Fetihnameler / Dr. Muhammed Emir Tulum

Fetihname deyince ne anlamalıyız? Fetihnamelere Osmanlı edebiyatı (klasik Türk edebiyatı) dışındaki edebiyatlarda da rastlamak mümkün müdür?
Fetihname denilince iki ayrı tür hatırlanıyor. Bunlardan ilki, Osmanlı Devleti’nden önceki devletlerde de örnekleri görülen ve Osmanlı sultanlarının da aynı geleneği devam ettirmiş olduğu fetih mektuplarıdır. Osmanlı sultanı, askerî bir seferle bir yeri fethedince bu olayı etrafındaki dost ve düşman devletlere ya da kendi ülkesi içindeki bazı bölgelere mektuplarla haber veriyordu. Fethin, sultanın diliyle özet şekilde anlatıldığı bu mektuplar dost veya düşman devletlere karşı güç gösterisinde bulunmak için yazılırdı. Dolayısıyla bu mektuplarda tantanalı bir üslup hâkimdi. Osmanlı sultanı kendisini, ordusunu ve gerçekleştirdiği fethi övgüyle anlatır, düşman tarafını ise küçümserdi.
Fetih mektupları edebî bir dile sahiptir. Olaylar istiare, benzetme ve mübalağa gibi çeşitli edebî sanatlar kullanılarak anlatılır. Süslü bir nesir (düzyazı) dili göze çarpar. Arapça-Farsça kelime ve tamlamalar sık kullanılır. Cümle içindeki veya sonundaki kelimeler çoğu yerde birbiriyle kafiyelidir ve kelimeler arasında da ses benzerlikleri vardır. Kısaca, fethi anlatan bu mektuplar propaganda amacı taşır. Tantanalı bir üsluba ve edebî bir dile sahiptir.
Fetih mektuplarından bahsettik. Zira asıl bahis konumuz olan müstakil kitap şeklindeki fetihnamelerde de temel açıdan bunlara benzer özellikler vardır. Hatta mektup şeklindeki fetihnameler bir yönüyle kitap şeklindeki fetihnamelerin ilk nüveleri gibidir. Bu eserler de fetih mektuplarında olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin fetihle sonuçlanan askerî seferlerini konu alır. Osmanlı tarih yazımında özel/destanî tarihler, klasik Türk edebiyatı geleneğinde ise edebî türler arasında değerlendirilen fetihnameler, gazavatnamelerin devamı niteliğindeki eserlerdir. Ancak özellikle muhteva olarak aralarında farklar vardır. Ayrım noktasındaki en bariz farkları ise gazavatnamelerde bir serdarın yenme veya yenilme şeklindeki bütün savaşları anlatılırken fetihnamelerde sadece fetihle neticelenen seferleri anlatılır.
Çevre coğrafyamızdaki farklı ülkelerde fetihnamelere benzeyen eserler daha önce de yazılmıştır. Örneğin Nizamüddin Şâmî’nin 1404 yılında yazdığı Zafername adlı Farsça eseri, Timur Leng’in zafer ve fetihlerini anlatır. Ancak fetihnameler Osmanlı edebiyat geleneğinde kendine has özellikler kazanmıştır. Fetihnamelerin yazıldığı dönemlerde Osmanlı Devleti siyasi güç olarak ön plandaydı ve İslam toplumlarının Mısır, Şam, Yemen, Arabistan gibi önemli merkezleri Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altındaydı. Dolayısıyla fetihnamelerin Arapça, Farsça dillerinde yazılmış örnekleri de Osmanlı Devleti’nin askerî seferlerini konu alırlar ve müellifleri de Osmanlı coğrafyasının müellifleridir. Neticede bu eserler Osmanlı edebiyatına mahsus bir tür haline gelmiştir.
Mensur (düzyazı), manzum (şiir) veya manzum-mensur şekilde örnekleri bulunan fetihnamelerin çoğunluğu mensur şekildedir. Fetihname yazımı, Osmanlı Devleti’nin fetihlerle topraklarını hızla genişlettiği 15. yüzyılda başlar ve fetihlerin azalıp artık daha çok savunma savaşlarının yapıldığı 18. yüzyılın ilk yarısına kadar devam eder. Yoğun olarak ise 16 ve 17. yüzyıllarda yazılmışlardır.
Manzum fetihnamelerden bahseder misiniz? Bu eserler neye yarar, eserlerin önemi nedir?
Manzum yani mesnevi nazım şekliyle yazılmış olan fetihnamelerin tespit edebildiğimiz örnekleri 16. yüzyıl kapsamında kalır. Bu eserlerden yedisi kara, üçü de deniz seferlerini konu alır. Örneğin Safâyî’nin Fetihnâme-i İnebahtı ve Moton adlı eseri II. Bâyezid’in 1499-1500 yıllarında Venediklilere karşı gerçekleştirdiği İnebahtı ve Moton seferindeki donanma savaşlarını anlatır. Bahârî’nin Kıyâmetnâme [Fetihnâme-i Üngürüs]) adlı eseri Kanûnî Sultan Süleyman’ın 1526 tarihli Mohaç seferi ve Budin’i fethini konu alır. Nidâî’nin Fetihnâme-i Kal’a-i Cerbe adlı eseri Kanunî dönemi kaptanıderyası olan Piyale Paşa’nın 1560 tarihinde bugünkü Tunus’ta bulunan Cerbe Kalesi’ni fethini konu alır. Rumûzî’nin Nâme-i Fütûh-ı Yemen adlı eseri, Koca Sinan Paşa’nın 1569-1571 tarihleri arasında (II. Selim dönemi) Yemen’deki isyanları bastırıp oraları yeniden fethini konu alır. Harîmî’nin Gonca-i Bâğ-ı Murâd adlı eseri ise Özdemiroğlu Osman Paşa’nın 1585 tarihli Tebriz fethini (III. Murad dönemi) konu alır.
Manzum fetihnameler üzerinden diyebiliriz ki bu eserlerin yazılmasını talep eden ve müelliflerine maddi destek veren kişiler çoğunlukla fethi gerçekleştiren paşalarıdır. Bu paşalar fetihname şairlerine kendi tarihlerini yazdırmış olmaktadır. Kaptanıderya Davud Paşa, İnebahtı ve Moton seferlerini Safâyî’ye, Koca Sinan Paşa Yemen ve Tunus fetihlerini Rumûzî’ye, Özdemiroğlu Osman Paşa da Şirvan ve Demirkapı fethini Adlî’ye, Tebriz fethini ise Harîmî’ye yazdırmıştır. Hamileriyle sefere katılan bu şairler savaşlar esnasında zaman zaman ölüm tehlikeleri dahi atlatmışlardır. Örneğin Safâyî, Burak Savaşı’nda iken düşman gemisinden atılan bir top kendisinin de içinde bulunduğu Tanburacı Mustafa Reis ile Mustafa Reis’in gemilerini aşıp Meşrebeci Reis’in gemisine rast gelir ve bu geminin bir tarafından girip diğer tarafından çıkar. Bu darbeyle Meşrebeci Reis’in gemisinden on üç kişi helâk olur. Rumûzî, Yemen seferindeki bir gün karargâhtaki çadırında eserinin (Nâme-i Fütûh-ı Yemen) müsvedde notlarını alırken atılan bir top çadırına yakın bir yerde patlamış ve şair tehlike atlatmıştır.
Bu arada fetihname şairleri çoğunlukla devlet memuru kabilinden kişilerdir. Örneğin Safâyî, Galata Mevlevîhanesi şeyhliği, Bahârî müderrislik ve kadılık, Nidâî Osmanlı ve başka ülke saraylarında hekimlik, Rumûzî Yemen defterdarıdır (maliye memuru). Nihâlî ve Harîmî asker-şairdirler. Harîmî, saray himayesinde yetişmiş ve Dergâh-ı Âlî Çavuşu olmuştur.
Manzum fetihnamelerde bazı kahramanlıklara veya dramatik sahnelere rastlanır. Örneğin Safâyî, Gelibolulu Ali Reis ve beraberindeki iki reisin Venediklerle savaşını, Ali Reis’in silah arkadaşlarının çoğunun şehit olmasını ve kendisinin de esir düşmesini aktarır. Rumûzî ise Yemen’de fethedilmiş olan bir kaleye kumandanlık eden Gülâbî Bey’in civardaki Yemenliler tarafından bir iftar yemeği bahanesiyle kale dışına davet edilip kurulan tuzakla öldürülmesini anlatır. Bu tür anlatılar hüzün vericidir.
Fetihnamelerde yalnızca seferde yaşananlardan değil, olaylara dâhil olan şahıslardan, seferin menzillerinden (konak), mekânlardan ve süreçlerden söz edilir. Dolayısıyla bu eserleri okuduğumuzda fetihlerde rolü olan kahramanlarımız ile tarihimizde yeri olan coğrafya ve mekânlarımızdan da haberdar oluyoruz.
Manzum fetihnamelerin edebî yönlerine dair neler söylenebilir? Bu eserleri anlamak için özel bir dil bilgisi, sözlük bilgisi, kavram bilgisi gerekir mi?
Bu eserlerde olaylar edebî bir dille anlatılır. Bu açıdan özellikle edebî yönü ön planda olan manzum fetihnamelerde benzetme ve mübalağa gibi edebî sanatlar ya da birtakım kelime oyunları dikkat çekecektir. Bu da anlatılan seferlerin edebî bir zevkle okunabilmesine olanak sağlar.
Bu eserlerde Arapça-Farsça kelimelere sık rastlanır. Ancak bunlar dönemin günlük konuşma dilinden de pek uzak değildir. Dolayısıyla, çoğunlukla anlaşılabilir hâldedir. Bahârî, Fütûhî, Adlî ve Harîmî gibi şairlerin edebî yönü güçlüdür. Dolayısıyla bunların eserlerinde Arapça-Farsça kelimeler ve mecazlı anlatım yoğundur. Bu durum da bu eserlerin anlaşılırlığını güçleştirir. Diğer taraftan, Nidâî ve Merâhî gibi şairlerin fetihnameleri de edebî yönden ilgi çekicidir.
Fetihname şairlerinin bazı edebî ifade ve tasvirlerinden örnekler verebiliriz. Fütûhî, Osmanlı askeri hisara balta vurdukça hisar taşlarının koz helvası gibi dağıldığını ifade eder:
Urıcak her biri tîşe hisâre
Tozardı kozlu helvâ gibi hâre (b. 21b-8)
Nidâî bir Osmanlı gemisinin düşman gemisine çatmasını şöyle söyler:
Hücûmından anuñ deryâ yarıldı
İrişdi bir ķadırgaya sarıldı (b. 566)
Merâhî, Göle Kalesi’nin yüksekliğini mübalağalarla tarif eder. Şair, kalenin çok yüksek uzunlukta olduğunu, akıl ehlinin fikirlerinin dahi burçlarına ulaşamayacağını, feleğin burayı seyretmek için başını kaldırması hâlinde külahının başından düşeceğini, insan gözünün burçlarını görmeye kadir olmadığını, uçan kuşların burçlarına konamadığını, eğer üzerine çıkmak mümkün olsa burcundan dünyanın öbür ucunun görülebileceğini söyler:
Gördi bir kal’a ki gâyet bâlâ
İremez burcına fikr-i ‘ukalâ
Felek eylerse anı seyr eger
Külehi başdan ol demde düşer
Burcına dikkat ideydi anuñ
Gözi irmeye idi insanuñ
Murg-ı tâyir aña hîç konmaz idi
Üstine konsa dahı inmez idi
Çıkılaydı üzerine anuñ
Görinürdi bir ucı dünyânuñ (b. 580-584)
Nihâlî kelime oyunlarıyla eserine ahenk katar:
Kendü vâdîsinde ol su akmada
Kondılar ol gice sû-yı Akma’da
Didiler gam çekmesün ehl-i Yemen
Çünkü bu geldi güler her ağlayan (b. 1569-1492)
Adlî İranlılarla yapılan bir savaşı pazar ve alışveriş imgeleriyle anlatır:
İki dîvâr idi âhenle binâ olmış idi
Ortası kûçe-i bâzâr-ı fenâ olmış idi
Satılan emti’a vü akmişe-i ten idi hep
Sorılan cümle o ser-hânede gerden idi hep
Kana gark idi zirih sanki dem alay-ıdı ol
Çeşm-i bülbül sanasın kırmızı kemhâ-y-ıdı ol
Cân metâ’ı katı geçmezdi kesâdı var-ıdı
Kalbdur dirdi görenler yavuz adı var-ıdı
Tîrler anda mezâd itmede dellâl idiler
Muttasıl yilmek-ile vâkıf-ı ahvâl idiler
Tîgler olmış idi anda o dem yan kesici
Yan kesen câme giyer lîk bu ‘uryân kesici
Ten ü cân emti’asın bağladı tüccâr-ı ecel
Bu kadar cân gidüben gelmedi bâzâra halel
Alma satma dahı artuk oluban kızdı mezâd
Niçemüz zâyi’ olup kıldı o dem niçe mezâd (b. 63-71)
Harîmî, İran şehzadesi Hamza Mirza ordusuyla yapılan bir savaşı şöyle tasvir eder: Öğle vakti sıralarında iki ordu karşı karşıya gelince mehter takımı coşkulu bir şekilde savaş nağmesi çalar. İki taraftaki ordu saflarını tertip eder. Tozlar güneşin yüzünü kapatınca adeta güneş tutulması oldu zannedilir. Önce iki ordu birbirlerine ok atıp siperlerle korunur. Sonra toplar atılmaya başlanır. Ardından askerler birbirine girer. Gürz ve şeşperler havada çat çat sesler çıkarmakta, yaka yakaya çarpışmakta olan din mertleriyle dinden çıkmış kâfirlerin kılıçları şakırdamaktadır. Gece karanlığı toz toprakla karışınca kimse birbirini tanıyamaz olur:
Dahve-i kübrâ idi oldı mukâbil ‘askerîn
Başladı etrâfda feryâd-ı zâra mehterîn
İki cânibden temâm oldı çü tertîb-i sufûf
Gerd ile şemsüñ yüzi tutıldı san irdi küsûf
Birbirine tîr ile gönderdiler evvel haber
Sînesini merd-i meydân eylesün bu dem siper
Ba’dehu od saçdı toplar başlarına yab yab
Gürz ü şeşperden göğe çıkdı sadâ-yı çat çat
Oldı mülhidlerle merd-i dîn yaka yakaya
Başladı şimşîrler fi’l-hâl şak şakaya
Tîre-i şeb zülmet-i gerd-ile çün olur karîn
Vâdi’-i hayretde kalup kimse bilmez birbirin (v. 88b-89a)
Fetihnamelerde kara ve denizcilik üzerine birtakım askerî terimler zikrediliyor. Okuyucuların bu eserleri daha iyi anlayabilmeleri için bu tür terimlerin anlamlarını da öğrenmeleri faydalı olacaktır. Örneğin, Kanunî Sultan Süleyman’ın Zigetvar seferini anlatan Merâhî’nin zikrettiği “parkan” teriminden bahsedebiliriz. Parkan, palanka olarak da ifade edilir. Araları çitle örülmüş ahşap direklerin ortasına moloz taşı ve harç ya da toprak doldurmak suretiyle tahkim edilmiş, hendekle çevrili küçük hisara denir. Daha ziyade bugünkü Avrupa ülkelerinde örnekleri görülmüş olan parkanlar bildiğimiz kalelerden daha küçüklerdir. Fütûhî ve Harîmî’nin zikrettiği “çarhacı” terimi ise ordunun öncü süvari birliğine denir. Harîmî, ordunun geri destek birliğine de “arkacı” demektedir. Rumûzî’nin Yemen seferini konu alan fetihnamesinde “Dâî”, “Şeyh”, “Kâşif” gibi unvan ve rütbelerden bahsedilir. Bunlar da belirli bir coğrafyaya has terimler olarak dikkat çeker.
Deniz seferlerini konu alan fetihnamelerde bazı gemi isimleri zikredilir. Örneğin, yelkenli ve kürekli olan büyük harp gemisine göke/kalyon denir. Safâyî’nin fetihnamesinde bahsi geçen ünlü denizci Kemâl Reis’in kullandığı gemi bir gökedir.
Bu eserlerin kurgu ve propagandaya bakan yönleri dikkate alınarak tarihî kaynak değerleri hakkında da birtakım tespitlerde bulunuyorsunuz. Konuyu dikkat çekici yönleriyle biraz anlatır mısınız? Ayrıca fetihnameler, sosyal hayata dair bilgiler de içerir mi?
Bu eserlerin benzetme veya mübalağaya başvurma ya da bazen kurgulama yapma gibi edebî formla bağlantılı yapıları vardır. Yine bu eserlerde kendi tarafını yüceltip düşman tarafını da kötülemek ve küçümsemek amacıyla yapılan birtakım propaganda içerikli söylemler vardır. Bu kısımlar ayrı tutulduğunda, manzum fetihnameler ağırlıklı olarak gerçek olayları aktaran eserlerdir. Zaten bu on eserden beşinin müellifi konu aldığı sefere bizzat katılmış ve tanık olduğu olayları yazmıştır. Diğer müelliflerin sefere katılıp katılmadığı kesin değildir. Ancak, bunların da çoğunluğu o dönemlerde İstanbul’da yaşamış olan bu şairlerin anlattığı olaylar, tarihî kaynaklarda anlatılanlarla örtüşüyor. Hatta bu şairlerin konu aldıkları seferlere dair verdiği bazı ayrıntılı bilgiler tarih çalışmalarına da katkı sağlayabilecek türdendir.
Rumûzî’nin Yemen seferini konu alan fetihnamesi çok hacimli bir eser olduğu için bu eserde yer yer sosyal hayattan da bahsedilir. Şair Zebîd şehrindeki Hasan Paşa’nın maaş gelmediği için yoksulluk çeken askerlerinden bahsederken bu kişilerin kahve içmeden yapamadıklarını, aldıkları az miktardaki ulufenin de ancak içtikleri kahveye yettiğini söyler. Bu kahve, kızıl renkli pek makbul bir Arap kahvesidir.
Şair; Hızır Bey ve Memi Bey kumandasındaki Osmanlı deniz ve kara askerinin Aden’i fethetmelerini anlattıktan sonra Yemenliler arasında eskiden beri uygulanan Cûra âdetinden bahseder. Bu âdete göre bir suçlu, ziyaret yeri olan bir türbeye sığınırsa ne efendisi ne de kanlısı onu oradan çıkaramaz. Aden fethi sırasında buranın beyi Kâsım İbni Şevî öldürülmüş ancak Kâsım’ın oğlu ortalıkta bulunamamıştır. Bu arada birinin aklına Cûra âdeti gelir. Gidip Şeyh Aydarûs Türbesi’ne baktıklarında Kâsım’ın oğlunu orada bulurlar. Şaire göre, yanlış yolda olan bu kişilerin Cûra âdeti Osmanlı askeri için geçersizdir. Kâsım’ın oğlunu türbeden çıkarıp hapsederler.
Rumûzî’nin gözlemlerine göre bir Yemen köylüsüne “Atımı tutar mısın?” desen bunu yapmayı ayıp görür. Yapmaz. Zira her köyün misafirlerle ilgilenen bir hizmetçisi vardır. Hizmeti bunlar yapar. Örneğin bir köylünün ziyaretine gidilse ev sahibi, tavuğu misafirine ikram etmek için kendisi yakalamaz. Bunu da köyün hizmetçisi yapar.
Nihâlî, Yemenlilerin ezelden beridir dağ tepelerinde ateş yakıp birbirleriyle haberleştiklerinden söz eder. Yemenliler iyi veya kötü haberleri bu şekilde birbirlerine iletmektedir. Ateş sönmüş gibi görünüyorsa zayıf, güçlü yanıyorsa kuvvetli oldukları mesajını verirler. Ayrıca, Yemen’de halk arasında savaşçı bir zümre vardır. Osmanlılarla savaşmak için Zeydî İmamı Mutahhar’ın emri altında toplanan bu savaşçılara kabâyil denilir. Bu kişiler üzerlerine yalnızca ince bir kumaş giyinirler. Böylece başka kavimler kendilerini görünce kendilerinden bezip uzaklaşacaktır.
Fetihnameler hakkında son olarak ne söylemek istersiniz?
Bu konuşmamızda daha ziyade manzum fetihnamelerden söz ettik. Ancak mensur fetihnamaler arasında da edebî yönü güçlü eserler vardır. Örneğin bahsi geçen Nidâî ile aynı seferi (Cerbe fethi) konu alan Zekeriyazade’nin Ferah adlı eseri edebî yönüyle zevkli bir eserdir. Müellif, sefere de bizzat katılıp olayların tanığı olmuş bir kimsedir.
Fetihnameler üzerine çalışarak fetihler yaptığımız çağları hatırlamayı ve hatırlatmayı amaçladım. Tarih, kültür, dil ve edebiyatımızı öğrenip öğretmek toplumsal kimlik ve kültürümüzün sürekliliği açısından ehemmiyetlidir. Tarihimizi ve tarihî coğrafyalarımızı bilmek, bize daha çok çalışıp üretmek azmi verebilir. İlgi ve alâkanız için teşekkürler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.