Dünya Hayatında Anlam ve Amaç Kaybı / Yasemin Keskin

Bugün dünya âlemini, aslından kopan, amacını yitirmiş insan topluluğunun yaşadığı mevcudat olarak tanımlamak, geldiği aşamayı vurgulamak açısından önemli. Yaşama amacını unutmuş, buhran içinde kıvranan insanoğlu, dünyaya matematiksel bir bakış olan kapitalizm etkisiyle modernizmin doğuşunu her geçen gün kendi elleriyle tekrar inşa eden bir sistemin kurbanı… Nefsin sonsuz bitmek bilmeyen isteklerine sahip olma arzusu, hakikati perdeleyen bir amaca matuf. Nefislerin akıl kılığında dolaştığı ve yaşama amacının unutturulduğu bir dünyada hakikati yaşamak ve anlatmak istemek, çok yönlü gayret güç ve çalışma isteyen “ emr-i bilma’ruf nehyü-i ani’l münker” emrinin gereğini yerine getirmekle mümkündür. Sadece uyarıcı olmak değil, insana ve hayata dair çok yönlü bir çalışma, etkili bir ahlaki disiplin gerekiyor. Marufu emretmek, münkerden alıkoymak sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şu hadisi ortaya koymaktadır. “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten 9) Son yüzyıldır insanoğlunu içine hapseden bu havuzun dalgalarında boğuşmak iyi bir yüzücü hatta bu dalgalarla adeta dans eden sörfçüler gibi olmamız gerektiğini de çok açık bir şekilde gösteriyor. Evet, yıllardır hazır sunulan sofralarda yemek yemeyi bırakıp kendi dinî kültürel tüm motiflerimizi değiştirmeden katkısız haliyle tekrar oluşturmak bu zamanın önemli bir ihtiyacı. Neden mi? İnsanoğlunun fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığını korumak ve en önemlisi oluşabilecek kalbî sapmalara engel olmak için…
Şükürsüz ve nankörlükle geçen zamanların mutlulukla taçlanması mümkün değil… Şükürsüzlüğün önemli sebepleri olarak maddeye düşkünlük, hep daha güzeline odaklanma, mükemmeliyeti arzulama; yetinmeyi, kanaatkâr olmayı, elindekinin kıymetini bilmeyi unutturuyor. Hep daha iyisine güzeline sahip olma hırsı, var olan sayısızca nimetin şükrünü eda etmekten mahrum bir zihin yapısına büründürüyor. Tüm imkânlarını çocuğu için harcayan, bunun için çalışan, ter döken, yorulan aileler ve ufak bir teşekkürü dahi esirgeyen bir nesil yetişiyor maalesef. Bırakın minnet duygusu kıymet ve değer vermeyi, ufak bir teşekkürle oluşan farkındalıktan bahsediyorum. Hem doyumsuz hem sorumsuz bir neslin temelleri atılıyor yıllardır. Sadece çocuklar üzerinden konuyu değerlendirmek, çocuklara örnek olan yetişkinleri göz ardı etmek olur. Zincirleme bir şekilde ilerleyen sistemin yeni tohumları olan bu nesli günah keçisi olarak göstermekten başka bir şey olamaz.
“Hayat inanan ve salih ameller işleyenler dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.” Aliya İzzetbegoviç’e ait olan bu sözlerle yazıma devam etmek istiyorum… Ve âcizane şunları eklemek istiyorum: Bir toplumda var olan, oluşmuş tüm meşguliyetler her ne olursa olsun din ve maneviyatın önüne geçiyorsa toplumda büyük bir anlam kaybı oluşmuştur. Bunun en iyi sonuçları ise ruhi çöküntüye bağlı tüm hastalıklara gebedir. En iyi sonuç olarak değerlendirdiğim bu durum ruhi kodları kaliteli insanların buhranları olabilir. Evet hayatta anlam ve amaç bulmaya ihtiyaç çok fazlasıyla artmış bir durumda… Son yıllarda ruh sağlığıyla ilgili yapılan nitel deneylerin sonucu oluşan istatistiklerde “yaşamda bir amaç ve anlama sahip” olmanın önemi tespit edilmiştir. Tüm ruh hastalıkları içerisinde en yoğun olarak şikâyet edilen ve yaygın olan depresyon en fazla araştırılan konuların başında gelmektedir. Dünyaya dair yaşanan her türlü sıkıntı ve çile, yaşanan stres etkenleri ile hayatta bir amaç ve ideal edinme arasında “daha düşük sıkıntı, stres, kaygı vs. hastalıklar” yönünde pozitif bir ilişki vardır. Bu çalışmalar yıllar önce tespit edilmiştir. Bu çalışmalardan birkaç örneği sunmak istiyorum.
“*Koenig’in 1997’deki çalışmasına göre; dindarlar dindar olmayanlara göre daha fazla hayat memnuniyetine, aynı araştırmacının 1999’daki çalışmasına göre ise daha az depresif bir yaşam tablosuna sahiptir.
* G. Christopher Ellison, 1991’de yaptığı araştırmada; dinî inançlara sahip kimselerde, daha yüksek yaşam memnuniyeti, mutluluk ve hayatı etkileyecek travmatik hadiselerin olumsuz sonuçlarından daha az etkilenme gözlemlemiştir.
* Schwarts ve arkadaşları 2003 yılında toplam 2016 kişi üzerinde yaptıkları çalışmada, başkalarına yardım etme davranışının yardım almayla kıyaslandığında akıl sağlığını daha olumlu etkilediğini saptamışlardır.
* McCullough ve arkadaşları 2004’te şükrün nevrotikliği azalttığını tespit ettiler. Affediciliğin ise, hipertansiyona, kronik ağrılara, bir takım zararlı alışkanlıklara iyi geldiği bulgusuna yapılan çeşitli araştırmalarla ulaşılmıştır.
*Vitvliet ve arkadaşları ise kaslarda, deride, kalp atışlarında elektromyelogram ölçümlerinde kindarlığın yani affedici olmamanın ruh ve beden sağlığını olumsuz etkilediğini tespit etmişlerdir.
*Kiecolt-Glaser ve arkadaşları da 2005’te kindarlığın vücudun büyüme de dâhil çevreye uyum sağlamasını etkileyen hormonların işlevlerini bozduğunu ortaya çıkardılar.”
Sonuç itibariyle çok sayıda yapılan bilimsel araştırmaların kişi de var olan ahlaki erdemlerin ruhsal ve bedensel sağlık üzerinde olumlu etkileri bulunduğu yönünde güçlü veriler sağladığını görüyoruz. Dinden uzaklaştıracak tüm meşguliyetlerin faturası ağır. İnsanoğlunun dine, gerçek din olan İslam’a o kadar çok ihtiyacı var ki… Keşke anlasalar, bilselerdi; hayatlarında oluşan boşluk, her türlü ruhi bunalım sonlanacak, hem dünya hayatı hem de sonsuz hayatları kurtuluşa erecekti… Fakat buna rağmen dinsizleştirme çabası olan tüm akımlar “deccaliyet” süratle devam ediyor. Dünyada şeytan ve nefsin egemen olduğu bir saltanat var. Maalesef günümüz Müslümanlarının çoğunun durumu dünya saltanatının etkisi altında… Hakikati bilmek, kabul etmekle birlikte kalbî kaymalar, etkileşimler belki de bu zamanın en önemli sınavı. Evet, İslam’ın senden ne istediğini bildiği halde önemsemeyen, önceliklerini kendi nefsi için belirleyen dinden uzaklaşan birçok kesim var. Zengin olmak için Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) ısrarla dua isteyen Salebe’nin hazin sonunu bilmeyen yoktur. Mal mülk Salebe’nin gözünü kör etmiş, eski Salebe’den eser kalmamıştır. Bugünün Salebeleri, önceliklerini ne için kullanıp Allah’ın hangi emirlerinden taviz veriyorlar? Dinamik olan günümüz yaşantısı gerçek ve hakikati flulaştırıyor mu? Kendi mal ve çıkarları uğruna her türlü kargaşa, ahlaksızlık savaşının fırtınasında kalmış insanoğlu bu rüzgâra kapılmış vaziyette… Büyük bir kasırga gelip her yeri tarumar etmeden önce kurtuluş çarelerine sığınmak, dünya tablosundaki insanın hangi boyutta olduğunu net bir görüşle idrak etmek; tevbe ile başlayıp tevbe ile yola devam etmek, Allah’a sığınmak, daha sağlıklı, bilinçli gözlerle yolumuzu görmek gerekmiyor mu? 50-60 yıllık bir saltanat için ahireti göz ardı etmeye değer mi? Ankebut Suresi 64. ayetle yazımı sonlandırmak istiyorum.
“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”
Alıntı ( Horozcu, Ümit (2010). Tecrübî Araştırmalar Işığında Dindarlık ve Maneviyat ile Ruhsal ve Bedensel Sağlık Arasındaki İlişki, Milel ve Nihal, 7 (1), 209-240.)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.