Kişilik Gelişiminin Altın Çağı: 0-6 Yaş Dönemi / Psikolog Elif Erkan

Tüm hayatı boyunca insanı en çok etkileyen şey, kişiliğinin nasıl şekillendiğidir. Çocuklarda kişilik nasıl oluşur, hangi yaş aralıklarına yapılan yatırım kişilik yapılanmasında çok önemlidir?
Çocuklarda kişilik yapılanması daha önceden hep 0-6 yaş olarak belirlendi ve konuşuldu. Ama ben yine de toplumsal olarak bunu çok içselleştiremediğimizi düşünüyorum, 0-6 yaşın çok önemli olduğunu çok içselleştiremedik. Ama şöyle bir şey var, çok hassas bir nokta: 0-6 yaş dönemi önemli, doğru, ama eksik. İkinci kıymetli bir dönem daha var: Benim kişiliğin yeniden yapılandırılması dönemi dediğim “ergenlik dönemi.” Bu dönemde 0-6 yaş arası dediğimiz dönem tekrar açılıyor. İşte bu iki dönem, yani hem 0-6 yaş, hem ergenlik dönemi eğer doğru işlenirse; yani doğru kişiler, doğru şekilde, yeterince ve yerinde o dönemleri kaliteli geçirebilirlerse; yani cezalandırmazlar, terk etmezler, öfkelenmezler, tehdit etmezler, suçlamazlar, küsmezlerse bu dönemleri de iyi işlemiş olabiliriz. Ama tam tersi, 0-6 yaşın işlenmediği dönemde, ikinci ergenlik döneminde, hem ergenliğin verdiği bir sürü sıkıntılar var; vücut değişiyor, duygular değişiyor, hormonlar değişiyor, her şey aktif, artık aileden kopup bireysel olarak kendi sosyal çevresini oluşturmaya çalışıyor. Ergenlik dönemi karışıksa, anne baba yanlış yapmışsa, çocuğun elinde her an patlamaya hazır bir bomba duruyor. Değerlendirmeyi iyi yapamayan, iyi değerlendiremeyen, kendisini göremeyen, hep başkasını suçlayan, sürekli çatışan, kavga eden; bağımlılık dediğimiz alkol, sigara, cinsellik vb. alanlara sürekli girip çıkan bir çocuğa dönüşüyor. Çünkü 0-6 yaş aralığında sorunlu, ergenlik döneminde zaten sorunlu ise her şey elinde patlayabilir. İşte kişiliklerin iki dönemi aktif oluyor. O yüzden, çocuklukta oluşuyor deyip bırakamayız, ergenlikte de yeniden oluşuyor diye gözleyip tekrar ebeveynlerin çocuklarını elinden tutması gerekiyor 0-6 yaş dönemi daha indirgenmiş bir dönem ve bu konudaki çalışmaları araştırdığımda 0-6 yaşın 0-3 yaşa kadar indirgenmesi beni çok korkuttu. Çünkü bizim hiç de önemsemediğimiz, hiç kale almadığımız, çocuktur dediğimiz, “Aaa, ne alakası var, o daha ne anlar!” dediğimiz, hiçbir şeyi sanki çocuk algılamıyormuş gibi düşündüğümüz 0-3 yaş dönemi diye inanılmaz kıymetli bir dönem var. Altın çağ orası. Şayet o 0-3 yaş döneminde çocuk kendisinin nörobiyolojik olan gelişim setini karşı taraftan, yani annesinden alırken, sağlıklı ve gerçekten içten bir şekilde, samimi bir şekilde, vakti ve saatinde alırsa, çocuk doğru bir şekilde işlenmiş oluyor.
Çocuk, dünyaya geldikten sonra, bazı kuramcılara göre, kendisini hâlâ annenin uzantısı gibi hissediyor; diyor ki: “Ben annemin hâlâ koluyum ya da hâlâ birbirimizle bağımız devam ediyor. Öyle devam ediyormuş gibi düşünüyor ilk 3 ayda. Bazı kuramcılara göre de şöyle oluyor: “Yok, hayır; çocuk dünyaya geldiğinde kendisini birey olarak algılamaya başladığı dönemde başlıyor, yani annesinden ayrıldığını hissetmeye başlıyor.”
Ben son söylediğim kuramcılara daha yakınım. Çünkü annenin karnında, çocuğun doğması için sadece annenin kaslarının hazır olması yetmiyor, çocuğun da o süreci başlatmış olması gerekiyor. Hep şöyle söyleriz: “Anne karnında, çocuğun yola dönmüş olması gerekiyor.” ya da “Başını döndürdü çocuk, doğuma hazır.” deriz. Doğum anındayken çocuk da anneyle beraber çalışır, o da çıkmaya çabalar. Yoksa sadece annenin itme gücüyle, annenin kendi kas gücüyle ya da öğrendikleriyle olacak bir şey değil; çocuk da bunu istiyor, çabalıyor. O zaman, diyorum ki, çocuk tamamen anneye bağlı değil; çocuk da ayrışmaya hazır.
Sonra çocuk dünyaya geliyor. Çocuk dünyaya geldiğinde, eğer ona bakım veren kişi, annesi ya da babası ya da babaannesi, anneannesi, her kimse, ona kim yakınlık gösteriyorsa, onun gelmiş olmasına şükrediyorsa, sıcaklık gösteriyorsa, ona yakınlık gösteriyorsa, onun varlığıyla kendisinin anne olduğunu hissettiğini ona geri hissettirebiliyorsa, çocuğun duygulanımları da çalışmaya başlıyor. Çocukta zaten Allah’ın koyduğu kodlar var, mizaç dediğimiz durumların dışında duygular da var; çocuk bunlarla geliyor ki, dışarıda anne bunlara hazırlasın onu. Bu yedi tane duyguyu, o hazır olan duygusunu annesinin geliştirmesi gerekiyor. Neşesi, mutluluğu, tiksintisi, korkusu… Bu duygularını annesinin açması ve çocuğa da hissettirmesi gerekiyor. Ama anne donuksa, cevap veremiyorsa, anne hastaysa, anne ilişki kurmayı bilmiyorsa ya da anne kendi annesinden anneliği hiç almamışsa ya da alamamışsa, kendi çocuğuna bunu veremeyecek haldeyse, zincir böyle devam edip, çocuğun dünyaya gelmesinin değeri hiçbir şekilde oluşmuyor. Bu oluşmayışla birlikte çocukta garip bir hüzün oluşuyor, garip bir duygu durumu oluşuyor: “Acaba ben bu dünyada değerli miyim? Ben önemli miyim? Ben kıymetli miyim? Ben insan mıyım? Ben beslenmeye değer miyim?” ya da “Ben neyim?” Yani o kişilik diye sorduğumuz soruların ilk adımları burada başlıyor. Bunları bakım veren kişi oluşturuyor. Bakım veren kişi eğer ona yakınlık göstermediyse, ona ağladığında cevap vermediyse, onun kendi duygularını önemsemediyse çocukta büyük problemler oluşuyor.
Çocuğun kişilik oluşumu ilk günden itibaren çalışmaya başlıyor. Bu döneme annelerin boğuştuğu dönem diyelim. Bu dönemde anne karışıyor, etraf karışıyor… Çünkü eve yeni bir şey girdi. Bu bir kaos. Herkes için bir kaos. Yeni alan oluşturulması gerekiyor, yeni duygulara alışılması gerekiyor, yemek saatinin yeniden belirlenmesi gerekiyor, yıkanma saati vesaire her şey değişiyor. Annenin sürekli bakım alması gerekiyor, sütünün gelmesi gerekiyor, okudukları var, okuması gerekenler var… Çocuk için de dünyaya gelmesi yenilik, ama kaos; çocuğun dünyaya geldiği yer de bir kaos, anne de kaos, baba da kaos. İşte her şeyin stabil hale gelmesi gerekiyor ki çocuğun kişiliğine doğru yatırım yapabilelim. Eğer o kaos olmazsa zaten gelişme olmaz. Çünkü gelişme rahatlıkta değil, darlıkta olur; gelişme ve değişme. Zorluk çektiğimiz zaman o yüzden gücümüz oluşuyor. Anne de zorluk çektiğinde çocuğun daha çok kıymetini anlıyor. Normal doğum ile sezaryen doğum nasıl farklı oluyor? Duyguları farklı. Çünkü normal doğumdaki yaşadığı zorluk ile sezaryende yaşadığı zorluk aynı değil. İlk burada başlıyor diye düşünün.
0-3 ay arasında çocuk, annesinden bir değer, önem, yakınlık, sıcaklık görürse ve bunu hissederse bağlanma dediğimiz evrenin de kapıları açılmış olur. Çocuk der ki, “Ağladığımda birisi bana bakıyor, birisi benimle ilgileniyor, birisi beni beslemek istiyor, benim ihtiyaçlarımı karşılayan birisi var.” O zaman, kişiliğini damla damla dolduran birisi, anne oluyor. Kişilik kendiliğinden gelişmiyor. Emeksiz olmuyor.
Belli ki, çocuk burada sevgi temelini almış oluyor, sevildiğini hissediyor… Çocuğa sevgi sunumu, kişilik gelişimini nasıl etkiliyor? Bu dönemde neler oluyor?
Yani o söylediğimiz sevgi sadece bir kelimeden ibaret değil; önem verilmek, değer görmek, kıymetli olmak, anlaşılmak, bunların her biri sevginin içinde barınıyor zaten. Eğer çocuk bunu alırsa, kendisi kişiliğinde de, yaşadığı, yaptığı, yapacağı ya da karşılaştığı, her neyse, bunlarla değer veriyor, bunlar da onun için sıcaklık gösterecek, önem verecek duruma dönüşüyor. Ama çocuk bunları almamışsa, 3 yaşından sonra kavgacı, hiperaktif ya da okulda geçinemeyen bir çocuk oluyor.
Bu çocuk aile içerisinde hangi durumdaysa; sürekli eleştirilen bir yerdeyse, sürekli suçlanan, sürekli dur denilen, beğenilmeyen, takdir edilmeyen, önemsenmeyen bir yerdeyse bu çocuktan ne çıkar?! Otomatik olarak yedi tane duygumuzla geliyoruz, bu yedi duygudan iki tanesi sadece pozitif, diğerlerinin hepsi negatif. Negatif duygular ayakta kalma gücümüzü oluşturur ama o duygular iyi yönetilmezse, çocuk için sürekli kavgaya, başarılamayan yanlarına, kabul edilemeyen mizaçlarına dönüşüyor. Çocuğun 2 yaşına kadar annesinden aldığı ilişki ve hissettiği bağlanmanın ismi “güvenli bağlanma”dır. Aradaki akan duygu geçişi bağlanmadır. Bu duyguyu gerçekten, samimi bir şekilde alabiliyorsa kişilik gelişimine yatırım yapmış oluyor.
0-3 ay arasında çocuğun en çok alması gerektiği şey: “Evet, ben seviliyorum, değer görüyorum, besleniyorum ve bana sıcaklık gösteriliyor, benimle ilgileniyorlar.” Bunu alması gerekiyor.
3-6 ay arası çocuk artık kendiliğinin farkına varmaya başlıyor; elini ayağına götürüyor, ellerini ağzına götürüyor, diş çıkartma dönemi dediğimiz döneme de denk geliyor.
Sonra, “Bu dünyadaki nesnelliğimi hissetmeye başladım, birisi de bana bakım veriyor zaten, ben biraz ayaklanayım.” diyor ve dünyayı keşfetmeye çalışıyor. Keşfetmeye çalışırken, annesi telaşlanıyor ve ona, “Hayır, otur.” diyor. “Hayır! Dur! Gitme!” diyorsa, hep yasaklıyor ve korkuyorsa, çocuk, “Bunda bir gariplik var, herhalde benim gitmemem gerekiyor.” diyor ve duruyor, keşfetmeye hazırlanmıyor. Annesindeki duygular neyse, “Başaramıyorum, çaresizim, beceremiyorum” ya da biyolojik olarak kendi yaşadığı ruhsal sıkıntıları varsa ya da psikolojik olarak gelişimsel dönemde annenin kendi sıkıntıları varsa ya da aile içerisinde hep eleştirilecek, hep suçlanacak olarak görüyorsa, o zaman, anne korkularla dolu oluyor, çocuğu bırakamıyor, çocuğun gelişmesine, gitmesine izin veremiyor, çocuğa her an bir şey olacakmış gibi endişeli kalıyor. Çocuk da bu sefer, bunu alamadığı için, böyle sürekli annesinin gözlerinin içine bakan bir çocuğa dönüşüyor. Ama kendisinin dışarı açılması gereken bir enerji lazımdı. Nerede o enerji? Şu anda uyuyor. Çünkü anne desteklemedi.
İşte bu dönemin, ergenlik dönemi dâhil, ondan sonraki yetişkinlik dönemlerinde bireylerde o kadar çok etkinliği görülüyor. Diyelim ki bir şey yapıyor, ama “Yok yapmayayım yahu, boş ver, şimdi kim bilir neler söyler yanımdaki arkadaşım ya da hocam ya da eşim bana kim bilir neler söyler…” diye düşünüyor ya da kendi içindeki bir ses onu hep durduruyor. Çünkü annesi de onu durdurmuştu.
O dönemde edinilen duygular, ergenlik de dâhil, yetişkinlikte ortaya dökülüyor. Başarılı olabilmesi, üniversite okuyabilmesi, ilişkiler kurabilmesi ve kurduğu ilişkileri devam ettirebilmesi vesaire her biri annesiyle arasındaki ya da temel bakıcısıyla arasındaki kurduğu ilişkiye bağlı. Bu ilişkiyi iyi kurabiliyorsa, bilin ki kişilik yapılanması da doğrudur.
Çocuk 9 aydan sonra tekrar hareketi güçleniyor ve “Ben biraz gideyim, geleyim.” diyor. Biraz annesini dinliyor, biraz dinlemiyor, harekete geçiyor. Ama 12 aydan sonra diyor ki: “Annem sanırım doğru söylüyor, ben hiçbir yere gitmeyeyim.” Geri geliyor ve 12 aydan sonra artık çocuğun aktifleşecek bir durumu kalmıyor. Sadece annesi onu götürürse gidiyor, izin verirse yapıyor, açarsa çıkıyor ya da yedirirse yiyor. Çocuk kendisi ihtiyaçlarını da fark etmeyi söndürdüğü döneme geçiyor.
18 aya kadar çocuk, denemeleri olmasına rağmen, eğer gidemiyorsa, bilin ki kendi gücü bir şekilde anne tarafından, bakım veren kişi tarafından durdurulmuş ve harekete geçirilmemiştir.
18 aydan sonra 24. aya geldiğimizde de bu dönemlerde çocuk git-gel’ler yaşıyor. “Gideyim mi, gitmeyeyim mi? Gideyim; yok, geri geleyim.” Böyle ikircikli bir durum yaşıyor. Bu ikircikli durum da kendi kişiliğindeki zedelenmelere denk geliyor.
24. aydan sonra, 36. aya kadar da hep bu ikircikli durumu aktifleşiyor. Birazcık kendi kendine kalıyor, kendi içinde kalıyor; ya annesine çok bağımlı oluyor, ya birazcık hareket ediyor, ya şiddet ve öfkeyle bir ilişki kuruyor, ya hiç ilişki kurmayı tercih etmiyor ya da sadece televizyon izlemek istiyor, ya sadece bir yere bağlı kalmak istiyor ya da hiç annesine bağlı kalmadan, ondan habersiz, her şeyi gizli gizli yapmaya çalışıyor. İçerisinde böyle bir sürü ikirciklikler meydana geliyor.
3 yaşa geldiğinde artık kapı kapanıyor, sosyal kişilik başlıyor. 3 yaşa kadar annesinden ne aldıysa, bakım verenden ne aldıysa artık 3 yaşından sonra onları kullanacak.
Şu ana kadar yaşadıklarının, çocuğun kişilik gelişiminde çok özel bir öneme sahip olduğu anlaşılıyor. Bu çok önemli…
Evet. Dışarı çıkıyor, sosyal olarak aktifleştiği dönem, artık anaokuluna gitmesine de izin verildiği dönem. Anne çalışıyorsa anaokuluna zaten gidiyordur; ama çalışmıyorsa da, 3 yaşına kadar tutuyor, 3 yaşından sonra “Ben ona yetmiyorum.” diye bir yarım gün okula veriyor. Doğru bir hareket. Çocuğun sosyal kimliğinin gelişmesi gerekiyor. Ama getirdiği kişiliği ile kimliğinin örtüşüp örtüşmeme durumu işte burada devreye giriyor. Burada da bir sürü aksaklıklar oluyor. Çocuk bunları da takip ediyor: Bakalım etraftakiler ne yapıyorlar; paylaşıyorlar mı, ilişki kuruyorlar mı ya da sadece hep benim istediğim olsun mu diyorlar… Cinsel kimliğin de aktif olduğu bir dönem 3 yaş. “Ben kız mıyım, erkek miyim?” diye asıl sorunun cevabı burada verilir. 3 yaşına kadar anne-baba, oğlum-kızım, pembeler-maviler falan olur; ama cevap 3 yaştan sonradır.
İşte bunların her birinin açıldığı dönem 3-6 yaş arasında. Bu dönem inanılmaz önemde. Altın çağ olduğunu o yüzden söylüyorum. Çünkü bu çağda eğer gerçekten yerinde ve yeterince ilgilenilmişse, eşlik edilmişse, onunla beraber yapabileceğini, yapamadıklarını kabul etme, fark etme, anlayabilme, bunu yapabilmişse, tuvalet eğitiminde de sorun olmamışsa ve cinsel kimliğiyle ilgili de sıkıntıları hissetmeyip anne baba bunu iyi yönetmişse, ilişki burada gerçekten gelecekte iyi bir şekilde işlenecek hale geliyor. Ama bunun zıddı da var tabii ki.
Anne, “Öğretmenin bugün beni aradı, dedi ki hiçbir şekilde sahip çıkmamışsın montuna.” dediyse… Anne, güya, ben öğrettim de benim çocuğum öğrenmedi diye düşünüyor ve çocuğu suçluyor: “Sen aptal mısın!…” Yani “akıllı ol biraz” demek istiyor. Çocuk bunu öğrenir mi? Hayır, asla. Ama çocuk duyularının farkında olsaydı… İlk başta 3 yaşına kadar bunu geliştirmediği için annesinin bunu fark etmesi gerekiyordu. Değiştirebilir miyiz? Evet, değiştirebiliriz. Demesi gerekiyor ki: “Oğlum, montunu unutmuşsun; bunu yarın unutmadan getirebilir misin?” Anlayarak ve sorumluluğu ona yükleyerek… Ama suçladığında sistem asla açılmaz. Çünkü tehdit hisseder. Çocuk donacak ya da kaçacak. O yüzden, suçlanırsa, tehdit edilirse, ceza verilirse gelişime hiçbir şekilde destek olmaz, gelişim ve değişime hiçbir şekilde destek olmaz.
3-6 yaş arasında öğretmenlerimizin etkinliği ve doğru ilişki kurabilmeleri çok fazla devreye girdiği için seçilen öğretmenler de çok önemli. Yani güzel öğretmen ya da iyi giyinen öğretmen ya da defterlere sürekli ailelere yatırım yapacak şeyler yazan öğretmen değil de, çocuğu anlayan ve çocuğun ne yaşadığını takip eden öğretmen iyi öğretmendir.
Biz ilk 6 yılı “kişilik gelişiminin altın çağı” diye adlandırıyoruz. Çocuk ergenlik döneminde de tekrar açılıyor, bu dönemde de anne baba eğer yeniden iyi bir şekilde işlerse yeniden işlenebilir. Ama şöyle bir şey var: Ben üniversitede de görev yapıyorum, oradaki öğrencilere diyorum ki: “Bu zamana kadar anneniz babanız sizi destekledi, ama bundan sonra dizginler sizin elinizde, sakın şikâyetlenip ‘tüh tüh, vah vah annem yapmamış, babam yapmamış’ veya ‘sen böyle yapmadın anneciğim’ diye öfkelenip suçlamaya gerek yok; herkes kendi hayatını, kendi gayretiyle eline alsın.” Bu şekilde 18-20 yaşındaki çocuklara da söylüyorum. Bunlar zor değişiyor, yani sonraki dönemde belki 5 sene, 6 sene sürüyor değişimi, ama çocukluk döneminde belki 1 gün, o kadar kısa. O dönemin işlenmesi ile yetişkinlik döneminin işlenmesi aynı değil…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.