Öncelikle ‘seksenler’. İktisat okurken bir anda kendinizi tiyatro içerisinde buldunuz, o dönem nasıl oldu?
Aslında aynı anda başladı, üniversiteyle birlikte ben tiyatroya başladım, sene 1969’du, Dostlar Tiyatrosunda bir sınava girdim, kazandım ve orada sıkı bir eğitim gördüm. Günde beş saatten haftanın altı günü, bu eğitim iki sene sürdü. Sonra aynı tiyatroda profesyonel oldum, bunun için profesyonel hayatın başlangıcını 1969 sayıyorum. Üniversiteyle beraber başladı, aslında tiyatronun daha öncesi de var. Hep derler ya küçüklüğümden beri meraklıyım, ben sadece merak değil, altı yedi yaşındayken bile bahçemizde sahne kurar civardaki çocuklara tiyatro oynardım. Sonra lisede sadece oynamakla kalmadım, oyunlar yönettim, yani o zamanlardan başladı.
Türkiye’de dizi çekimleri genellikle zor ve zahmetli geçiyor değil mi?
Genelde böyle ama maalesef bütün dünyada olan veya olagelen şeyler Türkiye’de biraz vahşi boyutlarda oluyor. Şöyle ki, dünyada diziler 45-50 dakika, biz geçen sene 110 dakika verdik. Bu iki mislidir ve yapılamayacak bir şey. Tiyatro dışardan çok eğlenceli, keyif işi görünmesine rağmen, aslında çok meşakkatli, çok emek isteyen bir şey. Mutlaka bilinçli bir tercih olması gerekiyor. Tutku şart. Ama sadece tutku varsa da, onunla da hiçbir şey olamazsınız. O emeği de vereceksiniz.
Ödenen ücretler yine bir bölüm başı, emek maalesef hiçe sayılıyor…
Evet, bir bölüm başı… Bir de şu var, maalesef ben müzisyen arkadaşları kutluyorum, onlar hallettiler Türkiye’de bu işi, fakat biz hâlâ teliflerimizi alamıyoruz. Telif her gösterimde bu işi yapanlara, sanatçılara para ödenmesidir, bütün dünyada bu böyle. Bizim son oynadığımız dizi şu anda yirmi beş ülkede oynuyor, bize yirmi beş kuruş vermiyorlar, böyle bir rezalet var. Kemal Sunal’ın ailesi yakın zamanda bir dava kazandı, ben de bu işlerle uğraşan Sinema Oyuncuları Meslek Birliği kuruluşunun yönetimindeyim, aynı zamanda kurucusuyum, uğraşıyoruz, fakat Türkiye’de bazı işler çok yavaş yürüyor. Hep standart diyoruz, Avrupa standardı falan filan diyoruz, Avrupa standardından önce insanî standartları tutturmak lazım. Dediğim gibi bizim üstümüzden haksız kazanç elde ediyorlar ve böyle gidiyor. Ama müzisyenler halletti bunu, çok uğraştılar.
Yaptığınız iş insanları tanımakla alakalı, iyi sanatçı insanları iyi tanıyandır. Ayrıca iyi sanatçı toplumu iyi analiz eden bir insan demek. İnsanları tanıma sürecinde beslendiğiniz kaynaklar nedir?
Dediğiniz çok doğru, ben bir ek yapayım onu genişleteyim, bir sanatçının önce kendini tanıması gerekir. Hele tiyatroculuk oyunculuk yapıyorsanız, ben bütün öğrencilerime de söylüyorum, önce kendinizi şöyle bir kendi karşınıza dikeceksiniz, benim artılarım nelerdir, eksilerim nelerdir, korkularım nedir, üstün yanlarım ne, benim yeteneklerim ne, nereye kadar kullanabiliyorum… Bir kere önce kendinizi tanıyacaksınız ki onun üstüne bir karakter inşa edebilesiniz. Yoksa sahneye çıkanların içinde kendini tanımayan ama biraz taklit kabiliyeti olan, sesini iyi kullananlar da var. Fakat ondan sonra affedersiniz soytarılıktan ileri gitmiyor, daha kaba rafine olmayan bir şeye dönüşüyor. Tabi yaptığınız işi ciddiye almakla ilgili bir şey. Ben eskiden başka bir dünya görüşündeydim ama orada da ondan sonra da yaptığımız işi hep ciddiye aldık; belki düşündüklerimiz yanlıştı ama biz doğru bildiğimiz, güzel bildiğimiz şeyleri insanlara aktarmak istedik. Tiyatroyu ve her türlü sanatı, insanlara bir şeyler anlatmak için bir araç olarak yapacaksınız. Bu bir amaç olursa o zaman sanatçıyı zehirlemeye başlıyor, onun nefsini zehirlemeye başlıyor, sanat alıcısı veya seyircisi sizi iğfal ediyor yani kandırıyor. Çoğu kimse “iğfal” kelimesini cinsel zanneder, hayır, kandırıyor, o zaman kötüye gidiyorsunuz. Şarkıcılarda çok rastlanan bir şey, sizi o kadar övüyorlar, o kadar alkışlıyorlar ki eğer bir amaç olarak yaparsanız siz çileden çıkıyorsunuz. Ama bir araç olarak, kendinizi bir ifade ediş biçimi olarak yaparsanız biraz daha ciddiye almanız gerekiyor.
Çevrenizdeki insanları gözlemler misiniz?
Bizim oyuncu olarak beslendiğimiz en büyük şey gözlemdir. Sadece insanlar değil hayvanlar, canlı cansız varlıklar, çok iyi gözlem kabiliyeti lazım. Tabii bu birinci şart ama bunun yanında öğrencilerime hep söylediğim bir şey var, sizin eğer bedensel sağlığınız varsa, bir organınız eksik değilse, siz çok çalışırsınız birisi daha az çalışır mutlaka oyuncu olabilirsiniz ama olmazsa olmaz bir şart vardır; çok geniş bir kültür gerektirir. Her şeyden haberdar olacaksınız. Bunun için de verdiğim çok beylik bir örnek vardır, benim öğrencilerimden bir tanesi Hacettepe Üniversitesinde Cüneyt Gökçer’in de sınav komisyonu başkanı olduğu bir jüriye sınava girmiş, konservatuara girmek istiyor. Biz çok fazla uğraşmayız gelenlerle, çok fazla bir şey yaptırmayız, hemen belli olur zaten. Herhalde bunda bir şeyler sezmişler ki Cüneyt Bey ekstra bir ödev vermiş, demiş ki bize yarısı yenmiş sandviç ol… Öğrenci de demiş ki yenmiş yarısı mı olayım yenmemiş yarısı mı olayım? Sizin gibi gülmüşler ama bırakmışlar çünkü espri yapması istenmiyor, kendi vücudunu zorlayarak bakalım ne yapacak, ona bakıyorlar. Dört dörtlük bir şey de yapması gerekmiyor, acaba ne çıkartacak, vücuduyla ne yapacak, ona bakılıyor…
Türkiye’de insanlar, üniversitede ne edindiyse onunla yetiniyorlar. Üniversite sıralarında hangi görüşten olursa olsun üniversite bittikten sonra elindeki kitapları bile okumaz. Mesela bunu sorgulamıyoruz. Bazılarının bahaneleri var diyelim. İnançlı insanlar ne yapıyorlar? Bir hayat tasavvurumuz var mı mesela? Nasıl bir hayat istiyoruz? Var mı bir alternatifimiz? Yılbaşına alternatif olarak Mekke’nin Fethi’ni kutlamak alternatif olamaz, bu bir tepkidir.
Sizin yaptığınız tiyatro, İslamî hassasiyeti olan bir tiyatro diyebilir miyiz?
Çok basit… İsmet Özel’in sözü var bu konu hakkında. “İslam’î tiyatro olmaz, Müslümanlar’ın yaptığı tiyatro olur.” O kadar. Çünkü İslam’î dediğin zaman, kendini bir gruba kapatırsın, bu bir. Beğenmese bile, “İslam’î abi” derler. İkincisi, kendinize zulmediyorsunuz. Öyle ki, yaptığınız her şey İslam’î olamaz, herkes hata yapar. Ama sizin hatanızdan çok zarar görülür. Göz önündesiniz. Üçüncüsü de, ben böyle ticaret yapmam. Çünkü benim dinim üzerinden bir kazanç elde etmeye çalışmam doğru değil.
Bugün medya ve magazin diye birbiriyle iç içe bir bela var ki başımızda, insanları koşullandırıyorlar, şartlıyorlar, bir takım kalıplar döküyorlar, işte sanatçı şöyle olur bilmem ne böyle olur vs., bu da insanların düşünce konforlarına rahat geliyor, basmakalıp şeyleri tekrarladığınız zaman rahat edersiniz, sürünün içinde kimse size dokunmaz. Mesela bir ara bazı oyunlar geçti, çok niyetlendik oynamaya. Ama okuyorum okuyorum, kafama yatmayan bazı şeyler var. Bir hocamız vardı, Ashab-ı Kehf hakkındaki bir oyunu gösterdim. “Bazı İsrailiyatlar karışmış içine” dedi. Oynamadım, attık o oyunu. Çünkü ben iyi bir tiyatro yapmak istemiyorum, iyi bir Müslüman olmak istiyorum. İyi bir Müslüman olmamın yolu da doğru olmaktan geçiyor. Sadece görünüşte değil, yapıp ettikleri ve benim için önemli olan ‘sözü doğru’ olan, yalan üzere olmayandır. Söz vermek borçlanmaktır. Bana da çok söz verdiler zamanında…
Sizin bir Ramazan programınız vardı, TRT’de sahur programı, programı tekrar yapma fırsatınız olmadı mı?
Gerçekten o programdan ben de çok istifade ettim, çünkü her akşam çok değerli insanlar geldi. Bir de üstelik Hasan Kamil Hoca vardı, Emin Işık Hoca vardı. Her ikisi de zaten derya, Emin Işık Hoca’da muazzam bir ses var, aynı zamanda nüktedan bir kişi…
Tekrarı olmadı, aslında bu tip yayınlarda sizin elinizde olmayan bir sürü fonksiyonlar giriyor işin içine, TRT’nin kendi kuralları var. Oraya çağıracağınız konukların bile akredite olması gerekiyor. Hatta tuhaf bir şey oldu, o da benim hiç hoşuma gitmedi. Oyun metinleri yazan bir beyi davet ettik, yoldayken akreditasyonu yok dediler iptal ettiler.
Geçmişteki tiyatroyla, yetmişler seksenler ve günümüze bakarsak, nasıl değerlendiriyorsunuz şu anda tiyatronun geldiği yeri?
Şimdi tiyatro seyirci kaybediyor, aslında en büyük neden ortaöğretimdeki tiyatro faaliyetleri sıfıra indi, SBS, ÖSS falan filan derken bunlar neredeyse tamamen bitti. Artık öğrenciler istese bile veliler göndermiyorlar çünkü dershane vs.var. Şimdi bu bitince ne oldu, eskiden buralardan belki tiyatrocu yetişmiyordu fakat seyirci yetişiyordu, hepimiz liselerde sahneler yaptık, tiyatro adına bir şeyler yaptık, oyuncuyduk ya da seyirciydik.
Çocukların öz güven sahibi olabilmesi, toplum karşısında konuşabilmesi için bir kere o stresi atması lazım…
Tabii, tiyatro bu açıdan çok önemli. Peki, bizim Milli Eğitimimizde bunlar yapılırken, Alman Lisesi, Robert Koleji, Galatasaray Lisesi, İstanbul Lisesi ne yapıyor… Bu liseler yapıyorlar tiyatro faaliyeti, niye, çünkü onlar bunun yararsız olduğunu düşünmüyorlar. Ben Alman Lisesinde okudum, İstanbul Lisesinde okudum, sonra Almanya’ya da gittim, bir sene de orada dil okudum. Bizim dil eğitimimizin %40’ı tiyatro metinleriydi, artı parantez bir şey söyleyeceğim bizim Sayın Başbakanımız niye bu kadar güzel hitap ediyor, nasıl bu kadar güzel konuşabiliyor, İmam Hatip’te bütün başrolleri o oynarmış. Hatta şöyle bir şey oldu anlatıyorum, millet hayretle dinliyor; Tayyip Bey İstanbul Belediye Başkanı seçildi, 27 Marttı. 29 Mayısta da Üstad Necip Fazıl’ı anma programı vardı, güzel bir geceydi, herkes şiir okudu indi, Tayyip Bey de şiir okudu, klasik “Zindandan Mehmed’e Mektup” isimli şiiri okudu. Arada Tayyip Bey dedi ki “kusura bakmayın benim önceden verilmiş bir sözüm var, gitmek zorundayım” Karşı karşıya geldik, dedim ki, “reis bir daha ki seçime seçilemezsen gel ben sana tiyatro sahnesinde yer veririm, iyi şiir okuyorsun” dedim. Önce ne diyor dedi sonra da gülüştük.
Kader, seçilemedi, sonra da Başbakan oldu kendisi. Zamanında tiyatro ile uğraşmış. Tayyip Bey’de tiyatronun etkisini kesinlikle görüyorsunuz, muarızları “şey”lerle söylüyor, o ise çok güzel hitap ediyor, tonlamalarıyla durmalarıyla vurgularıyla çok güzel konuşuyor.
Sayın Başbakan da duygulu şiir okuyor…
O gün söylediğim gibi hakikaten güzel şiir okuyor, ben şu anda şiir okuyanların çoğunu beğenmiyorum, çünkü belli bir melodi yapıyorlar. Olmuyor. Bir de şiir kâğıttan okunur. Bizim millî eğitimimizin en büyük yanlışlarından biri budur, ezberle ezberle, ezber kuvveti en iyi olan iyi şiir okur, hayır, şiiri ezberleme yeteneği değil yorumlama şekli önemlidir. Bütün dünyada sanatçılar, alırlar ellerine güzel bir dosya, çıkarlar kâğıttan okurlar. Çünkü şiir kelime kuyumculuğudur ve orada bir kelimeyi yanlış okursan değiştirirsen berbat olur. İkincisi şiirin arkasında müzik olmaz, şiirin kendi müziği vardır, sen ona müzik koyduğun zaman o başka bir tarafa gider, müziğe doğru gider. Bir dahası şiirin arkasında görüntü hiç olmaz, çünkü şairin bir imajı vardır, sen onu birebir görüntüye dönüştüremezsin, özel bir şart olmadıkça şiirin arkasında görüntü olmaz. Ben yaptım öyle özel bir klip. Çoğu kliplerde yanlış oluyor. Mesela Sakarya’nın klibini yaptılar, “ah Sakarya” derken, görüntüde Sakarya nehri akıyor vs. Öyle birebir değildir o, çünkü orada kastettiği, -ben yaptım klibi- Kayna Kayna Sakarya dediğinde miting kalabalıkları gösterin diyordu, çünkü onun Sakarya dediği nehir değildir Türkiye’dir.
Zamanınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tabi kitap okuyarak, en önemlisi bu… Gençleri seviyorum ve onlara yardım etmek bana mutluluk veriyor. Bir belediye ile çocuklara eğitim verdim. Şimdilerde biraz bu aksadı yeni yönetimden dolayı. Bazen de böyle internette çıkmak istiyorum çıkamıyorum bir türlü, çok yazışmalarım, tartışmalarım oluyor. Kendim cevap vermek bilgilendirmek istiyorum. Çoğu insan şunu diyor, sana ne, sen oyuncusun… Olur mu hiç, ben her şeyle ilgilenmek zorundayım. Hele politik yönü ağır basan tiyatro yapıyorsanız ne olup bittiğinden haberdar olmanız lazım. Demin kavga ettik bir konuda internette yazanlarla. Biri bana ırkçı ve ayrımcı dedi, rumuzu da özgür… Bunun izahı yok ve beni ırkçılıkla suçluyor, hayatım boyunca hiç ırkçı olmadım, ben hemşericiliği bile ırkçılıktan bir parça sayan biriyim… Bu topraklarda yüzlerce yıldır yaşayan ve birçok farklı unsurdan bir araya gelmiş insanlarız.