Mahallenin Babacan Hasan Abisi / Hasan Kaçan

Sizin oynadığınız oyunlar toplum tarafından kabul görüyor. Burada sizin babacan bir insan olmanızın, toplum içersinden bir insan olmanızın etkisi var. Siz bu etkinin sebebini neye bağlıyorsunuz? Rolleri seçerken nelere dikkat ediyorsunuz?
Yarı cevabı siz biraz vermiş oldunuz. Evet yani dikkat ettiğimiz şeyler var. Tabi bizim kendi kriterlerimize göre, arkadaşlar kimi zaman hikaye, senaryo getiriyorlar onlara bakıyoruz. Yani ölçümüz şu, burada bir iş yapıyoruz kimileri buna sanat diyorlar, kimileri işte oyunculuk diyor. Efendim herkes bir isim koyuyor. Biz şu açıdan bakıyoruz, bir iş yapıyoruz burada sanatçı duyarlılığı ile bir iş yapıyoruz. Yaptığımız işe sanat denilemez. Saati var, dakikası var, bunun parası var, pulu var, böyle oluncada sanat denilmez. Efendime söyleyeyim ama ölçümüzde şu; bir iş yapıyorsak kime ne faydası var diye kendime soruyorum. Olayı bu perspektiften değerlendiriyorum. Bana bir teklif geldiğinde önce okuyorum ve değerlendiriyorum, değerlendirirken; ‘yapılan işin kime ne faydası var’ çizgisinden hareket ediyorum. Baktığımızda da evet o kriterlere uygunsa gelen işi kabul ediyorum. Tabi ki birbirinden çok kıymetli çok değerli işler geliyor önüme ama dediğim gibi yani bu bizim tarzımız, başkasının da başka bir tarzı vardır. Kimsenin tarzına bir şey dediğimiz yok. Biz seçerken dediğim gibi bu kriterleri, bu değerleri göz önünde bulunduruyoruz. Çok şükür şimdiye kadar da hep o düşündüğümüz şekilde oldu. E… tabi ki genelliklede biz kalemin bu tarafında olduk. İlk defa başkasının yazdığı bir senaryoda oynuyorum. O da tabii ki çok sevdiğim kendisini tanıdığım, eşini tanığım, sevdiğim insanlar, dolayısıyla da biz birbirimizi bildiğimiz içinde biraz, senaryodan nasıl bir iş çıkacağını tahmin ediyoruz.

Genelde Başkalarının Yazdığı Senaryolarda Çalışmam…
Hasan Kaçan Bey yazan bir kişi. Bundan dolayı sanki şoförün yanında oturan bir kişinin zaman zaman müdahale etmesi gibi senaryoya müdahale oluyor mu?
(gülüyor)… Yani şimdi ne yaparsanız yapın bazen içimden geleni söyleyiveriyorum, Allah ‘tan arkadaşımız Deniz hanım yazıyor bunu, çok güzel de yazıyor. Kimi zaman ben de senin dediğin gibi yapıyorum, ya şurası şöyle olsa acaba, onu da kırmadan tabi nasıl ne olur dediğimde, evet onunda hoşuna giden bir şeyse biz onu beraber değerlendiriyoruz. Buna eleştirmek demeyelim de tamamlamak adına katkıda bulunuyoruz. Katkıda da bulunabiliyorsak ne mutlu bize. Çekim zamanı benim gözümden kaçanı arkadaşım tamamlar, onun gözünden kaçanı ben tamamlarım. Böylece ortaya güzel bir iş çıksın diye uğraşırız. Keyiflide oluyor…

Sanatçılara rol model olarak baktığımızda, sanatçı ve ahlak ilişkisini değerlendirir misiniz? Çünkü toplumun önünde, göz önünde olan insanlar. Fakat bazıları diyor ki bizim rol model olma gibi bir misyonumuz yok, böyle bir vazifemiz yok diyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Şimdi siz kendi evinizin içinde, kapalı kapılarınız ardında bir sanatla uğraşıyorsanız, kimsenin gözü önünde değilseniz, bu sizin kendi özelinizse istediğiniz kadar özgürsünüz istediğinizi yapın. Allah ‘la sizin aranızda ama bunu insanlarla paylaşmaya başladığınız andan itibaren sorumluluğunuz vardır mesuliyetiniz vardır. Kimlerle paylaştığınız bu arada önemli. Yaş grupları çocuklar, anneler, aileler, gençler her biriyle ilgili ilişki biçiminizin farklı olması ve anlatım biçiminizin farklı olması lazım. Elbette bunlar kanunlarla da belirlenmiştir. Ama ondan önce sizin bir ahlakınızın olması ve o ahlak çerçevesinde sizin bunları daha kanunlara gerek kalmadan sizin kendi vicdanınızla bunu çözmeniz gerekir. Eğer kendinizi bir yerde sınırlandırmanız gerekiyorsa sınırlandıracaksınız. Necip Fazıl Kısakürek ‘in çok güzel bir sözü var “Benim istediğimi Allah istemiyorsa konu kapanmıştır” diyor. Bizim mutlaka isteklerimiz olabilir, arzularımız olabilir. Fakat bütün yaptıklarımızın bir ölçüsü olması lazım. Eğer insan fıtratından bahsediyorsa o yaratılış fıtratını göz önüne alıp oradan yola çıkarak bir değerlendirme yapmalıyız. Atacağımız adımları ona göre atmalıyız. Atarsak hem biz mutlu oluruz, hem bizi izleyenler mutlu olur keyifli olur. O zaman işte az önce söylediğin gibi işe yarayan bir şey yapmış oluruz. Bir iş yaparken kime ne faydası var demiştik. Davranışlarımızda ve yaptığımız işlerde bu sorunun cevabı önemli…

Herodot Cevdet’in Hikayelerini Herkes Biliyordu
Dünya Sinemasında konu sıkıntısı var, fakat bizde ise kadim kültürümüzden gelen çok zengin bir konu çeşitliliği söz konusu. Bu medeniyetin konu rezervlerine bir manada dokunulmamış diyebiliriz. Değerlerimizi beyaz perdeye aktarmada geciktik. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Şöyle bir şey var dünyada ki bütün konular zaten şimdiye kadar işlenmiş, yapılmış, edilmiş. Hele insanların kendi aralarındaki konularda hiçte öyle sürpriz olmayan hadiseler yok. İnsanların yaşadıkları konular Adem aleyhiselamdan başlar günümüze kadar gelir. Mesela Kabil ile Habil hadisesi kardeşler arasındaki dünyanın en büyük dramlarından birisidir. Bir baba, evlatlarından biri katil oluyor, biri ölüyor aynı zamanda kendisi de bir peygamber, olacak şeyler değil. Mesela yine baktığımızda Hazreti Yusuf’un hikayesi var, O’nunda babası ve kardeşleriyle başından geçen hikayeler var. Oradan zindana düşmesi var. İşin içerisinde iftira var aşk var. Dolayısıyla dünyadaki hikayelerin şimdiye kadar hepsi yapıldı. Zaten de hep o minval üzerine de yapılmaya devam ediyor. Burada önemli olan üslûp, yani yeni bir hikaye bulmanız mümkün değil. İnsanın iki eli var, iki ayağı var. Önemli olan hangi zaviyeden baktığınız ve kriterleriniz doğrultusunda senaryolar şekillenir. Eğer sadece fiziki güzellik ve yapıdan giderseniz, fiziğin belli bir sınırı var, yine tıkanırsınız. Dolayısıyla orada insanlar zaten tıkanıyorlar. Fiziğe değil de gönüle hitap eden yani gönülden beslenen hikayeler olabilseydi, tabi ki bu işler bu kadar çabuk eskimezdi. Bakın bu gün dünyada da en çok rağbet gören filmler, diziler gönül gözüyle yapılmış işlerdir. Batıdan bakıldığında bu iş zenginlikle, çok büyük teknolojik imkanlarla alakalı değil tam gönül gözünüzle nasıl gördüğünüzle alakalı bir şey. Bunu böyle yaparsanız, hele birde kaliteli yaparsanız, güzelde bir üslubunuz varsa başarıyı elde edersiniz? Burada üslup çok önemli, bin kere anlatılmış şeyi bin birinci kez tekrar anlatırsanız insanlar ilk defa duyuyormuş gibi olurlar. Bunun örneğini ekmek teknesinden verebilirim, Herodot Cevdet de benim anlattığım hikayelerin her birini herkes biliyordu, hepsini biliyorlardı. Mesela diyelim ki kurban bayramında anlatılan kurban kıssası herkes biliyor, tam tersine camide bitse de gitsek derler, yani insanlar bin kere dinlemişlerdir ama siz onu farklı bir şekilde farklı bir üslupla anlatırsanız -orada her türlü aşk var Allah aşkı da var, evlat aşkı da var, ana baba aşkı da var baktığınızda- efendime söyleyeyim, o üslup insanları dinletiyor. İşte biz anlattığımızda insanlar ilk defa dinliyorlarmış gibi oldular, halbuki defalarca anlatılmıştır. Buradan dönüp baktığımızda vurgulamamız gereken aslında hikaye kısırlığı diye bir şey yok, anlatılan hikayenin derinliğinin kısırlığı var yani bir gönül kısırlığı, birde tabi bunun anlatımında ki üslup kısırlığı var. Tarih ve kültürümüzle alakalı yapımlara aynı gözle bakmak lazım. Üslup ve kullanılan dil çok önemli.

Herkes Her Şeyi AynıAnda Almak Zorunda Değil
Bugün internette bir sürü bilgi var hikmet yok aşk yok duygu yok. Gönül gözüyle anlatması lazım değil mi?
Tabi… Kaynağından beslendiğinizde zaten siz onu hikmetiyle birlikte alıyorsunuz. Hani bir tane araba alırsınız aksesuarıyla birlikte yani buda öyle bir şey. Bunu siz tercih ettiğiniz zaman veriliyor zaten, bakan gözle gönülle alakalı bir şey. Öyle bir şey var, yoksa tabi yani bunlar bizim aldığımız değil bize verilen şeyler, bizde o verilen şeyleri kendi nispetimizce sunmaya çalışıyoruz. Biz güzel bir sofra haline getirip herkesin kısmetince oradan faydalanmasına çalışıyoruz. Kimisi buna gülüyor, kimisi eğleniyor, kimisinin hoşuna gidiyor, kimisi oradan bir şey alıyor. Herkes her şeyi aynı anda almak zorunda değil, herkesin aldığı çeşitli şeyler olmalı. Bakın, bu işleri yaparken önemli, yani insanlara bir şey anlatırken buradan şu dersi çıkarsın denilerek işin içinden çıkılamaz ve bu durumda didaktiklik tuzağına düşersiniz. Siz güzel bir şey yaptığınızda herkes kendi algısınca, herkes kendi gönlünce ya da herkes kendi kabınca diyelim bir şey alır. Tabi serbest bırakacaksın yaptığın şeyi bir kere, kendini değil onu özgür bırakacaksın. Hani bu şuna benzer futbolcular kendilerini kasarsa vurduğu topta doğru düzgün gitmez. Her şeyde böyledir, rahat olursan, relaks olursan daha başarılı olursun.

Fetih 1453 filmini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok insan bunu yapmak istedi. Şimdi yapıldı ama bu yapıldı diye bitmiş değil başlamış oldu. Şunu gördü insanlar ki, çok büyük bir teveccüh var böyle bir şey yapıldığında. Eksikleri yok mudur, mutlaka vardır. Çok insan da eleştiriyor, ben o açıdan bakmıyorum eleştirmiyorum. Bunun yapılmış olmasının önemli olduğunu düşünüyorum bu kadar para harcandı. Bu kadar ciddiye alınırsa bir iş, bunun karşılığının da var olduğunu herkese gösterdi. Bundan sonra eksik olan taraflarını da, hani Nasrettin Hoca’nın da dediği gibi “Buyurun oralarını da siz yapın”. Tabi ki bana kalsa bakış açım öyle olmazdı. Ben işin daha çok hikmet tarafından hadiseye bakardım, daha çok manevi derinliğinden bakmaya çalışırdım ki, fetih aslında odur. Burada daha çok aksiyoner tarafından bakılmaya çalışılmış, görsel tarafından bakılmaya çalışılmış. Bunun da kendine göre bir tarzı var onu da başarıyla yapmışlar. Yani dediğim gibi hani yapılacaksa daha on defa çekilebilir. Bakın mesela Amerika‘da bir Robin Hodd filmi onlarca defa çekilmiştir. Yani ille de bir kişi çekti diye o bitmiş olmuyor ki, binlerce kez çekiliyor dolayısıyla buda yapılır. Ama ne oldu evet bu işlere emek verildiğinde, para harcandığında böyle yapıldığında bunun Türk milleti tarafından teveccüh gördüğünü, tam tersine dünyadan da çok insanın buna talip olduğunu görüyoruz. Mesela yakın zamanda “Bir zamanlar Osmanlı Kıyam” diye TRT‘de başlayan diziyi daha dizi çekilmeden bir sürü ülkeye TRT satmış. Türkiye‘de ilk defa oluyor, bunlar önemli şeyler.

Birde hususi bir şey soracağım. Genelde sizi sevenlerle karşılaştığınızda onlar sizi tanıyor ama siz onları tanımıyorsunuz nasıl bir diyalog yaşanıyor aranızda. Şimdi siz samimi davransanız olmaz, soğuk davransanız hiç olmaz size kibirli diyebilirler.
Evet… (Gülüyor) Herkes bizi tanıyor ama biz herkesi tanımıyoruz durumu. İşte biz belli bir arayı bulmaya çalışıyoruz yani. Şimdi yüzde yüz tanıyormuş gibi yaparsan yalan olur, öyle bir şey yok ama yani bunun arasını bulmaya çalışmak lazım. Beni görünce Hasan Abi deyip yanıma geliyorlar bizden birisi mahalleden birisi gibi görüyorlar. Şimdi mesela diyelim ki bu günde 60 kişi, üstüne 10 kişiyle daha tanışırsanız 70 kişi görmüş olacaksınız. Hafıza hepsini tanımıyor ama özele girince hatırlıyorum. Paylaşım olunca insan daha kolay hatırlıyor tabii.

Peki rahatsız oluyor musunuz?
Yok hiç olmam. Bizimki biraz öyle değil de hani bir Hasan Abi mevzusu var oda sevgiden kaynaklanan bir şey. Hayranları olan insanlar var o ayrı bir şey, onlar sıkılıyorlar bir şey yapıyorlar falan. Biz şimdi öyle bir şey olduğu zaman adam hakikaten gönlünden gelip de bir merhaba diyor. Dolayısıyla orada bir sıkıntımız yok, yani tabi çok acele bir şeyin varsa onu da söylüyorsun, şuan bir yere yetişmem lazım kusura bakma, diyorum samimiyetimi anlayışla karşılıyorlar.

Yeni çalışmanız hayırlı olsun.
Güzel bir koşuşturma içerisindeyiz. Diziler malum çok yoğun ve tempolu oluyor. “Babam İçin” güzel bir proje, burada bulunmak mutluluk benim için. Biliyorsunuz setlerin en önemli özelliği beklemek bu yüzden bir yoğunluk var ama çok güzel gidiyor her şey. Dediğim gibi bizim insanımıza uygun, onların beğeneceği hoşuna gideceği tarzda, zaten izleyicilerden de aldığımız tepkide sıcak, samimi. Tabi kendi içerisinde bir takım şeyleri yaşayarak görüyoruz. Oyundaki baba figürü, az önce söylemiş olduğunuz rol modelde, babanın kendine göre bir takım kaideleri, sıkı sıkıya bağlı olduğu kuralları var ama çocuklarından karşılık göremediğinde, çocuklarının gırtlağını sıkan bir baba değil bu. Bu çok önemli, yani çocukları onu yaşayıp ta sen niye bu haltı yedin diye, çocuğuna yukardan aşağıya girişen, onu aşağılayan, üzen bir baba değil tersine keşke yapmasan diyen bir baba o yüzden bununda kabul görmesi, babalarında burada kendini görmesi, evlatlarında böyle bir şeyin içerisinde kendini görmesi güzel bir şey.

İLK DEFA DRAM OYNUYORUM
Canlandırdığınız karakteri nasıl tanımlarsınız?
Orhan karakteri şimdiye kadar çocuklarının boğazından haram lokma geçirmemiş, olağanüstü düzgün bir devlet memuru. Dizide Orhan’ın ölümcül bir hastalık haberi ile yaşadığı paniği ve o panikle “Benden sonra ailem ne yapar?” düşüncesiyle şu ana kadar hiç yapmadığı bir yanlışa sürüklendiğini görüyoruz. Yanlış bir adım atıyor ama ölene kadar bu yanlışın hesabını ödemek durumunda kalacak. Hikayemizin ana ekseni de bu zaten. Dizinin asıl cazip yönü de sıcacık bir mahalle ortamı içerisinde, çok yetenekli arkadaşlarla çok güzel samimi bir aile ortamı olması. Aslında hikaye sadece dram üzerinden gitmiyor, eğlenceli, güldüren olaylar da yaşanıyor.
Bize vakit ayırdınız. Teşekkürler
Estağfirullah… Ben teşekkür ederim…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.