İmtihanı Okuyabilmek / Psikolojik Danışman Safinaz Çetin

Âlemlere rahmet olarak gönderilen önderimiz, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v), kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce, belli zamanlarda Nur Dağı’nda bulunan Hira Mağarası’na çıkıp insanlardan uzaklaşır; burada zamanını tefekkür, zikir ve ibadetle geçirirdi. İnsanların yanlış inançları ve bozuk ölçüleri içinde bunalıp nefes almak ve huzur bulmak isterdi. Bir Kadir gecesinde vahiy meleği Cebrail (a.s) peygamberimize, “Oku!” diye hitap etti. Efendimiz (s.a.v), “Ben okuma bilmem.” dedi. Cebrail (a.s) peygamberimizi kucaklayıp sıktı ve bıraktı. “Oku!” dedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v) tekrar okumayı bilmediğini söyledi. Melek, peygamberimizi kucaklayıp sıktı ve bıraktı. Cebrail (a.s) “Oku!” emrini tekrarlayınca Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Ne okuyayım?” diye sordu. Bunun üzerine Cebrail (a.s), “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir.” (Alak, 96/1-5) ayetleri ile hem peygamberlik vazifesini bildirmiş hem de insanlığa Allah’ın “Oku” emrini indirmiştir.
Allahu Teâlâ, peygamberine gönderdiği ilk ayet olan “Oku!” emri ile neyi kastetmiştir? Asırlar sonrasında bile tüm insanlığa hitap eden ve hiçbir zaman güncelliğinden, geçerliliğinden zerre eksilmeyen mucizevi kitabımız “Oku” emriyle bize hangi mesajları vermek istemektedir?
Okumak kelimesi sadece kuru bir okumayı değil; okuduğunu anlamayı, hayata uygulamayı, davranış, duygu ve düşüncede bir değişimi de kapsamaktadır. Zaten bu şekilde olmayan okuma da zaman kaybından başka bir şey değildir. Okumak denince herkesin aklına bir kitabı, dergiyi, gazeteyi okumak gelmektedir. Allah’ın bizden istediği okuma ise kendisini tanıma, bilme amacıyla olan, kâinatı ve yaratılan her şeyi okuyabilmektir. Allah’ın ilmini, yüceliğini, kudretini, merhametini, büyüklüğünü, tekliğini ve birliğini yani tevhidini anlama; koyduğu düzenin muhteşem ve kusursuz işleyişine şahit olma, Allah’ın emir ve yasaklarına uyma, O’na dost olma yolunda çabalama ve sürekli imtihan bilincinde olma, Allah’ın bizden istediği bir okumadır.
İnsanın dünyaya gönderiliş ve imtihan ediliş mantığı da bu değil midir? Yüce Allah’ı tanımak, O’na kulluk yapmak, Allah’a dost olmak için gayret etmek ve sonsuz cennet hayatında cemalini seyretme şerefine ulaşabilmek… Madem dünyaya gelme amacımız bu, o halde bizim iyi birer okuyucu olmamız gerekir ki zorluk, hastalık ve sıkıntılarla dolu olan bu dünya hayatını iyi değerlendirip ahireti kazanabilelim.
İnsan her an imtihan edilmektedir. Bazen bunun farkında olur, bazen de dünyanın işleri ve koşuşturmacası içinde gaflete düşüp unutabilir. Evet, insan unutan bir varlıktır; bu nedenle imtihan bilincinde olabilmesi için kendini sürekli diri tutacak, kendisine dünyanın geçiciliğini, imtihanı ve ahiretin varlığını hatırlatacak işlerle meşgul olmalıdır.
Aslında başımıza gelen olumsuzluklar, kaza, bela ve hastalıklarla Allah’ın bize kendisini sürekli hatırlattığını okuyabilmemiz gerekiyor. Allah (hâşâ) merhametsiz mi ki kullarının acı çekmesini istesin! Rabbimiz bizi yaratan ve bizi bizden daha iyi bilendir. Yaratmış olduğu nefslerin yapısını, nasıl terbiye edileceğini, ruhun ilacının ne olduğunu bilip kullarına ona göre şifalar göndermektedir. Bir hastalığımız olsa ve doktora gitsek, doktor hastalığımıza uygun bir ilaç verir. İlaç acı da olsa iyileşmek için kullanırız. Doktora “Sen bana nasıl bu acı ilacı verirsin, merhametsizsin. Ben bu ilacı kullanmayacağım.” diyebilir miyiz? Asla! Çünkü iyileşmek için o ilaca ihtiyacımız olduğunu biliriz.
Bir demir ustası düşünün. Usta, demiri yüksek ısıda eritir, soğuk suyla buluşturur, çekiçle döver. Demir, birçok zorlu aşamadan geçtikten sonra işe yarayan bir alete dönüşür.
Üzerinde yaşadığımız toprağa bakalım. Toprak çapalanır, sürülür, alt üst edilir. Yağmur görür, güneşte kavrulur. Sonucunda ise bağrında nice güzel meyveler, sebzeler ve türlü türlü çiçekler yetiştirir. Yeşermek, ağaç olmak, meyve vermek istiyorsa insan, sürülmeye sabretmeli; Allah’tan gelene razı olmalıdır.
“Sana gelen iyilik, Allah’tandır. Başına gelen kötülük de nefsindendir…” (Nisa, 4/79) ayetine baktığımızda, başımıza gelen tüm iyilik ve güzellikler Rabbimizin bize ihsanı ve lütfudur. Başımıza gelen bela, musibet ve kötülükler ise bizim hatalarımızdan kaynaklıdır. Buna rağmen Rabbimizin, hatalarımızdan kaynaklanan zorlu imtihanlarda da yanımızda olduğunu, bizden yüz çevirmediğini ve bu musibeti bizim kazançlı çıkacağımız şekilde sonuçlandırdığını görünce O’nun merhametinin ve şefkatinin ne kadar büyük olduğunu bir kez daha anlıyoruz.
Üniversite sınavına hazırlandığım sene, sınıfta Zehra isimli bir arkadaş vardı. Öğretmen, tüm sınıfa aynı yaprak testi dağıtırken Zehra’ya daha zor soruların olduğu yaprak test verirdi. İçimizden hiçbir zaman öğretmenin Zehra’yı sevmediği, öğretmenin merhametsiz olduğu düşünceleri geçmezdi. Bilirdik ki Zehra’nın kapasitesi daha yüksekti ve öğretmen de bu yüzden Zehra ile daha çok ilgilenirdi. Öğretmenin Zehra ile ilgilenmesini, ona daha zor test vermesinden ve daha fazla soru çözme hedefi koymasından anlardık. Bize günde 500 soru çözme hedefi verilirken Zehra bunun neredeyse iki katı kadar hedefi tamamlaması gerekirdi. Tercih sonuçları açıklandıktan sonra Zehra’nın iyi bir üniversitede iyi bir bölüm kazandığı haberini almıştık. Neden öğretmenimiz bizi de daha zor sorularla ve daha fazla çalışma hedefiyle sınava hazırlamamıştı? Çünkü Zehra’nın hedefi büyüktü ve hayatını da bu hedefe göre dizayn etmişti. Öğretmen de Zehra’nın kapasitesini bildiği için onu bu yolda daha da zorlamıştı. Belki bize aynı soruları verse bocalayacaktık, başarısız hissedecek ve var olan kapasitemizi de boşa harcayacaktık… Öğretmenimiz bizi iyi tanıyordu.
Allah da kulunu en iyi tanıyandır. Hedefimizi yüksek tutuyorsak, Allah’ın dostluğuna talip oluyorsak elbette daha zor sorularla imtihan edileceğiz. Bunun bilincinde olmalıyız. Yatarak üniversite kazanılmıyorsa sonsuz cennet hayatını sıkıntı yaşamadan kazanamayacağımızı bilmeliyiz! İmtihan şuurunu yakalayabilmek için Kur’an’a, sünnete sarılmalıyız. İmtihanla ilgili Kur’an’da geçen ayetlere kulak verelim ve doğru okuyalım.
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara,2/155)
“Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz.’ derler.” (Bakara,2/156)
“Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer deneme aracıdır. Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Enfal,8/28)
“Mallarınız ve çocuklarınız ancak birer imtihandır; Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.” (Teğabün,64/15)
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve onunla beraber mü’minler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.” (Bakara,2/214)
Sadece hastalık ve musibetlere sabretme değil; Allah’ın lütfettiği güzelliklerin şükrünü yapabilme, O’nun verdiklerinden memnun olma ve her şeyi yine Allah yolunda kullanabilme de imtihan mantığını kavramak ve doğru bir okuma yapmaktır. Allah’tan ne gelirse rıza gösterme psikolojisi içinde olmalıyız. Bizim şer bildiklerimizde bir hayır, hayır bildiklerimizde de şer olabilir. Her şeyde bir hikmet yaratan Rabbimiz, olayları doğru okuyabilmemizi, imtihana sabredip kazananlardan olmamızı nasip etsin ve bizi talip olduğumuz dostluğu ile şereflendirsin. Âmin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.