Ah O Yalnızlık!.. / Dr. Metin Serimer

57-yalnizlikYalnızlığın “paylaşılamayan duygu” olduğunu söyler psikiyatristler. Ve aşırıya kaçmamak kaydıyla bir nebze yalnızlığın iyi olduğunu da… Yalnızlık aynı zamanda müzik, görsel sanatlar ve edebiyatın da temel konularından biridir. Mesela “Anladım, sonu yok yalnızlığın, her gün çoğalacak.” sözleriyle başlayan Yalnızlık Senfonisi’nin popüler algıdaki karşılığı, insanın yalnızlığından bağımsız olmasa gerek. Öyleyse yalnızlığa, etik (akademik) anlamlar verilebildiği gibi emik (insanî) anlamlar verilmesi kaçınılmaz. Hatta kutsal bir boyut dahi kazanabilir. Varoluşsal yalnızlık tam da burada kendini gösteriyor. Kalabalıklar arttıkça sayıların küçülmesi misali, yalnızlık da o boyutta sayısal, net ve mutlak bir anlam kazanabilir, kuşatıcı olabilir hisseden için… Ama yalnızlık duygusunun nedenleri ve içinin nasıl dolduğu konusu ve hatta patolojik durumları da ifade ediyor olması, üzerinde düşünülmeye, araştırılmaya değer bir olgu…

Bir arkadaşımın bana dair yaptığı bir istiharede, uyandığında “Kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim, uyandığımda hâlâ etkisindeydim, yapayalnızdım.” demesi çok ilginçti doğrusu. Rüyalarda insanın haline bu denli empati yaptıran bir güç olmalıydı. Hem yaşatan hem de gösteren… İnsanın ruh halini, derinliklerde yaşadığı bazı duygu durumlarını, metafizik anlamda da bir Bilen’in olduğu aşikârdı. Ama yalnızlık neydi acaba? İnsan kendini neden yalnız hissederdi? Bazen özgüven, bazen güvensizlik, değerleriyle baş başa kaldığında bunun yeterince toplumsal karşılığının olmaması bir sebep olabilir miydi? Derdini herkese açamamak, herkesin dert dinlememesi ya da kendince çözümsüz durumların varlığı bir sebep olabilir miydi?

Düşünürlerin Yalnızlık Düşünceleri

Özellikle düşünürlerin hayatlarında çok yaygın bir duygu olarak yalnızlığın yaşanması bir tesadüf olmamalı… Cemal Süreyya “Yalnızlığı soruyorlar; yalnızlık, bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.” diyor. Fena bir tanım değil bence. Ama niye? Özdemir Asaf “Yalnızın odasında ikinci bir yalnızlıktır ayna.” derken, yalnızlığın fotoğrafını aynada değil, insanın kendi içinde çekiyor aslında. Kendine bakar hep kendini görürsün aynada… Ama nasıl bir “kendi”, nasıl bir “sen”, nasıl bir “ben”dir aynada gördüğün? Mevlânâ’nın “Yalnızlık, adam olmayanların vereceği saygıdan, sevgiden yeğdir.” ve Bukowski’nin “Yalnız olmak, yanlış bir kalpte olmaktan iyidir.” sözlerinde olduğu gibi, kişilere bağlı olarak bir başka boyutta kutsandığı da olur yalnızlığın… Ama işin zorluğu Goethe’nin ağzından: “Yalnızlık tek kelime, söylenişi ne kadar kolay. Hâlbuki yaşanması o kadar zordur ki.” sözleriyle dökülür. Edip Cansever ise yalnızlığı “İnsanın insana verdiği en değerli şeydir yalnızlık.” sözleriyle zirveye taşır. “Vücut bulmuş her ruh yalnızlığa mahkûmdur.” diyen Aldous Huxley ise yalnızlığı kaçınılmaz bulur. Kimisi de Adem Özbay gibi sevgi üzerinden işler yalnızlığı: “Yalnızlık sensizliktir.” der. “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.” diyen Özdemir Asaf son noktayı koyar. Bazı yazar ve düşünürlerin yalnızlık hakkında söyledikleri kısaca bunlar…

Patolojik Yalnızlık

İç çatışmaları nedeniyle, kendi tercihi dışında iç dünyasına çekilen insanın hali, depresyona dayalı bir yalnızlığın ifadesidir, der psikiyatri uzmanları. Yani aslında yalnızlığın sebebinin başkaları değil, kendimiz olduğunu kabul ederek yola devam etmek ve çevreyle ilişkiler bakımından kendini gözden geçirmek… İnsanları kırmamak, empati yapmak, dinleyici olabilmek, sivri çıkışlar yapmamak, vazgeçilmez olduğumuzu bilmek, biraz ilgi çekici ve eğlendirici ya da rahatlatıcı olmak, insanların sizin yanınızdan sessizce kaçmalarına engel olacak önemli ipuçları. Aranılan insan olmak için bu basit tedbirleri almak yeter de artar bile… Tabi bu arada çevremizde bir süreliğine de olsa daha çok ilgiye ihtiyacı olan insanlar da olabilir. Ama kendi yalnızlığı ile mücadele eden biri için ilk başta bu zor görünür bir idare etme biçimi olabilir. Fakat yapılırsa bu da kendi yalnızlığımızı aşmak için iyi bir mücadele yolu denebilir. Kuyuya düşen zıplamadan çıkamaz örneğinde olduğu gibi… Aranılan insan olmanın zıddı “sıkıcı insan” tipleridir. Sıkıcı insanlar büyüklük taslayan, sürekli kusur arayan, arkadaşlarıyla ilişkilerinde özensiz, insana önem vermeyen, yapmacık tavırlı, aşırı bencil, ısrarcı, dedikoducu, lâfı çok uzatan, hep aynı şeylerden bahseden, mizah tarafı olmayan insanlardır. Yalancı, menfaatçi, borcuna sadık olmayan, vefasız ve güvenilmez insanlar sevilmezler… Bu yanlışlar tekrarlana tekrarlana huy halini almışsa bu insanlar kolay kolay sevilmezler ve yalnızlığa mahkûmdurlar… Yalnızlığın kötü sonuçlarından biri de sapkın yalnızlık diyebileceğimiz suçlu psikolojisi ile iç içe olan yalnızlıktır. Şiddet yanlıları yalnızdır… Tek başına suç işleme cesareti olan herkes yalnızdır aslında. Bilge bir akıl, müşfik bir el yardım etmezse yalnızlığı onları suç makinasına dönüştürür zamanla.

İmtihan Neşesi Olarak Varoluşsal Yalnızlık

Bir de “bilge yalnızlık” var ki daha çok mizaç ve meşrebe dair bir yalnızlık bu. Hasan Basri’nin hüzünlü duruşu, Ebu Zer el-Gifârî’nin yalnızlığı da bu neviden sayılabilir. Hakkında Hz. Peygamber’in (sav) “Yalnız yaşar ve yalnız ölür.” dediği Ebu Zer (r.a.)… Belki bunlar çok somut örnekler ama insanoğlunun imtihana muhatap, yeteneklerle donanmış özel yapısı da onu özel kılmanın getirdiği, imtihan şartları gereği bir yalnızlığa bir şekilde itiyor, itmek zorunda… Çünkü insanın ne kendinden ne de Allah’tan saklayamadığı her ânına dair muhasebe, her an, başını iki elinin arasına alıp “Ben neyim, nereden geliyorum ve nereye gidiyorum?” sorularıyla insanı muhatap kılıyor. Buna da “imtihan neşesi olarak varoluşsal yalnızlık” demekte bir sakınca yok… Çünkü insan yalnız düşünür ve yalnızlık bu anlamda kaliteli bir eylemdir. Bu haliyle yalnızlık, insanın bir şeyler yapabilme çabasını besler. Yalnızlığı, insanı harekete geçiren güç olarak değerlendirmek, yalnızlığın sakıncalarını bertaraf edebilir ancak. Manevi büyüklerin “Halvetimiz celvettedir.” sözü bu bakımdan çok manidardır. Aksi halde yalnızlığın doğasında insana “iş başa düştü” dedirtecek bir imtihan mantığı kaçınılmaz bir şekilde vardır. Çünkü insan Allah’a tek başına hesap verir ve herkes yapıp eylediklerinden mesuldür. Ama insanın kendinden menkul bir canlı olmaması, yoktan varedilmesi, sebepler zinciri içinde varolmasından/varedilmesinden tutun da insanlarla birlikte yürüttüğü bir hayatın çoklu ve çoğul karakteri, kul hakkı, insan hakkı, komşuluk hakkı, ana, baba, kardeş, akraba hakkı, cemiyetin hakkı gibi kuşatıcı unsurlar insanı hayatta asla yalnız bırakmaz. Tüm bunlar, insanın da yalnız olmadığının açık göstergeleridir. Aksi halde her biri keskin birer imtihan unsuru olmazdılar. Ceninden tüm bedene, atomlardan galaksilere kadar üzerinde bu denli ince hesaplar yapılan bir canlının ontolojik açıdan “yalnız” olması mümkün müdür? Burada fark, insanın tüm sorumluluklarını yerine getirirken yalnız yol almak/karar vermek/niyet etmek/irade ortaya koymak zorunda olduğu süreçlerdir ki işte bu da imtihanın ta kendisidir. İnsan yalnızlığını kendi dertlerine ilaç olacak bir potansiyele dönüştürerek daha verimli hale gelebilir. Başkalarının dertleriyle ilgilenmek ve sevgisini her hâlükârda insan nesline ve toplum yararına kullanmak, bizzat Hz. Peygamber’in (sav) ahlakı, bireysel ve toplumsal sünnetidir.

Yalnızlık irfanî bir nimetse insanın kendine ait imtihanı da bir lütuftur. O sayede insan “derdim bana derman imiş” mantığında hem kendisiyle müspet manada mücadele eder, terakki eder, hem de başkalarına faydalı olur. İçindeki sevgi potansiyelini harekete geçirerek, merhametini insana ve topluma yönelik bir emekle yoğurarak yalnızlığını, kendi hastalıklarını tedavi etmeye muktedir anlamlı bir çabaya dönüştürebilir. Aksi halde sürekli yalnızlıkla “demlenmenin” sağlıklı ve tutarlı ya da olmazsa olmaz bir duygu ya da tavır olduğunu söylemek ya da yalnızlığı garip bir şekilde kutsamak doğru bir tavır olmaz. İnsanın çile çekerkenki hali bir yalnızlık sürecinin fotoğrafı olabilir, ama dışarıya yansıyan dengeli bir duruş olmaktan çok uzaktır. Şenel İlhan Beyefendi’nin güçlü tespitiyle söylemek gerekirse “İhlas eşittir sosyalite” demek kesinlikle daha doğru bir tavır olacaktır. Çünkü insanın küçüklük döneminden gelen yetişme bozuklukları, çevresel etkenlerin de tesiriyle insanda bazen kendine dair yanlış duygulanma ya da düşüncelere yol açabilir. Ama bir yandan da “kulluk imtihanı” devam etmektedir ve alınacak yollar, aşılacak menziller vardır. Kendi içine kapanık ve bunu kutsanmış bir yalnızlığa dönüştüren bir tavır, ancak sosyalite dediğimiz ve başkalarına faydalı olma mantığında bir diğergamlıkla işlenirse bizzat insanın kendisine yarayan bir sonuç, kaliteli bir duruş, anlamlı bir çabaya dönüştürülmüş olur. İçine kapanık ve kendi problemlerini aşamamış bir yalnızlık ne madden ne de manen muteber bir tavır, huy ya da duruş olabilir. İnsanın manevi kabiliyetleri, becerileri, donanımları; sahte tavırlara gizlenmiş fazilet taslayan sahte vakar görüntülerinden çok uzakta, kendisiyle ve çevresiyle barışık, içten bir samimiyet, manevi neşenin eşlik ettiği bir sosyallik, dengeli ve ölçülü bir ahlakla doğru bir mecrada akmaya başlar ve gelişmeye, geliştirilmeye en müsait tavır da budur.

Yalnızlığın böylesine de “can feda…”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.