Çalışmanızda küfretmek eylemini psiko-sosyal açıdan nelerle ilişkili buldunuz? İnsanlar niçin küfrederler?
İnsanlar en genel ayrımla iki durumda küfre başvuruyorlar; duyguların işlevselliği ve toplumun nedenselliği. Duyguların işlevselliği nazarında küfür, kimi zaman bireyler için herhangi bir duygunun (sevinç, acı, öfke, mutluluk, neşe) dışavurumu iken kimi zaman da bilinmeyen duygunun bizzat kendisi olmaktadır. İlk durumun ifadesi daha açık iken (insanların herhangi bir duyguyu hissettiklerinde küfretmeleri) ikinci durumun (küfrün anlatımın ya da duygunun bizzat kendisi olması meselesi) anlaşılması için bir örnek vermekte fayda var. Sözgelimi araştırmada bir katılımcı, herhangi birisine bir olayı anlatmak isteyip de küfürsüz anlatamayacağı bir ortamda olduğunda anlatmaktan vazgeçtiğini ve olayı hiç anlatmadığından bahsetmişti. Çünkü ona göre o olay ancak küfürle ifade edilebilirdi, küfürden başka olayı tanımlayan bir kelimenin, kelime haznesinde bulunmadığından söz ediyordu. Sanki küfür olmazsa olayın heyecanı, tutkusu, gizemi ve hatta olayın kendisi olmayacakmış/yokmuş gibi düşünüyordu ya da hissediyordu. Ayrıca bu noktada önemli ve dikkat edilmesi gereken husus ise, anlatılmak istenen olayın olumlu ya da olumsuz olmasının fark etmemesine tabi biçimde küfürlü söylemlerin de olumlu ya da olumsuz manada kullanılmasıdır. Söz konusu olay aktarımda kullanılan olumlu ya da olumsuz manaya denk gelen küfürlü söylemler, kendilerinin birer duygu ifadeleri olduğunun göstergesini yansıtmaktadır. Böylece küfür hem duygu aktarımında bir araç hem de bizzat duygunun kendisi olmasından ötürü bireyler tarafından kullanılan söylemler olarak toplumsalda kendisine yer edinmektedir. Neden küfür etme meselesi başka bir boyutta cinsiyete göre de değişimi yansıtıyor? Kadın ve erkek katılımcıların küfür etme nedenleri ve öncelikleri birbirinden farklı. Kadınların işlevsel açıdan küfür kullanmalarının kısa başlıklar halindeki nedenleri dışsal dayatma (baskı ve sinir), istenilen şeyin olmaması, kazanma-kaybetme durumları ve mutluluktur. Erkeklerin işlevsel açıdan küfür kullanma nedenleri ise haksızlığa uğrama, yok sayılma (görülmeme), homojen duygu kullanımı (tüm duygularda kullanma), kendini gösterme/vurgulama, otorite/vurgu/dikkat çekme gösterisi ve genelin iyiliğini sağlamada düzenin sarsılması tehdididir. Küfür etmemizin sebeplerini yansıtan ve ikinci sacayağı konumunda bulunan olgu toplumun nedenselliğiydi. Bu olguyla kastedilmek istenen şey, küfrün anlamının ve üretiminin toplum tarafından oluşturulduğudur. Başka bir deyişle, küfrün anlamı ya da ifade ettiği şeyin ne olduğu meselesi katılımcılara sorulduğunda katılımcılardan alınan geribildirimler aracılığıyla aktarılmak üzere içi boş birer kelimeler olarak toplumun öğrettiği bir şey olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Bu bakış açısıyla bireyler kendilerini pasifize ederken toplumun etkenliğine vurgu yapmaktadır. Böylece küfrün kendilerinden önce toplum tarafından yaratılmış bir olgu olup ötekiler vasıtasıyla yayılmasına binaen kendilerinin dillerinde yer edinen içi boş, alelade, anlamsız söylemler olduğu görüşü temelde küfrün tanımlanmasında kullanılan ikinci görüşü, yani toplumun nedenselliğini temsil etmektedir. Toplumun nedenselliğinde küfürlerin öğrenilerek aktarıldığı ve bireyler için içi boş ve dolayısıyla anlamsız birer sözcükler olduğu düşüncesi katılımcıların ifadelerinden çıkarılabilmektedir. Ancak çalışma sonucunda ortaya çıktığı gibi bireylerin küfür kullanımı hakkında toplum tarafından öğrenilen bir şey olup küfrün herhangi bir anlam ifade etmediği meselesi ile yine onun bir duygu aktarımı olduğu hususu karşılaştırıldığında ortada çelişik bir durumun var olduğu fark edilecektir. Sözgelimi cinsel içerikli küfürlerin birbirini hiç tanımayanlar arasında sarf edilmesinin özellikle erkekler arasında kavga çıkmasına neden olması gibi durumlarda cinsel içerikli küfürlü söylemlerin bireyler için anlamsız söylemler olduğu düşüncesinden bahsetmenin makul olmaması gibi söz konusu önerme de bu örnekleme ile düşmektedir. Fakat bu noktada başka bir düşünce ileriye sürülebilmektedir. Bireylerin aktarımıyla küfürlü söylemlerin öğrenildiği meselesi göz ardı edilmeden sadece küfürlü söylemlerin değil, toplum içinde bu tarz söylemlerin kullanıldığında bağlamın da öğrenildiğini söyleyebilmek mümkündür. Başka bir deyişle, herhangi birinin küfürlü söylem gerçekleştirdiğini gören başka bir bireyin küfreden kişiden sadece küfrü değil, hangi ortamda hangi olaya binaen hangi duygu ile küfür ettiğini ve esasında küfrün olumsuz anlamları imleyen kelimelerden oluştuğunu da öğrendiği meselesi önemli bir noktayı göstermektedir. Dolayısıyla küfrün öğrenilmesi meselesi, içi boş ve anlamsız bir göstergeyi sunmamakta; aksine daha fazla öğrenme nesnelerini olayın içerisine dâhil etmektedir. Duygunun işlevselliği açımlamaları olayın psikolojik boyutuna daha fazla vurgu yaparken toplumun nedenselliği açımlamaları ise sosyolojik faktörlere vurgu yapmaktadır. Ancak her ikisinin derinlerine inildiğinde ikisini de birleştiren ortak tek bir faktör bulunmaktadır; hayatta kalma güdüsü temelli olarak kendilik inşası. Bu meseleyi anlayabilmek için küfür üzerine gerçekleştirilen yabancı literatürdeki deneysel çalışmalara göz atmak yeterlidir. Zira yabancı literatürde yapılan deneysel çalışmalarda küfrün katartik rolü tespit edilmiştir. Yapılan araştırmalara göre anlamsız kelimelerden ziyade küfür, dayanıklılık gücünü artırıyor ve bireyleri rahatlatıyor. Benim çalışmam ise bu meselenin nedeninin ne olduğunu görebilmek için devreye giriyor. Neden anlamsız bir kelimeyle kendimizi ifade ettiğimizde bu rahatlama ya da dayanıklılık mevzusu gerçekleşmiyor da küfrettiğimizde gerçekleşiyor? Bu soru beni küfrün anlamını, bireyler nazarındaki anlamını ve neyi yansıttığını bulmaya, anlamaya çalışmaya yönlendirdi. Nitekim katılımcılardan birinin söylemleri temelde küfrün kendilik göstergesi ve gücüyle nasıl bağlantılı olduğunu gösteriyor. Katılımcı küfrettiğinde tıpkı su içtikten sonra nasıl hissediyorsak aynı şeyi hissettiğini aktarmıştı. Su içen bireyin giderilen ihtiyacı ile küfür eden birinin giderilen ihtiyacını denk tutuyordu. Peki ne ihtiyacı bu? Su içmenin fizyolojik ihtiyacı giderme aracı olduğu veya su içmenin fizyolojik ihtiyacı giderme gibi bir işlevinin olması düşünüldüğünde söz konusu ihtiyaç giderildiğinde fizyolojik tamamlanma ya da tam olma hali tamamlanmaktadır. Küfürlü söylemleri kullanmanın akabinde oluşan hissiyatı su içmeden sonra oluşan hissiyata benzeten katılımcıdan hareketle esasında tıpkı su içmenin ardından meydana gelen fizyolojik tamamlanma olgusu gibi küfürlü söylemlerin ardından meydana gelen kendilik tamamlanması olgusunun zuhur ettiğini söyleyebilmek mümkündür. Böylece hem söylem vurgulanmış olacak hem de söylemi söyleyenin kendiliği gösterilerek kendiliği vurgulama ve gösterme yahut da otorite figürü olarak sahneye çıkma meselesi gerçekleştirilmiş olacaktır. Dolayısıyla ister duygu ister toplum kökenli olsun neden küfrettiğimiz meselesi psiko-sosyal boyutta hem bireysel hem de toplumsal hayatta kalma güdülerimize bağlı olarak kendilik inşası sürecinde kendisini gösterir.
Sizce küfretme eylemini hayata geçiren katalizör unsurlar nelerdir? Sosyal olarak hangi zeminlerde küfür yaygınlık kazanıyor?
Günümüzde katalizör toplumun/toplumsal alanların bizzat kendisi. Küfrün ya da daha doğru bir ifadeyle bugün küfür diye adlandırdığımız kelimelerin küfür olarak adlandırıldığı ve olumsuz manada kullanılmaya, etiketlenmeye başlandığı zamana döndüğümüzde katalizör, birey-birey ya da birey-nesne ilişkisinden ötürü bireyin eyleyebilme kapasitesi ya da küfrü üretme eylemi iken günümüzde ise yerleşikleşmiş haldir. Bizden bağımsız dışarıda konumlanan nesne veya canlılarla girmiş olduğumuz etkileşimler sonucunda hayatta kalma güdümüzü olumlu ya da olumsuz yönde etkilemesine tabi olarak söz konusu nesnelere/canlılara ne anlam atfettiğimizi ve ona karşı nasıl tepkilerde bulunduğumuzu anlayabilmek meselenin ilk adımı. Böylece inşa sürecinde öncelikle, karşılaşma olayından sonra hayatta kalma güdüsünün işine yarayacak şekilde verilen duygu ve duygusal tepkiler yer alıyor. Akabinde duygunun dışavurumu olarak söylem. Sırasıyla karşılaşmadan doğan duygu, görünene yüklenen duygu kaynaklı anlam ve en nihayetinde söylem nesnelerle olan ilişkilerimizi ortaya çıkaran ve onları var kılan araçlardır. Duygu, söylem ve görme biçimlerinin zuhur etmesini sağlayan en temel araçsa beyin varlığı ve onun işleyiş mekanizması/donanımı olmaktadır. Tüm bu araçlarla esas anlatmak istediğim şey ise tarih boyunca kendi varlığımızı korumak ve var kılmak için bir kere ve ilk kez karşılaşma anında hayatta kalma güdümüze bağlı olarak ürettiğimiz eylemin yahut anlamın zamanla ötekiler tarafından görünerek uygulanması ve devam ettirilmesinin (böylece eylem olan hareket artık edim olmakta, başka bir deyişle pasifleşmekte ve öylece aktarılan bir konuma gelmektedir, benzer şekilde insan canlısı da etkenden edilgenliğe, insan olandan birey-beden- olana geçiş sağlamaktadır) sonucu olarak görünenin uygulandığı bir dünya varlığının doğmuş olmasıdır. Göstergesel toplumsallaşma biçimi olarak adlandırdığım bu toplumsallaşma arenasında yer alan bizler, küfürlü söylemleri de bu şekilde öğrenerek aktarıyoruz.
Sınıf, cinsiyet ve yaş açısından farklılıklar var mı? Toplumsal açıdan küfre anlamsal olarak yüklenen algı nedir? Bu gerçekliğin sosyal inşası nasıl olmaktadır? En azından erkeklerde farklı bir mekanizma var mı? Neden cinsel içerikli küfür söylemi çok yaygın?
Sınıf açısından farklılığın olup olmadığını konuşmak benim tezimin örneklemi bağlamında çok kısıtlı ancak yine de bir fikir verebiliyor. Günümüzde artık küfür sınıflar arasında çok yaygın. Zira ona erişim daha önceden de bahsettiğim üzere çeşitli sosyal arenalar aracılığıyla yaygınlaştı ve yaygınlaşmanın esas faktörü öğrenilen duygusal bağlamlarla ilintili. Zira en nihayetinde insan öğrenen duygusal bir varlık. Dışarıdan ötekiler tarafından duyulan küfürler sadece söylemsel olarak değil, neye binaen söylendiğinin bağlamı da duygusal manada öğreniliyor. Dolayısıyla küfür, günümüzde ona erişimin kolaylaşmasına tabi biçimde ifade aktarımı olarak tüm sınıflara mensup bireyler tarafından kullanılmaktadır. Araştırmamdaki katılımcı profillerine bakıldığında veriler bu durumu destekliyor. Öte yandan yine zaten daha önce belirttiğim gibi küfür kendilik meselesi ile özdeşleştirildiği için ve insan varlığının ontolojisi sınıfsız bir varlığı imlemesinden ötürü küfür kendilik aracı olarak kullanılmaktadır. Araştırma sonucunda beni şaşırtan ve beklemediğim diğer bir çıktı ise eğitimle alakalı bir durumdu. Evet yaşa göre kullanım anlamları değişiyor ancak ben bu yaş faktöründeki farklılığın eğitimle birlikte şekillendiğini düşünüyorum. Zira her ne kadar yabancı literatüründe yaş arttıkça küfür kullanımının azaldığı biyolojik nedenlerden ötürü tespit edilse de aslında küfür kullanımı biyolojiye içkin olarak kültürel de bir olgu. Ülkemizde gün içinde yaşadığımız yere dikkatle bir göz atsak belirli yerlerde yaş artmış olsa dahi gündelik hayatta küfürlü söylemler yaşlı bireyler tarafından kullanılarak hayatı ifade etme aracı olabiliyor. Nitekim daha araştırmamın başındayken her nereye gidersem gideyim algıda seçicilikle otomatik olarak küfürlü söylemleri yoğunlukla fark ediyordum. Bir gün İstanbul’un eski mahallelerinden olan Lonca’ya başka bir araştırmam vasıtasıyla gittiğimde ve orada birkaç günümü geçirdiğimde insanların (yaşı oldukça büyük) sokakta rahatça yürürken sinirlendiği şeylere küfrettiğini gözlemlemiştim. Küfür aslında yaşam tarzı olarak da anlam farklılaşmasını yansıtıyor. Yaptığım çalışmanın değişkenleri bazında daha da derinleştirilebilecek bir konu. Benimkisi giriş mahiyetinde bir çalışma. Araştırma ortaya çıktığında konunun daha da genişletilebileceğini gördüm. Zira tezde de tartıştığım üzere gündelik hayatta yaratılan gerçeklikler kadar gerçeklikler var. Dolayısıyla ne kadar kurgusal gerçeklik varsa o kadar küfrün görünen yüzü bulunuyor. Burası ayrı bir tartışmaya doğru gittiği için pek fazla uzun tutmak istemiyorum ancak küfür kullanımı çeşitli değişkenlerin iç içe geçmesine bağlı biçimde gündelik hayatta muhtelif anlamlarda yerini alıyor. Diğer konuya dönecek olursak araştırmada eğitim düzeyini bilinçli bir şekilde üniversite ve üzeri olarak belirlemiştim. Sonuçlara göre lisanstan yüksek lisans ve doktoraya doğru çizgisel biçimde giden akışta küfür kullanımı hakkındaki düşünceler de paralellik göstererek eğitim düzeyi arttıkça mantığa büründürme meselesi de artmaktaydı. Küfrün kullanımının yanlış olduğunu düşünme ama alışkanlık ve bir duygu ifadesi- duygunun bizzat kendisi- olduğu için kullanımından vazgeçememe ifadelerinden (genelde lisans öğrencileri) küfrün anlamının kaydığı ve olumsuz bir anlam teşkil etmekten ziyade yakınlık göstergesi olduğu düşüncesine (yüksek lisans ve doktora öğrencileri) doğru hem anlam kayması hem de mantığa büründürme hususunun mevcudiyeti ortaya çıktı. Özellikle erkek katılımcılarda mantığa büründürme meselesi daha fazlaydı. Bir doktora öğrencisi olan erkek katılımcının, küfürlü söylemleri artık olumlu duygu durumlarında, bir başarıyı kutlama veya tebrik etme meselesinde ve hatta yakın olduğu arkadaşına isim olarak seslenmede dahi kullanıldığını/kullandığını ifade ettiği bir söylemi vardı. Bu söylemin devamında da küfrün özel isimlerin yerini aldığını, yani zamirleştiğini, arkadaşlara hitap etme biçimi olduğunu eklemişti. Böylece artık küfür onun nazarında ya da çevresinde bir yakınlığın ve olumluluğun sembolüydü. Buradaki mantığa büründürme bağıntısı ise şurada görülebilir: Küfürlü söylemlerin aktardığı iki anlam ve atıf mevcuttur. Birisi söyleyenin kendisine güç atfederken diğer anlam veya atıf ise söylenilen pasifliğinedir. Dolayısıyla burada bireyin kendiliğine ve kendilik gücüne bir atıf durumu söz konusudur. Katılımcı burada bir başarıyı tebrik ederken bu söylemleri kullanarak tebrik ettiği kişinin de esasında gücüne ve kendiliğine atıfta bulunarak olumsuz gibi görünen söylemin bir anda olumlu bir manaya evrildiği aktarmaya çalışmaktadır. Ya da birisine adı yerine küfürle hitap etmesi o kişiyi yine küfrün yansıtmış olduğu güç anlamı yerine geçirmektedir. Böylece küfür artık göstermiş olduğu ikili anlamlardan birisine yoğunlaşarak (pasiflik ve etkenlik arasından etkenliğe) kullanıldığı bağlam nazarında olumlu bir söyleme dönüşmektedir. Fakat bu meselenin devamı bulunmaktadır. Her ne kadar katılımcılar küfre olumlu anlamlar yükleyerek mantığa büründürme meselesi varmış gibi görünse de temelde olan şey sadece bir perdeden ibarettir. Zira bu söylemleri sarf eden katılımcılara “Peki tanımadığınız birisi size küfrettiğinde ne yaparsınız?” sorusu yöneltiğinde kavga çıkar cevaplarının çoğunluk konumunda olması küfrün hem olumlu hem de olumsuz anlamının aynı anda kabul edilmesi meselesini tartışmamıza dahil etmektedir. Tıpta bir hastalığa verilen isimden alınan “Karşılıklı çelişkide muafiyet” tanımlaması bu meseleyi çok iyi biçimde açıklamaktadır. “Karşılıklı çelişkide muafiyet” bir kişinin birbirine zıt iki olayı anda kabul etmesi meselesidir. Sözgelimi birinin hem öldüğünü kabullenip hem de ölen kişiyi gördüğünü ve onunla görüştüğünü iddia etmesi gibi. Küfür meselesinde de bireyler, küfrü hem olumlu hem de olumsuz manada aynı anda kabul etmektedirler. Son olarak küfür kullanımının anlamsal açıdan farklılaştığı cinsiyete göre de değişim gösteriyor.
Kadının küfretmesinin psiko-sosyal temelleri farklı mıdır?
Evet kadınların cinsel içerikli küfürlü söylemleri kullanmasının arka planında bulunan psiko-sosyal temeller erkeklerden farklı. Cinsel içerikli küfürlü söylemlerin çoğunun kadın bedenine ve varlığına yönelik olumsuz bir anlam sergilediğini hepimiz biliyoruz. Peki bu olumsuzlamaya rağmen günümüzde kadın erkek fark etmeksizin küfürlü söylemlerin kullanılmasına binaen kadın/lar kendi varlıklarını imleyen bu tarz söylemleri neden kullanıyor? Kullanım biçimlerine odaklanıldığında ilk bakışta erkeklerin kendi varlıklarını yücelten ve kendilerine güç atfeden bu tarz söylemleri kullanmış olmaları bağlamsal açıdan herhangi bir mantıksızlığa tekabül etmediği için erkeklerin küfür kullanımı ontolojilerine yüklenen anlamlarla çelişmemektedir. Oysa kadınların ontolojilerine yüklenen anlamlarla söz konusu küfürlü söylemleri kullanmaları mantıksal açıdan çelişim göstermektedir. Bu çelişkinin neden kaynaklandığını öğrenme gayesiyle yöneltilen sorulara verilen açıklamalarla kadınların “benlik bölünmesi/erimesi” içerisinde olduğu tespit edilmiştir. Kadınların çoğunluğu toplumsal arenanın yine çoğunluğunda olduğu ve yayılım göstermeye başladığı “erkekler yaparsa biz de yaparız” düşüncesine tabidir. Aslında anlamsal açıdan kendi varlığını –kadın varlığının kendisini- öteki (erkek) üzerinden kurmaya denk gelen bu söylemin tehlikesinin bir çıktısı olarak küfürlü söylemlerin kadınlar tarafından kullanıldığını ifade etmek mümkündür. Zira araştırma sonuçlarına göre kadınların çoğunluğu “erkekler söylerse biz de söyleyebiliriz”, “erkek söylediğinde normal karşılanıyorsa biz de söylediğimizde normal karşılanması gerekiyor” gibi söylemlerde bulundu. Hatta bir katılımcının görüşme esnasından hemen önce başına gelen böyle bir düşünceye kanıt niteliğinde olan olayı aktardığını da hatırlıyorum. Katılımcı telefonda arkadaşıyla konuşurken sesli biçimde küfrettiğini ve önünden geçen bir adamın ona tuhaf gözlerle baktığını aktarıyordu. Bu olayı anlatarak kendisinin yerinde bir erkek olsaydı –küfrü eden bir erkek olsaydı- adamın ona o gözlerle bakmayacağını söylüyordu. Kadınların tam da bu yaşanan olaylardan etkilenerek söylemin içeriğine dikkat edilmeksizin küfürlü söylemleri “eşitlik” görünümünü kazanabilmek adına sergilediklerini söyleyebilmek mümkündür. Fakat aynı zamanda toplumun öteki arenalarında erkeklerin kendilerine bu küfürlü söylemleri yöneltmelerinden ve kendilerinden bağımsız erkeklerin küfür kullanımından rahatsız olduklarını da belirtiyorlardı. “Erkekler bu küfürleri kullanmasın ama biz kadınlar kendi aramızda edebilelim” minvalinde pek çok söylemle karşı karşıya kaldım. Bu söylemler insanı şu soruya yönlendiriyor: Kadınlar bu küfürleri erkeklerden duymadıklarında ve sadece kendileri kullandıklarında söz konusu küfürlerin anlamları değişiyor mu? Cevap hepimiz için oldukça açık; hayır değişmiyor. Peki o zaman ne değişiyor? Yani kadınların bu söylemi ifade etmelerini sağlayan değişim nedir? Bu sorular ise bizi araştırma sonucunda kadınların “benlik bölünmesi/erimesi” içerisinde olduğu çıktısına götürüyor. Kadınlar, kimlik çatışması arenasında benliklerini hâlâ kurmaya çalışıyorlar, kimi zaman olumsuz görünen olgularla kimi zamansa olumlu. Küfürlü söylemler olumsuz araçlardan yalnızca birisi kadınlar için. Kadın ve erkekler için kurulamayan benliklerin birer inşa sembolü küfürlü söylemler. Erkekler varlıklarını ve güçlerini toplumsal arenada kurmak ve göstermek için, kadınlar ise varlıklarını erkekler üzerinden tanımlayarak onlarla “eşit” konumda yer alıp aynı muameleyi görebilme talebinden ötürü küfürlü söylemleri kullanıyorlar.
Sonuç olarak küfretmenin ilkellik boyutuyla ilgili neler söylenebilir? Bu ilkelliği değerlendirirken “İrade mümkün mü yoksa sosyal gen devamı mı?” şeklinde bir sorgulamanız da var. Neler söylemek istersiniz?
Tezin başlığında yer alan ilkellik göstergesel toplumsallaşma biçimiyle yakından ilintili bir kavramı temsil etmektedir. Zira tezimde kullandığım anlamıyla ilkellik, herhangi bir olay veya olgu/nesne karşısında öteki eyleme biçimlerinin olabileceğini düşünmeden önceden görünen dünyada kendisine yer edinmiş edim kalıplarının sergilenmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha basit bir ifadeyle, ilkellik de görünenin uygulandığı edimlerdir. Pasif bireyi imlemektedir.
Ayrıca bu sorunun cevabının zamansal bir başlangıcı var. Günümüzden cevap verildiğinde sosyal gen, maruz kalarak öğrendiğimiz şeyler toplamı aslında, küfür de bunlardan birisi. Kendi kısıtlı yaşamsal arenamızda görerek uyguladığımız ve uygulamaya devam ettirdiğimiz davranışları imliyor. Ama artık günümüzde kısıtlı çevre mi kaldı? Sosyal medya, internet sayesinde çok fazla şeye ulaşabiliyoruz da denilebilir fakat söz konusu bahsedilen tüm bu alanlar da birer çevre ve özellikle bireylere öteki görünümünün görünmesini sağlayan müthiş ortamlar. Dolayısıyla birey, muhtelif sayıdaki öteki ile karşılaşarak onlar gibi olmaya çalışmaya daha yatkın hale geliyor. Nitekim küfür açısından diziler ve pornografinin sergilendiği her alan böyle bir durum için elverişli ortamlar. Öte yandan bu soru henüz ortada böyle bir şeyin olmadığı zamanlarda (küfürlü söylemlerin olmadığı ve olsa bile bu söylemlere “küfür” adı verilmediği zamanlar) sorulsaydı küfürlü söylemler üretilen bir şeydi. Yani günümüz bireyleri açısından maruz kalınarak öğrenilen bir küfür söz konusu iken küfrün ilk oluşum evresi düşünüldüğünde henüz bireyler üretim aşamasında olduğu için bile isteye düşünülen ve aktarılan bir durum söz konusu. İlk evreden ikinci evreye geçişi sağlayan şeye sosyal gen diyorum. Herhangi bir ilk olayla karşılaşıldığında verilen tepki sonsuz olasılıklar arasından seçilen ve isteyerek -hayatta kalma güdüsüne tabi olarak- yapılan rastgele ve bilinçli bir eylem iken aynı olayın tekrarlanması durumunda ötekilerin önceden gördükleri eylemi tekrarlayarak tepki vermesi ise eylemi edimleştirerek öğrenilen pasif bir harekete dönüştürmektedir. İşte sosyal gen bu öğrenilmiş edimin ve pasif hareketin bizzat kendisidir. Böylece günümüzden cevapladığımızda küfür ne bile isteye öğrendiğimiz bir şey ne de farkında olmadan öğrendiğimiz bir şeydir. Küfür maruz kalarak öğrendiğimizdir. Zira öğrenirken sadece küfür değil; bağlamı, olayın geçtiği sahneyi, duyguyu, düşünceyi, hangi etkiye hangi tepkinin verildiğini de öğreniyoruz. Başka bir deyişle, hem olayları hem de söylemleri etiketliyoruz. Sözgelimi karşıdan karşıya geçmemesi gerektiği halde geçen birisine arabanın içinden birisinin küfrettiği bir sahne düşünelim. Bu olaya dışarıdan şahit olan birisi sırasıyla şunları öğrenecektir: “Karşıdan karşıya geçen birisi yanlı bir hareket yaptı, arabayı kullanan kişi sinirlendi ve bir söylemde bulundu, sinirlendiği için söylemde bulunduğu söz de olumsuz bir manaya geliyor olmalı.” diyerek en nihayetinde de küfürlü söylemlerin olumsuz bir anlamı yansıttığını ve genelde sinirlenildiğinde bu tarz söylemlerin kullanılabilir olduğunu alımlayacaktır. Dışarıdan gören bu kişi artık olaydaki duygu, düşünce ve söylemleri etiketleyerek öğrenmiş olduğu tüm bilgileri bir sonraki yaşadığı benzer veya farklı olaylarda uygulamak üzere kaydetmiş olacaktır. Tüm bu olayın tek bir kişi tarafından değil, gören herkes tarafından uygulanmaya ve yayılmaya başlamasıyla sosyal gen aktarım mekanizması işlemeye başlamaktadır. Ancak bu küfrün maruz kalınarak öğrenilmesi bireylerin onu pasif bir biçimde farkında olmadan devam ettirdiği anlamına gelmemektedir. Görerek öğreniyoruz fakat seçimlerimiz yine bize ait. Yoksa bu noktada küfür etmeyen bireyleri nasıl açıklayacağız? “Madem herkes küfür duyuyor, öğreniyor; o zaman neden herkes aynı olaylarda, aynı duygu durumlarında küfretmiyor?” soruları doğabilir. Bu ayrımı açıklayabilmek için tezimde beynin işleyiş mekanizması temelinde iki ayrı toplumsallaşma biçiminden bahsetmiştim; göstergesel toplumsallaşma ve ahlaki toplumsallaşma biçimi. Kısaca çok detaya girmeden aktarmam gerekirse göstergesel toplumsallaşma biçimi bireylerin gördüklerini doğrudan alımlayıp duygu temelli hareket ettikleri toplumsallaşma biçimi (göstergesel toplumsallaşma) iken ikincisi ise beynin bilinçli kısmını temsil eden prefrontal korteks temelli gördüğü tüm şeyleri kıyas yaparak empatiden hareketle bir çıkarımda bulunup ona göre hareket edilen toplumsallaşma biçimidir (ahlaki toplumsallaşma). Küfür edenler ilk kategoriye dahil edilebilirken etmeyenleri ise ikinci kategoriye yerleştiriyorum ben, ki bu kategoride yer alanların sayısının az olduğunu düşünüyorum. Ayrıca bu mesele ya da ayrım sadece küfür üzerinden gerçekleştirilebilecek bir ayrım değil, gündelik hayatta davranış biçimlerimizi gözlemlediğimizde pek çoğunda bu ayrıma gidebilmek mümkündür. Zira her gün birbirinin tekrarı gibi geçen bir bireyin hayatını (sadece görerek öğrendiklerini sürdüren) göstergesel toplumsallaşma biçimine yerleştirmek yanlış olmayacaktır. Sonuç olarak konuyu tekrar toparladığımızda maruz kalarak öğrendiğimiz (sosyal gen) küfürleri öğrendiğimiz bağlamlardan kaynaklı olarak bilinçli bir şekilde yeniden dolaşıma sokuyoruz.