Yolda Olmaya Devam Etmekten Başka Şansımız Yok / Dr. Ferhat Kardaş

“Yürümeye Devam Et-Asla Pes Etme” kitabınızda insan en az kendini anlar diyorsunuz. Kendimizi anlamamızın önündeki engeller nelerdir?
Kendimizi anlamımızın önündeki en büyük engel içimize doğru bir yolculuk yapacak cesarete sahip olmamaktır. Kendimizle yüzleşmekten korkuyor olmamızdır. Çoğu insan bundan kaçınmak için yapay gündemlere, anlık geçici zevklere, çeşitli bağımlılıklara ve oyalayıcı şeylere sığınır. Yüzleşme cesaretinden ayrı bir neden de çoğu insanın odağında hep başkalarının olmasıdır. Başkalarını anlamaya, eleştirmeye, değiştirmeye odaklanırken çoğu zaman kendimizi unuturuz. Diğer yandan değişime açık olmamak, eleştiriye kapalı olmak, bize ayna olacak samimi dostluklar kuramamış olmak, yaşamda kendimizi tanıyacak çok fazla yaşam tecrübemizin olmaması gibi faktörler de kendimizi anlamanın önündeki engelleri oluşturur.
Peki, insan neden kendiyle yüzleşmekten korkar?
Bunun her insana göre değişen nedenleri vardır. Ama hepimizin kendiyle ilgili kaçındığı, hatırlamak veya yüzleşmek istediği meseleleri vardır. Bu bazen geçmişteki kötü bir yaşantı, bazen ruhumuzda iz bırakan travmatik bir yaşantı, bazen de kaçınmak istediğimiz bir sorumluluk olur. Bu yüzden sürekli kendimizden kaçar ve kendimizle ciddi şekilde yüzleşecek cesarete sahip olmayız. Ama hayat bir yerde bizi kendi gerçekliğimizle yüzleşmek ve içimize dönmek durumunda bırakır.
Hayat yolculuğunda çeşitli kaygılarımız var. Bu kaygılarla birlikte yolculuk nasıl olur?
“Üç derdim var, birbirinden seçilmez; bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm” diyor türkü. Hayat yolculuğundaki temel kaygılarımız bölümü varoluşçuların dile getirdiği kaygılar üzerinden şekillendi. Bunlar ölüm, özgürlük, yalnızlık, anlamsızlık gibi nihai konulardır. Yani nihai noktada yüzleşmemiz gereken ve hayatımızın her anına eşlik eden temel meselelerimizdir. Sadi Şirazi insan için “Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe”, yani ”birkaç damla kan ve bin bir endişe.” ifadesini kullanır. Ama her şeye rağmen bu kaygılarla yolculuğa ve yürümeye devam etmemiz gerekiyor. Çünkü insan olmak biraz da bu kaygılarla tanımlanmış olmaktır. Bizi biz yapan şeylerdir bu kaygılar. Bu kaygılar esasen bizi en olgun anlamda insan olmaya doğru götüren kaygılardır. Düşe kalka, yaralana yaralana olsa da insan hayatta her şeye alışmayı ve bu kaygılarla yola devam etmeyi öğreniyor.
Kitapta eksik olabilme cesaretinden söz ediyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
İnsanları memnun etme, onların istediği gibi bir olmaya çalışma çabasının her zaman ağır maliyetleri olur. İnsanlar çoğunlukla sevgilerini, beğenilerini, takdirlerini belli bir maliyetle aktarırlar bizlere. Bu yüzden onları memnun etme motivasyonu her zaman daha da yüksek bir fatura olarak dönmeye başlar bize. Çünkü hem herkesi memnun etmek çok güçtür, hem de sürekli kendinizden başka biri olmanız gerekir. Bunun yerine eksik olduğumuzu, herkesi memnun edemeyeceğimizi, insanları memnun etmek için dünyaya gelmediğimizi kabullenmek daha iyi ve sağlıklı bir yol olur bizim için. Bu da eksik olma cesaretini göstermeyi gerektirir. Biz bilinçli bir çaba ile bunu başaramasak da hayat bir yerden eksik olduğumuzu, her şeye yetişemeyeceğimizi, her istediğimizi elde edemeyeceğimizi, herkesi memnun edemeyeceğimizi öğretiyor bize. Önemli olan yaşamdan bu acı dersleri yüksek bir maliyetle almadan önce öğrenme çabası içine girmek. Bu da okumakla, kendimizi geliştirmekle, yaşadığımız hayatın her an muhasebesini yapmakla, ilişkilerimizi gözden geçirmekle ve bencillik, gurur, kibir gibi hastalıklarımızdan kurtulmaya çabalamakla gerçekleşebilir.
Güzel bakıp, güzel görüp, güzel düşünmeyi nasıl yapabiliriz?
İyi bir gözlem yapıldığında hayatın her anlamda iki kutup üzerinde gittiği görülür. İyilik-kötülük, sevgi-nefret, hayır-şer, güzellik-çirkinlik gibi zıt kutuplar hayatın gerçekliğini temsil ediyor. Bakış açımızı, nazarımızı nereye yönlendirirsek onu görürüz aslında. Bakacağımız yöne göre yeterince aydınlık veya yeterince karanlık görebiliriz. Yaşamın sürekli negatif, karanlık, olumsuz tarafına bakmak ruh sağlığımızı bozmaktan başka bir etki yapmaz bize. Bunun yerine hayatın olumlu taraflarına da dönebiliyor olmamız gerekiyor. Bu da en temelinde bakış açımızla ilgili bir durum. Hayatın, insanların veya başımıza gelen olayların olumlu yanlarını görebilme konusunda kendimizi eğitmemiz ve farkındalığımızı arttırmamız gerekiyor. Bu konu psikoloji alanında yapılan çeşitli araştırmamalarla da ortaya konuluyor. İyimser olmak, pozitif düşünebilmek, yaşamın iyi yanlarını fark edip takdir edebilmek ruh, beden ve beyin sağlımızı doğrudan etkiliyor.
Dünyanın, insanların veya başımıza gelen olayların kötü yönlerini nereye koymamız gerekiyor?
Evet, dünya kötülüklerle, yanlış işlerle, zulümle ve gözyaşıyla dolu. Kimse bize bu dünyada cennet vaat etmedi. O yüzden acıları kabullenip misafir etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Burada önemli olan şey bakış açısındaki denge ve ölçüyü tutturabilmek aslında. Güzel bakmak ve güzel görmek bizi gerçeklerden kopuk bir iyimserliğe götürmemeli. Gerçekten kopuk bir iyimserlik bu yönüyle bir hastalık aslında. Ama karamsarlık, umutsuzluk daha ağır hastalıktır. Başımıza gelenleri kabullenmek, onların pozitif yanlarına odaklanmak, fırsata dönüştürebileceğimiz kısımlarıyla ilgilenmek ve ondan dersler çıkarmak yaşam boyu ona ağıt yakmaktan, sürekli şikâyet etmekten veya kendimizi tamamen o kötü yaşantının akışına teslim etmekten çok daha yararlı ve anlamlıdır.
Kitapta insan ilişkilerine geniş yer veriyorsunuz. Geçinilmesi zor ve geçinilmesi güzel insanlardan söz ediyorsunuz. Geçinilmesi güzel insan olmak ne demektir, bunun için neler gereklidir?
İlgili bölümün başında şerh düştüğüm gibi aslında geçinilmesi güzel insanları aramadan önce bizim o çaba içinde olmamız ve geçinilmesi güzel insan olmamız gerekiyor. Burada odağımızın öncelikle başkaları olmaması gerekiyor. Çünkü iyi şeyleri hep başkalarından bekleme gibi bir alışkanlığımız var. Bu da çoğu sorunu çözümsüz kılıyor. Geçinilmesi güzel insanların özelliklerini ayrıntılı şekilde yazdım kitapta. Ama bunun için gerekli olan ilk şey aslında kendimize, insanlara ve ilişkilerimize değer vermektir.
Bunu biraz daha açar mısınız?
Kişilerarası ilişkilerimiz bizim aynamızdır. Kendimizi oradan izleyebiliriz. Kendimize verdiğimiz değeri, başkalarına verdiğimiz değeri en çok ilişkilerimizde görürüz. Bu yönüyle kendisine değer veren insan diğerlerine karşı daha ihtimam ve özenle davranır. Kalp kırmaktan, gönül yormaktan, nezaketsizlikten, kabalıktan uzak durur. Her zaman olmasa da büyük çoğunlukla bu güzel şeyler karşımızdaki insanlarda bir karşılık bulur. Öfkeli insana öfkeyle karşılık vermek kolaydır. Çoğumuz bunu yaparız ve genellikle işleri çözümsüz bir noktaya doğru götürürüz. Bazen öfkemizi yutup, tepkiselliğimizi kontrol edip daha anlayışlı hareket ettiğimizde bunun karşımızdaki insanın davranışlarını doğrudan etkilediğini ve onu da yumuşattığını görürüz. Çirkef ve kibirli insanlar bu durumun istisnasıdır genelde, alttan almak çoğu zaman onlarda işe yaramaz, bunun ayrımını da zamanlar yapmayı öğreniyor insan. Sonuç olarak geçinilmesi güzel insan olmak için çabalamamız, ihtimam göstermemiz, bazen alttan alan taraf olmamız gerekir. Yaşamın sürekli negatif yanlarına odaklanmamak, işleri hep yokuşa süren taraf olmamak, ilişkilerimizde sürekli ince hesaplar ve menfaat peşinde olmamak, doğal ve içten olmak gibi çeşitli özellikler bizi geçinilmesi güzel insan kılar ve bize insan olarak değer katar.
Çatışmaları nasıl doğru yönetebiliriz?
Çatışma yönetimi hayatımızın her alanında önemli bir ihtiyaç aslında. Sürekli bütün topluma çatışma çözme eğitimi verilmesi gerektiğini dillendiriyorum. Çünkü bu konuda kitlesel olarak ciddi sorunlarımız var. Bazen en ufak bir kıvılcım ağır sonuçlara götürüyor bizi. Bu yüzden çatışma çözme ve arabuluculuk konusu eğitim, psikoloji, hukuk, aile danışmanlığı gibi alanlarda çok önemli bir konu haline gelmiş durumda. Doğru çatışma yönetiminde iki konu önümüze çıkmaktadır. İlişkilerimiz ve çatışma yaşadığımız konudaki çıkarımız. Çatışma çözme sürecinde genelde bu iki boyuta göre yöntemler kullanır ve kararlar veririz. Eğer çatışma yaşadığımız kişi ile aramızı bozmak istemiyorsak, ya da ondan çekiniyorsak veya ona değer veriyorsak ona göre tepkiler geliştiririz. Eğer çatışmada çıkarlarımızı ve istediğimiz sonucu elde etmek daha önemliyse ona göre daha agresif ve saldırgan yöntemler kullanırız. Burada ulaşmamız gereken şey ideal dengedir. Çatışma çözümünde bu durum baykuş ile temsil edilir. Baykuş bilgeliği temsil eder. Yapmamız gereken şey hem ilişkimize zarar vermeyecek veya en az zararı verecek, hem de isteklerimizden en az taviz verecek çözüme ulaşmaya çalışmak. Tamamen geri çekilmek, sürekli alttan almak, hep karşı tarafın istediği şeyleri yapmak ya da sadece kendi isteğimizi zorla dayatmak maliyetli ve etkisiz çözüm yollarıdır. İdeali bulmak zordur ama konuşup, birlikte sorun çözmeyi öğrenip iki tarafa da en az zararı verecek bir noktaya ulaşmayı öğrenmemiz gerekiyor. Bu da en temel iletişim becerilerimizi güçlendirmek ilgili bir süreçtir.
“Yolda olmaya devam etmek” demişsiniz yine “Yürümeye Devam Et-Asla Pes Etme” kitabınızda. Bunu biraz anlatır mısınız?
Hayat en çok yola benzetilir. Engellere, yaralarımıza, zorluklara ve yaşadığımız yol kazalarına rağmen yürümeye, yolda olmaya devam etmemiz gerekiyor. Çünkü yaşam yolunda durmak ölüm gibi bir şey. Bu umutsuzluk, pes etmişlik, karamsarlık ve vaz geçmişlik halidir. Olabilecek senaryoların en kötüsüdür. Karamsar insanların düşündüğünün aksine hayat yolu her zaman karanlıktan ya da kötü manzaralardan geçmiyor. En kötü şartlardaki bir hayatın bile güzel manzaraları vardır yaşam yolu boyunca. O yüzden bütünsel düşünmek gerekiyor. Güzel bakmak, güzel görmek bu yüzden önemli. Anlamlı bir hayat sürmek, yaşam hedeflerine sahip olmak, geçinilmesi güzel insan olmak, çatışmaları doğru yönetmek, yolda başkalarına el uzatmak bu yüzden önemli. Yolda olmaya devam etmekten başka şansımız yok. O yüzden bu yolu hem kendimiz hem de bizimle birlikte yolculuk yapan sevdiklerimiz için daha güzel hale getirmemiz gerekiyor. Yolda olmak düşmek, yaralanmak, kaybetmek, yorulmak ama her şeye rağmen kalkıp yürümeye devam etmektir. Kendimizi karanlığa mahkûm etmemek, güzel şeylerin keyfini çıkarmak, güzel insanlarla yolculuk yapmanın hazzına varmayı bilmektir. En temelde zaafları ve güçlü yönleriyle insan olduğumuzu ve dünyanın imtihan dünyası olduğunu hiçbir zaman unutmamaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.