Öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz? Minyatür sanatına ne zaman ve nasıl başladınız? Bu sanatı sizin için özel kılan şeyler nelerdir?
Yaşam, kurguladığınız planlar ile sizi sürükleyen gerçekler arasındaki sıkışmışlığın bir bileşkesidir. Geleceğe dair planlar kurarken çoğu zaman hayat sizi bambaşka menzillere doğru yönlendirir. Kendimi bildim bileli resme yatkınlığım vardı ancak bu yatkınlığım o dönem için hiçbir zaman hobiden öteye geçmedi. Geleceğe dönük çizdiğim kariyer planlarında ise gönlümde her daim fen ve matematik alanı ağır basmakta idi. Nitekim üniversite de dahil hep matematik ve fen ağırlıklı bir eğitimi tercih ettim. Bu tercihin bir yansıması olarak da lisans eğitimimi İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji bölümünde tamamladım. Mezuniyetimin ardından yaklaşık üç sene kadar bir ilaç fabrikasının kalite kontrol departmanında mikrobiyolog olarak çalıştım. Hayaller, gerçekler ve kader… İşte 28 Şubat’ın hayatıma çarpmasının ardından yaşamış olduğum bu iş tecrübesi hayat ile ikinci büyük çarpışmam oldu. Şimdi geriye bakıp ta “İyi ki olmuş“ dediğim, hayaller ve gerçekler arasındaki bu ikinci sıkışmışlığım beni bambaşka bir yolun misafiri yaptı. Ta ortaokul döneminden beri tarih kitapları arasında görüp meftun olduğum minyatürün ve dahi sanatın hayatıma, ruhuma gürül gürül akışının baş müsebbibinin hayata dair deneyimleyeceğim acı tecrübelerin bileşkesi olacağını kim bilebilirdi ki. Hiçbir şeyin sebepsiz hâlk edilmediği şu âlemde musibet gibi görünen yaşanmışlıklarım bana yepyeni bir yolu deneyimleme şansını verdi.
Benim minyatür serüvenim 2005 yılında rahmetli Meral Aşan’ın yol arkadaşlığı ile Üsküdar İSMEK bünyesinde açılmış olan minyatür kurslarına kayıt olmam ile başladı. O sene aynı zamanda Meryem Er Yumun eğitmenliğinde tezhip derslerine de başladım. Meral Aşan ile bir senelik eğitimin ardından kendisinin yönlendirmesi ile eğitimime 2006 yılında Taner Alakuş ile devam ettim. 2006 yılından 2012 yılına kadar Taner Alakuş ile olan derslerime devam ettim. Bu tarihler içerisinde 3 yıl kadar da Hülya Korkmaz’dan Bilimsel Bitki Çizimi eğitimi aldım. 2005 yılında alaylı olarak başladığım minyatür sanatına 2012 yılında Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü’nün Geleneksel Türk Sanatları alanında açmış olduğu Tezli Yüksek Lisans programını tam burslu kazanarak akademik alanda devam etmeye başladım. 2015 yılında yüksek lisans programından mezun oldum. Aynı yıl Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi’nde Sanatta Yeterlilik programına başladım. Hali hazırda tez çalışmalarıma devam etmekteyim. Buna paralel olarak İstanbul Klasik Sanatları Merkezi’nde ve Bayrampaşa Belediyesi Türk İslam Sanatları Merkezi’nde uygulamalı minyatür dersleri vermekteyim.
Minyatür sanatını benim için özel kılan pek çok şey var aslında. İslam sanatları ve özelde de minyatür sanatı kişisel egoların kolektif yarar karşısında eritilip yok edildiği bir sahadır. Öyle bir eritilmişliktir ki bu nakkaş çoğu zaman yapmış olduğu çalışmaya kendi imzasını dahi atmamış, kendini bakan ile bakılan arasından sıyırıp adeta yok etmiştir. Şahsını hiç hükmünde gören, vücuda geleni kendinden değil Yaratandan bilen bir anlayışın besleyip büyüttüğü bu sanat karşısında saygıyla eğilmemenin imkânı var mıdır? Akademik bakış ile değerlendirdiğimde ise bu sanatı benim açımdan özel kılan şey minyatür sanatının görsel dili sayesinde geçmişin izlerini sürebilme imkanına sahip olabiliyor olmam.
Minyatür Sanatı nedir? Hangi materyaller kullanılarak nasıl yapılır?
Minyatür kısaca, yazma eserlerde anlatılan olayları görselleştirmek üzere yapılan, geometrik perspektifin ihmal edildiği iki boyutlu sathi bir resim sanatıdır.
Bugün minyatür sanatını icra ederken pek çok materyal kullanmaktayız. Aydınger eskizi, ince uçlu mekanik kurşun kalemler, hamur silgi, üzerine çalışma yapılacak çeşitli nitelikteki kağıtlar, taş suluboya, guaj ve akrilik boyalar, çeşitli mürekkepler, boyanacak alanın büyüklüğüne göre farklı kalınlıktaki sentetik ve samur fırçalar, muhtelif ayarlarda ezilmiş ve yaprak altın, miksiyon kullanılan başlıca materyallerdir.
Bir minyatür çalışmasına başlamadan önce ilk olarak yapılacak çalışmanın aydınger üzerine kurşun kalem yardımı ile eskizi çizilir. Çizimi tamamlanan eskiz, üzerine esas çalışmanın yapılacağı aherli kâğıt üzerine aktarılır. Kağıdın kendi rengi zemin rengi olarak kullanılmayacaksa, tüm alan istenilen dokuyu verecek uygun boyama teknikleri kullanılarak altın, taş suluboya, akrilik, guaj ve çeşitli mürekkeplerden biri ile renklendirilir. Gerekiyorsa zemin boyanın üzerine uygun teknikler kullanılarak ikincil bir renklendirme ve serbest fırça tekniği ile detay çalışması yapılır. Renklendirme aşamasında noktalama, tarama, akıtma, sulandırma gibi pek çok teknik kullanılabilir. Son olarak her bir detayın dış hatları inceden kalına, kalından inceye doğru giden konturlar ile çerçevelenerek çalışma tamamlanır.
Minyatür sanatını diğer resim sanatlarından farklı kılan yanları nelerdir? Minyatür sanatının kendine has âdabı ve incelikleri nelerdir?
Öncelikle şunu diyebiliriz ki minyatür sanatı görsel bir tatminin ötesinde fonksiyonel bir özellik taşır ve bu özelliği onu diğer resim sanatlarından ayırır. Örneğin şehnâme, gazavatnâme, sûrnâme gibi yazma türlerinde minyatürler bir nevi fotografik işleve sahiptirler. Yaşanmış olan tarihi olayların, savaşların, fethedilen yerlerin kaleme alınarak belgelendiği bu eserlerde, eser içerisinde yer alan minyatürler de aynı şekilde belge değeri taşırlar. Zira nakkaşlar tarafından olaylar ve mekânlar, hayali kurgular ile değil olduğu şekli ile görselleştirilirler. Böylece minyatürler, fotoğraf makinesinin olmadığı bir dönemde, olayları ve mekânları olduğu şekli ile görselleştirmeleri ile fotoğrafın gördüğü işlevi üstlenmişlerdir.
Bu sanatı diğerlerinden farklı kılan diğer özelliklere de kısaca değinelim. Minyatürlerde, figürler anatomik oran kaygısı güdülmeden stilize edilerek resmedilir. Figürlerin kompozisyon içerisindeki büyüklükleri geometrik perspektif kuralları yerine mevcut figürün minyatür içerisindeki hiyerarşik üstünlüğü göz önünde bulundurularak belirlenir. Örneğin padişah figürü hiyerarşik üstünlüğü sebebi ile kompozisyon içerisinde her daim diğer figürlerden daha büyük olarak resmedilir.
Minyatürde bir başka özellik olayları resmederken ışık ve gölgenin ihmal edilmesidir. Bu durum geometrik perspektifin de ihmal edilmesi ile birlikte minyatürü üç boyuttan uzak iki boyutlu sathi bir resme dönüştürerek onu gerçekçi resimden uzaklaştırır. Bu bilerek ve istenilerek tercih edilen bir durumdur. Asla nakkaşların beceriksizliği ya da mevcut imkânların eksikliklerinden kaynaklanan bir sonuç değildir. Mevcudatı en güzeli ile vücuda getiren yaradandır. Bu sebepten ötürü nakkaşlar kimi zaman minyatürlerinin küçük bir kısmını bilinçli bir şekilde eksik bırakmışlar ve bu hareketleri ile mevcudatı en güzeli ile vücuda getirenin yalnızca Allah olduğunu hâl dili ile ifade etmişlerdir. Ecdadın bu inceliği karşısında fırça tutan ellerin titrememesi mümkün değil.
Bu sanata hakkıyla vakıf olabilmek için İslam kültürünü iyi bilmek mi gerekiyor?
Sadece İslam kültürünü değil, o coğrafyanın nesiller boyu aktarıla gelen kültür kodlarını da bilmek gerek. Osmanlı minyatüründen örnek verirsek eğer sağlıklı bir minyatür okuması yapabilmemiz için İslam kültürü ile birlikte Türk kültürünü, geleneğini, örfünü, inançlarını ve mitlerini de bilmemiz gerekir. Zira sanat, yeşerdiği toplumun sadece inançları ile değil o toplumun geçmişten o güne değin aktarıla gelen gelenek, örf ve adetleri ile de harmanlanarak şekil alır. Bir Osmanlı minyatürüne baktığınızda Türk-İslam sentezinin nasıl bir görsel dile dönüştüğünü rahatlıkla gözlemleyebiliriz. Kuyruğu bağlanmış bir at ile sefere çıkan asker, sarayda ya da otağda tahtı üzerinde bağdaş kurarak oturan padişah, padişahın gömülür iken mezarı üzerine serilmiş çadır… Örnekleri çoğaltabiliriz. Bunların her biri İslam kültürünün değil Türk kültürünün Osmanlı toplumu üzerine olan yansımalarıdır. Ve bu yansımalar doğal olarak minyatürün görsel dilini de teğet geçmemiştir. Şunu bilmek gerekir ki sağlıklı sanatsal okumalar çok yönlü bakış açısını gerektirir.
Minyatür sanatında usta-çırak ilişkisinden bahsedebilir misiniz?
Geçmişe baktığımızda bu sanatın gelecek nesillere aktarılışında usta çırak ilişkisinin çok önemli bir rol oynadığını görürüz. Zira minyatür sanatı da dahil tüm İslam sanatlarının eğitiminde temel direklerden birini usta-çırak ilişkisi oluşturmuştur. Usta ve çırak arasındaki bu ilişki sanatsal alışverişin ötesinde bir gönül ortaklığı idi aslında. Ve bu gönül ortaklığının verdiği inisiyatif ile usta çırağını adeta bir hamur gibi yoğurur, onu istediği kıvama getirmeye çalışırdı. Bu esnada çırağa düşen ise ustasının tüm ikazlarını dikkate alıp sanatının tüm inceliklerini ustasının direktifleri doğrultusunda öğrenmeye çalışmaktı. Usta ve çırak ilişkisi bir yol arkadaşlığı idi ve bu yol arkadaşlığı teknik bilgilerden öte bu sanatın adap ve erkânının da aktarıldığı bir birliktelik idi. İşte böylesi bir eğitimde egonun yeri yoktur. Öyle ki daha önce de belirttiğimiz gibi nakkaşlar eserlerinin altına imzalarını atmaya bile yeltenmezler. İşte yüzyıllar öncesine ait bir çalışmaya baktığımızda açığa çıkan heyecan duygusu, kim bilir belki de sanat ve ahlakın birlikteliğinin kağıt üzerinde buluşmasının yarattığı sinerjinin doğal bir sonucudur. Edep ile gelen lütuf ile gider… Zannımca ecdat eserlerinin zamansızlaşarak her dönem insanında aynı heyecanı uyandırmasında bu düstur rol alıyor.
Osmanlı döneminde minyatür sanatının öneminden bahsedebilir misiniz? Osmanlılarda minyatür sanatı hangi dönemde daha çok ilgi görmüştür?
Minyatürler belge değeri taşımalarının yanında kullandıkları güçlü görsel imge dili vasıtası ile iktidarı meşrulaştırma, onun gücünü pekiştirme işlevini üstlenmeleri açısından da oldukça önem arz ederler. İktidarın gücünün, muhatabı tarafından temaşasına olanak sağlar, gücü görünür bir görsel dile çevrimlerler. Bunu kimi zaman kalabalık ve kanlı savaş sahneleri ile kimi zaman oluşturulan güçlü padişah imgeleri ile kimi zaman ise kalabalık ve şaşalı sünnet düğünü sahneleri ile başarmaya çalışırlar. Bu durum padişah soyunu, oklarla birbirine bağlı portreler eşliğinde Hz. Adem’den başlayarak peygamber soyuna ve tüm din ve tarih büyüklerine bağlayan Silsilenâme türü yazmalarda bir başka şekilde temaşa eder. Minyatürlerde padişah dışında eser hamisinin lehine de bir görsel dil oluşturulur. Buna en güzel örneklerden biri Rumûzî’nin kaleme aldığı 1594 tarihli Tarih-i Feth-i Yemen adlı eserdir. Bu eserde, eser hamisi Sinan Paşa’nın lehinde yazılı ve görsel bir dil oluşturulmuş, oluşturulan bu dil ile hiç de öyle olmadığı halde kendisi Yemen fatihi olarak gösterilmiştir. Bu verdiğimiz örnekler eşliğinde minyatürün kendi döneminde son derece önemli bir işleve sahip olduğunu müşahede edebiliriz.
Sorunun ikinci kısmına geldiğimizde ise diyebiliriz ki minyatürlü yazmalar Osmanlılarda ilk dönemden son döneme değin her dem üretilmişlerdir. Nitekim bilinen ilk minyatürlü Osmanlı el yazması olan İskendernâme, 1416 tarihlidir ve II. Murad’ın şehzadeliği sırasında Amasya’da yazılmıştır. Bu minvalde “Osmanlılarda minyatür sanatı en çok hangi dönemde ilgi görmüştür?” sorusundan ziyade “Osmanlılarda en çok hangi dönemde minyatürlü yazma üretilmiştir?” sorusunu sormak gerekir. 16. yüzyılın ikinci yarısı 17. yüzyılın başına tekabül eden III. Murad ve III. Mehmed dönemi minyatürlü el yazmalarının en çok üretildiği dönem olup bu süreçte saray nakkaşhanelerinin yanında, saraya bağlı eyaletlerde de çok sayıda minyatürlü yazma üretilmiştir. Bu dönemde Nakkaş Osman ve şehnâmeci Seyyid Lokman birlikteliği ile beraber Osmanlı minyatür sanatında klasik uslûbun oluşması ayrıca dikkate değer bir durumdur.
Sanatın ve özellikle minyatür sanatının ahlaki, psikolojik ve sosyal açılardan kişiye kazandırdıkları sizce nelerdir?
Herkes görebildiği, hissedebildiği, algılayabildiği, gönlünü açabildiği kadar nasiplenir kendi hayat tecrübelerinden. Sadece minyatür sanatı değil, hiçbir kavram ve olgu tek başına kişiye anlamlı kazanımlar katamaz düşüncesindeyim. Herkesin edinimleri kendi kabı kadardır. Minyatür sanatının, bu sanat ile iştigal eden her birey üzerinde aynı farkındalığı oluşturduğu kanaatinde değilim maalesef. Bu sorunun cevabı olarak size ancak doğru bir bağ kurulduğu vakit minyatür sanatının muhatabına sabrı öğrettiğini söyleyebilirim. Çalışma üzerinde ilmek ilmek sabırla dokunan her bir ayrıntı kişiye yavaşlamanın, hız kesmenin gerekliliğini öğretiyor zannımca. Bu, hayatın olağanca akıp giden baş döndürücü hızı karşısında onurlu bir karşı duruşun tecrübesini yaşamak bence. Yavaşlayarak kendi içine dönebilme, kendi içinde bir başka seni bulma, senden sene giden bir yol serüvenini tecrübe etme imkanı. Yolculuk bu süreç çerçevesinde ilerlediğinde ise meyvesi gönül ritmi ile demlenmiş bir eser oluyor.
Minyatür sanatının günümüzdeki durumu nedir? Yeterli ilgiyi görebiliyor mu?
Son 10-15 yılda belediyeler, özel sanat merkezleri ve vakıflar bünyesinde olmak üzere Türk-İslam sanatları alanında eğitim veren kurs merkezlerinin sayısı oldukça artmış bulunmakta. Bu artış ile birlikte Türk-İslam sanatları alanında yapılan sergi ve yarışmaların sayısında da gözle görülür derecede bir artış olmuştur. Tüm bunlar bir bütün olarak minyatür sanatının her kesim tarafından duyulurluğunu, bu sanata olan ilgi ve talebi çoğaltmıştır. Bugün bu sanatlara olan yoğun teveccüh o derecedir ki kendisine çağdaş sanatlarda dahi bir karşılık bulmuştur.
Minyatür sanatı ile uğraşmak, yeni bir eser ortaya koymak sizde nasıl duygular oluşturuyor?
Minyatür sanatı ile uğraşmak bu dünyanın karanlık renklerinden sıyrılıp kendi bahçeme yönelmeyi öğretiyor bana. Her bir eser bambaşka bir karşılaşma anı benim için. Kendimle ve duygularımla olan perdesiz karşılaşma anı. Kendi içimdeki sese yönelme ve o sesi renklere ve çizgilere çevrilmemeye çalışmanın tecrübesi.
Bu sanatta örnek aldığınız sanatçılar var mı?
Geçmişte ve günümüzde bu sanata ciddi katkıları olmuş, çalışmalarını keyif ile seyrettiğim pek çok sanatçı var. Her biri yapmış oldukları eserler ile minyatür sanatımıza çok değerli katkılar yapmışlar ve yapmaktalar. Allah hepsinin ellerinin kuvvetini, gönüllerinin feyizlerini arttırsın. Örnek almaya gelince. Her sanatkârın yolunun kendine özel olması gerektiği düşüncesindeyim. Yol başlangıçta taklit ederek alınabilir ancak sonrasında sanatkârın muhakkak tek başına kendi tecrübelerini deneyimlediği bir yola doğru yönelmesi gerekir. Sanat, sanatkârın ruhunun fotoğrafıdır. Ve her ruh biriciktir ki sanat eseri dediğimizde de aklımıza gelen yegâne özellik onun biricik, benzersiz (unique) olmasıdır. Bu minvalde beğeninin doğru, ancak örnek almanın kendi tecrübelerimizi ıskalamamıza sebebiyet verebilecek olmasından ötürü yanlış olduğu düşüncesindeyim. Böylesi bir bakış açısının ileriye doğru adım atma adına bireysel olarak sanatçıya, totalde ise sanatın kendisine büyük fayda sağlayacağı kanaatindeyim.
Son olarak minyatür sanatına ilgi duyan ve başlamak isteyenlere önerileriniz nelerdir?
Var olan yeteneğinizin size Yaradan tarafından bahşedilmiş bir hediye olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Sabır, sebat ve disiplini elden bırakmadan çokça çalışın. Bu sanatı asla uygulamadan ibaret görmeyin. Türk-İslam sanatları tarihi, İslam felsefesi, sanat tarihi alanında yapacak olduğunuz okumalar ile mutlaka ve mutlaka kendinizi besleyin. Kendi dilinizi oluşturmaya çalışın ve bunun için kendi içinize olan yolculuğu asla es geçmeyin. Yavaşlayın ve kendinize yönelin. Yarışınız sadece ve sadece kendiniz ile olsun. Hızla koşmak yerine yavaş ve ağır adımlar ile yolu deneyimlemenin keyfine bakın.