Ontolojik olarak bütün bir varlık âleminin nasıl meydana geldiği hususu öteden beri insanoğlunun en kadim, en temel, en yakıcı sorusu olagelmiştir.
Kuarklardan galaksilere, kromozomlardan hücrelere, kozmozdan paralel evrenlere, boyutlardan anti maddeye, kara deliklerden kara maddeye… varıncaya değin bütün bir varlık; din, bilim ve felsefede analitik ve epistemolojik olarak sorgulanmış; ne olduğu, nasıl oluştuğu, neden var olduğu… gibi konular cevabı aranan en temel sorular olmuştur. Detaylara inildiğinde idealist ya da materyalist eksende iki ana paradigma meydana gelmiştir. Bu iki paradigmayı besleyen sayısız görüş, fikir ve düşünceler üretilmiştir.
Bu konu üzerinde yüzlerce, binlerce görüş ortaya atılmış olsa da söz konusu bu sayısız düşünce akımları rafine edilip damıtıldığında iki temel tez, varlık âleminin varoluş nedeni olarak ileri sürülmüştür. Birincisi “tesadüf”, ikincisi “Yaratıcı”. Bu anlamda üçüncü bir opsiyon söz konusu değildir.
“Tesadüf” ortak paydasında; materyalizmi, pozitivizmi, nihilizmi, evrim teorisini, komünizmi… vs sayısız … izm ve düşünce akımlarını sıralayabilirsiniz. Maddeci bakış açısı bütün bir evreni tesadüflerle, rastlantılarla izah etmeye çalışmıştır. Bütün varlık âlemi bu anlayışa göre madde ve türevlerinden ibarettir. Her şey maddedir. Beş duyuya hitap eder. Madde, nesne ya da obje dışında herhangi bir varlık katmanı söz konusu değildir. Dolayısıyla (haşa) Allah yoktur, ruh yoktur, ahiret yoktur… vs. vs. Yani metafizik adına ne varsa inkar edilmiştir.
Ne var ki bilimsel gelişmeler ışığında yaşanılan enteresan süreçte bu iddianın içi boş bir hezeyan olduğu bilimsel verilerle ispat edilmiştir. Bilhassa termodinamik 2. kanun, entropi yasası, kuantum mekaniği, holografik evren… yaklaşımları materyalizm ve pozitivizmi yerle bir etmiştir.
Özellikle kuantum fiziğinin bugün geldiği noktada madde tanımı şudur: “Madde öyle bir şeydir ki maddeden yapılmamıştır.”
Evren terkibi ya da sistematiği çok yalın olarak şu şekilde formüle edilebilir: Madde + enerji+ bilgi.
Evreni ele aldığınızda objelerin, nesnelerin yanı sıra söz konusu bu enstrümanların nasıl çalıştığı olgusuyla da karşılaşırsınız. Bu olgu size “kurallar” dünyasının kapısını aralar. Tüm bu kurallar toplamına “bilim” adı verilmektedir. Bu gerçekten hareketle şu hüküm ifadelerini kullanabilirsiniz: “Kainat ya da evren denilen varlık alemi; kanun, kural, nizam, sistem, organizasyon, entegrasyon ve formüller manzumesidir.”
Çünkü evren dediğinizde önünüze; matematik, kozmoloji, tıp, fizik, astrofizik, kimya, biyoloji… vs. sayısız bilim dalları çıkmaktadır. Bu bilim dalları da alt başlık olarak sayısız kanun, kural ve formüllerle doludur.
Gerçekten de komplike ve sofistike kanun ve kuralları, determinist karakteri, muhteşem düzen, ahenk, simetri, tasarım ve sistemleriyle bütün bir evreni; hiçbir mantık, kural, kanun, akıl ve sistem öngörmeyen kör tesadüflerle izah etmeye kalkışmak, olsa olsa sözüm ona bilimsel görünümlü bir cinnet ve bir hezeyan olsa gerektir. Ve cinayetlerin en büyüğüdür. Tabiri yerindeyse Yaratıcı’yı zihinlerde taammüden öldürmeye kalkışmakla eşdeğerdir. Nitekim Sartre; “İnsan özgürlüğü için Tanrı olmamalı.” derken, Nietzsche (Niçe) de; “Tanrı öldü, biz öldürdük.” diyerek akıllarınca problemi kökten çözdüklerini sanmışlardır. “Tek Tanrı”yı -haşa- öldürerek özgürleştiklerini zannederken her insanı tanrılaştırarak “Sayısız Tanrı” ürettikleri gibi bir paradoks ve tuzağa düştüklerini fark edememişlerdir.
Bu arada şunu da ifade etmeden geçmeyelim: Nasıl ki bir insanı taammüden öldürmenin -öldürme eylemi anlık bir fiil olsa dahi- cezası müebbettir; aynen bunun gibi Yaratıcı’yı (inancını) beyin ve kalplerde taammüden öldürmenin (haşa) cezası da elbette ki müebbet olmak durumundadır. (Buradan hareketle, sanırım “ebedi cehennem” mantığı da bir nebze olsun kavranmış olacaktır.)
Değişik vesilelerle izah ettiğimiz ve yinelediğimiz yukarıdaki gerçekliklerle giriş yaptığımız analiz ve değerlendirmelerimizden sonra ana konumuza geçebiliriz:
Bu yazımızda özellikle “Altın oran” ve “Fibonacci sayıları” üzerinde durmak istiyoruz:
Yaratıcı kudret, evreni kusursuz bir ahenk, simetri ve düzen içerisinde yaratmıştır. Gerek mikro kozmoz dediğimiz atomlarda, hücrelerde yahut makro kozmoz dediğimiz galaksilerde, evrende, âlemlerde insanı hayrete düşüren, hayranlık uyandıran harikalıklar söz konusudur. Bu harikalıklardan biri de “Altın oran” adı verilen eşsiz güzellik ve simetri ölçüsüdür.
“Fibonacci” lakaplı “Leonardo Pisano” ortaçağda en etkili matematikçilerden kabul edilir. Bulmuş olduğu sayı dizisi, kendi adı olan “Fibonacci sayıları” olarak adlandırılmaktadır. Bu sayıların özelliği; dizideki sayılardan her birinin kendisinden önce gelen iki sayının toplamından meydana gelmesidir.
Fibonacci sayıları; 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597… şeklinde bir dizilişi ifade etmektedir.
Dizilimdeki her bir sayıyı bir önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edilmektedir. Serideki 13. sırada yer alan sayıdan sonra bu sayı sabitlenir. İste bu gizemli sayıya “altın oran” adı verilmektedir ve rakamsal değeri: 1,618’dir. (233/144=1,618, 377/233=1,618, 610/377=1,618…gibi)
Leonarda Pisano’nun farkettiği, yahut keşfettiği bu oranı Allah’ın bir mucizesi olarak evrende bir çok varlıkta gözlemleyebilirsiniz. Hücrelerimizin içindeki DNA sarmallarından, kozmozdaki galaksi spirallerine varıncaya kadar sayısız varlık katmanında “altın oran”ı bulmak mümkündür.
Altın oran dediğimiz gerçeklik: “… Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talak, 65/3) hakikatinin varlık katmanlarında yankı ve yansımasından başka bir şey değildir aslında.
Şimdi çarpıcı bazı örnekler verelim:
Bilindiği üzere canlıların tüm özellikleri DNA molekülü dediğimiz bir formda depolanmıştır. DNA iç içe açılmış iki sarmaldan oluşmaktadır. Bu sarmallardan her birinin uzunluk ve genişlik değerleri ard arda gelen iki Fibonacci sayısıdır. Yani insan genleri altın oran’la kodlanmıştır.
Altın oranı kar kristallerinde de gözlemleyebilirsiniz. Kar kristallerini oluşturan kısalı uzunlu dallanmalarda uzantıların oranı altın oranı verir.
İnsanın mikro kozmozundaki, genlerindeki, DNA’sındaki kodlama altın oran olduğu gibi, milyonlarca ışık yılı ötelerdeki yüz milyarlarca yıldız barındıran galaksi spirallerinde de altın oran kodlaması söz konusudur. “…O’nun katında her şey bir ölçü iledir.” (Ra’d, 13/8)
Altın oran, bir bütünün parçaları arasındaki uyum ve estetik açıdan en uygun sonucu veren orandır.
Günümüzde de mimari, matematik, astronomi, müzik, tasarım… ve sanatın pek çok dalında kullanılmakta ve karşılaşılmaktadır. Altın oran iki şekilde hesaplanabilmektedir. Uç uca eklenmiş iki doğru düşünüldüğünde altın oran; ya bütün parçanın uzun olan parçaya oranı ya da uzun parçanın kısa parçaya olan oranı şeklinde hesaplanır. Ve bu değer yukarıda da ifade ettiğimiz gibi: 1,618’dir.
Rönesans döneminde pek çok sanatçı altın oranı kullanarak mükemmel eserler ortaya koymaya çalışmışlardır. Özellikle Leonardo Da Vinci’nin eserlerinde altın oranı sıklıkla kullandığı bilinmektedir. Uzun kenarının kısa kenarına oranı altın oranı veren dikdörtgene de “altın dikdörtgen” adı verilmektedir.
İnsan bedenindeki altın orandan da şu şekilde bahsedebiliriz: Göbek ile ayak arasındaki uzunluk bir birim kabul edildiğinde insan boyu 1,618’e tekabül etmektedir. Yine; parmak ucu-dirsek oranı/El bileği-dirsek arası,
Omuz hizasından boy ucuna olan mesafe/kafa boyu,
Göbek- başucu mesafesi/omuz hizasından başucuna olan mesafe,
Göbek – diz arası/Diz – ayakucu arası, altın oranı vermektedir.
İnsan yüzünde de birçok altın oran vardır:
Üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. Yüzün boyu/ yüzün genişliği, Ağız boyu/ Burun genişliği, Burun genişliği/ Burun delikleri arası, Göz bebekleri arası/Kaşlar arası hep altın oranı verir.
Yine bir mucize olarak akciğerlerde de altın oran tespit edilmiştir: Akciğeri oluşturan bronş ağacının ardışık dallanmalarında kısa bronşların uzun bronşlara oranının altın oranı yani 1,618 değerini verdiği tespit edilmiştir.
Altın oran, matematik ve sanatta bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen en uyumlu en mükemmel boyutları vermektedir. Bu nedenle altın orana “İlahî oran” adı da verilmektedir. Ayrıca bu oran “evrenin matematiği” olarak da ifade edilmektedir.
Dipten başlayarak uca doğru ilerleyen kıvrımları bulunan deniz kabuğunun logaritmik spiral denilen her bir kıvrımdan oluşan eğikliğin tanjantı altın orana denk gelmektedir.
Parmaklarımızın büyük parçalarının küçük parçalara oranı 1,618’dir.
Kolumuz dirseğimizden iki parçaya ayrılmaktadır. Kolumuzda omzumuza doğru olan kısa parçanın elimize doğru olan uzun parçaya oranı ile, elimize doğru olan uzun parçanın tüm kolumuzun uzunluğuna oranı eşittir. Ayrıca büyük parçaların küçük parçalara oranı 1,618’i vermektedir.
Çam kozalağının içindeki merkez noktadan dışarıya doğru spiral biçiminde uzayan her bir tanenin eğrilik açısı bize altın oranı vermektedir.
Salyangozların sırtlarındaki sarmal kıvrımlar bir kâğıda aktarıldığında bir altın dikdörtgen elde edilmektedir. Yani kısa kenarının uzun kenarına oranı 1,618’dir.
İnsan kafasının tepe noktasında saçların çıkmaya başladığı kıvrımlı bir düğüm noktası vardır. Bu düğüm noktasından çıkan saçların yaptığı kıvrım bir açıyla ilerlemektedir. İşte bu eğim de bize altın oranı vermektedir.
Fillerin dişlerindeki sarmal yapılarda olduğu gibi geyiklerin boynuzlarındaki çıkıntılarda da 1,618’lik altın oran bulunmaktadır.
Yine tıpkı papatyalardaki gibi ayçiçeğinin merkezinden sağa doğru gidenlerle sola doğru giden taneciklerin oranı altın orana eşittir.
Toros dağlarının kıvrımlarından tutun da, kaşımızla gözümüz arasındaki uzaklığın birbirine oranına kadar varlık alanı bir sayısal sistem üzerine oturtulmuştur. Evrende var olan her şey sayısal bir değere karşılık gelmektedir.
Altın oran tıpta estetik ve güzellik cerrahisinde de kullanılmaktadır. Bu noktada estetik cerrahlar altın orana en yakın sonuca ulaştıracak operasyonlar gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Estetik cerrahisinde simetri çok önemli bir yer tutmaktadır. Altın oran hesaplamalarıyla yapılan estetiğin kusursuz güzelliğe yakınlaştırdığı kabul edilmektedir.
Altın oran antik çağlarda vücuda getirilen eserlerde ve piramitlerde de kullanılmıştır. Altın oran insanların icadı olmayıp Allah’ın evrene kodladığı matematik bir formdur. Estetik ve güzellik şifresidir. insanlar tarafından fark edildiği günden itibaren matematik, estetik, mimari, tıp, müzik, sanat… hemen her alanda estetik ve güzellik ölçüsü olarak kullanılmıştır ve kullanılmaya da devam edilmektedir.
Doğuştan kör birinin fotoğraf makinesi ya da kamera icad etmesi ne kadar akla aykırı ve imkânsız ise kör tabiatın ya da evrenin de bir göz icad etmesi en az o kadar akla aykırı ve imkânsızdır.
Evrende tesadüfün olmadığına, tek bir yaratıcının var olduğuna sayısız delil vardır. Bunların tamamını bu yazımıza sığdırmamız elbette mümkün değildir. Ancak Allah’ın evrene vurduğu estetik, güzellik ölçüsü ve teklik mührü olan “Altın oran ve Fibonacci Dizisi”ni; Allah’ın varlığından da öte TEK’liğini ortaya koyan önemli bir delil olması bakımından işlemeyi uygun bulduk.
Altın oran öylesine gizemli bir mühürdür ki, kasırga spirallerinde dahi tespit edilmiştir. Esen yeller, kopan fırtınalar dahi bir ölçüye göre dizayn edilmiştir. Yine kalp atışlarından, yaprak dizilimine kadar pek çok sayısız yerde Yüce Yaratıcımız aynı sayıyı kullanmıştır.
DNA sarmallarından, galaksi ve kasırga spirallerine, kar kristallerinden mikro kozmoza, insan uzuvlarının birbirine olan oranlarından, çam kozalağına varıncaya kadar sayısız varlık “belli bir rakama” yani “Altın oran” ya da “Fibonacci sayı dizilimi”ne uygun olarak yaratılmışlardır.
Kromozomlarımızdaki genlerden tutun da milyonlarca ışık yılı ötelerdeki bir galaksinin aynı matematiksel sayı ile kodlanmış olması, Allah’ın varlığından da öte Allah’ın BİR’liğinin yani TEVHİD’in en büyük delillerindendir. Bütün bir varlık âleminin TEK elden çıktığının en büyük kanıtıdır.
Kâinatın her köşesinde birbirinden uzak canlı-cansız pek çok varlığın belli bir matematik formda dizayn edilmiş olması evrende zerre kadar tesadüfe yer olmadığının en açık delillerindendir. Altın oran olağanüstülüğünü bir mucize örnekle taçlandıralım:
Yapılan hesaplamalara göre dünyamızın altın oran noktası KABE’dir. Mekke şehrinin kuzey kutup noktasına olan uzaklığının güney kutup noktasına olan uzaklığına oranı da 1,618 yani altın orandır. Enlem boylam haritasına göre de dünyanın altın oran noktası Kabe’dir.
Son sözü mucize kitabımız Kur’an-ı Kerim söylesin:
“… O’nun katında her şey bir ölçü iledir.” (Ra’d, 13/8)
“… Allah her şeye bir ölçü koymuştur.” (Talak, 65/3)
“Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan O’dur. O Rahman’ın yaratışında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun? (Mülk, 67/3)