Osmanlı’dan Günümüze Afrika’ya Bakış / Prof. Dr. Ahmet Kavas

57-afrikaAfrika’nın Türkiye açısından tarihi ve kültürel öneminden bahseder misiniz?

Türkler üç kıtada varlık göstermiş bir millet olarak, bugün en etkin oldukları ülkeler her ne kadar çoğunlukla Asya’da ise de Avrupa ve özellikle Afrika’da kurdukları hâkimiyetler bakımından önemli izler bıraktılar. Doğrusu kıta dışından gelen etkin güçler arasında Fenike, Roma, Vandal, Bizans ve Müslüman Araplar yanında Türkler de güçlü hâkimiyetler kurdular. Anadolu’dan önce Mısır merkezli kurulan Tolunoğulları, İhşitler, Eyyûbiler ve Memlûkler her ne kadar Anadolu Türklerinin doğrudan ataları değilse de kökleri aynı coğrafyadan olduğu için genel tarihimiz içinde önemli yer tutarlar. Osmanlı Devleti’nin kurduğu Mısır, Trablusgarp, Tunus, Cezayir ve Habeş isimli beş eyaleti 16-20. yüzyıllar arasında hem kendi tarihimize hem de Afrika tarihinde karşılıklı ilişkilerin asırlarca sürmesine vesile oldu. Kültürel ilişkiler ise özellikle Kuzey Afrika yerlilerine kendi dilimizi, mezhebimizi, örf ve âdetimizi zorla kabul ettirerek değil, kendi tabii seyrinde etkileşime bırakarak oldu. Ne var ki Avrupa sömürgeciliği ayak bastığı her yerde, değil Osmanlı’nın izleri kendi yerel kültürlerini de neredeyse yok ettiler. Ama yerine güçlü ve yeni bir kültür de koymadılar. Koyulması da mümkün olmazdı. Bugün kıta her açıdan geri kalmışsa bunun müsebbibi en fazla, bir asır süren sömürgeciliktir.

Bugün dahi gittiğimizde Afrika kıtasında Osmanlı Devleti’nin ismi zikrediliyor. Osmanlı burada ne gibi bir politika izledi ki hâlâ Afrika insanındaki Türk sevgisi devam ediyor? Afrika’nın Türkiye’ye ve Türk insanına ilgisinden bahseder misiniz?

Afrika’da Osmanlı Devleti hakkında maalesef birinci elden takip edilen kitaplar olmadığı için tüm bilinenler dilden dile anlatılan, artık neredeyse destanlaşmış konulardır. Sadece Osmanlı değil, okumuş insanların kafasında genel bir İslam tarihi süreci bile yok. Tüm tahrip edici geçmişe rağmen Osmanlı’nın tanınması, isminin iyi hatırlanması, kıta yerlilerine elinden geldiği kadar iyi davranmasıyla alakalıdır. Asla zulüm etmemiş, kimseye de bu fırsatı vermemişti. Kıtayı kendi insan gücüyle düşmanlarına karşı üç asır korumuş, yerli insanları, neredeyse, bir kere bile onlara kast edenlere karşı çarpıştırmamıştı. Anadolu insanı dört asır gencecik yavrularını Afrika’nın Avrupalılarca istilasından koruması için feda etti. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ne oralardaki varlığı için ne de Anadolu için kullandı. Yerel değerlere ne olursa olsun dokunulmadı, muhafaza edildi. Haliyle Türklerin oraya gelişi nesilden nesile hep kardeşlik ve daha da ötesi insanlık adına birliktelik olarak görüldü. Osmanlı hâkimiyeti süresince, tarihi ticaret ve hac kervanları varlığını ve de güvenli seyirlerini sürdürdü. Köle ticareti Osmanlı eyaletleri topraklarında hiç yoktu denecek kadar ve de yine yerel kişilerle Avrupalı ortakları eliyle yapılmıştı.

Önce Sovyetler Birliği, şimdilerde Çin, ABD ve Hindistan gibi güçlü devletlerin eski sömürgecilikle kıtayı tüketme teşebbüsleri aralıksız devam ediyor. Kıta ülkeleri Türk insanını tanıdıkça hem kendisine güven geliyor hem de eşit insan muamelesi görüyor. Bu duygular onların Türkleri sevmelerine ve de daha yakından tanımalarına vesile oluyor. Dahası hayat tarzımız her yönüyle onların gündelik hayatı ile benzer hisler taşıyor. Misafirperver, güler yüzlülük, saygınlık, dürüst alışveriş, insanî yardım duygumuz… Bunlar, sıradan Afrikalının genel tavırlarında da olan şeyler.

Son yıllarda Türkiye’nin özellikle TİKA vasıtasıyla Afrika’yla olan ilişkilerini geliştirdiğini görüyoruz. Ülkemizin Afrika’ya dair beklentileri, reel politiği, ileriye yönelik projeksiyonları nedir? Sizce yeterli mi?

Tüm yaptıklarımızı, aradan en fazla on sene geçmişken, dört dörtlük değerlendirmeye tâbi tutarsak tam bir değerlendirmede bulunmuş olamayız. TİKA’nın varlığı henüz yerleşme aşamasında, eksiği elbette ki olacaktır ama bu telafisi mümkün olabilecek seviyededir. İnsan kaynağımız çok az. Afrika’da bizim en az elli yıl gönüllü çalışacak binlerce insanımıza ihtiyacımız var. Türkiye’de eğitim alan binlerce Afrikalı genci kıtanın geleceği için hazırlamak ve onlarla daha etkin olmak durumundayız. Devasa bir coğrafyanın üzerinde herkesin gözü var. Hiçbir şey yapmasak, kıtanın her türlü kaynağını sömürenlerin zararını en aza indirmek bile büyük bir başarı olacaktır. Afrika’nın kaderi kararırsa bundan herkes gibi biz de zarar göreceğiz. Ama en büyük zararı onlar zaten görmekteler. Bunun önüne geçmek durumundayız. Tarihte ismi öne çıkan tüm güçlü Fenikeliler, Roma, Bizans, Araplar ve Türkler, dahası sömürgeci Avrupalılar, şimdilerde Çin, ABD ve Hindistan, Rusya gibi imparatorluklar, sultanlıklar ve modern devletler güç kaynaklarının önemli bir kısmını Afrika’dan aldılar. Türkiye de Afrika’ya önem vermek zorunda. Sadece kendi sınırları içinde bile güçlü kalmasında bu kıtanın varlığı büyük fırsatlar verebilecektir. Yeter ki Afrika’yı geri bırakanların siyasetine özenmeden, kendi tarihi mirasından etkilenerek var olmaya devam etsin.

Afrika’nın sömürgeleştirilmesine bakacak olursak Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı dönemlerde başlayan bir süreç var. Bu süreç Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte çok daha hızlı ilerledi. Bu süreçten kısaca bahseder misiniz?

Osmanlı Devleti’nin kıtada hüküm sürdüğü dört asırlık varlığını bir cümle ile özetleyin deseniz benim cevabım her zaman olduğu gibi “Bu uzun süre zarfında kıtanın sömürgeleştirilmesini engelledi.” derim. Afrikalılar kendi değerleri içinde günlük yaşantıları ile kendileri kaldılar. Aşları, işleri ve inançları kendi imkânları ile devam etti. Avrupalılar, ayak bastıkları andan itibaren kıta yerlilerini dillerinden, dinlerinden, örflerinden, ticari hayatlarından, geleneksel yönetim biçimlerinden mahrum ettiler. Kalkındıracaklarını vaat ederek oraları daha fazla geri bıraktılar ve bırakmaya devam etmek için her türlü siyaseti uyguluyorlar. Bugün kıtada 54 bağımsız ülke var ve kıtanın neredeyse dörtte üçünde İngilizce ve Fransızca resmi dil. Şayet bu dili kabulleri ile medeniyete hemen intikal edip gelişmiş devletler arasındaki yerlerini alsalardı eyvallah derdik. Şimdi konuşup yazabildikleri kadar Fransızca, onları muasır medeniyetler seviyesine çıkarmadığı gibi daha da geri kalmalarına sebep oluyor. Son bir buçuk asırda, üreten kıta olmaktan çıkıp sadece tüketen kıtaya döndüler. Çalışan beyinler, derhal, gelişmiş ülkelerin kendilerine sunduğu daha üst hayat seviyesine imrenip kıtayı terk ediyorlar. Kıta insanının dün bilek gücü, bugün beyin gücü gelişmiş ülkelerin varlığının devamına hizmet ettiriliyor.

Afrika’nın sömürgeleştirilmesi dinî açıdan ne gibi değişikliklere sebep oldu?

Afrika Müslüman bir kıta idi. 20. yüzyılın başında 300 milyon nüfusu vardı denilen kıtada Hristiyan oranı % 3 diye tahmin edilmektedir. Şimdilerde kıtada bir milyar yüz milyon insan var deniyor ve bunun en az iki yüz milyonu Hristiyan denmektedir. Bu rakam doğru ise yaklaşık her beş kişiden birisinin Hıristiyan olduğu anlaşılıyor. Hatta bazı Hristiyan internet siteleri Afrika’da 350, hatta 400 milyon Hristiyan var diyor ki bu durumda Hristiyan nüfus neredeyse kıta nüfusunun üçte birini buluyor demektir. Misyonerler son bir buçuk asırda en fazla Afrika’da faaliyet gösterdiler. Günümüzde bu kıtada Katolik kilisesinin idare ettiği okullarda okuyan öğrenci sayısı on beş milyonun üzerindedir. Türkiye dışında Afrika’da eğitim faaliyeti yürüten kaç İslam ülkesi var?

Yüzyıllardan beri süregelen Afrika kıtasının geri bırakılmışlığının giderilmesi için orta ve uzun vadede bilimsel ve kültürel açıdan yapılması gereken çözüm önerileriniz nelerdir? Günümüz dünya devletlerinin ya da toplumlarının Afrika’ya dair müspet ya da menfi duruş ya da çabaları için neler söylemek istersiniz?

Öncelikle insan unsuru önemli olup kıtanın eğer huzur içinde kendi imkânları ile ayakta durması istenirse, dışarıdan gelen imkânlarla sınırlanacak olursa başarısız kalacak demektir. Afrika yerlileri İslam coğrafyasından asırlar boyunca etkilenerek kendi medeniyetlerini kurdular. Ülkemizde okuyan altı bin Afrikalı gence gereken değeri verebilirsek kıtanın geleceğinde ciddi görev alabilirler. En orta vade, çeyrek asırlık planlama ile olur. O da bugünden, kıtada hayatî olan her konuda mevcut meslek erbabını eğitmekle olur. Fakat bunu yaparken de bu işe girişecek kişilerin, meraklı olanlardan ziyade işinin ehli kişiler ve de gönülden çalışacak yetişmiş ilim ve irfan sahibi kimseler olması gerekiyor. Afrika’da teknolojik imkânlar derhal topluma yayılmalı, ziraat ve hayvancılık kıta insanı eliyle olmalı. Çoğu Avrupalı devletin Afrika’dan verimli arazi kiralama ve satın almalarının önüne geçilmesi gerekmektedir. Zira Afrikalı artık tek varlığı olan ayağının altındaki topraklarının da satıldığına ve kendisine orada da bundan böyle yaşama hakkı verilmediğine her geçen gün düçâr olmaktadır. Yaklaşık 25 kadar uluslararası etkinliği olan kıta dışı devlet, Afrika ile yakından ilgilenip burada kendi gelecekleri için alan açmaktadırlar. Dün nasıl ki “Sizi medenileştireceğiz!” diye gelip sömürgeleştirdikleri gibi, 21. yüzyılda da “Sizi kalkındıracağız, süper güç yapacağız.” şeklindeki vaatlerle, her gün, diktatör dedikleri devlet adamlarının ayaklarına kadar gitmekteler.

Hep dış dünyanın Afrika’ya bakışını sorguladık. Sizce Afrikalı ne istiyor? Afrikalının bir kıta olarak beklentiler açısından ortak bir duruş ya da beklentisi olabilir mi? Sizce bu bütünlük arz eden bir duruş mu? Sistem, nüfus, ülkeler açısından bu kadar farklı toplulukları barındıran bir Afrika, tüm sömürülme geçmişini aşıp bir diriliş, silkinme, terakki ve kendi öz kaynaklarına sahip çıkma tarzında bir destan yazabilir mi? Düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Sadece bu soru kendi içinde bir söyleşi konusu. Afrikalı bırakıldığı cehalet içinde ne bekleyebilir ki? Eğitim çok az, enerji yok, sağlık hizmetleri sıfıra yakın… Olanlardan ne kadar istifade edebiliyorlar? Onlar tüketmeye alıştırılmış toplumlar. Afrikalılar bu girdaptan asla çıkamazlar. Ancak onları birilerinin artık uyarması gerekiyor. Öncelikle, okuyup dünyayı gezen Afrikalılar bu işe el atmak zorundalar. Dünyada gelişme adına, kalkınma adına ne varsa kendi lüks hayatları için değil, ülkelerinin kalkınması için seferber olmak durumundalar. Ben şahsen onlara, ülkemizde uygulanan geçmiş yıllardaki yerli malı haftalarını hatırlatınca hoşlarına gidiyordu. Sömürgecilik öncesinde onların ataları kıtaları aşıp ticaret yapıyor, Avrupa ile kendi kuralları doğrultusunda alışveriş yapıyorlardı. Tekrar o günlerdeki ruh haline dönmek durumundalar. Düştükleri ya da daha doğrusu düşürüldükleri yerden kendileri kalkmak zorundalar. Türkiye gibi ülkeler onların ayağa kalkmalarına yardımcı olabilir ama tek başına hangi bir ülkeyi kaldırsın. Dahası oralarda menfaati olan ülkeler ağlarını kurmuşlar, bir gün bile boş durmuyorlar. Afrika’nın menfaati için el atanın da hesabını görmekten bir gün bile geri durmazlar. Türkiye gibi ülkeler de gelecek için hesaplarını iyi yapmak durumundalar. Zira “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” şeklinde özetlenen atasözümüz bu konuda da bir tür uyarıdır. Her ne kadar sadece kendi menfaatimiz için gitmesek bile sonuçta her geçen yıl daha fazla rekabetin kızıştığı kıtada kimse istediği gibi hareket etme şansına sahip değil. Durum geçmişte de böyleydi. Osmanlı Devleti bu kıtadaki varlığını tesis ederken nice değerini feda ederek adını tarihin unutulmaz sayfalarına yazdırdı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.