İman sözlük anlamı olarak tasdik etmek, doğrulamak, inanmaktır. Bir başka değişle, bir şeyi gönül huzuru ile benimsemek, ona içten ve yürekten inanmaktır. İslam’a göre iman; Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Yüce Allah’tan (c.c.) getirdiklerinin doğru olduğunu kabul edip onlara gönülden inanmaktır. İmanın esasları Allah’ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe inanmakdır; kadere, yani hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna da inanmak olarak bildirilmiştir. (Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1) İman tüm bu esaslarla birlikte, Kur’an-ı Kerim’de bildirilen her şeye itirazsız teslim olmak, kalben tasdik etmek, dil ile ikrar etmek ve amel etmektir. Ve yine dinden olduğu kesin bir biçimde kanıtlanan itikadî, amelî ve ahlaki hükümlere inanmakta mümin olmanın şartlarıdır. İman konusu hadis kaynaklarında çok geniş bir şekilde yer almıştır.
“Sizden biriniz beni annesinden-babasından, çoluk-çocuğunuzdan ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olamaz.” (Buhari, Sahih, İman, 2/8 (I;9))
“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”(Buhârî, Îmân 7)
“Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!” (Buhârî, Nikâh 80)
“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78)
“Üç özellik vardır; bunlar kimde bulunursa o, imanın tadını tadar: Allah ve Resûlünü, (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek. Sevdiğini Allah için sevmek. Allah kendisini küfür bataklığından kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi, ateşe atılmak gibi çirkin ve tehlikeli görmek.” (Buhârî, Îmân 9)
İmanla ilgili ayet ve hadislere baktığımızda; iman edeceğimiz esaslar, müminde olması gereken vasıflar ve imanın amelle olan münasebeti olarak üç mühim konudan bahsedildiğinin altını çizmek istiyorum. Yani kalbi duruşumuz, bizlerde oluşması gereken güzel ahlak ve müminde olması gereken aksiyon hali, sosyallik, doğru iletişim vs… Tüm bunlar birbiriyle bağlantılı, her biri birbirinden önemli dikkat ve gayret etmemiz gereken konulardır. Bizler için teyakkuz halinde olmamız gerektiren kalbî duruşumuza, amelimize ve hayatımıza yansıyan her yönüyle mümin olmanın vasıflarını üzerimizde taşıyacağımız bir yaşantının içinde miyiz acaba?.. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de cennet ehlinin iman ve salih amel sahiplerinden oluşacağını bildirilerek ilahi rızaya uygun amellerle tamamlanan bir imana dikkat çekmektedir. Bunun için çalışmak, çaba sarfetmek, mücadele etmek gerekiyor. Hem dünya hayatı için hem de manevi kanallarımızı beslemek, zihin tembelliğinden uzak, düşünce ve fikir üretmek, aynı zamanda hareketlilik ve müminde olması gereken dinamizm için. Çünkü mümin böyle olmalı… Yüzyıllardır atalet ve tembelliğimizin faturasını ağır ödüyoruz. Olması gereken imanın en güzel örnekleri ise sahabelerin hayatlarında görmekteyiz.
Hayatımızı kolaylaştırmak için, hayatımızın içinde olan bazı semboller vardır. Yollarda, alışveriş merkezlerinde aradığımız yeri bulmak için ve daha çabuk ulaşmak için de dikkate aldığımız önemli göstergelerdir bunlar. Trafik levhaları olmasaydı yollar bir kaosa dönmez miydi? Ulaşım için bindiğimiz taşıtlar, olması gereken zamandan daha uzun sürecek yolculukla zorlandığımız bir ulaşım sıkıntısına maruz bırakmış olmaz mıydı bizleri? İşte bu açıdan baktığımızda sahabelerin her birinin hayatları, kendilerinde öne çıkan özellikleri ile yol gösterici olmaları bakımından muhteşem örneklerdir. Onların en önemli özellikleri, muhatap oldukları Kur’an ayetlerini kalbî ve fiili olarak yaşayan, gelen her bir ayeti hayatlarına geçiren, güçlü iman ve üstün özellikleri ile ön plana çıkmalarıdır. Bugün bu açıdan kendimize veya etrafımıza baktığımızda objektif bir değerlendirme yapmamız çok da zor değildir. Evet, sanki okunan ayetler bize seslenmiyor gibi bir etkiyle okumak… Sanki o ayetler o zaman sahabeye gelmişti de onlar bu ayetlerle imanlarını artırmışlardı. Peki ya biz? Anlamak için uğraşmadığımız ve maalesef okuyup geçtiğimiz Allah’ın kelamı mı? Rabbim muhafaza eylesin. Belki de kalbimize gelen yankısı var fakat önemli olan, yani olması gereken aksiyon nerede? Fazlasıyla düşünmemiz gerektiren, tekrar tekrar tevbe edip imanımızı tazelememiz gereken bir yerde değil miyiz? Öyle değilse yerimizde duramamamız gerekmiyor mu? gibi birçok soruyu kendimize sormak ve olması gereken değişimin içine girmemize zemin hazırlayacaktır. Rabbim bizi ayetlerine muhatap kılsın, öyle ki hakiki manada anlayan ve yaşayanlardan olalım inşaAllah.
Bazı ayetlere yer vererek güzel bir kalbî sürüklenmeye yol alabiliriz düşüncesiyle dikkat çekmek istiyorum. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “Müminler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığında yürekleri titrer, kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır. Onlar yalnızca Rablerine güvenirler.” (Enfal, 8/2 ) Bir diğer ayette “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır.” (Nisa, 4/136) Bu ayette “Ey iman edenler… iman edin.” diyerek iman edenlere tekrar iman edin sözleriyle kamil manada bir imana çağrı yok mu? Kuvvetli, ihlaslı, derinliği ile boyut atlatan bir imana… Başka bir ayette ise “Fitne ortadan kalkıncaya ve dinin tamamı Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçerlerse kuşkusuz Allah yaptıklarını görmektedir.” (Enfal,8/39) Bu ayet ise bizleri tembellikten, miskinlikten, her türlü duyarsızlık ve nemelazımcılıktan alıkoymuyorsa, yukarıda sorduğum soruları tekrar tekrar kalbimize gündem yapmamız gerekmiyor mu? Savaş, kâfirin üstünlük ve mukavemetini kırmak şerrini defetmek amacıyla meşru kılınmıştır. Fakat kendi içimizde de nereye gitsek mutlaka düzeltilmesi gereken bir yanlışın, hatanın olduğu böyle kabul görmeye başladığı bu zamanda, tüm bunlara artık ilmî, fikrî, fiilî her türlü mücadeleyle dur demek gerekiyor. Tartışın, zorbalık yapın demek istemiyorum fakat doğruyu usulünce dayatın!.. Ama daha önce kesinlikle tüm bu hakikatleri kendimize dayatmamız gerekiyor.
Son zamanlarda dikkatimi çeken bir konu ise sosyal medya platformlarında paylaşılan bazı ayetleri şu kadar okursanız şu sıkıntınız gider, borcunuz varsa hasta iseniz gibi konular üzerinden okuma tavsiyeleri yapılıyor. Unutkanlığa, yüz güzelliğine kadar birçok konuya şifa olunan ayetlere dikkat çekiliyor. Hatta suya okunup toprağa dökmek, yüze sürmek vs. bu yöntemler sayesinde “Tüm bedenin kötülüklerden arınacak, daha güzel olacaksın.” ifadeleri ile yönlendirmeler yapılıyor. Kesinlikle inanarak ihlasla okumanın birçok fazileti ve dünya hayatında bizlere sağlanan kolaylıkları var ve çok da önemli… Fakat burada çok hassas bir nokta var ki ayetleri sadece bu amaçlar için kullanmaya yönelik bir çalışma, insanları menfi somut beklentilere adapte etme, manevi ve uhrevi boyutunu unutturma, teğet geçme gibi amaçlanmış oyunlara aldanmadan, hem manevi çıkarımlarımız için hem de insanlığı ilgilendiren ehl-i tebliğ mücadelesi için somut örneklere ihtiyacımız var. Aynı zamanda anne babaya sevgi, hürmet; yoksula-muhtaca yardım etmek, yetim hakkı, komşu hakkı, güzel ahlak sahibi olmak, bilhassa cömert olmanın önemi gibi birçok konuyu gündem etmek gerekiyor. İnsanların çoğu ne hasedinin ne kibrinin ne de riyakârlığının, cimriliğinin farkında ve mücadelesi içinde… Bugün kim manevi hastalıklarının şifası için aynı duyarlılığı gösteriyor? Hatta yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bizlere bildirilen cihat ayetlerini hayata geçirmek için irade gösteriyor? Evet, cihat ayetleri geldiği zaman sahabenin bir sonraki yapılması gerekenleri Resulullah’a (s.a.v.) sorduğu rivayet edilir. Biz bunu nasıl başaracağız? Bunu başarmak kolay değil, nasıl yaparız diye bir düşünceye kapılmak bir yana dursun, bir sonraki aşamanın ne olacağını öğrenmek istiyorlar. Öyle bir iman ki yapmaları gerekeni büyük bir irade ile başarıyorlardı. Ne bir kaygı bozukluğu, anksiyete, ne bir stres hali, panik atak, bunların hiçbiri yoktu. Bu gün en ufak konularda yaşadığımız imtihanlarda, aşmamız gereken zorluklarda üzerimize yüklenen görev ve sorumluluklarda hemen bir stres haline girebiliyoruz. Ve bugün aynı ayetlere biz de muhatapken hangi fiiliyatlarla somut örneklerini üzerimizde taşıyoruz? Bırakın örnek olmayı maalesef farkında olmadığımız hataların üzerine basa basa devam ediyoruz hayatlarımıza kaldığımız yerden. Yaşadığımız ömrü bir merdiven olarak tahayyül ettiğimizde çıkılan her bir basamak nefsinin çeşitli oyunlarının kurbanı olduğun çukurlara dönüşmüş ve seni çıktığını zannettiğin her bir adımın daha da gerilerine taşımış olabilir. Bu dalgın ve gaflet halinden uyanılmazsa bizi boş bırakmayan nefis ve şeytanın oyunlarını anlayacak ne anlayış ne de güç kalır. Hâsılı Allah bizden razı mı? Ne durumdayız, düzeltmemiz gereken nelerin farkında değiliz? Ve kendi kendimize manevi bir makam vermiş gibi rahatız. İmanımız bizi İlahi rıza için ne kadar harekete geçiriyor! Ya da bizi harekete geçiren itici gücümüz nedir, nerden besleniyoruz? Hangimiz hiçbir değişim ve dönüşüme girmeden geçen yılların farkında?.. İman ediyoruz fakat nasıl? Sorguluyor muyuz kendimizi?.. İmanımıza puan verebilecek cesaretimiz var mı?
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) münafıkların listesini Hz. Huzeyfe’ye vermişti. Münafıklardan biri öldüğünde Hz. Huzeyfe cenaze namazına katılmadı. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) “Bu da onlardan mıdır?” diye sordu ve Hz. Huzeyfe “Evet.” diye cevap verdi. Bu defa Hz. Ömer “Allah aşkına ben de onlardan mıyım?” diye sormaya başladı. Hz. Huzeyfe “Hayır.” dedi. Hz. Ömer Rabbine itaatinde bu kadar samimi iken onu kendinden şüphe ettirecek kadar nefsinden korkutan, imanının büyüklüğü idi!.. O Hz. Ömer’di , peki ya biz kimiz? Bu kadar rahat olmayalım. Daha dikkatli bir yaşam mücadelesine girerek müminde olması gereken vasıfları kazanmaya çalışalım. İslam güzel ahlaksa, ahlaki değişim için neler yapıyoruz, bunun için çaba gösterelim. Kendini sorgulamak nefsi muhasebe etmek tevbe etmek ve pürüzsüz, sapasağlam bir iman sahibi olmak bunları gerektiriyor. Yukarıdaki ayette “Ey iman edenler… İman edin.” diyerek tamamen teslim olunmuş kemalât bulmuş bir imana çağrı vardı…
“Gerek yaya olarak gerek binek üzerinde Allah yolunda sefere çıkın. Mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Tevbe,9/41) ayeti üzerine “Rabbimiz bizi ihtiyar da olsak genç de olsak savaşa gitmeye çağırıyor.” diyerek harp için teçhiz edilmesini isteyen Ebu Talha’ya çocukları “Babacığım sen yaşlısın, harp etmek sırası bizimdir.” dediği halde kabul ettiremediler. Güçlü iman… Büyük hassasiyet… Her şartta ve koşulda yapılması gerekeni yapmak bu olsa gerek… İmanın gücü imkânsızı başarır ki marifet bilmek değil, yaşayabilmektir. Rabbim yar ve yardımcımız olsun…
Gönül Dergisi | Kültür ve Medeniyet Dergisi Gönül Dergisi

