Bir oyuncu ve bir aktivist olmak… Dünyaya inanmış bir yürek olarak bakmak, durduğunuz yerin durmak istediğiniz yer olduğunu ve bir eminlik duygusu içinde olduğunuzu biliyoruz. Bu Gazze olmasa başka bir şey olacaktı hiç şüphesiz ama Gazze her şeyimizi kışkırtan, ortaya döken bir gündem oldu. Gazze’de yaşananları sadece ama sadece bir insan olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaşananları mümkün olabildiğince zaten kendimce dile getirmeye çalışıyorum ama siz ve sizin gibi böyle bu konuyu konuşmak isteyenlere tekrar tekrar konuştuğum zamanlar bir papağan gibi olmaktan da açıkçası hicap ediyorum. Bir yandan da papağan gibi olmamız gerekiyor. Bunu sürekli dile getirmemiz gerekiyor. Her fırsatta, her yerde, fırsatını bulduğumuz her alanda bunu dile getirmemiz gerekiyor. Filistin bizim meselemiz, bizim derdimiz. Böyle bir mezalimde açıkçası vicdan sahibi olan herkesin görmesi gereken şeyler var. Ne gözünü kapatma hakkı ne kulağını kapatma hakkı ne de sessiz kalma hakkı var. Biz kendi derdimizle hemhal oluyoruz, kendi dertlerimizle boğuşuyoruz, hepimizin geçim sıkıntısı var, yaşam derdi var, başka dünyevi dertlerimiz var ama şu anda bu dertlerin çok daha ötesinde katledilen, soykırıma uğrayan bir halk var. Hep çocukları dile getiriyoruz, elbette ki çocukta hep önceliğimiz var ama orada çocuklar da katlediliyor, kadınlar da, erkekler de… Orada insan katlediliyor. Bu anlamda da zaten derdim, benim bunun mümkün olabildiğince dile getirmek ve kendi alanımda paylaşabilmek.
Tepkilerimizle varlığımızı tescillediğimiz bir dünya var. Siz de sanatınızla varlığınızı ortaya koyuyor ve “ben de varım” diyorsunuz. Sanatkâr dostlarınızın da Gazze’ye dair duygu ve düşüncelerini bir şekilde yakinen biliyorsunuzdur. İnsanı ve hayatı farklı boyutta değerlendirebilen sanatçı dostlarınızla Gazze’ye dair dertleşmelerinizde neler dikkatinizi çekti?
Kimsenin dertleştiği yok açıkçası, kimseyle konuşmuyorum bu meseleyi çünkü kimse bunu kendisine bir dert edinmiyor diyebilirim. Ben de kimsenin başına sürekli bunu kakmak istemiyorum. Maalesef görmek istemeyene bir şey gösteremezsin, duymak istemeyene duyuramazsın. Ben duymak isteyene ulaşmaya çalışıyorum, kendi mecramda yapıyorum. Fakat kendi camiamla oturup da bunu konuştuğum yok, konuşacak olsam kızgınlıkla, öfkeyle kalkacağım bir ortam olacağını gayet iyi biliyorum maalesef… Amalarla hep devam edecek karşı taraftan o konuşma. Aması yok bu işin. Amasız, dümdüz, çok net ve kesin olmamız gereken bir haldeyiz ama o hali benimsemeyen, kavrayamayan çok fazla insan var etrafımda.
“Gazze okunmaz, yaşanır.” “Gazzeli bir ananın ya da çocuğun, bir babanın yüreğinde Gazze nedir sizce?” desek neler söylemek istersiniz?
Buna şöyle bir cevap verebilirim: Çok büyük bir deprem yaşadık, çok büyük kayıplarımız oldu maalesef, mekanları cennet olsun. Hatay, Antakya deprem bölgelerinde yaklaşık iki ya da üç hafta kaldık Ramazan ayı boyunca. Her gün insan hikâyeleri çekip anlatmak istedik insanlara, unutulmaması gerekiyor. Çünkü bizler nankör varlıklarız, bizler çabuk unutan insanlarız, unutmak iyi midir? Bazen iyidir, tedavi amaçlı kendini iyileştirmek adına ama duyarsızlaşmak da demek oluyor aslında iyileşmek. Ben o zaman o deprem bölgesine gitmeden, “Ya Antakya yok oldu, Hatay yok oldu.” söylemini duyuyorum. Bütün bir şehir yok oldu diyoruz, ben oraya gittiğimde bile anlamadım bunun ne demek olduğunu. Görüyorum, daha doğrusu görecek bir şey olmadığını görüyorum, hiçbir şey kalmadığını görüyorum ve hâlâ içinde olmama rağmen orada ne yaşandığını ya da benim şu anda ne yaşadığımı bilmiyorum dediğim bir ortamın içerisindeydim. İnanın hâlâ da öyleyim. O yüzden Gazze, hani anlatılmaz yaşanır olayı maalesef ki evet Gazze’de olmayan hiç kimse Gazze’de ne olduğunu gerçek anlamda anlayamaz. Bir Gazzelinin duygularını, çektiği acıyı ya da o kahramansı duyguyu hiçbirimiz anlayamayız şu anda. Gitsek bile anlayamayız çünkü biz onun hamuruyla yoğrulmadık, onlar o hamurla yoğruldular. Biz eğilip bükülüyoruz, hiçbir zaman düzgün yolda, düzgün adımlarla yürüyemiyoruz, bizimki sadece bir çabadır, biz onlara özeniyoruz aslında. Şu an acılarını paylaşıyoruz. Paylaşımlar yapıyoruz ama aslında biz bir yandan da onlara özeniyoruz. Onların duruşuna, onların o acılarını zikrediş şekillerine “La İlahe İllallah, Ya Resulallah, La Havle Vela Kuvvete İlla Billah” Onların kendilerince bir haykırışları var ve biz bu haykırışa sahip değiliz. Biz inliyoruz sadece. Onlar gibi kahramanca haykırmasını bilmiyoruz.
İsrail’e boykot kararını “boykot” eden sinsi ya da şuursuz anlayışlara dair neler söylemek istersiniz? Çünkü bu da çok fiilî bir karar… Bu çerçevede Gazze kimin meselesidir? Neyin meselesidir?
Biz boykotu zaten yıllar önce yapmalıydık. Ben daha geçen aylarda o malum markalardan birinde oturup kahve içtim, unuttum çünkü. Çok önce Suriye’ye, Beyrut’a giderdim ve ben ilk o malum markanın boykotunu Beyrut’ta öğrendim. Beyrutlular ya da en azından benim görüştüğüm, oturup muhabbet ettiğim Beyrutlar asla oraya gitmiyorlar. Bir süre devam ediyorsunuz boykota, sonra hayat tekrar eskiye dönüyor, unutuyorsunuz. Çünkü kendi pencerende, kendi manzaranda kalıyorsun ve her şeyi normal görmeye başlıyorsun. Elimden geldiğince bazı yerlere gidiyorum, unutmak istemiyorum. Ben içinde olarak bunu görmek istiyorum. Dışarıdan baktığım zaman yetmiyor bana, anlayamıyorum. Sadece anlamış taklidi yapıyorum. Ancak o çadıra girdiğim zaman ya da gerçekten orada karda, kışta yalınayak yürüyen çocuğu gördüğüm zaman belki de anlıyorum. Bizim bu insanların kalbinde olmamız gerekiyor, biz kalplere girmeyi bilmiyoruz. Bir şeyler yapmak zorundayız, bunlardan biri de boykot etmek. Neyi boykot edeceğiz? Bir cihaz olsa, üzerimizi tarasa her yerimizden boykot edilecek marka fışkıracak belki, bunu kesme imkânın yok ki. Çünkü adamlar akıllı. Yüzlerce yıldır işlediler, akıllı gittiler. Biz Müslüman toplum akıllı gitmesini beceremedik. O yüzden kendi adıma boykotu maalesef şu anda utanç ve kırgınlıkla anıyorum.
Kötülüğün bir propaganda unsuruna döndüğü bir dünyada insan olmak nasıl bir şey sizce? Herşeyin zıddıyla kaim olmasının ancak iyilikleri davet edebildiği bir vasatta “kendiliğinden iyi olmayı” beklemek nasıl bir şey? Sanatçı ruhunuz bu konuda neler söylüyor? İyilik ve kötülük sizin için neyi ifade ediyor? Sizce bunlar doğaçlama tercihler midir?
İyilik ve kötülük, birbirinden ayrılmayan şeyler. Kötülüğün olmadığı yerde iyiliği arayamazsın, iyiliğin olmadığı yerde kötülüğü arayamazsın. Şu anda iyi de belli, kötü de… Kötü olanı görüyoruz, gözümüzün önünde. Bir arayış içerisinde olmamızın bir manası yok. Her şey ortada zaten. Bunu konuşmanın da bir anlamı yok. Gerçek olana nasıl tepki verebildiğin önemli. Tepki verebileceğin ölçü nedir, o ölçünün ne kadarını doldurabiliyorsun, önemli olan şu anda odur. İyilik anlayışımız bile bu, ben iyi bir insanım diyoruz ama iyiliği ne derece kullanabiliyoruz, nereye kadar götürebiliyoruz? Ben şimdi sizinle bu röportajı yapıyorum, hoş cümleler söylüyorum burada. Kalkacağım, görevimi yerine getirdim deyip gideceğim. Bir gurura kapılacağım belki de. Kibirden kaçabiliyorsak, iyiyi bulma yolundayız. Hele ki sanatçı olarak… Ben kendi adıma söyleyeyim.
Ümit de iyilik gibi yeşeren bir şey mi, yoksa yeşertilen ve üzerinde bir çaba harcanan mı? Siz insan ve hayata dair ne kadar ümitlisiniz? Böyle bir ortamda ümitli olmalı mıyız? Gazze’nin yüzünü güldürecek şey, bizim de yüzümüzü güldürmüyorsa, acının da bir hükmü yoksa insan olmak mümkün mü? Sizce insanlığımızı nerede tescilleyeceğiz?
Umut o kadar garip bir şey ki… Tabii ki yeşerebilen bir şey ama çabuk da kuruyabilen bir şey. Bir cümleye bakar, bir bakışa bakar, bakışındaki bir ışığa bakar, bakışındaki bir karanlığa bakar umut ya da umutsuzluğa düşmek. Bu örneği vereceğim, başka bir yerde daha zikrettim bunu, çünkü benim için çok etkileyici bir cümle olmuştu. Arakan kampına gittiğimizde Bangladeş’e, Myanmar’da yapılan katliamları bile unuttuk maalesef ama o katliamları hâlâ yaşayan bir halk var. Arakan kamplarında tutsak olan bir kadının cümlesi. “Ne bekliyorsunuz, hayattan beklentiniz ne, umudunuz ne?” sualini sorduk bir ablamıza. Kadının söylediği şey “Benim tek ümidim ölebilmek.” dedi. Şimdi bakın çaresizliğin içerisinde, ne bir daha memleketine, köyüne, doğduğu yere dönebilir o kadın ne de o kampın dışında bir yerde yaşayabilir. Yaşama hakkı tanınmıyor. Hiçbir yere gitme hakkı yok, orada ölecek artık. Geri gönderirlerse ölecekler. O kadar hunharca öldürüldü ki oradaki insanlar… Olay sadece Gazze değil, Müslümanlar her yerde katledildi. Zulüm her yerde var. O kadar tuhaf ki Rusya’dan, Çin’den medet umar hale geldik. En büyük katliamları yapan milletlerden medet umar hale geliyoruz.
Umut yeşerebilen bir şey mi, elbette yeşerir. Diyorum ya senin bir sözünle, bir tebessümünle, güzel bakışınla yayarsın onu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gibi. O, cahiliye devrinde nasıl bir ışık saçtı da insanlığa umut oldu? Neden yeşermesin! O kadar güzel şeyler yaşıyoruz hayatımızda. Bak, güneş var dışarıda, ağaçlar var, kuşların sesini duyuyorsun. Alıp başını ormana gittiğin zaman aslında hayat ne kadar güzel diyorsun ama Gazze’yi düşündüğün zaman, alıp başıma gideyim, ormanda kuşların sesini dinleyim diyebilecekleri bir ortamları bile yok. Suriye’den buraya geldikleri için suçladığımız o insanlar kamplarda yıllardır yaşıyorlar. 12 yıl oldu, çadır kampı hayatından başka hiçbir şey görmeyen çocuklar doğdu orada. Çadır dışında taş bir yapının ne olduğunu bilmeyen çocuklar var orada. Bomba sesleri, kurşun seslerini hayatın doğal sesi zanneden çocuklar var. Ama hâlâ umut var. Oturup konuşuyorsun, güler yüzlüler. İnanılmaz keyifli, çok muhteşem muzip ifadeler sunabiliyorlar sana. Umut, işte o en bataklık görünen yerde bile kendi yeşertebildiği, yaşatabildiği şeydir. Biz bu aydınlık dünyada umudumuzu o kadar kaybetmişiz ki, o kadar inançsız bakıyoruz ki her şeye, savaş ve felaket kapımıza dayandığı zaman umudu aramaya başlıyoruz. Umut hep vardı ama biz onu görmezden geldik.
“Gazze’deki insanların her şeye rağmen ayakta kalması, dayanması, sizce dünya toplumlarına neler öğretti ya da öğretmeye devam ediyor? Bu çok ilginç değil mi? Çaresizliğin yol verdiği üst düzeyde bir insanlık hali diyebileceğimiz bu konuda neler söylenebilir? Sizin deyiminizle “yalansız bir dünya…”
O çok önemli bir cümle kendi adıma. “Ölümle burun buruna olan insanlar yalansız bir dünyada yaşarlar…” Hayaline kapıldığım dönem söylediğim o cümle. Gazze insanının farkı nedir, işte şu ana kadar konuştuğumuz şeylerin içerisinde onlar hep tek başına ayakta kalmayı başardılar. Kimseden medet ummadılar. Allah’ın desteğinden başka hiçbir şey bizi doğru yolda tutmayacak, bizi doğru yola ya da huzura kavuşturmayacak, çıkarmayacak dediler. O yüzden onlar Allah yoluna daha sıkı sarıldılar.
Hayatı sorularla öğrenmek ve sorularla hayatın önünü açmak isteseydik, siz hangi soruları sorardınız?
Yani sorular bitmez cevaplar da bitmez, bugün soracağım soruyla yarın soracağım soru farklıdır. Benim anahtar sorum, kendini sevebiliyor musun, kendine baktığın zaman doğru olduğuna inanıyor musun? Kendi şeklinin, kendi duygunun, kendi içindekinin doğru olduğuna, hem cismani bir aynaya baktığın zaman hem de ruhani bir aynaya baktığın zaman karşındakini doğru görüyor musun?
Nazik kabulünüz ve güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.
Benim de keyif aldığım bir söyleşi oldu. Ben de sizlere çok teşekkür ederim.