Sürgünden Gelen Şehzadeler Anlattı / Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu

Osmanlı Hanedanı ile olan yakınlık dereceniz nedir? Bu anlamda kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Osmanlı Hanedan ailesinin dördüncü kuşak torunlarındanım. Osmanlı Hanedanı ile yakınlık derecemiz ise şu şekildedir. Sultan Abdulhamid Han oğlu Selim Efendi. O’nun oğlu Abdülkerim Efendi. O’nun Oğlu Harun Abdülkerim Osmanoğlu Efendidir. Yani biz üç kardeş olarak Harun Abdülkerim Osmanoğlu Efendinin çocuklarıyız. Kardeşlerimin en büyüğü, Orhan Osmanoğlu, kız kardeşim Nurhan Sultan ve en küçükleri Abdülhamit Kayıhan Osmanoğlu olarak benim. Ben de sürgünden sonra İstanbul Fatih semtinde doğmuş ilk şehzadeyim.
Hanedan bireyleri ile ya yemeklerde veya cenaze ortamlarında bir araya gelebiliyoruz. Bunlar üzücü olmakla birlikte gerçeklerdir. Aslında biz bunun böyle olmasını istemiyoruz. Hep beraber bir arada olmak istiyoruz. Ancak yaşam şartları ve uğraştığımız dünya işleri bizleri bir araya getiremiyor. Nihayetinde herkes kendi iş hayatıyla meşgul olduğu için, en önemlisi kimisi yurtdışında kimisi yurdun değişik yerlerinde olduğu için hayat şartları bizi sık sık bir araya getirmiyor. Ancak sanal ortam dediğimiz internet ortamında mailleşerek ya da telefonla konuşarak görüşmelerimizi yapabiliyoruz. Az önce dediğim gibi hayat şartlarından dolayı zorunlu olarak, çok sık bir araya gelemiyoruz.

Hanedan torunlarının ekonomik şartları hangi durumda?

İnsanlar bize bu soruyu hep sormuşlardır. Yani hayat boyunca neler yaptınız. Geçiminizi nasıl ve ne şekilde sağladınız diye sorulmuştur. Bizler hep çalıştık. Farklı farklı işlerde çalıştık. Hatta ufak yaşlarda gerek ağabeyim olsun gerek ben olayım, çorap sattık simit sattık. O zamanlar sıkıntılarımız oldu elbette. Bizi o dönemlerimizde kimse tanımıyordu. Bizler de kendimizi ön plana atarak biz şuyuz veya buyuz demiyorduk. Tabi ki neticede devletimiz, burada olduğumuzu biliyordu. Kendi imkân ve gayretlerimizle bir şeyler yapmaya ya da bir yerlere gelmeye çalıştık. Aynı zaman da sizinle meslektaşız. Ben de gazete muhabirliği yaptım. Türkiye geneli bir gazetede on bir yıl polis muhabirliği yaptım. Bu arada tiyatro sanatı ile de uğraştık. Üç yıl kadar da TV’de çalıştım. Erken yaşta çalışma hayatına atılmamdan dolayı hayatın iyisini de kötüsünü de gördüm. Bunlardan hiç çekinmedim, gururla da anlatırım.

Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye dışına gönderilmeleri hangi sebepler dâhilinde vuku bulmuş ve konuda nasıl bir yol izlenmiştir?

Malûmunuz; Cumhuriyet kurulduktan sonra bütün aileyi yurt dışına gönderdiler. Tabi ki bu, o zamanın şartları dâhilinde gerçekleştirilmiştir. Osmanoğulları’na yani şehzadelere yirmi dört saat, Sultanlara da yetmiş iki saat tanıyarak, bütün Osmanlı Hanedanı’nı gönderdiler. Ayrıca şöyle bir kanunda çıkarıldı. “Hiçbir sultan ve şehzade hava sahasından bile geçmeyecekti.”

Hanedan bireylerine anayurtlarına ne zaman dönme imkânı verilmiştir. Yurt dışına gönderilmeleri ve oralarda çekmiş oldukları sıkıntılar halkımızda bugün hala bir acı ve burukluk duygusu yaşatmaktadır. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Ayrıca Hanedan bireyleri ile görüşebiliyor musunuz?
1974 yılında çıkan af kanunu ile Türkiye’ye ilk babam geliyor. Sonrasında da yavaş yavaş Türkiye’ye gelişler oldu. Biz de bu manada çok mutluyuz. Öncelikle şunu belirtmek isterim. Sürgüne giden şehzadeler o kadar çok olaylar yaşadılar ki biz bu hayat hikâyelerini halkımıza anlattığımız zaman hepsi derin üzüntülerini bizlerle paylaşmışlardır. Geçmişte yaşandığı için bizler de tabi ki üzüldük. Neticede bizim amcalarımız, dayılarımız, halalarımız. Biz de büyüklerimize amca, dayı, hala derdik. Yani benim amcalarım, dayılarım hep sıkıntı içerisinde yaşamışlar. Hatta bir örnek vereyim; sürgüne gönderilen bir Şehzade Fransa’da banklarda yatmış, araba yıkama gibi vs. sıkıntılı işlerde çalışmıştır. Bizler bunlara çok üzüldük. Elimizden bir şey gelmezdi zaten. Onlar da zaten rahmetli oldular. Mekânları cennet olsun diyelim.

Âmin, inşallah. Yaptıkları hizmetlerden dolayı Allah onlardan razı olsun…

Biz de bazen halkımızın davet ettiği programlara katılıyoruz. Onların yaptığı organizasyonlarla bir araya geliyoruz. Bizim gitmemiz de halkımızın hoşuna gidiyor. Bu tür çalışmalara da genel katılımda bulunan benim. Çünkü genç olduğum için her yere rahatlıkla gidebiliyorum.

Osmanlıdan sonra dünyada neler değişti ve dünya dengeleri açısından yeri doldurulabildi mi? (huzur, güven ve adalet ortamı olarak)

Osmanlı döneminde o kadar güzellikler var ki saymakla bitmez. Bundan 10 sene veya 15 sene önceki yıllarda Türkiye için pek birşeyler yapıldı diyemeyiz. Ama şu dönemdeki Başbakanımız olsun, Cumhurbaşkanımız olsun, ülkeyi memleketi çok güzel yönetiyorlar. Bizim de yalnız olmadığımızı hissettiriyorlar. Aynı şekilde halkımız da bize karşı aynı duygular içerisindeler. Biz de bundan çok mutluyuz. Bunu yaklaşık 2,5 sene önceki cenazemizde gördük ve yaşadık. Yaklaşık 500 bin civarında katılım oldu. Orada bulunan kalabalık çok şeyi anlatıyor diye düşünüyorum.
Bizler de tabi ki bunların hepsinin farkındayız. Duygu yoğunluğu yaşadık diyebiliriz. Bu dönemle Osmanlı dönemi hemen hemen aynı diyebiliriz. Sanki bizler o dönemi yaşıyor gibiyiz. Nihayetinde bizler İslam’ın olduğu, yaşandığı bir ülkedeyiz…
Cennetmekân Sultan II. Abdulhamid Han hakkında torun evlat olarak duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz? Sizce yeni nesil Abdulhamid Han’ın neler başardığının yeterince farkında mı? Sizce neleri başardı? O günkü reel politika açısından bu konuyu değerlendirir misiniz?
Sultan II. Abdülhamid Han siyasetiyle, tavır ve duruşu olan Allah dostu bir şahsiyetti. Yaptığı siyaseti ve liderliği tüm dünyaya örnek teşkil ediyordu. Dış dünya hala bugün bile Sultan Abdülhamid’i konuşabilmektedir. Yaptığı hayır ve eserleri saymakla bitmez. Hemen aklıma gelen, Darülaceze bunların başında gelen hizmetlerindendir. Ben de burayı sık sık ziyaret ederim. Çalışmalar nasıl gidiyor, ne tür etkinlikler var bakar incelerim. İçinde cami var, kilise var. Yani ayrım yapılmadan tüm çalışmalar yapılmıştır. Hatta bir olay anlatayım. Abdülhamid Hanın vezirlerinden biri bir gün şöyle sorar; “Camiyi yaptınız da sultanım kiliseyi neden yaptırdınız?” Abdülhamid Han ise şöyle söyler; “Seyret bakalım neler olacak!” Sakallı adam camiden çok mutlu ve huzurlu olarak çıkıyor. Kiliseden çıkan ise hiç mutlu olarak çıkmıyor. İkinci gün oluyor. Tekrar camdan seyrediyorlar. Kiliseden çıkan adam, camiden çıkan adamın yanına gidiyor. Ve Müslüman adama; “Sen buradan çıkarken hep tebessümlü ve huzurlu çıkıyorsun” diyor. Müslüman olan ise “Dinimiz bizim ruhumuza hitap ediyor, bizi mutlu ediyor” diyerek caminin içerisinde ona sohbet ediyor. Adam da sonra İslam’ı kabul edip Müslüman oluyor.
Neticede Abdülhamid Han “Şimdi anladın mı neden hizmet ettiğimizi?” diyerek vezirine konuşur. Bıraktığı eserler ve yaptıkları da zaten ortadadır, bunu herkes biliyor. Mesela; Kudüs Demiryolu hizmete girdi. Ankara Demiryolu hizmete girdi. Hicaz Demiryolu hizmete girdi. Haydarpaşa Liman ve Rıhtımı inşa edildi. Hamidiye Suyu hizmete girdi. Hukuk Fakültesi açıldı. Emekli Sandığı kuruldu. Şam Tıp Fakültesi açıldı. Bütün yurtta Telsiz İstasyonları kuruldu. Boğaziçi Köprüsü de projelerinden biriydi.

Bir film çalışması içerisinde olduğunuzu biliyoruz. Film hakkında kısaca bilgi verirmisiniz?

Evet doğrudur. Bizim bir film projemiz var. Sürgünden sonra bir şehzadenin yaşamış olduğu hikâyeyi perdeye, ekrana taşımak istiyoruz. Beklentimiz ise, tarihimizi halkımıza doğru dürüst anlatabilmektir. Kendi kaynağımızdan doğru bir şekilde aktarabilmektir, esas amacımız bu. Bugün çekilen filmler bizi rahatsız ediyor.

Bu son söylediğinizi biraz daha açar mısınız? Tam olarak neyi ifade etmeye çalıştınız?
Ben Dolmabahçe Sarayına, Yıldız Sarayına gittiğim zamanlar inanılmaz derecede duygulanıyorum. Yüreğim yerinden hep kalkar oturur. Farklı bir hissiyat beni kaplar oralarda. Kendimi evimde gibi hissederim. Taşlarına dokunur duygulanarak zaman zaman ağlarım. Çok şükür dedelerim yaptı diye seviniyorum. Bunları niye söylüyorum; oralarda yaşanmış tarih var da o yüzden. Doğru dürüst bir film veya dizi yapılmış olsa halkımıza doğru gösterilse biz de seviniriz halkımız da sevinir. Bugün tarihimizle ilgili dizi yapıyorlar, fakat bize sormuyorlar. Osmanlı ile ilgili yapılan dizi ve film çalışmalarında bugüne kadar bize hiç danışan olmadı. Mesela 1453 Fetih filmi hatalarla dolu bir film olmuştur. Bugün sekiz yaşında bir çocuğa sormuş olsanız bile, o çocuk hem daha iyi bilgilendirir hem de daha büyük bir coşkuyla anlatır. Film rekor kıracak tabi ki. Niye? Çünkü fetih filmi deniyor. Hâlbuki 1952 veya 1953 yıllarında fetih filmi çekilmiştir. Ben bunun araştırmasını yaptım. Yani fetih filminin çekilmesi ilk defa değildir. Hatta yurt dışından yabancılar beni arıyorlar. Bir film yapmak istiyoruz diye bize danışıyorlar. Ben de filmin adı nedir diye soruyorum. Onlar da bana “Fetih filmi” diyorlar. Bunlar yabancı film şirketleridir. Bu filmi de Hollywood’da çekecekler. Bunlar Çağrı filminin Yönetmeni (Rahmetli) Mustafa Akad’ın kadrosudur. Ayrıca tarihçi Mustafa Akman ve birkaç akademisyenle beraber bu filmi çekecekler şimdi.
Yapmış oldukları Osmanlı temalı dizi ve filmleri size danışmadan kendilerince buldukları kaynaklarla ortaya çıkarmaları nemalanma ya da çıkar ilişkisi midir sizce?

Tabi tabi, onların niyeti gerçek bir tarihi anlatalım ve insanlara aktaralım derdi değildir. Tamamıyla ekonomik çıkarlardır. Yani “Ben buradan nasıl para kazanırım”düşünceleridir. Mesela bugün televizyonda yayınlanan Muhteşem Yüzyıl dizisi vardır. Yurt dışına satılması ve izlenmesi güzeldir elbet. Ancak keşke düzgün ve doğru anlatılabilseydi, daha muhteşem olurdu. Orada Harem anlatılıyor, işleniyor. Arap dünyasında bunlar yayınlanıyor. Ancak bizi üzen bir isimle yayınlanıyor. “Sultanın Haremleri” şeklinde yayınlanıyor. Üzücü ama yapacak bir şey yok. Yani, benim, ülkem için yapamayacağım bir şey yok, ama elimizden bir şey gelmiyor.

Bunlar eleştiriliyor ama burada şuurlu Müslümanların suçu yok mu? Hatta bir tarihçi “Bu tür dizileri ve filmleri eleştirecekleri yerde, oturup birkaç zengin Müslüman iş adamı bunu finanse edip neden daha doğrusunu çekmiyorlar?” şeklinde bir açıklama yapmıştı.

Bu manada bütün iş adamlarımız bunun bilincinde aslında. Ancak biz “Hadi siz sponsor olun da biz bu filmi yapalım” diyemeyiz. Bizim gerçekte böyle bir düşüncemiz var. Ancak onların bize bu teklifi yapmaları gerekir. Bizim dedelerimiz ne güzel yapmışlar. Sadaka taşı yaparak kimin ne kadar ihtiyacı varsa gitsin alsın şeklinde güzel bir uygulama sergilemişler, değil mi? Biz de torun olarak gidip böyle şeyleri söyleyemeyiz. Biz ancak ortamlar olursa böyle bir şeyler yapacağız diyerek gündem ederiz. Yoksa kimseye “Gelin bize sponsor olun” diyemeyiz. Yani yapımcı şirketlerin yapmış olduğu tarzda biz yapmayız, yapamayız. Buradaki gayretimiz ticaret amaçlı değil, tarihimizi yeni nesillere ekran yoluyla düzgün ve doğru anlatabilmektir gayretimiz. Bizim niyetimiz ekonomik kazanç olsaydı, bu manada çok işler yapardık. Ancak biz dedelerimize yakışır bir tavır içerisinde olmak istiyoruz.

Az önce söylemiş olduğunuz şehzade ile ilgili film çekimlerini nerede ve hangi mekânlarda çekmeyi düşünüyorsunuz?

Yukarıda da zikrettiğim gibi, olay Fransa da geçtiği için çekimleri Fransa’da yapmayı düşünüyoruz. Ancak şu an senaryo aşamasında olduğu için çekimlere daha vakit var.Ayrıca burada büyüdükleri için buradaki saraylarda da birkaç çekim olacaktır elbette. Ekrana ve senaryoya en iyi yakışan oyuncu kim ise onu da belirleyerek çekimlere inşallah başlarız. Bu sorumluluk isteyen bir rol, aldığı rol üzerinde duracak, duruşu olan bir kişi olmasını istiyoruz. Rolü alacak şahsın manevi değerlere değer veren ve manevi duyguları kuvvetli olan birisi olması gerekiyor. Çünkü bu bizim için önemli bir çekim olacak. Burada biz bir kazanç beklemiyoruz. Biz bir tarih anlatacağız. Birkaç ay içerisinde senaryo biterse hemen çekimlere başlamayı düşünüyoruz aslında.

Çok teşekkür ediyoruz. Bu çabaların usulünce desteklenmesi dileğiyle…

Ben de çok teşekkür ediyorum.

3 yorum

  1. Sürgünden Gelen Şehzadeler ile ilgili bu yapmış olduğunuz bu yazı ile osmanlı hanedan larının şehzadelerin ve torunları nın günümüzdeki durumu duruşu duyguları hakkında bilgi sahibi olmama sebeb olan;
    Gönül Dergisine ve Feyz basın yayın ltd.şti. Teşekür ederim

  2. BAHRİ BALABAN

    ÇOK GÜZEL ALLAH RAZI OLSUN

  3. Dildare Balland

    Ben osmanlıyı hep sevdim ve hep üzüldüm …yazıyı okuyunca aklıma geldi yazmadan geçemiyeceğim. Pariste taksi şöförü ,bulaşıkcı gibi işlerde çalışmaları çok kötü şartlar altında yaşamaları ne kadar hazin değilmi ? Koskoca osmanlı hanedanı prens ve prenseslerin yaşadıkları bu haksızlık bence tarihimizin yüz karası . Birde Kenize murad’ın yazdığı kitabı okuyup çok etkilenmiştim. Ve utandım… utandım… bu haksızlıklar karşısında ….sevgiler

Dildare Balland için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.