Sarsılmaz Sadakat ve Kurban / Nilüfer Elif

Hz İbrahim, Hz. Hacer, Hz. İsmail
Akabinde kurban hadisesi.
Tabiri caizse, insan bu muhteşem üçlü ile teslimiyet, tevekkül, sadakat kapılarına gözünü dikiyor. Ve hayret, şaşkınlık, hayranlık birbirine dolanıyor.
Yaşananlar ne hayalî bir hikâye, ne de uydurma bir masal.
Kur’an, hadis ve icma ile sabit.
Kıyamete değin tüm zamanlara mihmandarlık eden muazzam bir gerçek. Allah’ın rızasının önüne herhangi bir şeyi koymamak nasıl olur sorusuna verilecek cevabın vücut bulmuş hali.
Hz. İbrahim’in ruhlara tesir eden, tarifine kelimelerin kifayet edemediği teslimiyeti, kurban emrinden öncesinde de hayatının her safhasında var. Allah’a imanın hakikatini, babasından başlayarak halkına ve vaktinin ileri gelenlerine ince zekâsıyla, aklıyla ve olağanüstü vakalarla bizatihi gösteren bir elçi o.
Hiç tek olan Allah’tan başkasına inanmadı.
Nemrut kendisi ile aynı zamanda doğan erkek çocuklarını görülen bir rüya yüzünden öldürttüğünde, annesi onu bir mağarada dünyaya getirdi. Ve bir zaman Hz. İbrahim’i orada büyüttü. O henüz annesi ve babasından başkasını görmemişken yaratıcım kim diye sorgulamaya başladı. Mağaradan çıktığında güneş batmış idi. Kur’an’da En’âm Suresi 76 ila 79. ayetleri arasında yıldızı, güneşi, ayı görüşü ve hakka erişi şöyle anlatılır:
Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü. “Rabbim budur” dedi. Yıldız batınca da “Batanları sevmem.” dedi.
Ayı doğarken görünce, “Rabbim budur.” dedi. O da batınca, “Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yolunu şaşırmış kimselerden olurum.” dedi.
Güneşi doğarken görünce, “Rabbim budur; zira bu daha büyük.” dedi. O da batınca dedi ki: “Ey kavmim! Ben, sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.” dedi.
“Ben, O’nun birliğine inanarak yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” dedi.
Hz. İbrahim’in halkı yıldızlara, aya, güneşe ve bunları sembolize eden putlara taparken o bunların eksikliklerine, vasıflarına işaret ederek ALLAH olamayacaklarını, bu manada sevilemeyeceklerini, onlara tapılamayacağını ispatlamış duruşunu kesin olarak ortaya koymuştur.
Put yapan babası Azer, Hz. İbrahim ve kardeşlerine hadi bunları satın diyerek verdiğinde, kardeşleri götürdükleri bütün putları satar, eve dönerlermiş. Hz İbrahim ise “Ne zarar ne yarar veren bu putları alan var mı?” diye seslenerek fikrini en başından ilan edermiş. Tabii böyle seslendiği için kendisinden kimse put almazmış.
Hz İbrahim’in birtakım hadiselerden sonra puthaneye gidip oradaki putları kırıp, baltayı en büyük putun boynuna asıp çıktığı ise hepimizin malumu. Tabii bu hadise Nemrut’a ulaştırılınca, Hz. İbrahim sorgulanmak üzere mahkeme kurulmuş ama o, başta Nemrut olmak üzere orada hazır olanların hepsini susturmuştur.
Taberi tarihinde bildirildiğine göre İbrahim aleyhisselam bu hadiseden sonra yedi yıl zindana atılmıştır. Yedi yıl sonunda Nemrut ile kavmi İbrahim aleyhisselamın öldürülmesi gerektiği üzerinde hemfikir olmuşlardır.
İşte teslimiyetin en çarpıcı örneklerinden biri o zaman yaşanmıştır. Hz. İbrahim’i öldürmek maksadıyla yakılan devasa ateş iman dolu bedenini yakamamış, teslimiyet sırrının ardındaki hakikat, inanan bir kalbin diriliği kendisinden sonraki zamanlara taşınmıştır.
Ateşe atıldığı zaman İbrahim aleyhisselamın yanına Cebrail gelmiş, ona bir isteği olup olmadığını sormuştur. Ondan bir isteği olmadığını söyleyen İbrahim aleyhisselam “Rabbim zaten halimi biliyor.” demiştir.
Tevekkülün yüksekliğine bakın. Tevhit inancının samimiyeti, saflığı maksimumda. Katışıksız bir iman.
Ve Allah’ın emriyle ateş Hz. İbrahim’e serin olmuştur.
“Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve esenlik ol.” dedik. (Enbiya, 21/69)
Aklın sınırlarını aşan bu mucize sonrası Hz. İbrahim kendisine tabi olanlarla birlikte hicret etti. Zaman içerisinde Hz. İbrahim, Hz. Hacer ile evlendi.
Hz. Hacer teslimiyetin nadide temsilcisi. Hz İsmail’in annesi. Ana-oğul hem zamanlarına hem de zamanlarından sonrasına taşan öyle bir duruş sergilediler ki, Hakka sadakatlerinin izleri akıllara, gönüllere sızdı.
Önce, Hz. İbrahim Allah’ın emriyle, Hz. Hacer ve oğlunu yaşadıkları beldeden henüz kimsenin yaşamadığı mübarek belde Mekke’ye getirdi, onları oraya bıraktı ve gitmek üzere geri döndü. Bunun üzerine Hz. Hacer, İbrahim aleyhisselamın arkasına düştü, ona yetişti ve seslendi:
“Ey İbrahim, bizi burada, hiçbir insanın, hiçbir yoldaşın bulunmadığı bir yerde bırakıp nereye gidiyorsun?” dedi. Bu sözünü birkaç kere tekrarladı. Hz. İbrahim (a.s.), (emir gereği) ona dönüp bakmadı bile. Anne, tekrar (üçüncü kere) seslendi. “Böyle yapmanı sana Allah mı emretti?” dedi. Hz. İbrahim bunun üzerine “Evet!” buyurdu. Hz Hacer: “Öyleyse (Rabbimiz bizi korur), bizi burada perişan etmez!” dedi, sonra geri döndü.
Sekine-i kalp ile karşılanan bir emir. Katışıksız imani bir duruş. Yanına bırakılan yiyecek ve su bittiğinde hassas anne yüreği çare aramaya başlamış.
Ve zemzem çıkmış.
Doğrusunu Allah bilir – gönle gelen o ki- Hz. Hacer annemizin tertemiz itikadı zemzeme sinmiş sanki. Yapılan bilimsel araştırmalar dahi gösteriyor ki zemzem, içerisinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan dünya üzerindeki tek su.
Mübarek beldeye anne oğulun hicretinin üzerinden bir zaman geçtikten sonra, Hz. İbrahim, Hz. Hacer ve Hz. İsmail bir kez daha teslimiyet, tevekkül ve sadakatle sınanmışlar. Ve kurban hadisesi gerçekleşmiş.
Bu, büyük bir hadisedir.
Anne yüreğinin, baba yüreğinin sınandığı bu imtihanda imanın en saf hali ortaya çıktı. Fazilet nedir, feragat nedir, çok hassas bir terazi ile ortaya kondu. Üstelik şeytanın tüm gayretlerine rağmen. Çünkü şeytan bu nadide ailenin gönüllerini çelmek için ayrı ayrı hepsinin önüne çıkmıştır.
İbrahim aleyhisselam Allah’ın emriyle Hz İsmail’i kurban etmeye giderken şeytan onun karşısına çıkmış, aralarında geçen konuşma neticesinde İbrahim aleyhisselam onun şeytan olduğunu anlamış ve “Ey Allah’ın düşmanı! Vallahi ben, Allah’ın emrini, o vadide mutlaka yerine getireceğim.” diyerek şeytanı savuşturmuştur.
Hz. İbrahim’den ümidini kesen şeytan bu sefer Hz. İsmail in önünü kesmiş onun gönlünü çelmeye çalışmıştır. Ama Hz. İsmail “…ben de emri dinler, boyun eğerim.” demiştir.
Keza Hz. Hacer’i de kandırmak için uğraşmış ve aynı minvalde cevap almıştır. Sonuçta Allah çetin imtihanın ardından bir koç göndermiştir kurban olarak.
Yani kurban bize böyle sarsılmaz bir sadakatin ardından gelen, müthiş bir teslimiyeti temsil eden Allah’ın ikramdır.
Bize düşen ise Kurban Bayramı’nı, bayramın asıl öznelerinin ahlaklarını içselleştirme şuuruyla ihya etmek.
Allah’a emanet olun.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir