Organik Tarım Moda mı Gereklilik mi? / Prof. Dr. Metin Turan

Organik ürünü diğer ürünlerden ayıran fark nedir?

Organik tarım organik ürünlerin yetiştirilmesinden, ürünlerinin satılmasına kadar geçen süreçte kendi özel prensip ve uygulamaları olan, kimyasal hiçbir girdinin kullanılmadığı tarım sistemidir. Organik tarım “gübresiz ve ilaçsız tarım”, “doğal tarım” veya “geleneksel tarım” değildir. Günümüzde Organik, Ekolojik ve Biyolojik Tarım olarak farklı adlandırmalar yapılmaktadır. Ancak dünyadaki ülkeler bu terminolojiyi kullanırken organik tarım, dil farklılıkları nedeniyle farklı ülkelerde farklı isimlerle anılmaktadır. Örneğin, İngiltere’de organik (organic), Almanya’da ekolojik (ökologish) ve Fransa’da biyolojik (bioloque) kelimeleri kullanılmakta olup organik tarımla ilgili Avrupa Birliği organik tarım yönetmeliği (2092/91 sayılı Konsey Tüzüğü)’nde de açıkça belirtildiği gibi bunlar birbirleriyle eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. Ancak Türkiye’de yukarıda bahsedilen ürün üretiminden tüketimine kadar tüm süreçleri kayıt altında olan ve hiçbir kimyasalın kullanılmadığı tarım modeli olarak değil, halkın yanıltılması yönünde hiçbir sertifikasyona sahip değilken, doğal, biyolojik, ekolojik ifadeleri kullanılmaktadır.

Organik ürünleri diğer ürünlerden ayıran en önemli fark organik ürünlerin yetiştirilmesinden, ürünlerinin satılmasına kadar geçen süreçte kendi özel prensip ve uygulamaları olan kimyasal hiçbir girdinin kullanılmadığı tarım sistemi olup bunu gösteren logosunun olmasıdır. Logo ve sertifikaya sahip olmayan hiçbir ürün gerçekten kimyasal kullanılmasa bile organik sayılmaz, sayılamaz. Bu üretim modelinde yetiştirilen ürünlerin tat ve aromaları kimyasal ile üretilen ürünlerden çok daha iyi olduğu gibi, sürdürülebilir ya da kimyasal üretimle üretilen ürünlerden daha sağlıklı ve tehlikesizdir. Kimyasal üretimde gerek besleme ürünleri ve gerekse koruma ürünlerinde kullanılan maddelerin gıda yoluyla insanların ya da hayvanların bünyesine geçerek sağlıklarının bozulmasına hatta kansere yakalanmasına neden olduğu pek çok ülke ve üniversitelerin çalışmaları ile ortaya konmuştur. Yani organik tarım aslında bir moda değil bir gerekliliktir.

Sağlıklı nesillerin yetişebilmesi için, sağlıklı gıdalar sağlıklı gıdaların oluşabilmesi için sağlıklı yetiştirme ortamları gerekmektedir. Bu da ancak organik tarımla mümkün olmaktadır. Her ülkenin aslında vatandaşlarına bu imkânı sağlayabilecek tedbir ve yönetim düzenlemelerini alarak adım adım bu sürece geçmesi gereklidir.

Konvansiyonel ürünlerle organik ürünler karşılaştırıldığında vitamin ve besleyicilik açısından kayda değer bir fark var mı?

Tabi ki farklar söz konusudur. Organik ürünlerde girdi olarak kullanılan gübreler bünyelerinde bitki besin maddesi olarak, N, P, K, ca, Mg, Fe, MN, Zn ve Cu gibi elementleri doğal yolla sağlamaları yanında bünyelerinde bulundurdukları doğal aminoasit, organik asit, doğal hormon ve enzimler sayesinde hem kendilerinin bağışıklık sisteminin güçlenerek hastalık ve olumsuz hava koşullarına karşı direncinin artmasına hem de bu ürünlerle beslenen insanların yaşam konforuna etki etmektedir. Tat ve aroma açısından bariz farklılıklar hissedilebilmektedir. Toplumda bilinenin aksine raf ömrü daha uzun ve uzun süre saklanabilir olmalarıdır. Geçmişteki yanlış algı kurtlu, kötü görüntülü ürünlerin organik olduğu yönündeydi. O dönemler organik gübreler ve biyolojik ürünler bulunmadığından tarımda hiçbir girdi kullanılmadan yapılmaya çalışılıyordu. Ancak bu kaynak ve girdilerin artmasıyla daha fazla ürün ve daha kaliteli ürünler elde edilmeye başlandı.

Organik ürün ve doğal ürün aynı şey değil midir?

Aynı şey değildir. Doğal, biyolojik ekolojik terminolojisi altında satılan ürünlerin önemli bir kısmı sürdürülebilir tarım esasına, yani kimyasal gübre ve pestisitlerin kullanımına müsaade edip aşırı dozda kullanıma müsaade etmeyen model ve kimyasal üretimde kimyasal gübreler ve pestisitler, insektisitlerin kullanımına müsaade eden modeldir.

Ülkemizde sürdürülebilir ya da kimyasal üretim yapanlar da zaman zaman tüketiciyi yanıltma adına doğal, natural, biyolojik, ekolojik terimlerini kullanabiliyorlar.

Bazı üreticilerde şehirden uzak hiç kimyasal kullanmadan üretim yapanlar olabiliyor, bunların sertifikası olmadığı için organik ürün olarak satamamaları gerekiyor, pazarlarda doğal ve biyolojik olarak satıyorlar. Ancak sertifikasyon ve denetleme olmadığı için aslında insanlarda organik terminolojisini canlandıran bu terimler altında satmamaları gerekli. Sağlıklı olmaları açısından sürdürülebilir ve kimyasala göre çok iyi ancak kontrol olmadığı için bu ürün de tehlikeli olabilmektedir.

Organik tarımda hile yapılabiliyor mu?

Organik tarım güven esasına dayanan, sürekli kontrol ve denetim gerektiren dolayısıyla hata payı çok çok az olan bir modeldir. Dünyada organik etiketli ürünlere olan güven %95-%100 iken bizde bu oran %40-%50’lere kadar düşmektedir. Yukarıda bahsettiğim organiğin dışındaki üretim modellerinde üretip pazarın durumuna göre talep fazla olunca zaman zaman bu hatalar yapılabilmektedir. Ancak bu güvensizliğin kaldırılabilmesi için denetimlerin sıkı yapılması ve Tarım ve Orman Bakanlığının medyada bu ürünlere olan güvenin artması için kamu spotu yayınları yapması gerekir. Ama sonuçta insanların kültür seviyesi arttıkça, tarım işletmeleri kurumsallaştıkça bu güvenin artacağı ve hata paylarının azalacağı kanısındayım.

Türkiye’de organik tarım trendinin hızla yükselmesini hangi nedenlere bağlıyorsunuz? Ülkemiz bu konuda nereye gidiyor?

Aslında hızla yükselmesi değil de yükselememesi problem. Ülkemiz gerek ekolojik gerekse coğrafik koşulları nedeniyle organik tarım için önemli bir pazar. Avrupa, Amerika ve gelişmiş ülkeler sahip oldukları ekonomik güç nedeniyle yıllarca tarım alanlarını yoğun ve aşırı kimyasallarla yok etme noktasına getirdiler ve 90’lı yıllarda Ege bölgemizden başlamak kaydıyla temiz alanlarda üretime başlayarak kendi ülkelerindeki toprakların rehabilite edilmesine başladılar. Çıkardığı kanunlarla bugün kirlenen doğalarını geri kazanmaya başlamanın yanında nüfuslarını sağlıklı ürünlerle besleyerek insanların hastalanmasının önüne geçtiler. Bakın bugün ortalama yaş ömrü gelişmiş bu ülkelerde 85-90 iken bizde 67-70 yaşlarına kadar düştü. Karadeniz buna çok önemli bir somut örnek. Genel duruma baktığınızda dünyada toplam tarım alanlarının sadece %10’u organiğe geçmiş geri kalan kısmı %0 -%60 oranda sürdürülebilir ve %30-40’lık dilimi ise hâlâ kimyasal olarak devam ediyor.

Ülkemizde ise bu oran %1’in altında. Temel neden köylü ile çiftçiyi ayırt edememiş olmamız, kurumsal işletmeler geliştirememiş olmamızdır. Bitkisel üretim pazarında devamlılık, kalitenin kontrollü ve sürdürülebilirliği ve pazarda yer edinmede işletmelerin kendi bireysel çabaları ile iletişime geçip pazar aramalarıdır. Kaldı ki ekonomi bakanlığının bence en önemli görevi bu olmalı.

Üretici hangi ürüne talep olduğunu, kimin alacağını ve ne kadarlık bir talebin olduğunu bilmiyor. Ürettikten sonra pazar aramaya kalkınca maalesef ürün elinde kalıyor.

İkinci sebep ürün veriminde azalmanın olduğu kaygısı. Aslında bu çok yanlış bir kaygı, çünkü organik üretimde yukarıda bahsettiğim gibi hiçbir girdi uygulamadan ürün yetiştirmeye çalışılınca karşımıza çıkıyor. Bu da üreticilerin bu olaya bakışını değiştiriyor ya da yok ediyor. Organik girdiler ilk yıllar az olduğu için ulaşılması zor ve pahalıydı. Ancak günümüzde artık bu problem değil. Aksine istedikleri kadar ürüne ulaşabilirler. Kaldı ki aynı yerde iki ya da üç yıl organik tarım esasına göre üretim yapıldığında organik girdilerin biyoçeşitliliğe olan katkısıyla kimyasalla aynı devam eden yıllarda kimyasalında üzerinde ürün almak mümkündür.

Üçüncü problem, üreticilerin organik tarımda bakım ve beslemeyi bilmemesinden kaynaklanıyor. Bu konuda kimyasal gübre ağı çok yüksek, yönelim orda olduğu için üretimde organik beslemeyi de tıpkı kimyasal gibi düşündüğünde arzu edilen verim ve değere ulaşamıyorlar. Yani teknik destek yetersizliği oldukça önemli.

Dördüncüsü, arz azlığı nedeniyle üreticiden 1 TL’ye alınan ürünün piyasada 6 TL’ye satılması talep dengesini düşürüyor ve insanlar çok pahalı bulduğu için mecburen kimyasal ürünler tüketiyor. Yani ülkenin refah seviyesi ve yaşama konforu bunun çok önemli belirleyicisi olabiliyor.

Türkiye ve dünya ölçeğinde organik gıda üretimi toplam gıda üretiminin ne kadarına tekabül ediyor? Organik tarım ürünleri dünyayı besleyebilir mi? Tarımın sürdürülebilirliği açısından organik tarım gerekli midir?

Dünyada açlık, üretimin azlığına değil dağılımın dengesizliğine bağlı. Dünyada sertifikalı alan olarak yaklaşık 98 milyon hektar alan var. 2,7 milyon üretici ve 89,7 milyar dolarlık bir gelir var. Türkiye’de bu rakamlar; 225 ürün çeşidi, 67,800 üretici, 550,000 hektar alan ve 2.800.000 ton ürün var.

Kimyasal ürünlerin kullanımına bağlı olarak şu an dünyada her 10 dakikada bir 1 hektar tarım alanı degradasyona (bozulmaya, kirlenmeye, tarım yapılamaz hale geliyor) uğruyor. Dolayısıyla biz bu hızla devam edersek ileride zaten ekim yapacak alan kalmayacak. Kaldı ki bu sorunlu alanlarda üretim yapılmaya devam ederse tıpkı topraksız tarım yapılan alanlar gibi toprağı sadece üretim ortamı olarak bulacağız. Dikkat ederseniz serada yetiştiricilik yapanlar bir gün kimyasal vermesin ürünler anında ölüyor. Neden? Çünkü toprak canlı doğal ve biyolojik bir ortam, tıpkı insanların sindirim sisteminde bulunan faydalı organizmalar gibi toprakta da bu çeşitliliğin sağlanması gerekli. Aksi halde bağırsak florasını kaybetmiş antibiyotik tedavisi gören ya da kemoterapi alan hastalarda olduğu gibi ne yerseniz yiyin bünyenize besinler geçmeyecek ya da çok azı geçecek. Topraklarda da durum aynı, biyoçeşitlilik olmayınca her yıl artan dozda kimyasal uyguluyoruz. Neden? Çünkü gübre kullanım etkinliği düşüyor. Yani verdiğiniz besinin bitkiye geçme şansı azaldığı için daha çok uygulama ihtiyacı oluşuyor. Bu da bitkinin bağışıklık sistemini azalttığı, direncini azalttığı için ekolojideki basit hastalık, sıcaklık değişimlerine karşı dirençsiz hale gelmesine neden oluyor. Bu durumda pestisit, insektisit, fungist gibi pek çok zararlı kimyasallar uygulamak zorunda kalıyoruz. Bir yandan da tarım toprakları niteliğini kaybederken bir yandan bu ürünlerle beslenen insanlar hastalanıyor.

Tüm alanların adım adım organiğe geçmesi ve planlama dâhilinde olması için dünya zaten Sustainable Agriculture olarak İyi Tarım Uygulamalarını başlattı. Yani madde bağımlısı insanın madde bağımlılığını azaltmak için adım adım ilerlenmesi gibi tarımda da kimyasalı azaltarak toprak dinamiğini sağladıktan sonra tamamen organiğe geçme modeli zaten oluşturuldu. Avrupa ülkeleri bu adımı 25 yıl önce attı ve adım adım kimyasal kullanımını ortadan kaldırırken 2021 yılında Avrupa ülkelerinde kimyasal kullanımı artık tamamen devre dışı bırakmanın çabasındadır.

Bu nedenle kimyasal girdilerle yapılacak olan üretimin sürdürülebilir tarımla devam ettirip 10 yıllık bir plan içinde organiğe geçilmesi insanların düşündüğü %30-%40’lık kayıplar oluşmadan gerçekleşebilir. Ancak kimyasal girdi sektörünün bakış açısını değiştirip bu yöne yönelimi gelişmiş ülkelerde çok hızlıyken biz de bu yöndeki gelişmelere olan yaklaşım çok zayıf.

Tüketiciler aldıkları ürünün organik olmasından emin olmaları için nelere dikkat etmeliler?

Tüketicilerin ürünün organik olup olmamasını anlaması noktasında en çok dikkat edeceği, kaplı ve kapalı ürünlerde ürün üzerindeki organik tarım logosunun olduğundan emin olmalılar, açık satılan meyve sebzelerde ise satıcının üretim gerçekleştiren ve satışı sağlayan birimlerin sertifikasyonlarını sergilemek zorunlulukları var. Bazen insanlar bunu zor iş gibi görüyor ama bilinçli tüketiciler bildiğiniz gibi aldığı tüm ürünlerin son kullanım tarihine bakma ihtiyacı hissettiği gibi bu ürünlerde de sertifikayı görmeleri gerekir.

Ancak tad ve oramaları gerçekten organik ürünle kimyasalı ayırt etmede önemli bir kriterdir. Bunuda herkesin objektif değerlendirmesi zor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.