İslam dini, insanın dünya hayatı ile birlikte ahiretini de gözeten ölçülü bir hayat anlayışını öğütlemektedir. Dünya, insanların imtihanda olduğu geçici bir yerdir ve ebedi saadetin yolu burada yapılanlardan geçmektedir. Emirlere uymak, yasaklardan kaçmak ve Allah’ın razı olacağı bir hayat sürdürmek için çabalamak her Müslüman’ın dikkat ettiği hususlardır. İslam, bireyin manevi gelişimini merkeze alırken, toplumsal düzeni de ihmal etmez; aksine, huzurlu ve adaletli bir sosyal hayatın inşasını ahiret saadetinin bir parçası olarak görür. İslam, bireyin hem iç dünyasını hem de toplumsal ilişkilerini şekillendiren ölçüler sunarak dünya ve ahiret arasında dengeli bir hayat sürdürmesini tavsiye eder. Zira Allah (c.c.), kulunun ahiretini unutarak sadece dünya için yaşamasını da istemez, dünyadan el etek çekip sadece ibadetlerle ömrünü geçirmesini de kullarından beklemez. Eğer böyle bir yaşam önerilseydi âlemlere gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanlardan uzakta, sadece ibadetle meşgul olan, toplumun sorunlarından soyutlanmış bir hayat sürerdi. Ancak Rabbimiz bütün peygamberleri olduğu gibi O’nu da insanlığı doğru yola, Allah’ın dinine davet etmesi için görevlendirmiştir. Bu dünya, ahiret için bir basamaktır. Dünya ahiretin tarlasıdır. Dünya içindeki her şey, kişinin ruhunun parlaması ve ahireti kazanması için birer araçtır. Sosyal bir canlı olan insan için toplumdan uzakta bir yaşam sürmeye çalışmak da epey zordur. İnsan bir ailede doğar, büyür, ailenin değerleri ile hayatı şekillenir ve toplumun bir ferdi olur.
Sağlıklı bir toplum olmanın yolu, sağlıklı ailelerden geçmektedir. Aile, toplumun kültürel ve ahlaki mirasını taşıyan, gelecek nesilleri yetiştirerek toplumu da diri tutmaya gayret eden en önemli yapı taşıdır. Bu nedenle aile yalnızca bireylerin biyolojik olarak bir araya geldiği bir yapı değil; bununla birlikte değerlerin, inançların ve davranış kalıplarının aktarıldığı bir eğitim alanıdır. Çocuklar, ilk sosyal deneyimlerini aile içinde edinir; empati, sorumluluk, paylaşma gibi temel insani erdemleri burada öğrenirler. Aile içinde yaşanan her olumlu ya da olumsuz durum, bireyin karakter gelişimini ve dolayısıyla toplumun genel yapısını doğrudan etkiler.
Aile olmak, bir kadınla bir erkeğin sevgi ve saygı çerçevesinde hayatlarını birleştirmesi ve bu birlikteliği, karşılıklı sorumluluk bilinciyle sürdürülebilir bir yaşam alanına dönüştürmesidir. Kadın ve erkeğin hem aile içinde hem de toplumda, birbirleriyle kıyaslanamayacak ölçüde birtakım önemli sorumlulukları vardır. Toplumda kadınları ötekileştirmek, erkekleri değersizleştirmek amacıyla yapılan propagandaların amacı, taraf tutarak bir cinsiyeti yüceltmek veya onların haklarını savunmak değil; aksine toplumu ayrıştırarak manevi değerleri yok etmek ve toplumu temelinden çürütmektir.
Eski çağlarda kadın değersizdi. Erkeği üstün gören, kadını bir eşya olarak kullanan toplumlar fazlaydı. Kadınlara karşı çok katı kurallar uygulanırdı. Eski Çin’de kadın, erkeğin kölesi olarak görülürdü. Erkekler ve çocuklar yemek yerken kadın onlara hizmet etmekle yükümlüydü. Mısır’da kadınlar köleleştirilmişti. Eski Roma’da kadın, babadan kocaya geçen bir eşya muamelesi görürdü. Hindistan’da, kocası ölen bir kadının yaşama hakkı elinden alınır ve yakılarak öldürülürdü. İslamiyet’ten önce Arap toplumunda da kadının değeri bilinmiyordu; kadın, sosyal ve ekonomik anlamda pek çok haktan yoksundu. Kız çocuk, onlar için utanç kaynağıydı ve Arap toplumunda kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü. İslam, Arap Yarımadası’na bir güneş gibi doğduğunda, kadın hak ettiği değeri kazanmıştır. İslam, diğer toplumların aksine, kadını fıtratına uygun, önemli bir yerde konumlandırmıştır. İslam’dan önce kadının maruz kaldığı ahlak dışı ve insanlık dışı uygulamalar; ayetlerle, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) öğüdü ve örnek davranışları ile son bulmuştur. Kız çocukları da erkek çocukları gibi Allah’ın bir lütfu olarak görülmeye başlanmıştır. Kadının sosyal hayatı düzene girmiş; evlilik, boşanma, miras ve mehir konularındaki hakları ayetlerle açıklanmıştır. Araplardaki, soyun erkek evlatla devam edeceği şeklindeki yanlış inanç da bir kadın vesilesi ile kırılmıştır. Zira Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) soyu, Hz. Fatıma ile kıyamete kadar devam edecektir.
İslam’ın kadına tanıdığı haklara rağmen, İslam toplumlarında yerleşmiş ataerkil anlayışın etkisiyle, bazen yanlış, bazen de İsrâiliyat kaynaklı rivayetlerin kadınların haklarının daraltılmasına zemin oluşturduğu ileri sürülmektedir. Bu tür propagandaların da etkisiyle zamanla eski âdetlere dönülerek kadının ikinci plana atılması ve değersizleştirilmesi asla İslam dinine mâl edilemez.
İslam dinine düşmanlık eden kesimler, kadını ve kadın haklarını öne sürerek İslam’ın kadını önemsemediğini sıkça dile getirmekte ve İslam’ı karalamaya çalışmaktadırlar. Kadının tesettürünü; özgürlüğün elinden alınması, kadının hapsedilmesi olarak yansıtmaktadırlar. Arapça dil bilgisinden bîhaber kişiler, ayetleri kendi işlerine gelecek şekilde yorumlayarak fitne çıkarmaya çalışmaktadırlar. İslam’dan uzak yaşayan kişiler, Müslümanların yaşantılarına bakarak İslam’ın kendisini değil, Müslümanların yanlış uygulamalarını ölçü kabul ediyorlar. Böylece dinin özünden uzak, şahısların hataları üzerinden hüküm verip İslam’ı kötülemeye kalkışıyorlar. Özgürlük adı altında tesettürden uzaklaşan nice gençler var. Çıplaklığın özgürlük zannedildiği bir çağda, kadın haklarını savunmak adı altında kadınlığın ne kadar değersizleştirildiğini görüyoruz. Oysa kadın, hak ettiği değeri ancak fıtratıyla uyumlu bir yaşam sürerek bulabilir. Moda ve reklam sektörünün aracı haline getirilen kadın, özgürleştiğini düşünürken aslında daha görünmez prangalara mahkûm edilmektedir. Kadın; modanın, kozmetik sektörünün, reklam endüstrisinin, siyasetin, feminist söylemlerin, popüler kültürünün oyuncağı olamaz. Kadın, toplumun yanlış algılarının, dizilerin, erkek egemenliğinin ya da kadın üzerinden yürütülen kirli hesapların aracı da olamaz.
Kadın ve erkek toplumda dayanışma içinde yaşamalıdır. Ancak bu şekilde hem aile içinde hem de toplumda denge sağlanabilir. Kadının yıllarca eziyet çekmesi, ona değer verilmemesi, çoğu hakkının elinden alınması ve ağır sorumluluklarla zor bir hayat yaşaması, sosyal hayatta söz sahibi olmaması gibi problemler nedeniyle modern çağda kadın hakları savunucuları seslerini yükseltmiş, toplumsal adalet ve eşitlik taleplerini gündeme taşımışlardır. Bu durum, kadın ve erkek eşit midir tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. Bu konu, toplumsal hassasiyet taşıyan ve yanlış anlaşılmaya müsait bir konu olduğu için açıklık getirmekte fayda vardır. Kadın ve erkek yaratılış bakımından tamamen aynı olamazlar. Erkeğin iskelet yapısı, kas gücü, sinir sistemi ve fizyolojik özellikleri kadına göre farklıdır; bu yüzden bedensel güç ve dayanıklılık noktasında erkeğin öne çıktığı görülür. Buna karşılık kadın, merhamet, şefkat, zarafet ve incelik gibi duygularda daha hassas, duygusal derinlik ve estetik bakış açısında daha güçlüdür. Kadının fıtratı daha çok koruyuculuk, üretkenlik ve hayatı güzelleştirmeye yönelik bir eğilim taşırken; erkeğin yapısı ise himaye etmek, mücadele etmek ve yük taşımak üzere şekillendirilmiştir. Bu farklılık bir üstünlük değil, birbirini tamamlayan iki ayrı yöneliştir. Buradaki eşitlik meselesi kadın ile erkeğin biyolojik ve fıtrî farklılıklarının görmezden gelinmesi değil; değer, hak ve insan onuru açısından birinin diğerinden üstün tutulamayacağı gerçeğinin hatırlatılmasıdır. Ancak bazı kesimler, toplumun huzurunu kaçırmak ve kaos ortamı oluşturmak amacıyla kadını veya erkeği üstün gösterme politikası uygulamaktadırlar. Örneğin, erkeğin egemenliği altında ezilen ve haklarından mahrum kalan kadınlar göz önünde bulundurulduğunda, kadının çalışma hayatına atılıp kendi parasını kazanması bir nimet iken, bunu, “Kadının erkeğe ihtiyacı yok.” “Erkekler olmadan kadın daha rahat bir hayat sürüyor, daha özgür davranabiliyor.” şeklinde yansıtmanın, iyi niyet göstergesi olmadığı apaçık bellidir. Aynı şekilde “Erkek kadından daha güçlüdür, üstündür; kadın her işi yapamaz.” gibi söylemlerle toplumda bir tartışma zemini oluşturmak isteyenlerin de amacı ortadadır. Kadın ve erkeği ayrıştırarak birbirlerine düşman etmek, aile kurumunun bozulması ve sağlıklı evliliklerin azalması demektir. Son zamanlarda evlilik oranlarının düşmesi, boşanmaların artması ve insanların bekâr hayatını tercih etmesinin altında yatan nedenlerden birisi de budur. Ayrıca insanların zihnini kirleten bazı sapkın örgütler de aile birliğini bozmayı amaçlamaktadır. LGBT sapkınlığı, kadın ve erkeğin yaratılıştan gelen tamamlayıcılığını reddederek aile kurumunu zayıflatmakta ve toplumun en temel yapı taşı olan neslin devamını tehlikeye sokmaktadır. Bu yaklaşım, bireyleri özgürlük söylemiyle yönlendiriyor gibi görünse de, gerçekte insan fıtratına aykırı bir yaşam tarzını dayatmaktadır. Diziler, filmler, çeşitli programlar ve dünya çapında ünlü kişiler aracılığı ile de reklamlarını yaparak, gençlerin temiz zihinlerine koca bir soru işareti bırakmaktadırlar. Müslüman bir ülkede eşcinsel olduğunu söyleyenlerin sayısı bu kadar çoksa, aynı zamanda yaş aralığı on üçe kadar düşmüşse, bu durum toplumun temellerinin ne kadar çürüdüğünün bir göstergesidir. Neredeyse her filmde bir eşcinsel gördüğümüzü ve o filmlerin izlenme oranlarının yüksekliğini de göz önünde bulundurursak durumun vahameti daha iyi anlaşılacaktır. Bu toplumsal problem karşısında ağzını, gözünü, kulağını kapatmak insanlığa yakışmayan bir davranıştır. Zira sadece İslam’a, Müslümanlara değil; tüm insanlığa açılmış bir savaş söz konusudur. Son zamanlarda Müslüman olmayan bazı ülkelerde de eşcinselliğin tehlikesini topluma anlatabilmek adına reklam filmleri yapılmaya başlanmıştır. Çünkü anlaşılmıştır ki sağlıklı bir toplumun inşası, kadın ve erkeğin uyumlu birlikteliğiyle mümkün olur; aile kurumu ise hem bireysel mutluluğun hem de insanlığın geleceğinin güvencesidir.
Çevremize baktığımızda kadınların erkeklerden, erkeklerin de kadınlardan şikâyetçi olduğunu görüyoruz. Bir erkeğin hatasını genelleyerek toplumdaki tüm erkeklere düşmanca tavırlar sergileyen; aynı şekilde, bir kadının da hatası genellenerek tüm kadınlara hakaret etmeyi kendilerine hak gören insanlarla, ya çevremizde ya da sosyal medyada sıkça karşılaşıyoruz. Anlamsız bir güç ve üstünlük savaşı var… Hâlbuki kadın ve erkek, bir bütündür. Bu dünyada birbirlerinin hayatlarını kolaylaştırıcı, birbirlerine destek olucu, iş birliği içinde var olmaları gerekir. Kadının erkeğe, erkeğin kadına rakip değil de yoldaş gözüyle bakması; çatışmayı değil uyumu, yarışı değil dayanışmayı seçmesi kişiye de topluma da huzur getirir. Çünkü Allah (c.c.), kadın ve erkeği birbirini tamamlayan iki parça olarak yaratmıştır. Bir taraf eksik kaldığında bütün de eksik kalır; ancak birlikte olunca denge ortaya çıkar.
Kadın ve erkek, birbirini bastırmak ya da yarıştırmak için değil; birbirini anlamak, desteklemek ve hayatı birlikte omuzlamak için vardır. Toplumun köklü değerlerini ayakta tutacak olan şey, cinsiyetler arasında üstünlük arayışı değil; adalet, merhamet ve dayanışmadır. Aile kurumu bu dengenin kalbidir ve nesillerin geleceği de burada şekillenir. Bugün kadını modanın, medyanın, yanlış yorumların ve sapkın ideolojilerin oyuncağı haline getiren anlayışa karşı en güçlü duruş, kadın ve erkeğin Allah’ın koyduğu ölçülerle birbirini tamamladığını hatırlamaktır. İnsanlık, kadın ve erkeğin fıtratlarına uygun şekilde yan yana durduğu, birbirine omuz verdiği ve ortak bir hayata birlikte yürüdüğü zaman huzuru da, adaleti de, istikrarı da bulacaktır.
Unutulmamalıdır ki kadın ve erkek, biri diğerinin eksikliğini tamamlayan, hayat yolculuğunda birbirine yoldaş kılınmış iki emanettir. “Mü’minlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu en iyi olanıdır. Hayırlınız, kadınlarına karşı hayırlı olanlardır.” (Tirmizî, Radâ` 11. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; İbni Mâce, Nikâh 50) diyen Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kadınlara gösterdiği incelik, merhamet ve hakkaniyetli davranışları tüm toplumlar tarafından örnek alınmalıdır. Bugün toplumların huzuru, ailelerin sağlamlığı ve nesillerin selameti, Allah’ın koyduğu ölçüleri unutmamakla mümkündür. Kadın ve erkeğin rekabeti değil, dayanışması; birbirini yıpratması değil, birbirine yaslanması hem dünya saadetinin hem de ahiret mutluluğunun anahtarıdır.
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

