Koronavirüs pandemisinin beklenen sonuçları da göz önünde bulundurulursa mevcut fotoğraf bize neler söylüyor?
Bu tarz durumların ortaya çıkaracağı sonuçları kestirebilmek için tarihteki benzer süreçlere bakmakta fayda var. Örneğin dünyada çok sayıda insanın hayatına mâl olmuş veba salgının sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda çok büyük boyutlarda etkileri olmuş ve önemli değişimleri beraberinde getirmiştir. Bu yüzden salgınların ekonomik, siyasi ve kültürel sonuçları onu bir hastalık düzeyinden tarihsel bir olgu düzeyine çıkarmaktadır.
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz ve küresel tehdit haline gelen koronavirüs salgını üretimden tüketime, uluslararası ilişkilerden eğitime, ulaşımdan eğlenceye, dini ibadetlerden spor etkinliklerine kadar akla gelebilecek her alanda toplumsal yaşamı etkilediği açık. Dünyanın her yerinde uluslararası zirveler, kongreler, eğitim-öğretim faaliyetleri, büyük spor müsabakaları, kültür ve turizm ziyaretleri, festivaller ve fuarlar ardı ardına iptal ediliyor veya sanal ortama aktarılıyor. Bu salgın, insanlığı hiç alışık olmadığı bir tür zorunlu sosyal izolasyon sürecine sokmuş bulunuyor. Dünyamız adeta bir virüs tarafından hacklenmiş ve hayatımız kendi inisiyatifimizin dışına çıkmış durumda.
Bu durumun geçici olması halinde bile bireysel ve toplumsal risk olgusunun yeryüzünde daha fazla etkinliğini hissettireceği öngörülebilir. Çünkü bireyler artık doğrudan hasta olmasa dahi sürekli olarak kendilerini daha fazla risk altında hissedeceklerdir. Hatta bu hissin yönlendirmesi altında bireyler, yakın çevresindeki insanların hastalık riski taşıdığı endişesi nedeniyle toplumsal güvensizlik durumunu ivmelendirecektir. Dolayısıyla stres ve panik ortamı nedeniyle toplumsal güvensizliğin artma ihtimali çok yüksek. Öte yandan, yaygın anlamda alışılagelmiş toplumsallık biçimlerinden farklılaşan yeni bir toplumsal deneyimin gelişme ihtimalinden de bahsedebiliriz. Bireylerin kendini içinde bulduğu zorunlu sosyal izolasyon, bilinç ve niyet durumlarını değiştiriyor. Ama bu durum zaman içerisinde yerini tercih edilen izolasyon ve/veya dayanışma biçimlerine de bırakabilir.
Koronavirüs salgınının mevcut toplumsal davranışları ve tüketim alışkanlıkları da değiştireceğine dair öngörüler söz konusu. Dünyada insanların pandemi sonrası süreçte davranışları üzerinde araştırma yapan Harvard Üniversitesinden Susan David ve Canvas8 şirketinin direktörü Alex Quicho gibi uzmanlar, karantina koşullarının yarattığı günlük rutin ve kısıtlamalar nedeniyle bireylerin kendilerini yeniden yapılandırdığını, insancıl ve naif yönlerini keşfetmeye başladıklarını ve karantina döneminde insanların yeni kararlar almaya başladıklarını söylüyorlar. Bu kararlar arasında özellikle insanlar alışveriş dürtüsünü dizginleyerek lüks ürünlerin gereksiz olduğuna dair yeni bir yaklaşım içinde olduklarını, günlük kahve ve sigara tüketme isteğinin yerini ise uzun yürüyüşler alacağı şeklinde öngörüleri mevcut. Bireyleri sürekli çılgınca tüketime teşvik eden ve her şeyin tüketim üzerine kurulu olduğu bir sosyo-ekonomik düzenden, böyle bir tür minimalist yaşam felsefesini benimseyen bir düzene geçiş hem de çok kısa zamanda mümkün olur mu? Bekleyip göreceğiz.
Dünya toplumları farklı seviyelerde de olsa koronavirüsten ciddi bir şekilde etkilendi. Korona pandemisi sonrası iş hayatı, ekonomi, insan ilişkilerine dair neler söylenebilir?
Böylesi potansiyel değişimlere paralel olarak, bu sürecin ortaya çıkarmış olduğu durum yaşamın her alanında sosyal ilişkilerin yeniden düzenlenmesini de beraberinde getirecektir. Bu sürecin ortaya çıkarmış olduğu yeni gelişmeleri tanımlamak için ilerleyen dönemde “koronavirüsten önce” ve “koranavirüsten sonra” gibi yeni tanımlamaların kullanılmasına da tanık olabiliriz. Özellikle çok sayıda işyerinin web konferansı, anında mesajlaşma veya e-posta gibi örgütsel çalışma teknolojilerini kullanmasıyla birlikte sosyal anlamda sanal çalışma biçimini benimseyeceğini öngörebiliriz. Bu bağlamda, gittikçe artan sayıda işveren ve işgören, tele çalışma alternatifini bir çalışma biçimi olarak tercih edecektir. Aslında “home-office (evden çalışma)” gibi mekânsal açıdan esnek çalışma sistemleri, mevcut krizle beraber pek çok çalışma alanında zorunlu olarak deneyimlenmektedir. Kimileri için yeni, kimileri içinse yoğunluğu artan bu gibi deneyimler, zaman içinde yaygınlaşarak ve benimsenerek yeni bir çalışma hayatını beraberinde getirebilir.
Sanal işyeri sosyal izolasyon hissinin güçlenmesi ve dolayısıyla dünya genelinde “yalnızlık” duygusunun daha da artması ihtimalini güçlendirmektedir. Nitekim yapılan araştırmalarda sanal işgörenler; yalnızlık, izolasyon ve “aynı dört duvar arasına” geri dönme isteğinin arttığı görülmüştür. Dijitalleşmenin artmasıyla iletişimin insani boyutunda kırılmaların devam etmesi bekleniyor.
Fakat zorunlu izolasyon, tercih edilen veya bilinçli/niyetli bir şekilde seçilen izolasyon ve dayanışma biçimlerine de dönüşebilir. Aynı zamanda yalnızlık duygusunun kendi içindeki bir cinsi olan seçilmiş yalnızlık veya olumlu geri çekilmeler de gün geçtikçe daha büyük ölçekte yaşanmaya başlayabilir. Daha önemlisi, zorunlu izolasyon halinde ortaya çıkan birbirinden ve dünyadan haberdar olma hissi, küçük gruplar ve yerellik bağlamında öngörebileceğimiz, bireysellikle kolektifliğin iç içe geçtiği toplumsal biçimlerin de gelişmesine neden olabilir.
Koronavirüse karşı korunmada uzmanlar tarafından sürekli önemi vurgulanan fiziksel “mesafe” kavramının veya “mesafe kültürünün” hayatımıza daha belirgin şekilde dâhil olmasının şahidi olacağız. Tabii ki, bizim gibi fiziksel olarak daha yakın mesafeli sosyal ilişkiyi önceleyen kültürel kodlara sahip toplumların insanları için bu durumu deneyimlemesi zor olacaktır. Ama belli bir süre sonra insanlar kendi kişisel sağlıkları ve diğer kişilerin sağlığı için gündelik yaşamda mesafe kültürüne ayak uydurmak zorunda kalabilir. Bu bakımdan özellikle şehirlerde insanlar boş zamanlarını geçirmek için yakın temas ve enfeksiyon kapma olasılığının belirgin şekilde azaldığı park gibi açık kamusal alanları tercih edeceklerini de öngörebiliriz.
Öte yandan bu süre zarfında insanların kendilerini etkileyen bu yeni salgına karşı korunmak için kişisel temizlik ve hijyen standartlarına uyma konusunda en azından bilinçlenme düzeyinde ciddi mesafe kat ettiklerini de söylemek mümkün. Bunun yaygın bir alışkanlık kazanması toplumsal sağlık ve hijyen açısından önemli bir kazanım olacaktır.
Koronavirüs sonrası ülkeler arası sosyo-ekonomik duruşlar ve insanî algıya dair neler söyleyebilirsiniz?
Tarihte görülen her felaket gibi bu salgının da sağladığı avantajları ve dezavantajları ile birlikte değerlendirilmesi gerekir. Bir kere bu salgın tehdidiyle, her şeyden önce insan olduğumuzu ve insanın üstündeki her şeyin sentetik bir ürün olduğu gerçeğini algıladık. En temeldeki insan denilen antropolojik hakikatle karşı karşıya kaldık. Öte yandan bu süreç sağlığın ne kadar önemli olduğu gerçeğini bir kez daha fark etmemizi sağladı. Sağlık, tüm tarih boyunca, dünyanın hiçbir ülkesinde uzun yıllardır bu derecede stratejik bir sektör olarak düşünülmedi ve asıl önemli olan vatandaşların sağlık güvenliği bu süreçte önem kazandı. Bu dönemin ardından ülkeler yalnızca yüksek standartta yaşam, sosyal güvenlik, düşük işsizlik kriterlerinin yanında modern ve esnek bir sağlık sistemine sahip olup olmadıklarına göre tasnif edileceklerdir. Sağlık güvenliğini dikkate almayan bir devlet, topraklarını kaybeden bir devlet kadar çaresiz olacaktır. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde tıp ve bilim alanında hızlı gelişmeler yaşanacağını bugünden kestirebiliyoruz. Aynı zamanda dünya bilim camiasının bu tür zorluklara cevap verme ve bunları aşmak için güçleri ve beyinleri birleştirme konusunda güçlü bir deneyim kazanmıştır.
Salgının ekonomideki tüm sektörler üzerinde çok derin etkiler yaratacağı kesin. Zorunluluklardan dolayı ekonomik faaliyetlerdeki değişimin yönü ve insanların davranış şekilleri pandemi sonrası süreçte yeni ekonomik alanların oluşumuna zemin hazırlayacaktır. Özellikle ekonomistler sağlık alanında yatırımların artmasına paralel, virüsle mücadele eden ekipmanlar, kontrol sistemleri gibi yapay zekâ odaklı iş alanlarına rağbetin artacağını öngörmektedirler. Ayrıca uzmanlar artan korumacı önlemlerin bazı çok uluslu Batılı şirketlerin fabrikalarını kendi ülkelerine kaydırmayı itebileceğini dile getirmekteler. Bu durumun fabrikalarda düşük ücretli mavi yakalı çalışanlara olan ihtiyacı azaltmak için akıllı robotların kullanımını daha önce tahmin edilenden daha hızlı yaygınlaştırabilir.
Karmaşık bir ilişki örgüsüne sahip modern toplumlarda çevresel krizler, dinamik bir biçimde gelişen trans-sistemik ve ulus-ötesi bir nitelik arz ediyor. Ekonomik, politik, sosyo-kültürel ve çevresel sistemler üzerinde önemli etkileri bulunan bu mevcut durum, geri dönüşü olmayan geniş çaplı bir toplumsal değişmeye de zemin hazırlıyor. Bir devletin veya bir uzmanın çabaları bu krizin ortaya çıkarmış olduğu olumsuz sonuçları bertaraf etmeye yetmiyor. Bunun için her türlü sınır ve engeli aşan kapsamlı bir etkileşim ağı gerekiyor.
Bu bağlamda virüs tehdidi dünya genelinde birçok küresel sorunun çözülmesi için önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Bu bağlamda ünlü dil bilimci ve aktivist Noam Chomsky “Koronavirüsün iyi bir yanı, insanları nasıl bir dünya istediğimiz hakkında düşünmeye itmesidir.” söylemi bu tezimizi destekler niteliktedir. Zira bu süreç, dünyada mevcut savaş ve çatışmaların durdurulması, uluslararası anlaşmazlıkları çözebilen etkin bir uluslararası faaliyet mekanizmasının tesisi ve küresel düzeyde risk oluşturan çevre kirliliği gibi birçok olumsuz durumun engellenmesi hedeflerini güçlü bir şekilde gündeme getirebilir. Yine bu süreç gelişmiş ülkelerin eğitim, sağlık, altyapı ve sosyo-ekonomik proje destekleriyle azgelişmiş ülkelerde sürdürülebilir kalkınma çizgisinin yakalanması açısından bir fırsat olarak değerlendirebilir. Bu saikle bu krizin dünya sorunlarının yeniden sorgulanması ve bu sorunlara karşı daha bilinçli bir şekilde yaklaşılması teamülünü geliştireceği düşünülebilir. Nitekim küresel boyuttaki ekolojik ve epidemiyolojik krizlere ulusal düzeyde verilen karşılıkların sadece geçici rahatlamalar sağlayacağı açıkça görülmektedir. Unutmayalım ki yeryüzü, insanların ortak evi! Ortak evimizi hem kendimiz hem de bizden sonraki kuşaklar için yaşanabilir kılmak, beliren bu sorunlara karşı ortak çözümler üretmekten geçiyor. Bu bağlamda Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji kulübü öğrencileriyle birlikte hayata geçirdiğimiz sosyal harekette, dünyanın tüm insanların ortak evi olduğunun vurgulandığı bir video hazırladık. Bu videoda Kanada, İtalya, Polonya, Azerbaycan, Kırgızistan, Endonezya, Brezilya, Suriye, Uganda gibi çeşitli ülkelerden gençler de yer alarak sosyal harekete destek verdiler. Videoda, evimizi hem kendimiz hem de sonraki kuşaklar için daha mutlu, refah, insancıl ve yaşanabilir kılmak adına beliren sorunlar için tüm dünya genelinde ortak çözüm yolları aranmalı mesajı veriliyor. Bu amaçla, “Bir tuğla da sen koy” sloganı ile tüm dünyaya kendi evlerinden seslenerek, dünya sorunları karşısında birlik ve beraberlik çağrısında bulunduk.