Korona kapsamında tüm dünyada tedbirler alındı. Tüm bunların insanda bir karşılığı var. Yaşam biçimi değişikliği, an’a ve geleceğe dair belirsizlik, güvenlik sorunu, hayatı idame etme, ekonomik sorunlar; tüm bu değişkenler insanı nasıl etkiliyor? Korona pandemisinin insan ve toplumları psikolojik bakımdan nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Koronavirüs enfeksiyonu, dış dünyamızda olan önemli bir olay, global bir olay üstelik; sadece bizi, ailemizi değil, bütün dünyayı, bütün toplumu, ülkemizin tamamını ilgilendiren geniş ölçekli bir olay. Dolayısıyla, bu olayın çok geniş ölçekli olması nedeniyle şu anda verdiğimiz tepkiler de çok boyutlu. Bir tanesi, kaygı, endişe, tedirginlik. Bunlarda hem belirsizlik hem de bir tehdidin varlığı. Bu tehdit hem bize hem sevdiğimiz insanlara ve bütün insanlığa dönük bir tehdit. Bu tehdide karşı alınan tedbirler bizi bu tehditten koruduğu müddetçe bizim kaygımızı azaltır ve ne yapıp yapmayacağımızı belirli hale getirerek bize faydalı olur.
Tabii, bu alınan tedbirlerin bir kısmı, örneğin karantina gibi, insanlara birtakım yoksunluklar yaşatıp, sosyalleşmeyi azalttığı için, dışarı çıkmayı azalttığı için, evinde kalmak zorunda olduğu için sıkıntılar yaşatabilir. İzolasyon tedbirleri özellikle de kendi başına kendisini psikolojik anlamda doyuramayan insanlar için sorun olabilir.
İşyerleri kapandığı için, çalışma hayatı durduğu için muhakkak olumsuz etkenler var. Ekonomik sıkıntılar da yine kişilerin bu olayda yaşadığı zorlanma düzeyini daha da artıracak bir etken. Bu virüs ve yol açtığı enfeksiyon, bizim de bu rahatsızlığa yakalanma riskimizin getirdiği bir zorlanma, stres var, bunun üzerine bir de ek değişkenler bindiğinde kişinin stres düzeyi daha da artacaktır. Toplumun yaklaşık yüzde 90’ı, olay olduğu anda sıkıntı yaşamakla birlikte kalıcı bir psikolojik hasar olmaksızın atlatabilir. Ama bir yüzde 10’luk kesimde bu durum, bu yaşananlar hem şu anda hem de ileriye doğru psikolojik bazı sıkıntılar, kalıntılar bırakabilir. Bu daha çok psikolojik yapı olarak, biyolojik yapı olarak, vücut yapısı olarak böyle bir durumu yaşamaya daha eğilimli olan kişilerde olacaktır. Yani yatkınlığı olan bireylerde bu yaşanan stres birtakım kalıcı ruhsal rahatsızlıklara yol açabilir. Ama toplumun geneli bunu zorlu/stresli bir yaşam olayı olarak yaşayıp, bu dönemde belli bir sıkıntı geçirip daha sonra da geride bırakabilecektir.
Özetle, bütün etkenler, yani hem hastalıkla ilgili etkenler hem bizim kişisel özelliklerimiz hem çevre şartlarımız hem ülkemizin durumu hem ekonomik durum, hepsi birlikte bizim psikolojik yapımızı etkiler ve belirler.
Koronavirüs gündemi nedeniyle toplumsal sağlığın eklenmesi psikiyatride online danışmanlık ve terapi hizmetlerini de ön plana çıkarttı; artısıyla, eksisiyle bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Modellenecek, bilmediğimiz başka usuller var mı? Toplumda gerçek karşılığını bulması anlamında bu konuda ne söylenebilir?
Doktorların online veya telefonla hizmet vermesi, tabii, ilk başta bu tür görüntülü konuşma yöntemleri yokken, tamamıyla telefon üstünden hizmet vermesi epeyce bir zamandır bütün dünyada, kısmen ülkemizde de kullanılan bir yöntem. Ama ülkemizde bunun çok yoğun kullanılmadığını biliyoruz. Örneğin Amerika’da, benim kendi deneyimimden bildiğim, doktorlar telefonla da reçete yazabiliyorlar, hastalarına bu reçeteyi gönderebiliyorlar. Bildiğim kadarıyla bizde muhakkak doktorun fiziken hastayı görmesi gibi bir koşul var. O nedenle, çok teşvik edilen, daha önce çok gördüğümüz bir pratik değildi Türkiye’de. Şu anda da uygulama açısından, mevzuat açısından, hukuken bir boşluk olduğunu düşünüyorum. Yani doktorların telefonla da reçete yazabilmesi ya da telefonla da hastalarına öneride bulunabilmesi veya online video görüşme yapması, online video görüşmesi üstünden kontrol etmesi; hem ruh hekimleri için hem psikolojik danışma için hem de aslında genel tıp için buna mevzuat açısından bir kanal açılması yararlı olur diye düşünüyorum. Ama genel anlamıyla bu, daha önceden doktorun, klinik psikoloğun veya psikoterapistin bildiği ve daha önce yüz yüze görüştüğü, değerlendirdiği kişilerde uygun bir yöntem. Yani kişi zaten daha önceden görülmüştür, daha önceden biliniyordur ve onunla daha sonra online olarak psikoterapi hizmeti sürdürülebilir.
Hiç fiziksel görüşme olmaksızın, online psikoterapi yapılabilir mi? Burada benim kafamda bazı soru işaretleri var. Etik olarak da birtakım sorunlar olabilir diye düşünüyorum. Yine bu da konuşulması, tartışılması gereken bir konu.
Avantaj-dezavantajlarına gelince; tabii ki şu anda ben psikoterapi anlamında online görüşme yaptığımda, daha önceden bildiğim, tanıdığım, değerlendirdiğim kişilerle devam ediyorum online görüşmelere. Açıkçası, öncesinde, bu kişilerde acaba yüz yüze görüşmedeki verimi yakalayabilir miyiz diye endişelerim vardı. Daha önce de yurtdışından bazı danışanlarımla online terapi yapmıştım. Yine yurtiçinden başka şehirlerde yaşayan danışmanlarımla da online terapi yapmıştım. Açıkçası, seyrek yaptığım zamanlar bir randıman düşüklüğü algılıyordum, yüz yüze görüşme kadar verimli olmuyordu. Ama belki de şu dönemde daha fazla online görüşme yaptıkça hem o verimin arttığını görüyorum hem de bazen kişiler yüz yüze görüşmeye göre daha konsantre olup, daha odaklı olup, daha fazla faydalanabildiğini söyleyebiliyorlar. Yüz yüze görüşmeye göre bazı şeyleri daha konsantre olarak aktarmak mümkün olabiliyor. Her ikisinin de kendine göre artısı-eksisi var ama zaten şu anda bir zorunluluk olduğu için, eksileri de olsa, online psikoterapi dışındaki alternatifler oldukça güç durumda.
Manevi danışmanlık adına korona sizce insan ve hayata dair neden, niçin ve bunun gibi ontolojik kaygılar ve sorulara cevap arama eğilimi oluşturdu mu? Farklı inanç gruplarında aynı tepkilerin verildiği bir zemin bu, inanca dair ilginç etki ve tepkiler de var; nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bireysel anlamda, yani psikoterapiye gelen danışanlarda çok fazla böyle bir etki gözlemlemedim. Çünkü zaten psikoterapiye gelen danışanlar, yani daha önceden bir rahatsızlığı olan bireyler, daha çok kendi sorun yaşadıkları alana odaklılar. Ama özellikle şu anda toplumun genelinde bu tür durumların, yani tüm toplumu ilgilendiren bir ölüm-kalım meselesi olduğunda, ister istemez, kişinin manevi konulara, varlıkla ilgili konulara yönelmesi beklenen bir durum diye düşünüyorum. Bu konuda şu anda yapılmış bir araştırmanın bilgisine sahip değilim. Çünkü koronayla ilgili çeşitli araştırmalar yapılıyor; korona endişesinin sıklığı nedir, toplumun yüzde 60’ı, 70’iyken şu anda yüzde 90’ları bulan oranlar bildiriliyor. Bu konuda yapılmış bir araştırmanın bilgisine sahip değilim. Ama eğer spekülasyon yapacak olursak, böyle bir sorunun en azından bir kısım insan için gündeme gelebileceğini düşünebiliriz. Çünkü insanoğlu, yapı olarak, entelektüel düzeyde, zihinsel anlamda ölümün varlığını kabul etse de, duygusal anlamda pek onu kabullenmek istemez. Yani herkes bir parça içten içe sanki kendisinin ölmeyeceğine inanır. Böyle büyük ölçekli olaylar insanın yaşadığı bu inkârı ortadan kaldıran olaylardır, yani insan bu durumlarda ölümlü olma gerçekliğiyle de yüzleşir ve bu da ona yaşamın anlamıyla ilgili sorular sordurabilir diye düşünüyorum.
Koronavirüs sonrası psikiyatrik rehabilitasyon için düşüncelerinizi alabilir miyiz? Şimdiden alınacak yollar ve kamu sağlığı açısından kurumsal yapılar oluşturulmalı mı? İleriye yönelik projeksiyonlarda toplum sağlığının değişik yaş gruplarında nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz?
Korona sonrasında birtakım sorunlar gözlemlenebilir. Bunlardan ilki, en kalıcı olabilecek olanı, bizim travma sonrası stres bozukluğu dediğimiz rahatsızlık. Bu ne demek? Kişi kendi hayatına ya da bir başkasının hayatına dönük ciddi bir tehlike gözlemlediğinde ya da yaşadığında, ardından kişide bu duruma ilişkin kalıcı birtakım ruhsal değişiklikler, tepkiler oluşabiliyor. Kaçınmalar, kolay irkilme, travmatik olayı sık sık rüyasında görme, hayatın artık kendisi için eskisi gibi olmadığı algısı, her şeyin değiştiği algısı, ortamdan kopma, sanki olay oluyormuş gibi tekrar tekrar yeniden yaşantılanma gibi belirtiler olabiliyor. Bu, daha çok bu virüsle enfekte olan ve ardından belki de izolasyon, karantina, hastanede ciddi yatış süreci geçiren veya yoğun bakımda yatan hastalar ve yakınları için söz konusu olabilir. Yine aynı şekilde, bu tür olaylara, ölümlere, hastalara sık sık tanıklık eden tıp doktorları için, sağlık personeli için bu risk olabilir. Bu travma durumlarıyla baş edebilmek için hazırlık gerekir. Travmada da en geçerli yöntem bilişsel davranışçı psikoterapi adını verdiğimiz yöntem; buna ağırlık verilmesi, bu konuda hazırlık yapılması yerinde olur.
Bunun dışında, bir kısım insanda kaygı bozukluğu, bir kısım insanda da temizlikle ilgili obsesyonlarda bir artış görebiliriz. Ama bu her üçü de, yani bu olay sonrası ortaya çıkabilecek her üç rahatsızlık da aslında bu konuda yatkınlığı olan bireylerde gerçekleşecektir.
Dördüncü bir reaksiyon şu olabilir: Pek çok kaybımız oluyor, pek çok insan vefat ediyor, yakını vefat eden kişiler var, bunların bir kısmında da travmatik yas tepkileri gelişebilir. Özellikle de kaybedilen kişiyle ilişkisi sağlıklı değilse kişinin, bunun patolojik yasa dönüşme olasılığı var.
Çocuklar için de yine dikkatli olmak gerek. Çok küçük, yani algısı yeterli olmayan çocuklar zaten bu olayı çok algılamayacaktır. Özellikle 2 ile 7 yaş arası çocuklarda, psikolojik yapılanmada, olan biten olaylar, aileden verilen mesajlar çok önemlidir. Ailelerin çocuklara sağlıklı ve gerçekçi mesajlar vermesi, gereksiz, abartılı korkular aşılamaması gerek. Çünkü çocuk söyleneni somut anlar. “Şuraya dokunursan ölürsün” dediğinizde ya da “Annen şu yüzden hastalanır” dediğinizde, çocuk bunu çok ciddiye alabilir, çok somut algılayabilir. Çocuğa daha açıklayıcı, daha net ve kısa bilgiler vermek gerekir. “Bu rahatsızlık herkese bulaşabilir; onun için, çocuklarda bir şey yapma olasılığı düşük, ama sen hem kendin için hem başkasına bulaştırmamak için…” şeklinde, o çocuğun uyacağı belli kurallara ağırlık vererek çocuğa mesajlar vermek önemli. Çocuklarda da ileriye doğru bu tür fobiler veya obsesyonlar gelişme olasılığı var. Şu anda yapılacak olan, çocuklara bunlar nasıl aktarılır, bu bilgiler nasıl verilir, o konuda ailelerin sağlıklı bir tutum, dengeli bir tutum almasını sağlamaktır.
Yaşlılarda ise depresyona yol açabilir. Yaşlılarda zaten sosyal açıdan bir izolasyon, tanıdıklarının azalması nedeniyle bu izolasyon döneminde depresyon riski var. Onlarla da, tabii, sosyal teması dijital ortamdan, online olarak, telefonla vesaire sürdürmekte yarar var. Bu çok önemli. Yani biz illa fiziken yakın olarak sosyal teması sürdürmek durumunda değiliz; sosyal temasımızı online olarak, dijital ortamdan da sürdürebiliriz. Bu çok önemli.
Depresyona karşı her yaşta en önemli şey egzersiz. Evde de insanlar izoleyken bu anlamda kendilerine bir rutin oluşturmaları ve bu rutinin içinde egzersize bir yer vermeleri çok önemli diye düşünüyorum.
İlginç bir konu, ki bazen alınan reel tedbirlere reel tepkilerin oluşmadığı da gözlemleniyor. Aymazlık diyeceğimiz bu ruh halini ya da kafa yapısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsan, sadece rasyonel, akılcı tepkiler veren bir canlı değil; insan, özellikle de panik içinde son derece uygunsuz veya mantık dışı tepkiler verebilir. Hani nasıl ki bağışıklamayla ilgili “sürü bağışıklığı” denilen bir şeyden bahsediliyor; aynı şekilde, insanlarda içinde olduğu gruba uyan mantıksız davranışlar olabilir. Yani siz herkesin marketten alışveriş yaptığını gördüğünüzde siz de markete gitme eğiliminde olursunuz, ne kadar mantıklı bir insan olsanız da ya da markette birileri sürekli alışveriş sepetini dolduruyorsa bir şeylerle, siz de onu gördüğünüzde aynı şeyi yapma eğiliminde olursunuz. Yani insanlarda grup davranışının psikoloji üzerinde çok önemli bir etkisi var.
Bir diğer önemli olan nokta da şu: İnsanların yaklaşık yüzde 10’u, kişilik özellikleri, yapısal özellikleri, psikolojik geçmişleri nedeniyle, ne kadar önleme dönük bilgilendirme yapılsa da, bunu umursamama, buna aldırış etmeme gibi bir tepki gösterebilirler. Bu umursamazlık, tabii, diğer insanlara da zarar veren bir umursamazlık. O zaman, şu denilebilir: Toplumun geneli için bilgilendirme yapılıyor. Ama o bilgilendirmenin eksik olması durumunda da bu tür mantık dışı davranışlar görebiliriz. Ancak, bu bilgilendirmenin her kişiye göre, toplumda olabilecek değişik psikolojik yapılara göre olması gerekir. Yani “Elini yıka, hayatını koru” mesajı daha bireysel biri için anlam taşıyabilir; ama kendini güçlü gören, kendini hastalığa karşı bağışık gören birinde hiçbir etki yaratmayabilir. Diğer insanları önemseyen birinde ise “Eğer biz hijyen kurallarına dikkat edersek sevdiğimiz insanları, ailemizi koruyabiliriz; onları korumak için bunları yapın.” gibi bir mesaj daha etkili olacaktır. Yani mesajlarımızın da kişilere özel, toplumun tamamını kapsayacak şekilde olmasında yarar var.
Bir kısım irrasyonel davranışlar bilgisizlikten olabilir, yeterli bilgi verildiğinde bu kişiler davranışlarını düzeltebilir, bir kısmı da bizim psikolojik tepkimiz ve belirsizlik nedeniyle olabilir. Bu nedenle, bizim daha çok yönelmemiz gereken şey, nasıl olur da biz bu korunma yöntemlerini en uygun şekilde, yani insan psikolojisine, grup psikolojisine en uygun şekilde uygulayabiliriz, odağımızın bu olması gerekir.