Kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Karşılaştığım en zor soru. Bu soruda çok zorlandığımı söyleyebilirim. Aslında uzun yıllar hekim olarak görev yaptım, şimdi hastane yöneticiliği yapıyorum. Eğitim kurumlarımız, film şirketimiz, TÜZDEV (Türkiye Üstün Zekâlı ve Dahi Çocuklar Eğitim Vakfı) var. Bunların yönetimi ile uğraşıyorum kendimi bir ideal uğruna yaşayan insan olarak görmeye, bir dava ehli olmaya çalışıyorum, Allah nasip ederse inşallah bu yolda gayret sarf ediyoruz.
Çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Sıfırdan başladık, babam annem -Allah binlerce rahmet eylesin- bize çizgimizin sağlam olması yönünde eğitim verdiler, dünyaya bakışımızı ve istikametimizi onlardan aldığımı söyleyebilirim ama bunu pekiştiren de Seyyid Ahmet Arvasi Bey oldu. Burada rahmetle anıyorum, benim hayatımda çok büyük bir yeri var, dava şuurunun oluşmasını ona borçluyum, hâlâ ondan feyz alıyorum. Bazı insanlar ölümsüzdür. Onların yetiştirdiği, destek olduğu birtakım insanlar aynı çizgide devam ediyorsa o insanlar hâlâ yaşıyor demektir. Zaten benim ölümsüzlük hadis-i şerifi diye bahsettiğim bir hadis-i şerif var, buna göre öldüğümüz zaman amel defterimiz üç şekilde kapanmaz -bunu çok önemsiyorum- Birincisi bıraktığınız eser insanlara faydalı olduğu sürece siz yaşarsınız. İkincisi ilim sahibi olursunuz, bu ilimden insanlar istifade ettiği sürece siz yaşarsınız. Üçüncüsü de salih evlat sahibi olursanız… Burada kasıt sadece kendi evdeki evlatlarımız değil bence.
Herkesin kendine göre sorumlu olduğu bir evlat sayısı var, ben 6.000’in üzerinde evladım olduğunu söyleyebilirim. Bunların bir kısmı bizim okullarda, bir kısmı vakfımızda. Tabii hayatına çeşitli vesilelerle dokunduğumuz gençlerin bu sayının çok üzerinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü yüzlerce konferans verdim, yüzlerce gençle ilgilendim. O çocuklara bir şey verebilmişsek onlar da bizim salih evladımız gibi onlar yaşadıkça, insanlığa ve Allah yoluna hizmetleri devam ettiği sürece bizim amel defterimiz kapanmayacaktır, onlara yapılacak duadan biz de istifade edeceğiz inşaallah.
Bunları yapmanıza sebep olan itici gücünüzden bahseder misiz?
Bana bir dinamo takmışlar, ben birazcık yorgunluk hissedecek olsam o itici güç beni harekete geçiriyor. O benim davamdır, ideallerimdir. İnsanlar ülküleri nispetinde kimlik sahibidirler, dünyada değer kazanırlar. Özellikle bizim uğraştığımız üstün yetenekli zeki çocuklar mutlaka bir ülkü sahibi olmak zorundalar. Bu çocuklar, bir davayı özümsemezlerse mutlaka sapıtıyorlar ya da hastalanıyorlar. Şizofren oluyorlar veya topluma isyankâr oluyorlar. Bu bakımdan çocuklar çok önemli. Toplumun önderi olabilecek çocuklara sahip çıkmamız gerekiyor. Onlara yüksek değerlerle ilgili ülkü verilirse kendilerini de, milletlerini de uçururlar, bu kapasite onlarda var. Bu çocuklar aynı zamanda adalet duygusu yüksek çocuklardır. Eğer gerçek adaleti vermezseniz onlar kendi adaletlerini oluştururlar ki bu da sapkın bir adalet olur. Bunun çok kötü örnekleri vardır dünya tarihinde. İnsanlığın gerçek saadete nasıl ulaşabileceğini anlatabilmemiz lazım gençlere. Bu anlatımı da çok daha etkin ve çağdaş yöntemlerle ve bugünün teknolojisiyle yapabilmeli, öncelikle gençlerin kalbine hitap edebilmeliyiz. Ben bunların hepsinin, o itici güçle olabileceğini anlatmaya çalışıyorum.
Zaman su gibi akıp giderken gençlik de bi anda elden gidiyor… Tecrübeli bir çınar olarak, gençlere hayata dair neler tavsiye edersiniz, zamanlarını nasıl değerlendirmelerini önerirsiniz, hangi hatalara düşmemek için dikkat edin dersiniz?..
Tavsiye etmeyi çok sevmem ama kendi hayatımdan örneklerle birtakım açıklamalar yapabilirim. Öncelikle gençlerimizin veya onları eğiten eğitimcilerin, çocukların kendilerini keşfi yönünde çaba göstermeleri lazım. Her insanın yaratılışı farklıdır. Ben gençlere onların parmak izi gibi özelleri üzerinden hepimizin birbirinden farklı olarak özel yaratıldığımızı ispatlıyorum. Ayrıca Kur’an’a göre her insan en güzel surette yaratılmıştır. Her insan eğer özel ve en güzel surette yaratılmışsa, bunun bir sorumluluğu olmalı. Bunları düşünmek ve düşündürmek zorundayız. Bu yüzden her genç önce kendini keşfetmek zorunda. Veya bunu eğitimci yapmalı. Genç hangi yeteneklere, zekâ türüne, mizaç türüne sahip, bunu öğrenmek önemli. Bugün gençler kendilerini tanımadıkları için zamanlarını o kadar çok israf ediyorlar ki… Bu yapılmadığı için yanlış planlanan hayatlar pek çok gencin hayatını söndürüyor. Mesela çevrenin etkisiyle tıp fakültesine giden ama tıpla hiç alâkası olmayacak bir mizaca sahip gençler var. Sonunda o kadar emeğin karşılığında “Ben doktor oldum ama bu mesleği sevmiyorum.” diye ticaretle uğraşan veya başka yerlere giden gençler var. Bu her meslek için böyle… İnsanın mesleğini doğru seçmesi, seveceği alanda tahsil yapması ancak insanın kendini keşfetmesi veya öğretmenin talebesini keşfederek yönlendirmesi ile mümkündür. Geleceğe hazırlanan insan yeteneklerini bilmek, tanımak zorunda. “Ben hangi mesleği severek yaparım?” gibi değerlendirmeler yapıp ondan sonra hayata atılması veya hedefler belirlemesi gerekir. Bunu yaparsa hayata artı 50 ile başlar. Gençler; hedeflerini, ideallerini çevreden gelen tesirlerin etkisinde kalmadan yani hipnotize olmadan uyanık bir şekilde belirlemelidir. Ben gençlerin bozulduğu iddiasına katılmıyorum. Bunu asla kabul etmiyorum, burada bozulan birileri varsa onları hakkıyla tanımayan ve yetiştiremeyen bizim nesildir. Onlar bizim eserimiz olacak çünkü. Biz de bizden önceki nesillerin eseriyiz. Bize bakıp bizi yetiştiren neslin kalitesini anlarız. Bu yüzden onların vebalini tamamen kendi üzerimize almak zorundayız. Muhteşem bir kültür ve medeniyetin, muhteşem bir dinin varisleriyiz. Ama bunu yeterince gençlerimize anlatamıyoruz, buna çok üzülüyorum. Bu sadece sözle olmaz, bizzat ona layık yaşantıyla gençlerimize örnek olarak mümkün. Bugün dünyada o kadar saçma sapan düşünceler moda oluyor ki bu muhteşem güzellikler gölgede kalıyor. Bunun suçu bizim nesilde. İlk kitabım “İnsanın Sırrı”nda dünyadaki farklı felsefelerin, bilim anlayışlarının, farklı dinlerin insana bakışını araştırdım ve yazdım. Şöyle aklı başında bir insan baktığında, İslam’ın insana ve kâinata bakışının bunların yanında ne kadar üstün ve kıymetli olduğunu görecektir. Biz bunları anlatamıyoruz, sıkıntı bizde… Ama bir Batılı geliyor, Hazreti Mevlana’nın bir hikâyesini alıyor, dünya çapında bir roman yapıyor Simyacı diye. Diğer yandan “Yüzüklerin Efendisi” filmlerinin senaristi “Ben bu senaryoyu Kur’an’daki Cin Suresi’nden ilham alarak yazdım.” diyor. Biz niye bu zenginliği görmüyoruz, niçin İslam’daki bu güzellikleri bu günün yöntemleri ve bugünün teknolojisi ile anlatamıyoruz?.. Buradan hareketle mümin insanın devamlı aktif olması; medeniyetimizin güzelliklerini, güzel mesajlarını bütün dünyaya sunması lazım. Tabii burada başkalarını tenkitle geçirecek vaktimiz yok. Tasavvufun birinci maddesi kendini tenkitle başlar, “Bütün sıkıntılar kendi nefsimdendir.” der. Yani önce kendimizi inşa etmek zorundayız. Gençlere ise daima olumlu, ümitvâr ve dinamik mesajlar vermeliyiz. Ancak o zaman çevremize ışık veren insanlar haline geliriz ki İslam’ın da bizden istediği tavır budur. İslam’ı en güzel şekilde anlayan ve anlatan, hayatlarıyla, yaşantılarıyla örnek olacak insanlar yetiştirme zaruretimiz var. Sonuçta ebedi hayatımız için çalışmak istiyorsak etrafımızdaki gençlerin irşad edilmesinde aktif rol almamız gerekir.
Şuna inanıyoruz ki kâfir ne kadar güçlü olursa olsun inanan insan daima daha üstündür. Tabii ki üzerine düşeni hakkıyla yaptığı takdirde… Bu şekilde gençlerimizin özgüvenini arttırmamız mümkün. Bazı rivayetlere göre ashabın sayısı 240 bin civarında. Araştırmalar gösteriyor ki Hicaz bölgesinde metfun bulunan sahabe sayısı sadece 40 bin civarında. Bunların geri kalanı nerede? Resulullah’ın vefatından sonra yaşlı-genç demeden sahabelerin pek çoğu dünyaya dağılmış irşad için. Mesela Tarık Bin Ziyad 711 yılında Endülüs’ü fethettiğinde Valensiya’da bir sahabe kabri buluyor ve şaşırıyor, ondan çok önce oralara gelen birileri olmuş. Hepimizin bildiği Eyyüb el Ensari Hazretleri, yaşına bakmadan 80 yaşlarında İstanbul’a gelmiş. Neyle geldi? Uçakla, trenle değil, aşkla geldi, aşkla!.. İşte benim söylediğim dinamo böyle bir şey. Yaşlılık veya başka bahaneleri dinlemiyor.
Benim bir hocam şöyle demişti: “Mümin çaydanlıktaki kaynayan su gibidir, devamlı fokur fokur bir hayat yaşar, hiç durulmaz ve sürekli bir gayesi vardır.” Bir Batılı yazar da diyor ki: “Siz gençlere gemi yapmayı öğretmeyin, onlara uzak denizlerin aşkını verin, onlar donanma yapsın o aşkla, onlar uçar gider, sizin ufak hedeflerinize ihtiyaçları kalmaz.”
Bundan sonraki projeleriniz nelerdir?
Eğitim bizim millet olarak battığımız yer ama tekrar dirildiğimiz yer olmalı aynı zamanda. Eğitimin kendi çok önemli olmakla birlikte; bugün sinema, televizyon, dizi film, bilgisayar oyunları, sosyal medyayı da eğitimin en önemli parçası olarak görüyorum. “Düşmanın silahı ile silahlanınız.” hadisindeki silah günümüzde sadece top, tüfek, bomba değil; buna belki de daha etkin olarak medya, sinema, sosyal medya da dahil olmuş durumda. Bu yüzden maddi gücün yeterli olmadığı bir zamanda hiç tereddüt etmeden sinemaya el attık ve TEKDEN Film’i kurduk. Bunu çok güzel bir örnek olarak ortaya koyabiliriz. Yola halisane çıkarsanız Allah öyle kapılar açıyor ki… Bize de öyle bir kapı açtı, “Diriliş Ertuğrul” gibi dünya çapında başarı sağlayan bir iş verdi. Sonra “Aşkın Yolculuğu Yunus Emre” ve “Hacı Bayram Veli” dizilerine imza attık. Ne kadar şükretsek azdır. Şimdi ise “Fetih Ülküsü Kızılelma” dizisinin yapımcılığını üstlendik… Fatih’in çocukluğunu, nasıl lider olduğunu, nasıl bir dahi ve fatih olduğunu anlattığımız bir dizi film… Sekiz bölümünü çektik, inşallah TRT Dijitalde gösterilecek önümüzdeki aylarda ve devamı da gelecek. Daha yapılacak çok iş var. Bu alan inanan insanlar tarafından büyük oranda ihmal edilmiş, keşke daha çok insan bu alanda kaliteli işlere imza atsa.
Bir taraftan da hastane ve okul işletmelerimiz devam ediyor çok şükür ama film alanında geleceğe dair farklı projelerimiz var. Türkiye’de gençlere yönelik şunu söyleyebilirim, eğer birazcık senaryo kabiliyeti varsa mutlaka bu alanda kendilerini geliştirsinler. Bu alanda hem maddi hem manevi kazanç da oldukça yüksek. Bu alanda işin başlangıcı iyi bir senaryo. Bununla birlikte gençlerin hayal dünyası yok edildiği için farklı düşünmeyi, farklı bakışları kaybediyorlar. Bu da orijinal hikâye yazılamaması gibi bir sonuç doğuruyor. Herkes birbirine benzer işler ortaya koyuyor. Gençlere zaman zaman diyorum ki “Olaylara farklı bakın, farklı düşünün ve böylece hayal dünyanızı geliştirin…” Film sektörüne yapılan yatırımın riski olmakla birlikte, sonucu çok keyifli ve topluma etkisi çok büyük. Bu yüzden sermaye sahiplerinin bu alana yatırım yapmalarını tavsiye ediyorum. Yirmi, otuz sene önceye göre bugün yerli ve millî insanımız maddi yönden daha güçlü bir noktaya geldi. Ama sinema ve medya alanı halen büyük oranda gayrı millî unsurların elinde. Bu hepimiz için bir vebal. Benim tespitlerime göre kapitalist bir iş adamı ile Müslüman iş adamı arasında fark cihaddır. Cihad sadece savaşmak değildir, cihad Allah yolunda hizmet etmek, cehd etmek anlamına gelir. Burada klasik eğitim çok önemli olmakla birlikte sinema, televizyon, dizi film, bilgisayar oyunları vb. ise belki de bugünkü eğitimin zirvesi. Asla ihmal edemeyiz. Bu yüzden kültür ve medeniyet değerlerimizi bugünün yöntemleriyle insanlarımıza anlatmalı ve aynı zamanda dünyaya mesajlarımızı vermeliyiz. İnsanlığın bizim medeniyetimizdeki insanlık anlayışımıza ihtiyacı var. Bu yüzden bu çalışmalarla sadece millî değil, aynı zamanda insanlık hizmeti yaptığımızı söylemeliyim.