Kızıla bürünmeye başlayan güneş, çarşaf gibi serilmiş denizin ufkunda batarken bir çift ela göz aşkla hafif de içi burkulsa da huzur veren bu muhteşem manzara ile günlük elvedasını yapıyordu. Deryaya hâkim tepedeki üç katlı evin çim bahçesinde, altmış yaşlarındaki, hafif dökülmüş kumral saçları, kırışmış yüz hatlarından tecrübe damlayan adam, baharın müjdecisi ıhlamur kokularını doyasıya içine çekti. Sağ dirseğini, üzerinde bazı kupürleri kesilmiş günlük gazete, birkaç siyasi fikir dergisi ve en altta ise masanın sabiti gibi duran fotoğraf albümü bulunan masaya dayamıştı. Gelişen teknolojiye karşı inatla isyan edercesine duran tuşlu eski cep telefonu ve ona yoldaşlık eden pilli küçük bir radyoda ise enstrümantal “Fikrimin İnce Gülü” çalıyordu. Senelerin yorgunluğunu atmak için ayakkabılarını çıkarıp uzatarak toprağa bastı. Memuriyet hayatınca kurduğu hayalleri, duyduğu özlemleri gerçekleştirmiş olmanın mutluluğu içinde huzurla seyretmeye devam etti. Yüzünde soğukkanlı tavırları hâkim olsa da mavi gözlerinden merhamet akan sarı saçlı kadın, elindeki balık tavasıyla ortamın büyüsünü bozmamak için sessizce yaklaşsa da balık kokuları her bir kokuyu bastırıp iştahları kabartmıştı. Adam bu kez tamamen masaya dönüp ellerini ovuşturarak, “Getir getir hanım… Deniz beni kurt gibi acıktırdı.” dedi. Kadın gülerek, “Deniz seni acıktırır, deniz seni mutlu eder, deniz seni üzer… Valla benim de kumam bu denizler…” dedi. Bütün dikkatini yemeğe veren adam, o anda sofrayla olan bütün bağını kesip kor gibi yanan bir ateş parçası olup eşinin elinden tuttu. Muhabbetle, “Canımın içi, bütün bunlar sen benim yanımda olunca güzel. Sensiz hepsi yağsız, tuzsuz ve tatsız.” dedi. Masaya otururken yüzündeki gülümsemeyi gizleyip ağırdan alan bir ruh haliyle kinayeli, “Kıymetli edebiyat hocamız Edip Bey, şair tarafınızı konuşturup saf, genç bir kızı yine kandırmaya mı çalışıyorsunuz?” dedi. Edip tuttuğu elleri kalbinin üstüne koyup buğulu ses tonuyla, “Hemşire Elvan Hanım, yıllardır kalbimi sizin avuçlarınıza teslim ettim. Orada yalan olmaz, varsa da o sizin ihmalinizdendir.” dedi. Bu kez Elvan, Edip’in ellerini avuçlarının içinde sımsıkı tutup, “İnce ruhlu, edepli adam, senin o hassas kalbin doğuştan güzel. Sen benim bu hayattaki en büyük şansımsın.” dedi. Karşılıklı seven iki kalbin muhabbetiyle bütün dünya nimetlerini unutturmuştu ki, Elvan ağlamaklı olan gözlerle yıpranmış albümü açarken Edip, “Bu balıklar da soğursa bir şeye benzemez.” diyerek elleriyle girişti. Elvan ilk sayfayı açınca, “Tanıştığımız yer Muş’un karlar arasındaki ilçesi Bulanık…” Adam “Nasıl unuturum? Hayatımın en güzel günleriydi. Yüreğimizdeki sevginin harından lapa lapa yağan karlar bile daha havadayken eriyordu.” dedi. Sonra özenle giydirilmiş kız bebek fotoğrafını gösterip, “Oy bebeğim Harika’m, ilk göz ağrım… Sert bakışlım… Zorlu doğa koşullarında büyüdüğünden midir nedir, hep haşin, hep savaşçı…” Edip, “Bilmez miyim? İstanbul’da ülkenin en iyi üniversitesine puanı tuttuğu halde, ‘Param yetmez, başka şehirde oku.’ deyince ne yaptı etti, burs buldu, yarı zamanlı iş ayarlayıp okulu bitirdi.” dedi. Elvan, “Ee kolay değil, şimdi de koca holdinge CEO oldu.” dedi. Edip parmağıyla işaret edip, “Ama ben sana söyleyeyim, asıl arıza bu. Tatlış, minnoş görünümlü Sanem.” dedi. Elvan, “Seni nasıl şaşırtmıştı? Ablasının çektiklerini görünce önce burslarını ayarlayıp sonra Ankara’daki en seçkin üniversiteye kaydını yaptırmıştı.” dedi. Edip, “Ee ne de olsa Kayseri’de doğup büyüdü, havasından suyundan para idaresini kapmış.” dedi. Elvan, “Aynen, şimdi de en güçlü sermayeye sahip bankanın yönetiminde… Şükürler olsun, şimdi ikisi de bahtiyar, muhteşem evlilikler yaptılar. Gürbüz gürbüz, dünya güzeli torunlarımız var.” dediği an Elvan’ın telefonuna görüntülü arama geldi. Arayan “Büyük Damat Ejder” yazıyordu. Yüzünü ekşiten Edip, “Yine yeni ne aldı acaba görgüsüz?” dedi. Elvan parmağıyla sus işareti yapıp, “Ayıp!” dedikten sonra telefonunu açtı. Görüntüden önce tok gür ses geldi, “Edip Babam, Elvan Annem iyi akşamlar.” Kamerayla herkesi tek tek gösterip, “Bakın bütün aile buradayız. Bugün komşum, bacanağım Güven’in evinde muhteşem bir mangal yaptık. Etleri ben Çatalca’dan özel çiftlikten getirdim.” dedi. Elvan, “Afiyet bal şeker olsun canlarım.” dedikten sonra iki kızı, altı torunuyla birlikte damatlarla toplu olarak selamlaştılar. Ejder, “Edip Babam, sana bak ne diyeceğim. Gelin size de buradan bir villa tutalım.” Etrafı tekrar gösterip, “Babam burada boğaz havası püfür püfür, sen seversin. Sahilde zenginlerin gittiği balıkçı lokantası var. Bazı akşamlar hem dertleşir hem kafaları dağıtırız.” Evleri gösterip, “Burada ülkenin kaymak takımı var. Onlarla dost olursun.” Site kuş bakışı bakıldığında öyle genişti ki koca koca villalar oyuncak ev gibi kalıyordu. Öyle de yeşil, çeşit çeşit ağaçlar donatılmıştı ki, kuş olsanız inip yuva kurmaktan kendinizi alamazdınız. Ejder, “Milletin aile apartmanı olur, bizim de lüks villalardan oluşan aile sitemiz olsun be…” İki kızı ve torunlarıyla aynı yerde oturup istediği zaman onları görebilecek olma düşüncesi, içten içe Elvan’ı heyecanlandırsa da Edip o mesafeli tavrıyla, “Biz burada, sizler orada güzelsiniz evladım…” derken Ejder arama ekleyince ekranda “Kayınço Adil” yazısı belirdi. Ejder, “Edip Babam, en azından kışları burada kalırsınız.” O anda uyuşuk gözlerle yatağından kalkan Adil telefonu açıp, “Sabah sabah ne var enişte…” dedi. Ejder, “Kalk uyuşuk kayınço, Amerika’da yaşıyorum diye adetlerini unutma, bak maaile görüntülü konuşuyoruz.” dedi. Edip, Elvan “Adil oğlum, günaydın.” dedikten sonra herkes tek tek Adil ile hasbihal ettiler. Ejder ise, “Kayınço, Harvard’daki şu hukuk eğitimini bitir de gel artık. Sana burada bir ofis açalım. Bizim armatör takımının işlerini sana paslarız. İyi para kazanırsın.” dedi. Yatağından kalkan Adil birkaç adım atınca kaldığı lüks rezidansın camında arkasında yüksek binalar ve onların arasında karınca misali yürüyen insanlar gözüküyordu. Adil suyundan içip, “Ya enişte, armatör, marmatör, bu adamlarla çalışmak bana göre değil. Yüksek egolu adamlar, bana daha bohem ortamlar, insanlar lazım…” Güven söze girip sinsi ifadeyle, “Kayınço, sen gel, dediğin kolay… Borsa, finans çevresi hallederiz.” dedi. Sıkılan Edip, “Çocuklar ben günlük gazetemi bitireceğim.” derken Adil, “Gece geç yattım, ben de kendime geleceğim.” dedikten sonra el sallayıp görüşmeyi sonlandırdılar. Sofrayı toplayan iki kız kardeşe çocuklar yardım ederken Ejder sırtını iyice koltuğa verip, “Bacanak aile olmak güzel bir şey, gerçi ben olmasam kimsenin böyle bir derdi de yok haa.” Muhatabının cevaplamasını beklemeden soluksuz, “Etler nasıl he? Etler… Muhteşemdi… Tamamen organik…” Güven gülerek, tonu düşük, “Kesene bereket bacanak…” Ejder hafiften sırtına vurup, “Sen de pişirme işlerinde fena değilsin ha… Mangaldan anlıyorsun.” dedi.
Muhabbet, sohbet bitip herkes evine çekildi. Kapılar kapanınca iş gereği, sosyal statünün zorlaması sonucu süs gibi duran yapmacık kişilikler günlük bir elbise misali çıkartılıp portmantoya asıldı. Bastırılmış, zapturapt altına alınmış ahlaksızlıklar sivri dişlerini ağır ağır göstermeye başlamıştı. Yeni güne hazırlık için artık dinlenme vaktiydi. Yatmadan önce ertesi gün için hazırlık yapan Ejder, giyinme odasında dolaba bakıp aradığını bulamayınca hızlı hızlı soluyup, sinirle kelimeleri de hafiften yayarak, “Beyaz gömleklerim nerede?” diye çıkıştı. Kapağında Harika’nın boydan bir fotoğrafı, altında “Ekonomiye Yön Veren Güçlü Kadınlar Harika Çelikyürek” röportajının bulunduğu ekonomi dergisinin de üzerinde olduğu makyaj masasının karşısında taburesine oturup makyajını temizleyen Harika sakince, “Her zamanki yerindedir.” dedi. Ejder daha üstten, “Yok, yok, yok işte…” dedi. Harika ses tonunu sertleştirip, “Ne bileyim ben? Demek ki hepsini giymişsindir. Yarın hizmetçi yıkar.” dedi. Odadan hışımla çıkan Ejder gözleri dönmüş, “Ne dedin? Kadın, yarın benim mühim bir toplantım var. İngiltere’den heyet gelecek bana, sabah lazım.” dedi. Harika aldırış etmeden bambu makyaj temizleme pamuğuyla yüzünü temizlemeye devam ederek, “Sorun ettiğin şeye bak. Mavilerden birini giyersin.” dedi. Ejder yanına kadar sokulup masadaki makyaj malzemelerinin yerini değiştirip dergiyi de yatağın yanındaki komodinin üstüne attı. Parmağıyla işaret ederek sert bir emrivakiyle, “Kalk, yıka… Sabaha hazır olsun.” dedi. Harika hiç kıpırdamadan umursamazca yüzüne bakınca Ejder, “Bu evin reisi benim…” Dişlerini gıcırdatarak, “Benim dediğim yapacaksın, canımı sıkma…” dedi. Harika ayağa kalkıp gözlerinin içine baka baka, “Taka reisi. Senden ancak takalara reis olur.” dedi. Ejder, “Sen takadan, gemiden ne anlarsın?” Kollarını açıp, “Ben bugüne bugün askerî gemileri bile inşa eden koskoca bir tersane sahibiyim.” dedi. Harika istihzai gülüşle, “Kocaman tersaneymiş? Ben olmasam sen o kayıkhanede anca sezonda bir, bilemedin iki kayığı tamir eder, onunla da ancak aç karnını zor doyururdun. Kardeşim finansal destek sağlayıp ben de yılların tecrübesiyle müşteri pasladım. O yetmedi, yol gösterip kurumsal bir yapıya kavuşturunca büyük işleri yapmaya başladın. Adam oldun.” dedi. Ejder birden belindeki tabancayı çıkartıp sertçe masaya koydu. Ejder işaret parmağıyla gösterip, “Aaa bu… O âlemdeki çakalların gözünü korkutmasaydı.” sonra kalbini gösterip, “Daha mühimi benim mangal gibi yüreğim olduğunu herkes bilmeseydi, ne senin o kurumsal saçmalıkların ne de o kardeşinin desteği beş para etmezdi.” Bileğini gösterip, “Ben bugünlere, vura vura, kıra kıra geldim.” dedi. Harika sükûnetle makyaj malzemelerini eski yerine koyup göz kalemini bir silah gibi sağ eline alıp Ejder’in kulağından sokacak kadar yaklaştırdı, “Benim emrimde senin gibi onlarca narsist herif çalışıyor. Ben onların başını her Allah’ın günü eze eze güne başlıyorum.” dedikten sonra gözlerini belerterek tabancayı alıp mermiyi namluya sürüp kendisine çevirerek Ejder’in eline tutuşturdu. Harika, “Hemen silahına davrananlar düşünmeyi bilmeyen korkaklardır. Hadi sık…” dedi. Hiddetinden yüzü kıpkırmızı olup alın damarları şişen Ejder tam tetiği çekecekken gelen su sesiyle birlikte, “Ben senin altında çalışan elemanın değilim. Kocanım lan!..” dedikten sonra okkalı bir tokat atınca Harika sendeleyip yere düştü. Ejder arkasına dönüp giderken elbiseleriyle açık duşun altında titreyip sinir krizi geçiren evin en küçük çocuğu Kayra’yı sarsıp, “Ne o lan! Kızlar gibi ağlama, baban gibi kalk, erkek gibi savaş.” dedikten sonra arabasının anahtarını alıp kapıyı çarparak çıktı. Çarpılan kapılar, bağırış çağırış ve atılan tokattan sonra evin on üç yaşındaki ortanca oğlu Kaya korkmuş, ağlaya ağlaya sığınmacı psikolojisinde abisinin odasının kapısını açıp ilk adımı attığı anda duraksadı. Abisi başucunda film yıldızlarının posterlerinin asılı olduğu yatağına uzanmıştı. Kaya, “Abi…” dedi. Sarp lâkayt eliyle, “Kapıyı kapat, içeri gir.” işareti yaptı. Kaya, “Ya aşağıda annem, babam kavga ediyor. Kayra elbiseleriyle duşun altında sinir krizi geçiriyor. Babam evi terk etti. Belki de boşanacaklar. Sen burada gamsız bir şekilde takılıyorsun.” dedi. Sarp hafif sağına dönüp ayaklarını toplayıp boşalan yere otur işareti yaptı. Sarp, “Boşansınlar bize ne oğlum?” Kaya, “Ne demek bize ne, onlar bizim annemiz, babamız.” Yutkundu. “Boşansalar biz ne yaparız?” dedi. Ağırca doğrulanan Sarp kardeşinin başının arkasından eliyle hafiften vurup, “Sen fakir misin, ezik misin yoksa saf mısın? Ağlama tamam, ebeveynlerin bir arada olması şans ama ayrılmaları belki daha büyük şans.” dedi. Kaya korku ve öfkeyle karışık, “Sen ne diyorsun?” dedi. Sarp gayet sakin, “Bak güzel kardeşim, biz fakir çocuk muyuz? Hayır… Aksine zengin, itibarlı bir ailenin evlatlarıyız. Anamız bir holdingde CEO, babamızın tersanesi var.” Kaya, “Eeee…” Sarp, “Eee’si bunlar ayrılınca bizi yanlarına çekmek, en azından hoş görünmek için bize daha şirin davranacaklar. Üstümüzdeki otorite azalacak. Babam arada bir usulen hayt, huyt yapar, o kadar.” dedi. Kaya, “Ama ben hem annemi hem de babamı çok seviyorum.” dedi. Sarp başucundaki gitarını eline alıp içli bir nağme için birkaç teline vurup, “Peki onlar seni seviyor mu? Ya da beni… Daha doğrusu kendilerinden başkasını seviyorlar mı?” dedi.
Ortalığı toplayan hizmetçi, “Bütün işler bitti Sanem Hanım.” dedi. Salonda oturan Sanem sakince, “Eline sağlık Dilber. Yarın izin yap, bugün çok yoruldun.” dedi. Dilber’in yorgun gözlerinin içi bir anda güldü. Dilber, “Teşekkürler Sanem Hanım. İyi akşamlar Güven Bey.” dedi. Sanem oyun konsolunda oynayan Azra ile Alara’ya, “Hadi kızlar, vakit geç oldu.” dedi. Çocuklar mırın kırın etse de Sanem’in kararlılığını görünce ısrarcı olmadılar. Güven ise hiçbir şeyi umursamadan tabletinden borsayı takip ediyordu. Güven, “Ben sana dedim salak adam, bu kâğıtlar çok kazandıracak diye. Şimdi kaçırdığın milyonlar için ağla…” dedi. Sanem ağır adımlarla tablette kaybolmuş kocasına yaklaşıp gözüne sokarcasına bir dosya uzattı. Güven şaşkın bakarken, “Hayırdır güzelim?” dedi. Sanem, “Keşke kazandıran kâğıtları bana söyleyip kazandığın paraları da başka ülkelerde gizli hesaplara kaçırmasaydın.” dedi. Güven sakince tek tek dekontları incelerken pişkin tavırla ama ikna edici, “Eeee burada yasa dışı bir şey yok bankacı hanım.” dedi. Dosyayı sehpanın üzerine bırakırken hesap sorucu, “Tam aksine senin bunları izinsiz ele geçirmen yasa dışı, suç…” dedi. Sanem avını pençesiyle kavramış kartal gibiydi. Eski bir öğretmen sakinliğinde parmak sallayıp, “Keşke, keşke… Sen de gözümün önünde suç işleyip bir zanlı olsaydın seni seve seve savunurdum.” “Ne yazık ki sen koca bir ahlaksızsın.” dedi. Güven sırtını geri yaslayıp koltuğa tam yayılıp, “Ben burada hiçbir ahlaksızlık göremiyorum. Üstelik suç ve ahlak konularında en son söz söyleme hakkı bankacıların. Sizler tatlı vaatlerle, yalanlarla insanlığı sömürüyorsunuz.” dedi. Sanem, “Dünya da bu ekonomik sistemi kabul etmiş. Hayat bunun üzerinden dönüyor. Üstelik ben birilerinin torpiliyle, kayırmasıyla bir yerlere gelmedim. Bilgim, becerim, azmimle geldim.” dedi. Sehpanın üzerindeki dosyayı tekrar alırken, “Kurnaz borsa simsarı, bu kez kaybettin. Konuyu saptırarak kurtulamazsın.” Dosyanın en altındaki kâğıtlarını göstererek, “Sana evlenirken evlilik sözleşmesini güzelce oku demiştim.” Güven atıldı, “Ben de sana güvendiğim için okumuyorum dedim ve imzaladım.” dedi. Sanem, “Sorun bende değil, sende.Keşke şimdi okusaydın. Üçüncü madde ne diyor; eşlerden birisi diğerinden habersiz, gizli menkul veya gayrimenkul edinir, saklar ya da yurt dışında para kaçırır, hesap açtırırsa, varsa çocukların velayeti ve bütün edinimler diğer eşe verilir. Mutlak boşanma sebebidir.” Tekli koltuğa oturup bacak bacak üstüne atarak, “Şimdi bu evi terk et. Avukatım yarın sana ulaşır.” dedi. Güven şaşkın, ne yapacağını bilmez bir vaziyette, “Yapamazsın, her şeyi geçtim, bizim daha küçük bebeğimiz var, bebeğim.” dedi. Sanem, “İstersen polisi arayayım.” dediğinde işi o an için döndüremeyeceğini anlayan Güven, saldırı için geri çekilmeye karar verdi. Ceketini alıp yuvayı terk etti.
Alara, annesi ile babasının tartışmasını üst kattaki paslanmaz küpeştelere dayanıp sessizce dinledi. Korku içinde parmaklarının uçlarına basa basa ablasının odasına girdi. Pembe renklerden beyaza dönmeye başlayan odanın duvarında ise kıpkırmızı ruj ile boyanmış dudak ile havada uçuşan tüllü şapka tablosu vardı. Giysi dolabının kapağına ise kombin yapılmış elbiseler asılmış, yerde ise kutularının içinde ayakkabıları vardı. Her çeşit krem ve makyaj malzemesinin fazlasıyla olduğu masanın hemen yanındaki çalışma masasında hiç açılmayan ders kitapları ise öylece tertemiz, masumca ilgi ve alakaya aç bekliyorlardı. Açık olan Avrupa haritasında ise en az beş şehir kırmızı kalem ile daire içine alınmıştı. Azra ise kafaüstü kulaklığı kulağında dünyadan kopmuş telefonu elinde gülücükler saçarak mesajlaşıyordu. Kısık sesle “Abla, abla.” diyerek yaklaşan Alara’yı ancak dibine kadar sokulunca fark etti. Kalp emojisi atıp telefonunu kapattı. Azra, “Ne var küçük sıçan?” dedi. Dokunsalar ağlayacak gibi olan Alara duygu yüklü, “Annem, babamı evden kovdu. Galiba boşanacaklar.” dedi. Azra gülerek kulaklığını çıkartırken, “Korkma… Onlar boşanamazlar…” Başını birkaç kez sağa sola sallayıp, “Eh işte, ancak arada bir yüksek sesle tartışabilirler.” Alaycı, “Yalandan yıllık atışmalarını yapmışlardır.” dedi. Alara korkularının tesiriyle cümleyi tam kavrayamadan, “Ama bu kez babam annemden gizli işler çevirmiş, konuşmalarını duydum. Annem çok kızgın, öfkeli…” dedikten sonra ablasının onu kucağını alması için iyice yanına sokulurken Azra küçümser elini boş ver der gibi sallayıp, “Üzülme… Hiçbir aldatma, atlatma onların karşılıklı menfaatlerinden daha büyük değildir. Sakinleşip, düşünüp taşınınca pişman olup beraber yaşamaya mecbur olduklarını anlarlar, mutlu son için sulh ilan ederler.” dedi. Alara’nın endişeli gözlerindeki “Ben dediklerinden hiçbir şey anlamadım.” bakışları üzerine, Alara onu kucağına alırken, “Tatlım, şu an çoğu anlattığımı anlamadın değil mi? Ablam ne diyor diyorsun?” Alara o zeytin gözlerini iyice büyütüp masumca “Evet” manasında başını salladı. Azra uzanıp çalışma masasının üzerindeki haritayı aldı. Azra, “Şimdi sana Z kuşağının temsilcisi olarak Y kuşağını anlatacağım.” dedikten sonra eliyle haritayı göstererek, “Teyzem ile eniştem Amerika ile Rusya, bilemedin hadi Çin, güç savaşı yaparlar. Kırar dökerler, barışmaları uzun sürer. Annem ve babam ise İngiltere ile Fransa gibi çıkarları her şeyin önündedir. Onlar derinden siyaset satrancı oynarlar, menfaatlerini öyle korurlar.” Alara masumca, “Bu arada biz çocuklar ne oluyoruz?” dedi. Azra, “Bizim kuzenler Brezilya veya Yunanistan gibi tek bildikleri, tek dertleri zevkleridir. Biz üç kız kardeşten ikimiz İsviçre gibiyiz. Bakmalara kıyılamayacak kadar güzel, herkesin sevdiği, korunacak güvenli limanız. O zaman fırsattan istifade biz de kazancımıza bakacağız.” dedi. İyice meraklanan Alara parmağını üzerine koyarak, “Ya Türkiye?” dedi. Azra’nın o bilgiç, şımarık tavırları gitti, yüzünde ilk defa hüzün belirdi, “O vicdan. Dünyanın vicdanı.” dedi. Alara ablasına sıkıca sarılıp, “Kimsemiz kalmayınca bizi de sarıp ısıtır mı?” Azra, “Bu vicdan bütün bu kaosu bitirecek binlerce senelik deneyimin, mirasın sahibi ama şimdilerde neredeyse susmuş gibi… Yani şimdilerde tek dertleri emekli olup, sıcak bir sahil kasabasına yerleşip neredeyse tüm dünya ile bağını kopartarak organik domates, salatalık, acı biber yemenin derdine düşmüş son vicdan kırıntıları da öldü ölecek.” dedi. Alara ise hafif doğrulup, “O zaman dayım, aslan dayım var.” dedi. Azra ümitsiz, “O ise adaletini yitirmiş.” Kardeşini iyice sarılıp, “Her yerde hukuku arayan, kendini arayan bunalımlı dünya be küçük sıçanım.” Alara, “Ya küçük Lale’miz…” Azra, “Lale bebeğim bütün bu süper güç gösterileri, siyasi oyunlar arasında ezilen Orta Doğu… Ve vicdan ne zaman hangi olayla, olaylarla uyanır, bilmiyorum…”
Devamı gelecek ay…