştaki bireylerin etkileşimi neticesinde her iki yaş grubunda mevcut olan olumlu özellikler birbirini etkileyerek daha sağlıklı toplumlar oluşturulabilir. Batı toplumlarında yaşlılarla genç ve çocukları bir araya getiren çeşitli projeler mevcuttur. Yaşlı bireylerin genç kuşağa gönüllü olarak danışmanlık verdiği ve rehberlik ettiği bu çalışmalarda, yaşlı bireylerin gerilemeye yüz tutmuş bilişsel, fiziksel, sosyal ve psikolojik fonksiyonlarının geliştiği, yaşama daha aktif katılmalarının sağlandığı, pratik yaşam hakkındaki bilgilerini arttırdığı, doğrulama ve güncelleme yaptığı gözlenmiştir. Ayrıca yaşlı bireylerin bilgeliğinin, olgunluğunun ve yaşam deneyimlerinin çocuklardaki akademik başarıları, problem çözme becerilerini arttırdığı ve olumlu davranış geliştirmelerini sağladığı belirtilmektedir.
Bilgi paylaşımı konusunda neler söylemek istersiniz?
Her şeyin zekâtı kendi cinsindendir. Bilginin zekâtı da sahip olduğu doğru bilgiyi etrafına öğretmektir. Bilgi paylaştıkça çoğalır. Paylaşılan bilgi yeni bilgilere kapı açar. Yaş ilerledikçe bilgi de artar. Bu nedenle gençlerin bilgisini özgüven adı altında yerli-yersiz kullanmaması gerekir. Özgüven, adı üzerinde öz’e güvenme, kişinin kendisine güvenmesidir. Kendine güven bilgi ile artar ancak yaşlandıkça da bilgimizin ne kadar yetersiz kaldığını daha iyi anlarız. Bu nedenle gençler cesaretli olmalı, bilgiye ulaşmak için hevesli olmalı, özgüveni cesaret olarak algılamalı, engelleri aşabilmeli ancak bilginin zaman içerisinde artacağının bilincinde olmalıdır. Her insan bildiklerini paylaşmalı ancak bu bilgide hata veya eksik olabileceği ihtimalini düşünerek çevrenin konu hakkındaki düşüncelerini almayı ihmal etmemelidir.
Halk arasında her ne kadar sadece yaşlı insanlar için kullanılan ihtiyar kavramının anlamı yaşa indirgenmişse de gerçek anlamı “seçebilen, seçme yeteneği olan, seçkin”dir. Genellikle bu özellikler ileri yaşta daha belirgin olduğu için de yaşı ileri ancak bu özelliklere sahip kişilere ihtiyar tanımlaması yapmak kavramı yerinde kullanmayı sağlar.
“Gerçek ilime ulaştıran bilgi” kapsamında Fuat Sezgin Hoca’nın da bu konuda mükemmel çalışmaları vardı. Bir nebze bahseder misiniz?
Çağımızın yetiştirdiği dünyanın en önde gelen Bilim Tarihçisi rahmetli hocamız Prof. Dr. Fuat Sezgin’in çalışmaları, üstü örtülmek istenen bir medeniyetin bilim tarihini gün yüzüne çıkarmak, İslam dininin bilimsel gelişmeleri nasıl desteklediğini, bu inanca mensup âlimlerin bilime nasıl katkı sağladıklarını göstermek, İslam medeniyetinin günümüz ve gelecek temsilcilerine cesaret aşılamak gibi birçok amacı mevcuttur. Kendisi Şark ilimlerini okumuş, medrese tahsilini yapmış ve Batı bilimini de kavramıştı. Olağanüstü bir hafıza ve beyin gücüne sahip olan Sezgin, 27 dil biliyordu. Eserlerini çok farklı dillere çevirdi ve okuyucu kitlesini genişletti. Günde ortalama 18 saat çalışmayla 18 dev eser ve sayısız fikirler, öğrenciler, hayranlar bıraktı. İslam medeniyetinin bilimsel çalışmalarda kullandığı alet ve malzemeleri, eserleri bir müzede topladı. Bilim aşkı ile yetişmiş bir âlim hakkında söylenecek çok şey vardır ancak bir âlim olabilmek ve kitleleri sürükleyebilmek için de olağanüstü bir çaba harcamak ve zorluklarla baş edebilmek gerekmektedir. Farklı inanç sistemlerinin veya siyasi düşüncelerin sizi savurmaması için kanıtlara dayalı, test edilebilir ürünler çıkarmak gerekir. İşte Sezgin Hoca tam da böyle bir insandı. Âlimin de her insan gibi bir gün dünyevi görevi biter ancak eserleri onu kıyamete kadar yaşatır. F. Sezgin eserleri ile İslam medeniyetinin oluşturduğu bilimsel düşüncenin bölünmez bir bütün olduğunu, dünyada ve ahirette var olan her şeyin Allah tarafından yaratıldığı düşüncesinin insana çok yönlü bir bakış açısı sağladığı ve ilimler arası bağlantıyı daha iyi kurmaya yardımcı olduğunu göstermiştir.
Bilimle uğraşan, yeni keşifler yapan, evrenin sırlarını açığa çıkarmaya çalışan bir bilim insanı, aslında Allah’ın yarattığı sanatı derinlemesine inceleyen, ondaki detayları fark etmeye ve yakalamaya çalışan kişidir. İşte bu nedenle, dinle bilim ayrılmaz bir bütündür ve bilim adamı da Allah’ın sonsuz gücünü, sanatını, yaratmasındaki benzersizliği ortaya koyan kişidir. Bu yüzden sanılanın aksine bilim adamları Allah’ın yarattığı sanatla en çok ilgilenen bireyler olarak Allah’ın varlığını, birliğini en çabuk fark eden kişilerdendir.
Günümüz şartlarında bilgiye ulaşma ve ilim yapma konusunda önerileriniz nelerdir?
Yukarıda yapmış olduğum açıklamaları özetle toparlayacak olursak, ilim alanı, üzerinde çeşitli sorgulamaların yapıldığı, bilinmeyenlerin olduğu, hipotezlerin kurulabildiği ve ilgili soru/sorunlar çözümlendiğinde dünya veya ahiret hayatında kolaylıklar sağlayacağı düşünülen konulardır. Bu konular çeşitli şekillerde tasnif edilmesine karşın, en genel sınıflama ile dünyevi ve uhrevi ilimler olarak iki ana başlık altında toplanabilir. Ancak şu da bir gerçektir ki ilim alanlarını sınıflandırmak onların birbirinden bağımsız olduğu anlamına gelmeyip aksine tüm ilim alanları arasında sürekli bilgi akışı mevcuttur. Sınıflamanın temel amaçları ise alanları daha yakından tanımak, kendilerine özgü metodolojiler geliştirmek, daha kolay çalışılır forma sokmaktır. Dünyevi ilimlerin büyük çoğunluğu müspet ilimlerden oluşur. Müspet ilimlerin ürettiği bilgiler test edilebilir, sonuçları tekrarlanabilir ve ispatlanabilir. Uhrevi yani ahiret hayatı ile ilgili ilimlerin ise temel bilgi kaynağı vahiyler ve peygamber sünnetleridir. Bu kaynaklarda muhkem olarak açıklanmış bilgiler kesindir ancak müteşabih ayetler farklı içeriklerde tefsir edilebilir ve yorumlanabilir. Ayrıca hem dünyevi hayatı kolaylaştıran ilimler, hem de uhrevi hayatımızı ilgilendiren ilimler birbiri ile sıkı ilişki halindedir. Dünyevi ilimler sadece dünyevi hayatımızı kolaylaştırmakla kalmaz, insan fıtratının en temel gıdası olan Allah’a imanı da sağlamlaştırır. Buna karşın yanlış bilgi veya ön yargılar bu konuda aksi tutumlar sergilemeye neden olur. Ayrıca uhrevi ilimlerde ilerleme kaydeden bir insan, dünyanın anlamını ve önemini daha iyi kavrayıp insanlık hayatına hizmet edecek ve kolaylaştıracak tüm ilimleri sever ve uğraşmak ister. Bütün bunlar gösteriyor ki doğru yol üzerinde olan bir insan, bir ilim yolcusudur ve âlim olmaya adaydır.
Günümüz şartlarında, bilgi devasa boyutlara ulaşmıştır. Bilgi her insanın yanı başındadır. Bilgiye ulaşma hem kolay hem de düşük maliyetlidir. Bu sayılanlar ilk bakışta büyük avantajlar olarak karşımıza çıksa da büyük riskleri de bünyesinde taşımaktadır. Örneğin, bilgi kaynaklarının çokluğu ve çeşitliliği, doğru bilgi kaynağını bulmada her zamankinden daha fazla sabırlı ve eğitimli olmayı gerekli kılar. Bilginin hızla yayılması, gizli bilginin azalması kötü niyetli insanların suiistimallerine yol açar. Toplum analizleri ile kitle yönlendirmelerinin yapılması, zayıf ve güçlü arasındaki uçurumu derinleştirmektedir. İnsanların nefsani duygular ve şehvet duyguları gibi zaaflarının olması ve bu duygulara hitap eden bilgilerin bizlere bir tık kadar yakın olması, özellikle çocuk ve gençleri her an uçurumda tutar. Bu ve benzeri sayılabilecek çok sayıda sorunun yanında takva sahibi bir ilim yolcusu olmak çok kolay görünmemektedir. Ancak çocukluk yaşlarından itibaren iyi bir aile ve toplum terbiyesi almış, doğru ve yanlış kavramlarını öğrenmiş, ahlaki özellikleri gelişmiş, sorgulayıcı ve sorgulama sonrasında doğru bilgiye ulaşma kaynaklarını bilen nesillerin yetiştirilmesi ile bu sorunlar minimize edilebilir. Bu yüzden sevgili ailelere ve gençlere naçizane tavsiyem, lise veya üniversite sınavlarında en iyi puanı almak veya en çok iş bulan fakültelere yerleşmek amaç olmamalı; sevdiği, ilgi duyduğu ve insanlığa yararlı hizmetler sunulabilecek her alanda hizmete ihtiyaç olduğunu bilmeleridir. Önemli olan, ahlak ilkeleri çerçevesinde, azim ve sabırla çok çalışmaktır. Bunun en güzel örneklerinden birisi, dünyada bilim tarihçisi olarak ilk sıralarda yer alan ve yakın zamanda kaybettiğimiz çok değerli rahmetli hocamız Prof. Dr. Fuat Sezgin’dir. Onun hayatı ve bilim tarihine bakışı, bilimsel bilinci oluşturma girişimleri ve objektif yaklaşımları mutlaka her genç tarafından okunmalıdır. Bilim tarihi üzerine yazılmış önemli eserler, bilimin nelerden ve nasıl etkilendiğini görmek açısından erken yaşlarda okunması gereken eserler arasında yer alır. Buna ilaveten bilime değerli katkılar sağlayan öncülerin temel kişilik özelliklerinin yanı sıra hayat felsefelerinin de incelenmesi fayda sağlayacaktır. Bu nedenle ilim yolculuğunda, derin bir kaynak araştırmasının yanı sıra tecrübe ve fikirlerden yararlanma ve istişare kültürüne sahip olma gerekli olan önemli bir unsurdur.
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır
Okumaktan murat ne
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Yunus Emre
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

