Evlilik biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel açıdan farklı özelliklere sahip, birbirinden farklı karakteristik yapılar ve yaşam deneyimlerine sahip iki bireyin bir araya gelerek ortak bir yaşam alanı oluşturduğu; duygu, düşünce ve sorumluluklarını paylaştığı toplumsal bir kurumdur. Bu birliktelik, bireylerin hem duygusal ihtiyaçlarını karşılamayı hem de sosyal ve kültürel normlar çerçevesinde yeni bir yaşam düzeni kurmayı amaçlar. Aynı zamanda evlilik, bireyler arasındaki farklılıkların bir zenginlik olarak görülmesini ve bu farklılıkların sağlıklı bir uyum sürecinden geçerek ortak değerler ve hedefler doğrultusunda bütünleşmesini gerektirir. Bu bağlamda evlilik, yalnızca bireysel mutluluğun sağlanması değil, aynı zamanda toplumsal yapının sürdürülebilirliğini de destekleyen bir anlaşma ve bağlılık sürecidir.
Bu süreçte bireyler arasındaki iletişim, empati ve çözüm odaklı yaklaşımlar, uyumun sağlanmasında belirleyici faktörler olarak öne çıkar. Evlilik kurumu, kişisel sınırların korunmasını, bireysel farklılıkların kabul edilmesini ve karşılıklı sorumluluk bilincinin geliştirilmesini gerekli kılar. Böylece çiftler arasında sağlıklı bir ortak yaşam kültürü inşa edilirken aynı zamanda kişisel ve toplumsal rollerin dengeli bir şekilde yerine getirilmesi mümkün hale gelir.
Günümüzde evliliklerin temelde duygusal bağ ve karşılıklı uyum yerine, sıklıkla maddi çıkarlara dayalı bir yapı kazandığı gözlemlenmektedir. Özellikle bireylerin evlilikten beklentilerinin artmasıyla birlikte, ekonomik faktörler ön plana çıkmakta ve bu durum, evlilik kurumunun niteliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Örneğin, genç kadınların çoğunlukla maddi refahı yüksek bir eşle evlenme düşüncesine yönelmesi, evlilik kararlarının ekonomik beklentiler üzerinden şekillendiğini göstermektedir. Bu durum, evlilikte duygusal ve psikolojik doyumun geri plana itilmesine yol açarak bireylerin gerçek anlamda bir uyum ve ortak hayat inşasından uzaklaşmasına neden olmaktadır.
Bunun yanı sıra, nişan ve düğün merasimlerinde yapılan gösterişli harcamalar ve ekonomik anlamda aşırı tüketime gidilmesi, çiftlerin evlilik hayatına bakış açılarının bir yansımasıdır. Söz konusu harcamalar, yalnızca o anki görsel tatmini değil, aynı zamanda ilerleyen süreçte çiftlerin maddi sorumluluklarını nasıl yönetecekleri ve evliliklerini nasıl sürdürecekleri hakkında önemli ipuçları sunmaktadır. Gösterişe dayalı bu tutumlar, evlilikte temel olan güven, sevgi ve saygı unsurlarını gölgede bırakarak çiftler arasında ekonomik uyumsuzlukların ve iletişim sorunlarının ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
İçinde yaşadığımız dönemde genç kızların ekonomik refah dolu bir yaşam sürme arzularının temelinde, özellikle medya ve sosyal medya platformlarında sıklıkla karşılaşılan abartılmış, yapay ve gerçek dışı yaşamların etkisi oldukça büyüktür. Bu mecralarda sunulan idealize edilmiş hayatlar, bireylerin beklentilerini gerçekçi olmayan bir düzeye taşıyarak ekonomik statüyü mutluluğun ve başarının ana göstergesi haline getirmektedir. Bu durum, kişilerin kendi hayatlarına karşı memnuniyetsizlik duymalarına ve maddi refahı hayatın temel hedefi olarak görmelerine yol açmaktadır.
Bireylerin rahat, konforlu ve güvenli bir yaşam sürme isteği son derece doğaldır. Ancak bu arzu; ölçüsüz ve gereksiz harcamalarla desteklendiğinde, bireyleri ve aileleri ekonomik ve psikolojik açıdan zor duruma sürükleyebilir. Özellikle düğün gibi özel günlerde, toplumdaki maddi güç gösterileri nedeniyle yapılan abartılı harcamalar, evliliğin başlangıcında çiftlerin maddi yükümlülüklerini artırmakta ve ilerleyen süreçte ekonomik sıkıntıların yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. Daha sonra hiç kullanılmayacak eşyalar, yalnızca gösteriş amacıyla yapılan masraflar veya toplumun onayını kazanma adına ortaya konan lüks tüketim davranışları, bireylerin finansal kaynaklarını israf etmelerine neden olmaktadır.
Maddi değerlere aşırı önem verilen aile yapılarında, bu tutumun bir sonucu olarak yetişen çocukların da gösterişe ve tüketime bağımlı bireyler haline gelme riski oldukça yüksektir. Bu tür bir aile ikliminde büyüyen çocuklar, maddi varlıkların ve harcamaların hayatın merkezinde olduğunu düşünerek ihtiyaçtan ziyade isteklerinin peşinden koşma eğiliminde olurlar. Her istediklerinin anında yerine getirilmesi; çocukların sabır, emeğin değeri ve paylaşma gibi temel insani erdemlerden uzaklaşmalarına neden olabilir.
Marka ayakkabı veya giysi gibi maddi unsurlara takıntılı hale gelen çocuklar, sahip oldukları eşyaların değerini anlamak yerine onları hor kullanma, onlara zarar verme ve hızla yenisini isteme alışkanlığı geliştirebilirler. Bu tutum, yalnızca bireysel bir sorun olarak kalmaz, aynı zamanda gelecekteki nesillerin tutumlu, kanaatkâr, üretken ve sorumluluk sahibi bireyler olarak yetişmesinin önünde ciddi bir engel oluşturur. Çocukların eşyaya aşırı bağlılık göstermesi, manevi değerlerden uzaklaşarak tüketim odaklı bir hayatı benimsemelerine neden olmaktadır. Sürekli tüketim odaklı ve anlık tatminlere dayalı bir yaşam tarzı, bireylerin psikolojik olarak doyumsuz, sabırsız ve sorumsuz bireyler haline gelmesine yol açabilir.
Zor bir çocukluk geçirmiş ve yokluk içinde büyümüş bireyler, kendi çocuklarının aynı sıkıntıları yaşamaması için canla başla çalışarak çocuklarının her istediklerini almaktadırlar. Bunu yaptıkları takdirde iyi birer anne ve baba olacaklarını düşünmektedirler. Çocuklarının isteklerini karşılamadıklarında ise kendilerini yetersizlikle suçlanmaktadırlar. Yetersizlik ve suçluluk duygusu ile hareket ederek, yanlış olduklarını bildikleri halde çocukları ikiletmeden her istediklerini yerine getirmektedirler. Bu durum hem ailenin bütçesini zorlamakta hem de doyumsuz ve hiçbir şeyin kıymetini bilmeyen nesillerin yetişmesine zemin hazırlamaktadır. Aynı zamanda sadece maddiyata değer veren ve yardımlaşma, merhamet, iyilik, cömertlik, diğerkâmlık gibi ahlaki değerlerden yoksun kişiler haline gelmektedirler.
Günümüz toplumunda, sosyal medya platformlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, yalnızca maddi kazanç uğruna ahlaki değerlere uygun olmayan, dinimize, kültürümüze, insanlık onuruna aykırı davranışlarda bulunan kişilerin arttığı gözlemlenmektedir. Sadece çocuklar ve gençler değil, ne yazık ki yaşı kemale ermiş diye nitelendirilen insanların bile aynı bataklığın içinde can çekiştiğini görmekteyiz. Bu dünya hayatında araç olarak kullanılması gereken mal-mülk ve paranın tamamen amaca dönüştüğüne üzülerek şahit oluyoruz. Şöhreti yakalamak, para kazanmak dışında başka hiçbir hedefi olmayan, ulvi gayelerden uzak insanlar, hem bireysel yaşamlarında ruhsal bunalımlarla karşı karşıya gelmektedir hem de onları takip eden kişilere kötü örnek teşkil etmektedir. Özellikle emek vererek para kazanan ancak karşılığını alamayan kişiler geçim sıkıntısı yaşarken bu tür insanların saatler içinde yüksek miktarlarda para kazanıyor olması toplum içindeki dengesizliği ve haksızlığı gözler önüne sermektedir. Bunun sonucunda gençler eğitimlerine devam etmek, emek vererek çalışmak yerine kolay yoldan para kazanmanın yollarını aramaktadırlar.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, ebeveynler zorluklarla kurmuş oldukları yuvalarını ayakta tutmak için kendilerine düşen vazifeyi yapmak zorundadırlar. Evliliklerde yaşanan problemlerin çoğunun maddi konular olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bütçe yönetiminin ne kadar önemli olduğu daha da iyi anlaşılmaktadır. Bazı ailelerde erkek, gereksiz harcamalarla ev halkını maddi açıdan zor duruma düşürmekte ve kadın toparlayıcı rol üstlenmektedir. Bazı ailelerde ise tam tersi durum yaşanmaktadır.
Aile içinde para yönetimi, sadece maddi bir konu değil, aynı zamanda karşılıklı güven ve iş birliğinin bir göstergesidir. Bu nedenle gelir-gider planlaması yapılırken aile bireylerinin ortak bir zeminde buluşması büyük önem taşır. Bu süreçte her bireyin fikirlerini özgürce ifade edebileceği bir ortam oluşturulmalıdır. Çünkü alınacak kararlar, yalnızca bir kişinin değil, tüm aile üyelerinin hayatını etkiler.
Lüks veya ihtiyaç dışı harcamaların sınırlandırılması, finansal dengelerin korunması açısından gereklidir. Ancak bu durum, aile bireylerinin keyif aldığı küçük mutluluklardan tamamen vazgeçmesi anlamına gelmez. Örneğin, bütçeye uygun şekilde planlanmış bir aile etkinliği veya tatil, hem maddi dengeyi sarsmayacak hem de ilişkilerin güçlenmesine katkıda bulunacaktır.
Eşlerin bu konuda birbirine destek olması, aile huzuru açısından kritik bir rol oynar. Anlayış ve uyum içinde hareket etmek, yalnızca finansal sorunları çözmekle kalmaz, aynı zamanda çiftler arasındaki bağı güçlendirir. Baskıcı ya da suçlayıcı bir tutumdan kaçınılmalı, bunun yerine yapıcı ve çözüm odaklı bir yaklaşım benimsenmelidir. Örneğin, harcama alışkanlıklarını iyileştirmek için birlikte bir bütçe oluşturmak veya finansal okuryazarlık üzerine bilgi edinmek, çiftlere hem bireysel hem de ortak fayda sağlayacaktır.
Para yönetimi sürecinde çocukların da sürece dahil edilmesi, onların erken yaşta sorumluluk bilinci geliştirmelerine yardımcı olabilir. Küçük birikim hedefleri koymak veya bütçenin nasıl işlediğini onlara anlatmak, gelecek nesillere finansal farkındalık kazandırmanın ilk adımıdır. Böylece, aile içinde hem maddi hem manevi bir denge kurulabilir. Çocuklara harçlık verirken parayı nasıl kullanacaklarını öğretmek gerekir. Öncelikle çocuklar her şeyi yetişkinlerden görüp öğrendikleri için onlara doğru bir rol model olunmalıdır. İsraf eden bir anne-babanın, tutumlu bir çocuk; cimri bir ailenin cömert bir evlat beklentisi pek de gerçekçi olmaz. Paranın ne demek olduğunu çocuğa anlatmakla işe başlayabiliriz. Manevi değerler üzerinden konuşularak paranın hayatın amacı olmadığı, onu araç olarak kullanmamız gerektiği dile getirilmelidir. Çocuğa verilen harçlık, onun hem günlük ihtiyacını karşılamalı hem birikim için ayırabilmeli hem de kendi parası ile arkadaşlarına küçük ikramlarda bulunabilmelidir. Ayrıca, çocukların çok istedikleri bir eşyayı veya oyuncağı, kendi biriktirdikleri parayla almayı başarmaları, onlara hem sabır hem de çaba harcamanın değerini öğretmek açısından çok önemlidir. Bu tür bir deneyim, paranın kazanılması ve biriktirilmesi gereken bir kaynak olduğunu anlamalarına yardımcı olur. Aynı zamanda, kısa vadeli hedefler belirlemek ve bu hedeflere ulaşmalarını sağlamak, çocukların başarı duygusunu tatmalarına ve kendilerine olan güvenlerini artırmalarına yardımcı olur. Küçük, ulaşılabilir hedefler, uzun vadeli birikim süreçlerinin daha keyifli ve motive edici olmasını sağlar.
Ailede bütçe yönetimi, maddi düzenin sağlanmasının ötesinde, aile içindeki uyum ve huzuru pekiştiren bir unsurdur. Gelir-gider dengesinin kurulması, gereksiz harcamalardan kaçınılması ve çocuklara finansal farkındalık kazandırılması, aile bireylerini birbirine daha da yakınlaştırır. Unutulmamalıdır ki doğru yönetilen bir bütçe, sadece bugünün değil, geleceğin de güvence altına alınmasını sağlar. Eşlerin zor zamanlarda birbirlerine destek olmaları, sabırlı davranmaları, manevi değerleri ön planda tutarak hem dünyada yapmaları gereken sorumlulukları yerine getirmeleri hem de hayırlı evlat yetiştirmeleri çok kıymetlidir. Bu sayede Allah’ın rızasını kazanarak ahiret hayatına da yatırım yapabileceklerini unutmamalıdırlar.